Mavinin Maviyle Buluştuğu Çiz...

By Bayanperest

1.6M 87.4K 25.6K

Öğrenciliği ve garsonluğu eş güdümlü olarak yürütmeye çalışan Nazlı, kendi halinde tek başına yaşayıp giden b... More

I.
II.
III.
IV.
VI.
VII.
VIII.
IX.
X.
XI.
XII.
XIII.
XIV.
XV.
XVI.
XVII.
XVIII.
XIX.
XX.
XXI.
XXII.
XXIII.
XXIV.
XXV.
XXVI.
XXVII.
XXVIII.
XXIX.
XXX.
XXXI.
xxxıı.
XXXIII.
XXXIV.
XXXV.
XXXVI.
XXXVII.
XXXVIII.
XXXIX.
Karanlıktan Korkan Adamın Hikayesi
XL.
XLI.
XLII.
XLIII.
XLIV.
XLV.
XLVI.
XLVII.
XLVIII.
XLIX.
L.
FİNAL
ÖZEL BÖLÜM/I.
ÖZEL BÖLÜM/YARIM KESİT/TEŞEKKÜR DUYURUSU
ÖZEL BÖLÜM/II.

V.

32.9K 1.8K 544
By Bayanperest

Güne tam anlamıyla mükemmel bir giriş yapmıştım. Sabah kalktığımda, evde yalnızdım! Hava Ekim'in sonlarına göre oldukça sıcak ve güneşliydi. Bu da demek oluyordu ki, kalın ve sıkıcı giysiler yerine güzel, rengârenk giysiler giyebilirdim.

Kahvaltımı salonda yaptım. Kocaman bir ekmeğin arasına bulduğum her şeyi doldurdum. Yirmi dakikalık bir anime izlerken, evde yalnız olmanın ve kuralları yıkmanın vermiş olduğu keyfi sonuna kadar çıkarıyordum. Küçük, meyve bıçağıyla ekmeğimin kalanına biraz daha çikolata sürdükten sonra, gözlerimi kapatarak yoğun hazzı karşıladım. Şu dünyada kakao çekirdeğinden yapılmış her şey insanı mutluluğa sürükleyebilirdi. Bugün ne kadar kötü olabilirdi ki?

Ekmeğim bittiğinde, kırıntıları teker teker avucumun içine toplayarak oturduğum yerden kalktım. Sonra ayağım halıya takıldı ve neyse ki koltuğa orta düzeyde bir iniş gerçekleştirdim. Bir yerime zarar gelmemişti. Sorun yoktu. Süt koyduğum bardağı ve bıçağı almak üzere koltuktan tekrar kalktığımda, dehşet tam anlamıyla beynime sıçramıştı.

Bitmiştim.

Kelimenin tam anlamıyla, sıçmış vaziyetteydim.

Bir elimle ağzımı kapatarak, bıçağın yırtmış olduğu koltuk derisine baktım. Muhtemelen üzerine düştüğümde yapmıştım bunu. Yırtık o kadar net bir yerdeydi ki, Onat'ın görmemesi imkânsızdı. Burayı fark ettiği anda yeni ev deneyimim başladığı gibi sonuçlanacaktı. Oysaki daha taşınalı dört gün olmuştu sadece.

Kendime o kadar çok kızmıştım ki, sinirimden gözlerim doldu. Bana içerde yemememi söylemesine rağmen onu dinlememiştim. Suçun tamamı bendeydi. Bana ne söylese haklıydı. İşin kötüsü beni evden attığı takdirde bir yer bulamazdım. Ne yapacağımı düşünmeye çalıştım ama aklıma alternatif hiçbir şey gelmedi.

Koltuğun derisi yırtılmıştı.

Geri dönüşü olmayacak bir biçimde.

Telefonumu elime alarak Gülten ablanın numarasını buldum ve uyumuyor olması için dua ettim. Birkaç çalıştan sonra, çok şükür cevap vermişti.

"Nazlı?" diye sordu yorgun bir sesle. Arkadan Pars'ın ağlama sesi geliyordu.

"Gülten abla," diye sızlandım panik bir hâlde. "Ben bir halt yedim."

"Ne oldu? Bir şey mi oldu sana iyi misin?"

"Hayır, öyle bir şey değil," dedim içimden keşke öyle olsaydı diye geçirerek. En azından evsiz kalma tehlikem olmayacaktı. "Sana ev sahibimden bahsetmiştim. Epey kuralcı, titiz bir adam demiştim. Bugün, yanlışlıkla koltuğunun derisini yırttım."

İçimi çekerek koltuğa bir göz attım. İçindeki beyaz şeyler dışarı doğru fırlamıştı. Zaten güzelim koltuğu durup dururken mahvedebilecek tek kişi bendim. Bu kadar dikkatsiz olmaktan nefret ediyordum.

"Hasar çok mu büyük?" diye sordu Gülten abla beni bildiğinden.

"Galiba."

"Resmini çekip whatsapp'tan at bakayım."

Sesini hoparlöre alarak kameraya girdim ve vahim yırtığı çekerek Gülten ablaya gönderdim. Mesajı aldığında derin bir of çekti.

"Biliyorum," dedim sadece.

"Dikmen gerekiyor," dedi Gülten abla ciddi bir sesle. "Evde hiç iğne iplik var mı?"

*

İğne ve ipliği evin her yerinde aramama rağmen elbette ki bulamadım. Bakmadığım tek yer, Onat'ın odası ve girmenin tamamen yasaklandığı şu gizemli odaydı. Oraya bakamayacak kadar korkak olduğum için, son çare Onat'ın yatak odasına bakmaya karar verdim. Hiç sanmıyordum ama şansımı denemeye değerdi.

Kapının kolunu indirdiğimde, kilitli olmadığını anlayarak geriye doğru ittirdim. Acaba Onat odasına girdiğimi fark eder miydi? Gerçekten hissediyor olabilir miydi? Ya da tamamen çocuk mu kandırıyordu? Ben çocuk muydum da kanıyordum? Aklımda depdeli sorularla başımı içeriye uzattım. Ve hiç de hayalimdeki odayla karşılaşmadım.

Açıkçası fazlasıyla ihtişamlı bekliyordum Onat'ın yatak odasını. Evin geri kalanı tıpkı bir dekorasyon ekibine teslim edilmiş gibi ince ince döşenmişti. Ama burası görebileceğiniz en sade odaydı. Beyaz örtülü iki kişilik bir yatak, büyük bir gardırop, bir tane boy aynası ve yatağın tam sağında komodin bulunuyordu. Halısı bile yoktu. Tıpkı hol gibi, burası da beyaza bulanmıştı sanki. Demek ki Onat fazla renkli şeylerden hoşlanmıyordu. Giydiği giysiler de tipik renklerdeydi. Siyah, gri, beyaz ve kahverengi.

Amacımdan sapmamayı kendime hatırlatarak, komodine doğru yürüdüm. Zaten varsa ya burada, ya da gardırobun içinde olmalıydı. İlk çekmecede sadece saatler bulunuyordu. Bu beni şaşırtmamıştı, Onat'ın saatleri sevdiğini anlamıştım önceden. İkinci çekmecede kravatlar diziliydi. Üçüncüsünde, yani en aşağı çekmecede sadece tek bir kutu bulunuyordu. Ve şans bu ya, içinde hem iğne hem de iplik bulmuştum.

Mutlulukla iğne ipliği alarak etrafı kontrol ettim. Bir şeyi yarım yamalak bırakmadığımdan emin olduğumda, odadan çıkıp kapıyı sıkıca kapattım. Daha önce hiç bir şeyi dikmemiştim. İğneyi iplikten geçirebileceğimi bile sanmıyordum ama denemekten zarar gelmezdi. Türk dizilerinde gördüğüm kadarıyla, ipliğin ucunu hafifçe dilimle ıslattım ve iğnenin ucuna geçirmeye çalıştım. Olmadı. Bir daha denedim. Yanından bile geçmedi.

Sinirle denemeye devam ettim. On ikinci denememde girdirebilmiştim. Neyse ki, iplik siyah renkteydi, yani deride fazla sırıtmayacaktı. Gülten ablanın anlattığı şekilde iğneyi yırtığın başlangıç yerine batırdım ve diğer tarafa geçirdim. Deri olduğu için batırmakta biraz zorlanıyordum ama sanırım biraz yapabilmiştim. Yani hafif yamuk duruyordu ama sonuçta açık hâlinden iyiydi. Belki Onat fark etmezdi. Fark etse bile, çok da göze çarpmadığını düşünebilirdi.

Ya da tamamen kendimi kandırıyordum.

Telefonum çaldığında, dikme işini daha yeni bitirmiştim. Düğümü atarak kalan ipi makasla kestim ve gururla gülümsedim. İşte! Birkaç hata dışında gayet güzel görünüyordu. Arayan Gülten ablaydı.

"Ne yaptın halledebildin mi?" diye sordu telefonu açtığımda.

"Evet, harika oldu," dedim iğne ve ipliği yerine koymak için Onat'ın yatak odasına yeniden giderken.

"Sence fark eder mi?"

"Umalım öyle olsun," diyerek iyimser düşünmeye çalıştım. "Gülten abla aslında sana şey soracaktım," diye söze girdim, o sırada saatten hiç haberim olmadığını fark ettim. Hemen kolumdaki saate bir göz attığımda, gözlerime inanamadım. Koltuğu yırtmamın üzerinden kırk dakikaya yakın süre geçmişti. On dakika sona ilk dersim başlayacaktı. Yetişmem imkânsızdı. "Bugün buluşalım mı?" dedim sözümü tamamlayarak.

"Çok iyi olur valla," dedi Pars arkadan yeniden ağlamaya başladığında. "Hem benim küçük velet de biraz temiz hava alır. Şu parkın hemen yanında buluştuğumuz kafede buluşalım mı?"

"Tamamdır," diye onayladım onu Onat'ın odasına girdiğimde. "Bir saate kadar geçebilir misin?"

Okula bu saatten sonra istesem de gidemezdim. Neyse ki fazla devamsızlık yapan biri değildim. Hem bugün dersim sadece öğleden önceydi. Bir günlüğüne assam da olurdu.

Belki Gülten ablayla buluştuktan sonra kitapçıya falan gider oradan kafeye geçerdim.

"Bir saat mükemmel," dedi Gülten abla.

Sonra vedalaşarak telefonu kapattık. Gülten abla evli olduğu için fazla sosyalleşemiyordu. Bu yüzden birkaç arkadaşı vardı. Ona da iyi geleceğime emindim. Acaba ilerde evlenirsem ben de mi böyle olacaktım?

İğne ve ipliği aldığım kutuya yerleştirirken, kapının kapanma sesini işittim. Hem de dış kapıdan geliyordu bu ses. Ah! Ne yapacaktım şimdi? Kesin Onat gelmişti. Beni odasında görürse, bir şeylerin ters gittiğini kesinlikle anlardı. Hemen saklanacak bir yer aradım. Saklanabileceğim tek yer, gardırobun soluyla duvar arasında kalan küçücük bir boşluktu. Orada da görme ihtimali çok yüksekti. Adım sesleri yaklaşırken, telaşla gözüme kestirdiğim yere koşturdum.

Saniyeler sonra odanın kapısı açıldı. Nefesimi tutarak girdiğim yere iyice sindim. Allah'ım lütfen bu aciz kulunu utandırma. Zaten koltuğu yırttım, bir de burada yakalanırsam herif beni en iyi ihtimalle sapık olarak görür. Lütfen, lütfen, lütfen.

Onat görüş alanıma girdiğinde, ciddi anlamda nefes almıyordum. Üzerinde kısa kollu ve eşofman vardı. Tişörtün sırtı terden sırılsıklam olmuştu. Demek ki koşuya çıkmıştı. Bana arkasının dönük olmasını fırsat bilerek, buradan hemen çıkması için içimden dualar etmeye devam ettim. O sırada herif üzerindeki tişörtü tek hamleyle çıkarıp attı.

Bir an donakaldım.

Soyunuyor muydu bana mı öyle geliyordu?

Eşofmanını da çıkarmak üzere harekete geçtiğinde gözlerimi sımsıkı kapattım. İşte şimdi yakalanırsam, durumu kurtarmam tam anlamıyla imkânsızdı.

Kapının kapanma sesi kulaklarıma dolana kadar, kendimi sıktığımın farkında bile değildim. Gözlerimi açarak, görebildiğim kadarıyla etrafın boş olduğunu anladım. Onat, odadan çıkmış olmalıydı. Başımı yavaşça uzatarak, düşüncemi teyit ettim. Evet, gerçekten çıkmıştı. Sanırım duşa girmişti. Evde yalnız olduğunu sanıyordu.

Saklandığım yerden çabucak çıkarak odadan sıvıştım. Gözümün önüne gelen görüntüler, hiç de hoş değildi bu yüzden kendimi tokatlayarak gördüğüm şeyi unutmaya çalıştım. Sonra evin anahtarını alıp, çok sessizce evden çıktım. On dakika kadar merdivenlerde oturdum. Sonra anahtarla tekrardan eve girdiğimde, gürültüyle kapıyı arkamdan kapattım. Koridora girdiğimde, Onat bornozuyla yeniden odasına girmek üzereydi.

"Aaa," dedim yalancıktan şaşırıyormuş gibi yaparak. "Evde değilsin sanıyordum?"

"Spora çıkmıştım," dedi o da saf saf.

Gülmemek için kendimle savaşarak başımı salladım ve odama girdim. Nefesimi galiba tam anlamıyla o zaman bıraktım. İşte, atlatmıştım. Güne güzel bir başlangıç yaptığımı düşünürken, her zamanki Nazlı klasiğini yerine getirerek başımı beladan uzak tutamamıştım. Şimdi geriye kalan tek şey, Onat'ın koltuktaki dikişi fark etmemesini ummaktı.

Gülten ablayla buluşacağımız için üzerimi değiştirerek krem rengi mevsimlik elbisemi giydim. Elbisenin kolları dirseklerime uzanıyordu. Kahverengi ceketim ve botlarımla kombine ettiğimde çok tatlı görünüyordu. Eteği dizlerime geliyordu, yani fazla üşüyeceğimi sanmıyordum. Saçlarımı da bir değişiklik yapıp açık bırakarak bir tutamını tokayla arkadan topladığımda, hazırdım. Odamdan çıkar çıkmaz Onat içeriden bağırdı.

"Buranın hâli ne?"

Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Sesi salondan geliyordu. İşte, her şey bitmişti. Dakika bir, gol birdi. Bu adamın gözünden bir şey kaçması olası bile değildi. Kaderime razı olarak boynumu büküp salona kadar yürüdüm. Başımı kaldırdığımda, Onat'ın iki eli de belindeydi ve bana sinirle bakıyordu.

"Kuralları ihlal etmeye daha ilk haftadan başladın," dedi başıyla tezgâhın üzerini göstererek.

Ne dediğini ilk önce anlamadım. Sonra başımı çevirerek tezgâhta bıraktığım bulaşıkları fark ettim. Ah. Yani yırtığı fark etmemiş miydi? Kocaman gülümseyerek baktım ona. "Özür dilerim. Hemen hallediyorum!"

Mutlulukla tezgâha koştururken, bana anlamsız gözlerle bakıyordu. Dolaptan aldıklarımı geri yerine koydum ve bulaşıkları bulaşık makinesine yerleştirdim. Ben işimi yaparken, Onat salonda oyalanıyordu ve bir yandan kalbim küt küt atmaya devam ediyordu. Görmemişti ama görmesi an meselesiydi. Dikkatini uzaklaştırmam gerekiyordu.

"Dışarı çıkacak mısın?" diye seslendim bulaşık makinesinin kapağını kapatırken.

"Birazdan ofise geçeceğim."

Takım elbisesini fark etmemiştim. Duştan sonra ikinci derisi olan takım elbiseyi üzerine geçirmişti bile.

"Beni de bir yere bırakabilir misin diye soracaktım," dedim barın yanında durarak.

Bana yandan bir bakış attı. Söylediğim şeyden memnun kalmamıştı. Oysa en fazla on dakikasını alacaktım. Benim yarım saatte otobüsle gideceğim yoldan vakit tasarruf etmek içindi.

"İyi," dedi sadece.

Böylece evden beraber çıkmış olduk. Bir yandan okulu astığım için gayet memnundum. Güneşli ve güzel bir günde okula tıkılıp ders dinlemeyecek kadar pozitiftim bugün. Evet, her şeye rağmen. Arabaya bindiğimizde, hala Onat'ın bilgisayarını yaptırmam gerektiği geldi aklıma. Ayrıca kirayı da konuşmamıştık daha. Belki de benim karşılayabileceğimden çok daha fazlasını söyleyecekti. Soramıyordum da ayıp olmasın diye. Para konusunda sıkıntı çekiyor gibi görünmese de, ne kadar istiyorsa vermek zorundaydım. Birden Onat hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğimi fark ettim. Ona dair bildiğim birkaç şey vardı sadece. Soyadı, avukat olduğu ve yalnız yaşadığı. Onun dışında neden yalnız yaşadığını bilmiyordum mesela. Ailesi var mıydı? Kardeşleri? Neden ziyaretlerine gitmiyordu ya da onlar gelmiyordu?

Bir ilişkisi var mıydı? Nerede çalışıyordu? Arkadaşlara sahip miydi?

Tabii ki de hiçbirini soracak cesaretim yoktu çünkü onunla muhabbet etmek çok zordu. Ne zaman bir soru sorsam etini koparabilir miyim demişim gibi davranıyordu. Bu yüzden tüm sorularımı yuttum ve gözlerim torpido gözüne kaydı.

"Albümlerine bakabilir miyim?"

En azından müzik zevki hakkında birkaç bilgi edinebilirdim. Bir şey söylememesini artık 'evet' olarak algılıyordum. Sanırım bu onun onaylama şekliydi. Çünkü onaylamıyorsa küçük düşürüyordu. Aslında anlaşılması epey basit bir adamdı.

Torpido gözünü açarak üst üste dizilmiş dört beş albümü çıkardım. The Cranberries, Muse, Sting, Erkin Koray ve geçen günkü Madonna'nın albümü vardı yalnızca.

"Onlar koleksiyonumun küçük bir parçası," dedi Onat. Beni umursamıyor sanıyordum ama sanırım dikkati üzerimdeydi.

"Daha çok pop dinliyorsun sanmıştım," diye itiraf ettim.

"İki binlerden önceki popu evet," dedi başını sallayarak. "Her tür müziğe açığım. Eskilerden olmak şartıyla."

Bunu fark etmiştim. Demek ki Retro hoşuna gidiyordu. Ayrıca bana ilk defa doğru dürüst bir cevap verdiği de gözümden kaçmamıştı. Yatağın sağ tarafından mı kalkmıştı acaba?

"Koleksiyonunun kalanı nerede?" diye sordum merakla.

"O... Evde," dedi duraksayarak. "Yani, kendi evimde değil. Karışık." Derin bir nefes alarak başını bana çevirdi. "Seni nereye bırakacaktım?"

Ona yolu tarif ettikten sonra, Gülten ablaya mesaj attım. Onat'ın sayesinde biraz erken varacaktım bu yüzden ona her zaman oturduğumu bölümde bekleyeceğimi söyledim. Çok geçmeden Onat beni parkın hemen yanındaki mütevazi kafeye getirmişti. Çocuklu annelerin arkadaşlarıyla buluştuğu hoş bir yerdi burası.

"Garip bir seçim," dedi Onat benimle alay ederek.

"Arkadaşımın çocuğu var."

"Şaşırmadım."

Şoşormodom diye taklit etmek istesem de bu isteği güçlükle bastırdım. O Engin değil, O Engin değil... Kendim olamamak o kadar zordu ki!

"Neyse," dedim yolcu kapısını açarak. "Zahmetin için teşekkür ederim."

Arabadan indiğimde, ceketimi üzerime geçirerek kafeye doğru yürümeye başladım. Her zaman oturduğumuz bölüm, parka en yakın olan yerdi ve bugün şans eseri tek bir masa kalmıştı. Pars henüz on bir aylık olsa da, çocukların olduğu bir ortamda yüzü gülüyordu. Hem bazen korunaklı salıncakta falan salladığımız oluyordu. Boş kalan masaya oturup parktaki çocukları izlemeye başladım. Yaş aralıkları iki ve on arasında değişen birkaç çocuk kahkahalar atarak eğleniyorlardı.

Bu sırada çocukluğum aklıma gelmişti istemsiz. Bir ablam vardı ben küçükken. Annem bizi her hafta sonu parka götürür, birkaç saat oynamamıza müsaade eder, sonra elma şekeriyle kandırarak geri eve getirirdi. Her hafta sonunu iple çekerdim. Tabii elma şekerinin tadı da bir başkaydı o zamanlar. Sonra ablam öldü. Yüksek ateşli bir hastalık geçirdi. Doktorlara ulaştırdığımızda, her şey için çok geçti. Bir bakıma babamın ihmalkârlığı yüzündendi. Bir bakıma ablamın katili babamdı. O öldüğünde, dokuz yaşındaydım. Ölümünün üzerimdeki etkisini kolayca atamamıştım.

Sonra annem tekrar hamile kaldı. Ablamın ölümünden sonra yüzümün güldüğü ilk gün, haberi öğrendiğim gündü. Bebek için o kadar heyecanlıydım ki, harika bir abla olmak için can atıyordum. Çok geçmeden annem karnındaki ağrıdan bahsetmeye başladı. Teninin rengi griye döndüğünde onu hastaneye götürdük. Bebeğin karnında öldüğünü öğrendiğimizde, benim için bütün umutlar tükenmişti.

Ailemle bağlarımın kesin olarak koptuğu gün, işte o gündü. Kendi kendime ne olursa olsun, her şeye iyimser bakacağıma dair söz vermiştim. Ne yaşarsam yaşayayım. Çünkü ben, ailede sağ kalabilen tek çocuktum. Garip bir şekilde, şanslı olduğumu düşünüyordum. Sanki bu hayat bana bir hediye olarak bahşedilmişti. Ablam için, kardeşim için iyi yaşamalıydım.

Bu yüzden hayallerimin peşinden koşmayı asla bırakmadım ve sonunda sonuç ailemin beni reddetmesi bile olsa, işte buradaydım.

Anılar zihnimi tıpkı fare misali kemirmişti. Tatsızlardı. Hatırlanmaması gereken şeylerdi.

"Üç çocukla ortada kalmış gibi görünüyorsun," diyen Gülten ablanın sesi, beni şimdiki zamana döndürdü.

"Dört," diyerek düzelttim onu. Sonra pis pis sırıttım. "E5'e çıktıktan sonra bu sürprizi beklemiyordum."

Elimi karnıma koyduğumda Gülten abla kafama bir tane yapıştırdı. Bu tür şakalar yapmamı sevmiyordu çünkü çocuk yaptığına bile pişmandı. Sanırım zaten kocasıyla da araları iyi değildi. Çok mutsuz görünüyordu. Bu yüzden yüzünü güldürmeliydim.

"Sende bugün bir değişiklik var," dedim dikkatle yüzünü inceleyerek. Biraz yorgun görünse de, her zamanki gibi çok güzeldi. Sarıya dönük saçları kısa ve düzdü. Hafif yuvarlak yüzü vardı. Ve gözleri iriydi. Her zaman çok beğenirdim onu.

"Pars yüzümü çizdi," diyerek gözlerini devirdi. "Ondan mı bahsediyorsun?"

"Hayır, ayrı bir çirkinsin."

Gözlerini kıssa da gülümsemişti. Sonra bana doğru merakla eğildi. "Sen şu ev işi nasıl gidiyor bir anlatsana bana."

"Bildiğin gibi," dedim omuz silkerek. "Herif tam bir kalas. Bir duvar. Adeta Berlin duvarı gibi. Tatsız tuzsuz, sinir bozucu."

İçimde tuttuğum daha fazla sıfat vardı fakat hepsini bir anda kusmak istemiyordum. Yaratıcı sıfatlarımı dillendireceğim çok zamanım olacaktı. Eğer evden atılmazsam.

"Avukat mı demiştin?"

"Evet," dedim yüzümü buruşturarak. "Avukat bozması desek daha doğru olur. Şimdiye kadar pek bir işe yaradığını görmedim."

Sanırım sinir çıkarıyordum çünkü bunları düşünmemiştim bile. Olsun, dış sesim haklıydı.

"Bence olumlu bak ve bu adamı tavlamaya çalış. Hem zengin, hem işi iyi. Daha ne istiyorsun kızım? Aşk değil mantık evliliği yapacaksın. Bak bana, aşk evliliği yaptım da ne oldu?"

"Aman Allah korusun," dedim korkuyla. Düşüncesi bile tüylerimi havalandırmaya yetmişti. "Herifle mantık evliliği bile yapılmaz."

"Bence abartıyorsun," dedi Gülten abla Onat'ı koruyarak.

Tek kaşımı kaldırarak kollarımı göğsümde kavuşturdum ve trip atmaya hazırlandım ama o sırada bir garson araya girerek siparişlerimizi aldı. Bu yüzden anlık kızgınlığım uçup gitmişti. Ama emindim ki Gülten abla Onat ile tanışsa ne demek istediğimi gayet iyi anlardı. Hem benim Buğra'm vardı. Onu düşünmek midemin kasılmasına sebep oldu. Dün bana gülümsemesi geldi aklıma. İster istemez ben de gülümsedim. Bugün onu göremeyecek olmam ne kadar üzücüydü.

Tam yeni konu açacaktım ki bacağımda hissettiğim sıcak bir nefesle, sandalyeyi hızla geriye ittirerek ayağa kalktım. Küçük, beş yaşlarındaki bir erkek çocuğu masanın altından sırıtarak bana bakıyordu.

"Abla, neden külotunda minik filler var?" diye sordu yüksek bir sesle.

Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Ah, tabii ya! Elbise giymiştim! Çocuğu elimle panikle kışkışlamaya başladım.

"Ne yapıyorsun sen orada? Ayıp değil mi gizlice masanın altına giriyorsun? Çık bakayım çabuk oradan."

"Benim annem hiç filli külotlar giymiyor," dedi çocuk emekleyerek çıkarken. "İp gibi oluyor onunkiler."

Suratımın kızarmaya başladığını hissettim. O sırada Gülten abla kahkahalarla gülüyordu. Elimle eteğimi düzelterek yeniden oturduğumda, başımı kaldırıp etrafa bakacak yüzüm yoktu. Küçük şeytan sağ olsun, şimdi kafedeki herkes filli külot giydiğimden haberdardı.

Elimle yüzümü yellendirdim. "Gülmeyi keser misin?" dedim Gülten ablaya kaşlarımı çatarak.

"Bir de genç kadın olacaksın," dedi Gülten abla Pars'ı kucağına alırken.

"Sen evlisin," dedim huysuz bir sesle. "Senin dikkat etmen gerekiyor."

"Gerek kalmıyor. Kocam pek ilgilenmiyor," dedi gözlerini kaçırarak. Gülüyordu fakat canının sıkkın olduğu çok belliydi. Onun için üzüldüğümü hissettim.

"O zaman sana şöyle güzel bir çamaşır takımı bakalım," diyerek kaşlarımı indirip kaldırdım.

Gülten abla başını iki yana sallasa da, masanın altından ayakkabımla bacağına dokunarak ona kur yaptım. Sonunda kabul ettirebildiğimde, içeceklerimizi bitirmiştik. Hem ben de kendime şöyle doğru düzgün bir şeyler bakardım. Neredeyse bütün iç çamaşırlarım baskılıydı. Belki kendimi iyi hissederdim.

Mesela kadın gibi. Son günlerde kadın olduğumu bile hissedemiyordum. Yalnızlık epey zor şeydi.

Bir taksi tutup İstinye Park'a gitmeye karar verdik. Yolculuk normalde yarım saatten biraz fazla sürüyordu ama yolda garip bir şekilde fazla trafik yoktu. Yani ben ne trafikler görmüştüm. Bu onun yanında hiçbir şeydi. Bu yüzden yarım saat gibi kısa bir sürede İstinye Park'a gelmiştik. Kafede işimin başlamasına daha çok vardı. Yani rahatça gezebilecektim.

İlk önce body & bath works'e girdik. Ben girmek istemiştim çünkü hala kendime şampuan ve vücut losyonu alamamıştım. Beğenmemiz zor oldu çünkü hepsi harika kokuyordu. Sonunda epey para dökerek oradan çıktığımızda, artık iç çamaşırı almak istediğimden emin değildim...

Birkaç giyim mağazası turladık. Gülten abla gezeceğimizi hesaba katmadığı için Pars'ın bebek arabasını almamıştı bu yüzden onu dönüşümlü taşıyorduk. Gülten abla Zara'dan bir etek denemek için kabinlere girdiğinde, kucağımda Pars'la beklemeye başladım. Beklerken de bir yandan mağazayı geziyordum.

Sonra tanıdığım ve sevmediğim bir yüzü görerek duraksadım. Buğra'nın arkadaşıydı. Şu manken gibi dediğim kadınlar kategorisine giriyordu. Buğra'yı ilk kez Kafka Kafe'de gördüğümde, yanında bu dişi de vardı. Ona kıskançlıkla baktım. Yanında hem kısa hem çirkin kalıyordum. Beni fark ettiğinde, Pars yüzümle oynuyordu.

Şaşkınlıkla bir bana, bir Pars'a baktı. Sonra eline telefonu alarak bana arkasını dönerek yürümeye başladı. Neden böyle bir şey yaptığını anlamayarak Pars'a döndüm.

"Eğer saçımı çekersen seni öldürürüm," dedim gözlerinin içine bakarak. "Beni anladın mı?"

Pars sanki güzel bir şey demişim gibi gülerek burnumu tuttuğunda ben de gülmeme engel olamamıştım. Sonra flaş gibi bir şeyin ışığını fark ederek hemen o tarafa döndüm. Bu az önceki kızdı. Telefonunu aceleyle indirip mağazadan neredeyse koşar adımlarla çıkarken, idrak ettiğim şeyle gözlerimi kırpıştırdım.

Benim fotoğrafımı çekmişti. Pars'la. Kucağımda tuttuğum bir bebek vardı ve onun da bir dedikodu malzemesi.

Neye uğradığımı şaşırarak Pars'a sıkıca sarıldığım gibi arkasından koşmaya başladım. Mağazadan çıkmak üzereyken alarmların ötmeye başlamasıyla durmak zorunda kaldım. Çevreden gelip geçen herkes dönüp bana bakmıştı. Hemen geri girdim. Pars'ın elindeki kolyeyi gördüğümde hiç de sessiz olmayan bir küfür savurdum. Bu sırada çalışanlardan birkaçı yanıma koşturmuştu.

"Çok özür dilerim" dedim mahcup bir sesle. "Çocuk eline almış. Hiç fark etmemişim."

Neyse ki, yalan söylemiyordum. Zaten o sırada Gülten abla kabinlerden çıkmıştı. Pars'ı benden alarak eteği alacağını söyledi. Ben de onu dışarıda bekleyeceğimi. Mağazanın önüne çıktığımda, sinirle dişlerimi sıktım. Bir bu eksikti. Ya fotoğraf yayılırsa o zaman ne yapacaktım?

Kendi kendime başıma gelebilecek bütün ihtimalleri düşünürken, Gülten abla ödemeyi yapıp mağazadan çıkmıştı.

"Şimdi nereye geçiyoruz?" diye sordu biraz daha düzelmiş bir moralle.

"Victoria's Secret diye düşünmüştüm," dedim gülümsemeye çalışarak.

Bir şey olmayacağını kendi kendime birkaç kez tekrarlayarak az önceki olayı zihnimin gerilerine attım. Kötü şeyleri unutmakta üzerime yoktur. Bu yüzden mağazanın içerisinde girdiğimizde, fiyatları da unutmayı diledim.

Unutmam en iyisi olacaktı.

*

Elimde alışveriş torbalarıyla eve girdiğimde, saat akşam dokuz buçuğa geliyordu. Tabii ki de kendime engel olamamıştım ve gülkurusu renginde, âşık olacağım kadar güzel bir takım almıştım. Sanırım giymeyecektim. Çünkü beş günlük çalışmaya ve yorgunluğuna bedeldi.

Arkamdan kapıyı ayağımla ittirerek kapattım ve hemen odama geçmeyi düşündüm çünkü ölüyordum fakat bu eve taşındığımdan beri ilk kez evin içerisinde fazladan ses duyuyordum. Bu yüzden merakıma engel olamayarak sesi takip ettim. Onat'ın çalışma odasından geliyordu. Onun sesi değildi. Hatta çok tanıdık bir ses olduğuna yemin edebilirdim, bu sesi daha önce defalarca duymuşum gibi geliyordu.

Ama nereden?

Torbaları odamın kapısının önüne bırakarak, sese doğru yürümeye devam ettim. Çalışma odasının kapısı yarı açıktı. Bu yüzden başımı yavaşça uzatarak çaktırmadan içeriye göz attım. Onat beni hemen fark etti ama ben ona bakmıyordum. Yüzünün sadece yarısını gördüğüm adama dikkat kesilmiştim.

Evet, kesinlikle tanıdık geliyordu. Ama hala çıkaramamıştım. Sonra Onat'ın bakışlarını takip etti ve bana döndü. Ağzım bir metre açıldı. Abartısız olarak hayatımda hiç bu kadar şaşırdığımı hatırlamıyordum. Kapıyı ittirerek, yanılmadığıma emin olmak için odaya girdim.

Yanılmıyordum. Karşımda duran adam kanlı canlı Tufan Özkan'dı. Ünlü oyuncu ve ses sanatçısı. Türkiye'deki kızların bir numaralı sevgilisi. Benim de sürekli takip ettiğim çok popüler dizinin başrol oyuncusu. Adamın yüz ifadesi neredeyse acınacak bir hâle büründüğünde, benden korktuğunu fark ettim.

Galiba üzerine saldıracağımdan çekinmişti. Bu yüzden bir adım geri çekilerek Onat'a baktım.

"B-ben şey, gülme sesleri gelince birden pat diye girdim ama... Şey..."

Bir elimi havada sallayarak güldüm. Sonra gülmemin çok saçma kaçtığını fark ederek birden sustum. İkisi de hala dikkatle beni izliyorlardı.

"Onat, senin evinde bir kadın mı var yoksa bana mı öyle geliyor?" diye sordu Tufan Özkan en az benim kadar şaşkın bir sesle.

"Kiracım. Odalarımdan birinde kalıyor. Şimdilik."

Onat'ın sesi son derece soğuktu. Bakışlarını benden uzaklaştırarak Tufan Özkan'a çevirdi. Ben ise ne yapacağıma şaşırmış bir durumdaydım. Sanırım doğal davranmalıydım. Böyle söyleyince çok kolay bir şey gibi geliyordu fakat alakası bile yoktu. Yaşadığımız bu ana inanamıyordum. Bu adam Onat'la arkadaştı. Hem de gördüğüm üzere bayağı yakın gibi görünüyorlardı.

Onat'ı basite mi almıştım?

Daha fazla ünlü arkadaşa sahip miydi?

Ben bu adama Berlin duvarı mı demiştim? Vallahi çarpılırdım. Nasıl da sevimli bir suratı vardı öyle, canım benim ya!

"Bu arada ben Nazlı," dedim kendimi tanıştırmadığımı fark ederek. El ele sıkışmak üzere bana doğru uzandı. Sanırım korkulmayacak biri olduğuma kanaat getirmişti.

"Beni tanıdığını varsayıyorum," diyerek kocaman gülümsedi. Allah'ım adam ne kadar yakışıklıydı öyle! Buğra'nınkilere benzeyen yaprak yeşili gözlere sahipti. Ama teni Onat gibi beyazdı. Uzundu fakat yanında Hobbit gibi kalmıyordum. Muhteşem bir gülüşe sahipti. Etkilenmemek için tercihlerimin tamamen farklı olması gerekirdi.

"Tabii ki!" dedim biraz heyecanlanarak. "Gerçi dizideki karakterini pek sevmiyorum. Hatta sinir oluyorum, kıza sürekli haksızlık ediliyor. Ay, neyse. Son bölüm aklıma geldi," dedim yüzümü buruşturarak.

"Öğrendiği kısım değil mi?" diye sordu o da burnunu kırıştırarak.

"Beş bölümdür öğrenmesini bekliyordum. Karnıma ağrılar girmişti valla. Bir yandan iyi oldu ama o Mualla kaşarı-"

"Yeter," diyerek sözümü kesti Onat. Gözlerini kocaman açmıştı. "Nazlı'da odasına çekilecekti," dedi çıkmazsan sürükleyerek çıkarırım bakışını da ardına ekleyerek.

Bir an fazla ileri gittiğimi anladım. Heyecanlandığımda böyle oluyordu, dilime pek fazla sahip çıkamıyordum.

"Seni mahcup etmek istememiştim," diye mırıldandım sadece.

Sonra Tufan Özkan'a dönerek son kez gülümsedim ve arkamı dönerek odadan çıktım. Sanırım en son Tufan Özkan 'eğlenceli kızdı, niye kovdun' gibi bir şeyler söylüyordu ama yanlış duymuş da olabilirdim. Sonraki yarım saat odamda oturmuş, hala bir ünlüyle birebir tanıştığıma inanmaya çalışmıştım. Bu inanılmazdı! Engin burada olsa mutluluktan bayılabilirdi. O da benim gibi dizinin sıkı takipçisiydi ve ikimizde Tufan Özkan'ı çok beğeniyorduk.

Ona anlattığımda bana kesinlikle inanmayacaktı.

Dış kapının kapanma sesini duyduğumda, daha fazla kendime engel olamadım ve odamdan fırladım. Onat'ı kapının önünden dönerken yakaladım. Bana kaşlarını çatarak baktı.

"O da neydi öyle?" diye sordu soğukça. "Hayatında hiç mi ünlü görmedin?"

"Görmedim," dedim başımla onaylayarak.

"Sen gelmeden onu göndermeliydim," diyerek yanımdan geçip salona gitti.

Bir an canım müthiş derecede sıkıldı. Kötü bir şey yapmamıştım. Onu rezil edecek bir davranışta bulunduğumu düşünmüyordum. Ben buydum. Benden hoşlanmadığını belli edebilirdi ama bunu yalnızca bana karşı göstermesini tercih ederdim. Asıl ben aşağılanmıştım. Dişlerimi sıkarak arkasından salona gittim. Tam ağzımı açmış bir şey söyleyecektim ki, Onat'ın eğilmiş dikkatle koltuğa baktığını fark ettim.

Yırtılan yeri görmüştü. Bütün sinirim bir anda yerini korkuya bıraktı. Bu çok daha ciddi bir meseleydi. Ağır çekimde başını kaldırıp benimle göz göze geldiğinde, nefesimi tutmuştum. Nasıl bir tepki göstereceği hakkında tek bir fikrim bile yoktu. Sadece yüzündeki ifadeden, kolayca yırtamayacağımı anlamak mümkündü.

"Bu nasıl oldu?" diye sordu sakin bir sesle.

Nefesimi yavaşça bıraktım. Ve gülmeye çabaladım.

"Aaaa ahahah, hay Allah ya," dedim kafamı sağa sola sallayarak. Bir şeyler söylemeye çalıştığım belliydi ama ne diyeceğimi bilmediğimden saçmalama yolunda ilerliyordum bu yüzden bir şeyler daha geveledim. "O şey ya, şey oldu da sabah, ben şey yapıyordum uyandığımda, şey..."

"Salonda kahvaltı ediyordun," dedi Onat cümlemi toparlayarak.

Elimi saçlarımın arasından geçirip boğazımı temizleyerek zaman kazanmaya çalıştım.

"Biliyorum çok kızacaksın-" diye sözle başlamıştım ki Onat cümlemi yarıda kesti.

"Hayatıma girdiğin andan itibaren bana herhangi bir yararın dokundu mu?"

Yüz ifadesi o kadar ciddiydi ki, bir anda karşısında susup kaldım. Sessizce bir süre birbirimizle bakıştık. O sırada sözleri aklımda dönüp duruyordu. Evet, hayatına girdiğim andan itibaren ona hiçbir yararım dokunmamıştı. Aksine sürekli zarar vermiştim. İlk tanıştığımız andan itibaren hayatında hep bir fazlalık olmuştum. Evinin içine kadar girip bir de eşyalarına zarar vermeye başlamıştım. Doğru söze ne denirdi ki? Belki bağırsaydı bu kadar dokunmazdı.

"Özür dilerim," dedim kısık bir sesle. Gözlerimi yere dikerek derin bir nefes aldım ve bekledim. Onat hiçbir şey söylemedi. Birkaç saniye sonra ise yanımdan geçip gitti. Nefesimi vererek gözümün ucuyla arkasından baktım. İçime öküz oturmuştu sanki.

Daha farklı bir tepki bekliyordum. Koltuğunu mahvettiğimden ötürü bana kızmasını bekliyordum. Kurallara uymadığım için benden yakınmasını, hatta bana yeni bir koltuk aldırmasını.

Ama Onat'ın verdiği tepki hiçbiri değildi. Sanki beni evine aldığı için pişman gibiydi. Hem Tufan Özkan buradayken de öyle davranmıştı. Aslında başından beri Onat'ın bana karşı tavırları hep aynı şekildeydi.

Ayaklarımı sürüyerek odamın yolunu tuttum. Bu konuda ne yapacağımı bilmiyordum. Telafi etmem gereken çok fazla zarar birikmeye başlamıştı ve henüz hepsini karşılayacak ekonomik durumum yoktu. Evden çıkmak ise maalesef henüz şu anda yapamayacağım bir şeydi. Tabii Onat beni kovmadığı sürece.

Bu yüzden karar verdim. Daha iyi bir ev arkadaşı olacaktım ve Onat'ın koyduğu kurallara özen göstermeye çalışacaktım.

Elimden geldiği kadar.

Onun hayatına yarar da sağlayabileceğimi ona kanıtlamam gerekiyordu. Uyumadan önce düşündüğüm son şey buydu.

Continue Reading

You'll Also Like

7K 721 8
Genç adamın bu topraklarda şahit olduğu yegâne gerçeklik, özgürlüğün ve aşkın savaşıydı.
1.3M 100K 47
Gelecekten, geçmişe engebeli bir serüven! 27 yaşında olan Feride gittiği Topkapı Sarayında esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolur. Gözünü açtığında...
832K 64.6K 25
Jeon Jeongguk platoniğinin onu hiç sevmeyeceğini sanar, Kim Taehyung ona yanıldığını gösterir.
1.5K 145 26
Erika × Ouzou Ryuuji × Amber (benim karakterim) Kota × Reika Auto × Sakura Kitap doğaçlamadır iyi okumalar