Güzel Ruh

By mcflyb

499K 28.6K 10.5K

Berra'ya göre güzellik hiç de öyle göreceli bir kavram falan değildi. Herkesin güzel bulduğu insanlar vardı... More

Tanıtım
Giriş
-1-
-2-
-3-
-4-
-6-
-7-
-8-
-9-
-10-
-11-
-12-
-13-
-14-
-15-
-16-
-17-
-18-
-19-
-20-
-21-
-22-
-23-
-24-
-25-
-26-
-27-
-28-
-29-
-30-
-31-
Mektup
-32/Final-

-5-

19.2K 1.2K 198
By mcflyb


Her üç filmden birinde şuna benzer bir sahneye rastlamak mümkündür:

Esas kız ve esas oğlan bir sebepten ötürü kavga eder. Oğlan tartışma esnasında kendini kaybedip kırıcı şeyler söyler. Kalbi kırılan kız da gururundan kalanları kurtarmak için ağır konuşur. Sonra da havalı bir şekilde çekip gider.

İtiraf etmem gerekirse Eray'a arkamı dönerken kafamda buna benzer bir sahne tasarlamıştım. Gerçi biz kavga etmemiştik; ama hakikati bir parça zorlarsak 'atıştığımız' söylenebilirdi. Ağır konuşma ve havalı dönüş kısmını tamamen es geçiyordum zaten. Yani lütfen, burada benden söz ediyoruz.

Benim kafamdaki daha çok şöyle bir şeydi:

Son sözü -o havalı repliği- söyledikten sonra Eray'a sırtımı dönmek, Balım'ı kaptığım gibi merdivenlerden yukarı fırlamak ve doğrudan eve gidip yatağımın güvenli kollarına sığınmak.

Balım ve Çınar'ın yanına dönüp masaya tekrar oturmak değildi -ki olan aynen buydu. İçine bir türlü giremediğim ve yokluğumda iyice gelişen sohbetin bir parçası olmak değildi –ki kısmen olmuştum. Yirmi dakika boyunca kuzenimin Çınar'la flörtleşmesini izlemek hiç değildi –ama evet, bu da olmuştu. Az evvel postayı koyduğum Eray'ın karşısındaki sandalyeye oturup geçmek bilmeyen dakikalar boyunca delici bakışlarına maruz kalmak planda kesinlikle yer almıyordu. B sınıfı film senaryolarında bile yer almıyordu hatta. Fakat olaylar tam olarak bu şekilde gelişmişti.

Eray'ın ruhumu delecek kadar keskin bakışları altında, asidi kaçmış gazozumu bitirmeye çalışırken hayatımın en uzun dakikalarını yaşadığıma yemin edebilirim. Yirmi dakikanın ardından, dayanma sınırımın sonuna geldiğimde, acilen gitmemiz gerektiğiyle ilgili bir şeyler zırvalamış ve kimseye söz hakkı tanımadan ayaklanmıştım. Neyse ki tüm isteksizliğine rağmen Balım da peşime takılmıştı ve nihayet bu işkenceden kurtulmuştum. Kuzenimin bitmek bilmeyen sitemi için de aynı şeyi söylemek isterdim; ancak ne yazık ki bu, yakın zamanda pek mümkün görünmüyordu.

"Off Berra ya!" dedi milyonuncu kez. "Apar topar kaldırdın bizi, ayıp oldu çocuklara. Neden kalktığımızı da anlamadım ki zaten. Annemler çağırmıyormuş, hatırladığım kadarıyla yapılacak başka bir şey de yok bugün. Neden yani, neden?"

Ona çaktırmadan gözlerimi devirdim. Eray ve Çınar'ın kapsama alanından çıktığımızdan beri aynı kelimeleri tekrarlıyordu. Ben de verecek cevabım olmadığı için susuyor, susuyor, susuyordum. Böylece sevgili kuzenim aynı şeyleri tekrar tekrar söyleme fırsatı buluyor ve beni bayıyor, bayıyor, bayıyordu.

"Sahi, neden kalkmıştık biz? Yaptığın açıklamayı tam olarak hatırlamıyorum da..." Hatırlamaya çalışıyormuş gibi kaşlarını çatarken elini benim asla yakalamayacağım bir zarafetle çenesine koydu. Birkaç saniye sonra yüzüne alaycı bir ifade yerleşti. "Aa doğru ya, hiçbir açıklama yapmamıştın."

Şu asla gelmeyen ve gelmeyeceğinden emin olduğum açıklamayı beklediğini belli edercesine yüzüme bakarken zaman kazanmaya çalıştım:

Saçlarımın uçlarındaki kırıklara göz attım. Diz kapaklarımın doğru yerde olduğundan emin oldum. Dünyadaki en önemli şeymiş gibi dikkatle plaj çantasının askılarını düzelttim.

"Şununla uğraşmayı keser misin?" diye patladı. Çantayı omzumdan çekip aldı ve sabırsız bir şekilde kendi omzuna taktı. Bunun kalıcı bir çözüm olacağını düşünmüş olmalıydı. "Neden kalktık diye soruyorum, cevap versene."

"Sıkıldım da ondan." dedim başka ne diyeceğimi bilemeyerek. Konuyu başka bir yöne çekmeye çalışarak ekledim: "Hem ayıp falan olmamıştır, merak etme. Kırk yılın başında bir kere gelip selam verdiler ve gazoz ısmarladılar diye tüm günü onlarla geçirmek zorunda değiliz."

"Sen niye huysuzlandın yine?" Gözlerini kısıp başıyla bacaklarımı işaret etti. "Mayo alerjin mi nüksetti?"

"Onunla bir ilgisi yok." dedim soğuk soğuk. "Hatırlattığın için sağ ol bu arada, neredeyse unutuyordum."

Son söylediğimi duymazdan gelerek tahmin yürütmeye devam etti. "Eray'la ilgili bir şey mi?"

"Ne?"

Ne kadar denersem deneyeyim, tedirginliğimi gizlemeyi becerememiştim. Keza sesimin tizleşmesini de... Zaten neyi becerebiliyordum ki? Balım, Eray'la bir sorunum olduğunu bir şekilde anlamıştı işte. Aferin bana!

Ne yapıp edip onu Eray'la aramda bir sorun olmadığına ikna etmem gerekiyordu. Kuzenimin ejderha olayını öğrenmesi isteyeceğim son şeydi. Çünkü o öğrenirse, herhangi biri öğrenirse, yok sayamayacağım ve göz ardı edemeyeceğim bir gerçeğe dönüşecekti. Kendi kendimi yiyip bitirmeyi, bu meseleyi başkalarıyla tartışmaya yeğlerdim.

Bunları düşündüğüm sırada yüzümdeki noktalar zor durumda kaldığımı hissetmiş ve bana daha fazla işkence etmek istermiş gibi hevesle yanmaya başladı. "Saçmalama, onunla ilgili ne olmuş olabilir ki?"

"Bilmiyorum." dedi omzunu silkerek. "Langırtta kaybettiğin için moralin bozulmuş olabilir diye düşündüm."

"Saçmalama." dedim bir kez daha, kelime haznem beni yüzüstü bırakmıştı. Izdırap verecek kadar yavaş geçen birkaç saniyenin ardından uzun uzun açıklama yapmak yerine kestirme yolu tercih ettim. "Sadece o çocuklarla muhatap olmak istemiyorum Balım, anladın mı? Senin de olmanı istemiyorum."

"Neden?" diye sızlandı yolun ortasında durarak. "Gayet iyi çocuklar bence."

"Nereden biliyorsun? Bir saat öncesine kadar onları tanımıyordun bile." derken sesim planladığımdan daha yüksek çıktı. Daha makul bir ses tonuyla devam ettim. "Onları tanımıyorsun, tanımıyoruz. Kendini insanlara bu kadar kolay açmamalısın."

"Öyle bir şey yapmıyorum zaten."

"Yapıyorsun."

"Yapmıyorum."

"Tanışalı bir saat oldu ama Çınar en sevdiğin filmin Not Defteri olduğunu biliyor." Ardından daha da suçlayıcı bir ses tonuyla ekledim. "Ki bu konuda sana inanılmaz kırgınım, en sevdiğimiz filmin Titanic olduğunu sanıyordum."

"Eh, beni pek fazla dinlemiyorsun o zaman." dedi Balım sesini birkaç oktav yükselterek. Onu sinirlendiren Çınar'a sataşmam değil, söylediğim son şeydi muhtemelen. "Bundan sana yüz kere bahsettiğimden eminim çünkü. Not Defteri birinci, Titanic ikinci en sevdiğim film." Cevap vermek üzere ağzımı açtığımda bezgin bir ifadeyle, "Not Defteri sadece şu kadarcık –bu noktada aralarında minicik bir boşluk bıraktığı iki parmağı gözüme sokmak suretiyle havaya kaldırdı- farkla önde." dedi.

Dinleyen var mı diye kontrol etmek için bakışlarımı kısaca evlerin üzerinde dolaştırdıktan sonra tısladım. "Biraz sessiz ol."

Kuzenim bana hiç aldırmadan aynı ses tonuyla devam etti. "Hem Çınar'ın da en sevdiği film Not Defteri'ymiş."

"Ay ne sürpriz! Belki de ruh ikizi falansınızdır." dedim gözlerimi devirerek. "Not Defteri'ni herkes sever. Büyük bir olay değil yani. Ayrıca sana tabii öyle der."

"Neden yalan söylesin ki?" diye sordu şaşkınca.

Allah'ım, bu kız bazen ne kadar saf oluyor böyle!

"Neden söylemesin ki?"

Bir süre düşmanca birbirimize baktıktan sonra Balım kollarını göğsünde birleştirdi ve sakin bir ses tonuyla sordu. "Senin bu çocuklarla derdin ne Berra? Niye böyle tuhaf davranıyorsun?"

Meraklı gözleri beni süzerken vücudumdaki bütün kan yüzümdeki üç noktaya hücum etti. Sıcaklığın alnımdan burnumun ucuna uzandığını ve yanaklarıma yayıldığını hissedebiliyordum. Büyük çarpının ya da Eray'ın deyimiyle 'kızıl haç'ın tüm görkemiyle yüzümdeki yerini aldığından emindim.

"Söyledim ya, ne olduğunu tam olarak bilmiyorum; ama onlarda beni huzursuz eden bir şey var." dedim gerçeğin bir kısmını ondan sakınmamaya karar vererek. Cidden beni huzursuz eden büyük –mesela ejderha boyutlarında- bir şey vardı sonuçta. Bakışlarındaki yumuşamayı görünce gerçek pastasından bir dilim daha kesip önüne koydum. "Ayrıca tanımadığım insanların yanında rahatsız hissettiğimi biliyorsun. Onlarlayken de öyle hissettim işte."

"Anladım." dedi Balım, beni inanılmaz rahatlatarak. Hemen sonrasında söyledikleriyle ise aldığım rahat nefesi ciğerlerimden söküp aldı. "Onları tanımadığımız doğru. Ama sen insanları tanımadan yargılamanın yanlış olduğunu söylemez misin hep?"

"Bunu benim söylediğimden emin miyiz?" diye sordum şüpheyle. "Kulağa benim söyleyeceğim bir şeymiş gibi gelmiyor. Ben daima ilk izlenimlerime güvenirim. Bu çocuklar hakkındaki ilk izlenimlerim hiç de iyi değil. Ve şimdiye kadar çok az insan hakkında yanıldığımı biliyorsun."

"Belki Çınar ve Eray da o insanlardandır." dedi Balım inatçı bir şekilde. "Hem benim onlar hakkındaki ilk izlenimlerim olumlu. Bence Çınar da Eray da gayet hoş insanlar. Özellikle Çınar, gerçekten çok tatlı biri."

Bir kez daha gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Beş yaşında falan mıydı bu kız? Ne kadar saçmaladığının farkında mıydı acaba?

Sabırlı olmak için muazzam bir çaba harcayarak sordum. "Tatlı olduğuna nasıl karar verdin?"

"Bana karşı çok kibardı. Yani diğerleri gibi öküz değildi, bu bir." İşaret parmağını kaldırıp burnumun dibine getirdi. Elini çekmesini söylemeye fırsat bulamadan ikinci parmağını kaldırdı. "Not Defteri'ni seviyor, iki." Alaycı bir şekilde gülümsediğimi görse de aldırmadı ve üçüncü parmağını kaldırdı. "Sana karşı çok kibardı."

"Hile yapıyorsun, kibarlığını iki kere sayamazsın."

Ateşli savunmama tamamen kayıtsız kalarak dördüncü parmağını kaldırdı. "Ve dört, Eray hakkında söyledikleri çok güzeldi."

Bununla birlikte Çınar ve Eray arasında geçen konuşmanın hatırlayabildiğim kadarı zihnimin ön saflarına üşüştü ve bir kez daha kafamı kurcaladılar.

Bir kere 'dostum' derse sana... Bir kere güvenirse... Asla yarı yolda bırakmaz.

Doğru bir yolsa.

Yardım istediğinde geri çevirmez.

Sadece makul bir şeyse... Makul bir şeyse Çınar...

Belki bana öyle geliyordu; ama bu konuşma, arkadaşa yapılan sıradan bir komplimanın ötesinde gibiydi. İçinde ikisinden başka kimsenin anlamayacağı imalar, anahtar sözcükler falan vardı sanki; 'doğru bir yol' ya da 'makul bir şey' gibi...

Çınar'ın bunları gerçekten kompliman olarak söylemiş olması ihtimalini de henüz elememiştim. Fakat bu ihtimalde dolduramadığım bazı boşluklar vardı. Normal bir sohbetin ortasında kimse durduk yere arkadaşını övmeye başlamazdı, değil mi? Ayrıca kimse bu kadar övgüye böyle ters cevaplar vermezdi.

Tamam, burada Eray'dan bahsediyorduk. Tam da ondan beklenecek şekilde davranmıştı. Yine de üstüne basa basa söylediği kelimeleri ve ne anlama gelebileceklerini düşünmeden edemiyordum. Ama ne kadar kafa patlatırsam patlatayım; Çınar'ın doğru ve makul, Eray'ın ise yanlış ve mantıksız bulduğu şeyin ne olduğunu anlayamıyordum. O tuhaf konuşmanın ve bakışmanın ardından Eray'ın beni masadan kaldırmasına da anlam veremiyordum.

"Onları güzellik olsun diye söylediğini sanmıyorum." dedim en sonunda, gözlerim bize uzaktan göz kırpan kumsala dalıp gitmişti.

"Ne demek istiyorsun?"

Sabırla iç çektim ve Balım'a baktım. Düşüncelerimi onun anlayacağı biçime getirmeyi denedim. "O ikisi bir şeyler karıştırıyor bence. Konuşmaları, bakışmaları falan bir tuhaftı."

"O konuşma cidden biraz tuhaftı." diye kabul etti kuzenim başını hafifçe sallayarak. "Ama senin dediğin gibi bir şey olduğunu sanmıyorum Berra. Sen fazla şüphecisin. Eray'la Çınar'ı infaz etmek için de bahane arıyorsun."

Katılıyorum, dedi İyimser Berra saklandığı yerden başını uzatarak. Bir sen eksiktin zaten. Bir de mavi kurdeleli onay sertifikan.

"Görürüz." diye kısaca cevap verdim ikisine de ve tekrar yürümeye başladım. Balım uzun bacakları sayesinde birkaç adımda bana yetişti. Aynı hizaya gelir gelmez imalı bir ses tonuyla konuştu:

"Eray'la Çınar'ın yanımıza gelmesinden bu kadar rahatsız olduğunu hiç fark etmemiştim. Aslında langırt oynarken keyfin gayet yerinde gibiydi."

"Eray'la langırt oynamak iki numaralı hayalimdi çünkü." dedim asık suratımın el verdiği ölçüde alaycı bir ifadeyle. "Birincisi ne biliyor musun, arabesk rap albümü çıkarmak."

"Şey," Balım gülümsemesine zar zor hakim oluyormuş gibiydi. "Başarılı olacağına inanmadığımdan değil ama lütfen bunu yapma, olur mu?"

Konumuzun nihayet değişmesinden ve aramızdaki gerilimin yatışmasından dolayı rahatlamış bir şekilde sırıttım. Dudaklarıma engel olamasam da kuzenime acıklı bakışlar atmayı başarmıştım. Elimi kalbime koyup dramatik bir edayla konuştum:

"Hayallerimi yıktın."

***

Akşam yemeğinden sonra odama kapandım ve bir saat boyunca rahatsız edilmeden kitabımı okudum. Elli sayfa daha ilerlemenin vermiş olduğu mutlulukla ara verdiğimde Balım pat diye kapıyı açtı. Kapıyla yatağım arasındaki mesafeyi adeta uçarcasına geçerek –odamızın ne kadar ufak olduğunu görseniz, bunun ne kadar büyük bir başarı olduğunu takdir edersiniz- tüy kadar hafif bedenini yanıma bıraktı. Sonra da ondan sadece belirli zamanlarda duyduğum çok neşeli bir ses tonuyla konuşmaya başladı:

"Benim güzel kuzenim ne yapıyormuş bakalım?"

Gözlerimi şüpheyle kıstım ve sordum: "Yine asla okumayacağını ikimizin de bildiği kitaplarımdan birini ödünç alıp kaybetmedin değil mi?"

"Hayır," dedi feci şekilde incinmiş gibi gözlerini kırpıştırarak. "Bir kere oldu diye..."

"Bir kere değil, tam dört kere." diye sözünü kestim. "O halde asla okumayacağını ikimizin de bildiği kitaplardan birini ödünç almak istiyorsun? "

Dediğim gibi, sadece belirli zamanlar: Eşyalarımı kaybettiğinde, benden bir şey ödünç almak istediğinde... Benden bir şey istediğinde...

"Hayır Berra, öyle bir şey değil."

"İyi." diye cevapladım kitabımı tekrar elime alırken. "Onları asla okumayacağını ikimiz de biliyoruz."

"Kitap değil diyorum Berra."

"Ne o zaman?" dedim kitabı komodinin üzerine koyup pes edercesine yanına uzanırken. Cevap beklerken yüzüne attığım dikkatli bakışın sonucunda kaşlarımı çattım. "Gözünde bir mavilik mi var senin? Yanağın da kırmızı. Kirpiklerin siyah siyah. Makyaj mı yaptın sen?"

"Evet ama konumuz bu değil."

"Ne peki?" dedim gülerek. "Evde boş boş otururken makyaj yapmanın sebebini öğrenmekten daha eğlenceli bir şey olsa iyi olur."

"Evde boş boş oturmayacağım canım." dedi Balım ne ara şekil verdiğini bilmediğim dalgalı saçlarını savurarak. "Bu gece dışarı çıkıyorum. Sen de benimle geliyorsun."

Başımı dehşetle iki yana salladığımda bana en sevimli gülümsemesini gönderdi. "Geliyorsun. Annemle konuştum, babamla konuştum, hatta telefonda teyzemle bile konuştum. Gerekli görüşmelerin hepsini yaptım, tamam mı? Bahane edecek hiçbir şeyin kalmadı."

"Böyle bir şeye nasıl izin verdiler ki? Hele de seni böyle gördükten sonra." Sızlanmama ve sesimin gittikçe tizleşmesine engel olamıyordum. "Kafayı mı yedi bunlar?"

"Herkesin akıl sağlığı yerinde. Sen hariç." Bana dil çıkardıktan sonra tek hamlede ayağa fırlayıp dolabın kapağını açtı Balım. Etekleri diz üstünde biten beyaz elbisesini çıkardı ve yatağın üstüne attı. Daha sonra mavi, ince bir hırka çıkarıp elbisenin üstüne attı. "E hadi, hazırlanmaya başla artık."

"Bunu yapmandan nefret ediyorum." diye fısıldayarak banyoya gittim. Beni zorla dışarı çıkarmaktan sadistçe bir zevk aldığını falan sanmayın, yanında ben yokken dışarı çıkmasına asla izin vermediklerinden böyle yapıyordu. İtirazlarım hiçbir işe yaramasın diye de hep son dakika haber verirdi, eksik olmasın.

Dişlerimi fırçalayıp, güneş sonrası kremimi hızlıca sürdükten sonra odaya döndüm. Kapıyı açtığım anda burnuma yoğun bir parfüm kokusu gelince yüzümü buruşturdum. Aynanın karşısında saçlarını düzelten ve sade elbisesi içinde muhteşem görünen Balım yüzümdeki mutsuz ifadeye de, parfüm banyosu yaptığına dair imalar içeren monologlarıma da aldırmadı.

"Sen ne giyeceksin?"

Siyah şortumu ve az önce üzerime geçirdiğim tek omzu düşük beyaz tişörtümü işaret ettim. "Bunları."

"Aa ben bunları evin içinde giydiğini sanıyordum."

Kaşlarımı havaya kaldırdım ve bu hareketin içerdiği tehdidi anlamasını umdum. Çünkü gerçekten konuşamayacak kadar halsiz ve mutsuzdum. Ağzımı açtığım anda dışarı bir ton 'senden nefret ediyorum' dökülebilirdi üstelik.

"En azından saçlarına bir şey yapabilirdin."

"Şansını çok zorluyorsun."

"Peki, şey..." Kısa bir an için cümlesini bitirmek ister gibi ağzını açtı ama tehditkar bakışlarımla karşılaştığı an tek söylediği "Gidelim." oldu.

Standart uyarıları dinledikten sonra teyzemlerle vedalaştık ve on dakikalık bir ayakkabı krizinden (Beyaz elbiseyle hangisi daha uyumlu sence? Siyah mı, saçmalama! Sen ne giyiyorsun? Hayır, onlar olmaz. Pardon ama renk körü falan mısın?) sonra nihayet evden çıkmayı başardık. Bu sırada İyimser Berra'nın bile kuzenime sabrı kalmamıştı. Altını çiziyorum, onun bile.

"Nereye gidiyoruz?" dedim yürümeye başladıktan hemen sonra.

Niyetim, adımlarımı hedefe kilitledikten sonra kulaklıklarımı takıp yanımdaki kabusla mümkün olduğu kadar az muhatap olmaktı. Elimden bir kaza çıkıp da kuzen katili olmak istemiyordum. Üçüncü sayfa haberi olmayı (Kuzenini otuz iki yerinden bıçaklayan B.E. 'Biraz sessizlik ve huzur için yaptım' dedi) veya istatistiklerden biri olmayı (Baba sevgisi olmadan büyüyen çocuklar suça eğilimli oluyormuş) hiç ama hiç istemiyordum. Ancak biraz sonra verdiği cevapla gün içinde beşinci kez onu öldürme isteğiyle burun buruna gelmiştim. Bu, her zamankinden biraz daha büyük bir rakamdı.

"Bilmem, sahilde bizi Çınarlar bekliyor. Bizi harika bir yere götüreceklerini söyledi. Daha önce hiç gitmediğimiz bir yermiş. O yüzden de_"

"Bir dakika, bir dakika." dedim olduğum yere çakılıp kalarak. Elimi de onu durdurmak istercesine havaya kaldırmıştım. "Çınarlar bizi mi bekliyor? Bizi bir yere mi götürecekler? Ne diyorsun sen?"

"Evet, bizi bekliyorlar. Hayır, bizi bir yere değil harika bir yere götürecekler."

Balım yirmi sekiz dişini göstererek güldü ve yolun ortasında olmamızı umursamadan kendi etrafında saçma sapan bir dönüş yaptı. Siz sormadan söyleyeyim, yine de olağanüstü görünüyordu. Ve burada, cam ayakkabılarımla baloya gidiyorum tarzı bir olağanüstülükten söz ediyordum.

"Kaç gündür dışarı çıkmak için ölüyordum, biliyorsun. Bundan Çınar'a da bahsettim, o da nerelere gitmeyi sevdiğimi sordu. Pek fazla dışarı çıkamadığımı söyledim. O da dışarı çıkmak istediğimde onu aramam gerektiğini, beni seve seve gezdireceğini söyledi. Hem çok güzel yerler biliyormuş."

"Eminim öyledir." dedim kendime hakim olamayarak. Yüzümde yapmacık olduğu yüz metre öteden anlaşılabilecek bir gülümseme vardı; fakat ne hikmetse, kuzenimin radarına bir türlü yakalanmıyordu. "Bana niye daha önce onlarla dışarı çıkacağımızı söylemedin peki?"

"Her şey çok ani gelişti, ne zaman söyleyecektim ki?"

"Ah, bilmem." dedim müthiş bir alaycılıkla. "Yol ortasında onlarla ilgili kavga ederken olabilirdi mesela."

Sevimli bir ifadeyle başını omzuma koyarak "Daha önce söylemedim çünkü kızacağını biliyordum." dedi.

"Aferin sana, ne kadar zekisin öyle." dedim başını iterek. "Ben de anlama güçlüğün olduğunu falan düşünmeye başlayacaktım az kalsın. Daha bugün o çocuklarla görüşmek istemediğimi, senin de görüşmemen gerektiğini açıkça belirttim çünkü."

"Off tamam, Berra." Güzel yüzü asılmış ve yeşil gözlerine hüzünlü ve biraz da kırgın bir bakış yerleşmişti. "Sen gelmek istemiyorsan gelme. Ben gideceğim. Sen olsan da, olmasan da..."

"Ne?" Doğru duyduğumdan emin olamamıştım bir an. "Oraya yalnız gitmene izin vereceğimi mi sanıyorsun? Eniştemin izin vereceğini mi sanıyorsun?"

Bir şey demeden yüzüme bakmaya devam etti. Ellerini sımsıkı bir şekilde göğsünde birleştirmişti. Çok kararlı görünüyordu. Kuzenimin beden dilini iyi bilirdim. Bunun anlamı 'beni neyle tehdit ettiğin umurumda değil, ben yine de o aptallarla buluşacağım ve sen yokken başıma gelecekleri de umursamıyorum'du. Bu kadar detaylı ve nitelikli olmayabilirdi; ama aşağı yukarı böyle bir şey olduğundan emindim.

Onu kendimle ve babasıyla tehdit ettiğim halde geri adım atmıyorsa pek fazla şansım yoktu. Omuzlarım mağlubiyetle çökerken yürümeye başladım. "Gel hadi başımın belası."

"Ol-ley!" dedi Balım bir anda eski neşesine dönerek. Ellerini çırptı ve adımlarını hızlandırıp koluma girdi. "Göreceksin bak, çok eğleneceğiz. Çınar bizi arkadaş gurubunun geri kalanıyla tanıştırmak istiyormuş."

"Ah," diye bir ses çıktı dişlerimin arasından. "Ne hoş."

"Böylece gündüzleri de sahilde birlikte takılabiliriz."

"Sabırsızlanıyorum gerçekten."

Ee evet, hepimizin bildiği üzere hiç de sabırsızlanmıyordum ama kuzenimin buna aldırmayacağı çok açıktı. Bundan kaçma şansımın olmadığı da son derece açıktı. O yüzden yolun geri kalanında onun Çınar hakkındaki övgü dolu sözlerini başımı sallayarak geçiştirdim.

Yıllardır aynı sitede birbirimizi kibarca görmezden geldikten sonra bugün aniden yanımıza gelmelerinin bir sebebi olacağını tahmin etmem gerekiyordu. Neyse ki bu sebebin ne olduğunu çözmekte zorluk yaşamadım. Çınar bugün Balım'a bariz biçimde ilgi göstermişti. Kuzenimi dışarı çıkarmak ve gurupla tanıştırmak istemesi de bu ilgiyi kanıtlar nitelikteydi. Her zamankinden daha deli ve başına buyruk davrandığına göre Balım da ona karşı boş değildi. Yani sanırım. Onu daha önce kimseye ilgi gösterirken görmediğim için –şu ana kadar kendisine yönelik ilgiden hoşlanmakla yetinmişti- emin olamıyordum.

Çınar'la ilgileniyorsa onun nasıl biri olduğunu öğrenmem şarttı. Aklımı meşgul edip duran şu tuhaf 'doğru bir yol' ve 'makul bir şey' konuşmasının gizemini çözmek de kesinlikle öğrenilmesi gerekenler listesindeydi. Çünkü içimden bir ses konunun Balım'la bir ilgisi olduğunu söylüyordu. Nedenini veya nasılını bilmiyordum ama saflık derecesinde iyi niyetli kuzenimin başını belaya sokmasına engel olmak için her şeyi yapacağımı biliyordum.

Bu akşam Çınar'ı gözlemlemek ve Eray'la aralarındaki meseleye dair ipuçları toplamak için iyi bir fırsattı. Haftanın geri kalanında da (kuzenimin söylediklerinden çıkardığım kadarıyla bu hafta bol bol görüşmeyi planlıyorlardı) ikisine siğil plasteri gibi yapışıp Çınar'ın niyetinin temizliğinden emin oluncaya kadar gözümü üzerlerinden bir an bile ayırmayacaktım. Kuleyi ne pahasına olursa olsun koruyacaktım kısacası.

Eray'ın sözlerini anımsadığımda ilk defa canım yanmadı. Bunun yerine zihnimde şekillenen hain düşüncelerin etkisiyle dudaklarım keyifle iki yana kıvrıldı.

Balım kuleye kapatılan prensesti. Ben ise kuleyi bekleyen ejderhaydım, değil mi? Çınar Bey, prensesi istiyorsa önce beni geçsindi bakalım.

Continue Reading

You'll Also Like

4.4K 3.9K 30
İnsan önce doğar, gözlerini açar hayata, sonra gelişir, hayatı öğrenir bu süreçte, hayat onu yıpratır ve en sonunda da öldürür. Bazı insanlar vardır...
2.3M 114K 43
Mizah içinde #1 Her bir yumruk inerken bir başka bedene, onun yüzüne aldığı her bir darbe benim yüreğime inmişcesine acı veriyordu. Normal olan bu m...
1.5K 188 9
Üçünün arkasında yer alan adam ise beni en fazla etkileyendi. Bakışlarımı ona çevirdiğimde tüm hücrelerime kadar irkilmiş ve garip bir şekilde korku...
15.1K 368 5
ESİR YÜREK | JENNIFER ROYCE - Jennifer Royce Hikayeleri Aynı kadere mahkûm olmaları bir tesadüf müydü? Fahid, korsan gemilerinde köle olarak büyümüşt...