Affet Beni

By gayeozdmr_

2.2M 73.1K 8.1K

[ Affet Beni, Sev Beni'nin ikinci ve devam kitabıdır. ] ♧ Açığa çıkan doğruların bitirdiği bir aşk. Can yakan... More

Affet Beni
1. BÖLÜM ♧ YOK OLUŞ
2. BÖLÜM ♧ UMUT
3. BÖLÜM ♧ HAYAL KIRIKLIĞI
4. BÖLÜM ♧ BEKLEYİŞ
5. BÖLÜM ♧ NEFRET
6. BÖLÜM ♧ GRİ
7. BÖLÜM ♧ ARKADAŞ
8. BÖLÜM ♧ FEDAKARLIK
9. BÖLÜM ♧ KORKU
10. BÖLÜM ♧ YALANLAR
Küçük bir not ;)
11. BÖLÜM ♧ SEÇİM
12. BÖLÜM ♧ BELA
13. BÖLÜM ♧ ÖLÜM
14. BÖLÜM ♧ ŞANS
15. BÖLÜM ♧ ROL
16. BÖLÜM ♧ DEĞER
17. BÖLÜM ♧ MÜHÜR
18. BÖLÜM ♧ DELİ
19. BÖLÜM ♧ BUZDAĞI
20. BÖLÜM ♧ TESADÜF
21. BÖLÜM ♧ ARAF
22. BÖLÜM ♧ SARHOŞ
23. BÖLÜM | 1. KISIM ♧ LİSTE
23. BÖLÜM | 2. KISIM ♧ BANA AİT
24. BÖLÜM ♧ BEDEL
25. BÖLÜM ♧ DUMAN
26. BÖLÜM ♧ DÜĞÜM
27. BÖLÜM ♧ ÜMİT
28. BÖLÜM ♧ SAHTE
29. BÖLÜM ♧ SOĞUK
30. BÖLÜM ♧ KALP
31. BÖLÜM ♧ GEÇMİŞ
Gelecek Bölümlerden Kesitler ;)
33. BÖLÜM ♧ BAŞTAN ÇIKARTMAK
34. BÖLÜM ♧ İLK SEFER
35. BÖLÜM ♧ HATA
36. BÖLÜM ♧ FOTOĞRAFLAR
37. BÖLÜM ♧ İKİNCİ ŞANS
38. BÖLÜM ♧ KARANLIK
39. BÖLÜM ♧ CEHENNEM
40. BÖLÜM | SEZON FİNALİ ♧ YEMİN
Gelecek Bölümlerden Kesitler - 2 ;)
41. BÖLÜM ♧ HUZUR
42. BÖLÜM ♧ İKİ KELİME ON ÜÇ HARF
43. BÖLÜM ♧ SEV BENİ
44. BÖLÜM ♧ MUM IŞIĞI
45. BÖLÜM ♧ ESPRİ
46. BÖLÜM ♧ SEÇENEK
47. BÖLÜM ♧ KARDEŞLİK
48. BÖLÜM ♧ SIR
49. BÖLÜM | 1. KISIM ♧ CEZA
49. BÖLÜM | 2. KISIM ♧ YALVARMAK
50. BÖLÜM ♧ SÖZ
51. BÖLÜM ♧ AİLE
52. BÖLÜM ♧ MEZAR
53. BÖLÜM ♧ ACI
54. BÖLÜM ♧ SİYAH
55. BÖLÜM ♧ CENNET
56. BÖLÜM ♧ AFFETMEK
57. BÖLÜM ♧ KORUYUCU
58. BÖLÜM ♧ SEVGİ
59. BÖLÜM ♧ KARDEŞ SÖZÜ
60. BÖLÜM ♧ NİKÂH
61. BÖLÜM ♧ İKNA
62. BÖLÜM ♧ İHANET
63. BÖLÜM ♧ AYRILIK
64. BÖLÜM | 1. KISIM ♧ AŞK
64. BÖLÜM | 2. KISIM ♧ GİTME
Bir Soru&Bir Duyuru :)
65. BÖLÜM | FİNAL ♧ MUTLULUK
ÖZEL BÖLÜM ♧ 1
ÖZEL BÖLÜM ♧ 2
SEV BENİ BİR YAŞINDA!
ÖZEL BÖLÜM ♧ 3
ÖZEL BÖLÜM ♧ 4
ÖZEL BÖLÜM ♧ 5 | SON |

32. BÖLÜM ♧ YABANCI

28.7K 901 148
By gayeozdmr_

Playlist: Noora Noor - Forget What I Said 

İyi okumalar!

▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬

Kaç yaşında olursan ol, uyuyunca geçecekmiş gibi gelecek. Kaç yaşında olursan ol, uyuyunca geçmeyecek.” – Cesare Pavese

Hem bedenim hem de ruhum kötü bir şekilde sarsılmıştı. Öyle ki artık koca bir enkazdan ibarettim. Paramparça olmuştum ve bütün parçalarım birbirlerinden uzak bir şekilde etrafa saçılmışlardı. Onlara uzanmak, yeniden bir araya getirmek istesem de bir türlü yetişmeyi başaramıyordum. Fakat Savaş’la tanıştığım günden bu yana sanki kendimi daha iyi hissediyordum. Savaş bir şeyleri unutmamda bana yardımcı oluyordu. Onunda zamanında benim gibi, hatta belki de benden çok daha fazla acı çektiğini öğrenmiştim bugün. İkimizin de acı çekmiş olması ve acıya dayanamayıp ölümü göze almayı tercih etmemiz bizi birbirimize yakınlaştırıyordu. Ben onu anlayabiliyordum o da beni.

Savaş’ın yanındayken farklıymış gibi davranmama gerek kalmıyordu. Ne isem o oluyordum. Mutluymuş ya da güçlüymüş gibi rol yapmıyordum. Kendim gibi olmak, asıl olduğum kişi gibi davranmak beni rahatlatıyordu ve ben bir tek bunu onun yanındayken yapabiliyordum.

Bugün evinde kalmama izin verdiği için, bana geçmişinin kapılarını açıp o kapılardan girmeme izin verdiği için ona minnettardım. Onun hakkında şimdi çok daha fazlasını biliyordum. Savaş’ı ilk gördüğüm günü anımsadım. Elinde bir silah, karşısında yüzü yara beri içinde bir adamla birlikteydi. O gün gözüme o kadar korkutucu gelmişti ki onun bir katil olduğunu düşünmüştüm. Ama aslında öyle değildi. Aksine öyle kocaman bir yüreği vardı ki. Bunu bana geçmişinden söz ettiğinde anlamıştım. Yaşadıkları korkunçtu. Babası öz kızını öldürmüştü. Annesini yıllarca görmemiş, haber alamamıştı. Ona evini açan adam üç ay önce biri tarafından öldürülmüştü ve ben o gece Savaş’ı katile götürecek olan tek adamın elinden kaçmasına neden olmuştum.

İçim suçluluk duygusu ile kaplanıverdi bir anda. Eğer şimdi ki aklım olsaydı o taşı Savaş’ın kafasına atmaz ya da hiç o sokağa girmezdim. Zaten Savaş’ın adamı öldürmeyecek olduğunu öğrenmiştim. Her şeyi mahvetmiştim. Ama eğer o gün o sokağa girmeseydim ya da o taşı Savaş’a atmayıp o adamı kurtarmaya çalışmasaydım şimdi burada olmazdım. Savaş’ı hiç tanımamış olurdum. Böylesi çok daha kötüydü. Onunla tanıştığım için memnundum. Savaş beni iyi hissettirmeyi başarıyordu.

Saatlerdir düşüncelerimle boğuşmak beni yorgun düşürdüğünde üzerimdeki yorgana biraz daha sarılıp odanın kapısına doğru döndüm ve gözlerimi kapının arkasında asılı duran, Savaş’a ait siyah renkteki polara diktim. Savaş bugün evinde kalmama izin vermesinin yanında bir de koltukta yatmam yerine yatağında yatmama da izin vermişti. Ona koltukta yatabileceğimi söylememe rağmen beni dinlememişti. Şimdi ben burada onun yatağındayken, o salondaki koltuklardan birinin üzerine kıvrılmıştı ve muhtemelen çoktan uykuya dalmıştı. Bende bir süre sonra kendimi yabancı bir yatağın içinde uykunun kollarına teslim etmek için gözlerimi yumdum.

***

Yabancı bir yatakta yeni bir güne gözlerimi açtığımda bir süre hiç kımıldamadan uzanmaya ve gözlerimle dik dik tavana bakmaya başladım. Bu Savaş’ın evinde ikinci kalışımdı. İlkinde sarhoş olduğumdan dolayı burada kalmıştım. Bu seferkinde ise istediğim için geceyi burada geçirmiştim. Anneme mesajda bir arkadaşımda kalacağımı söyleyip telefonumu tamamen kapatmıştım. Hangi arkadaşımda kalacağımdan ya da bu arkadaşımın evinin nerede olduğundan bahsetmemiştim. Ki zaten bahsetseydim buna hayatta izin vermezdi. Ne de olsa Savaş’ı tanımıyordu bile.

Savaş’ın yumuşacık yatağında kenara doğru kayıp komodininin üzerine koyduğum telefonumu elime aldım ve üstündeki tuşa uzun bir süre basılı tutup kapalı olan telefonumun açılmasını bekledim. Çok geçmeden telefonum açıldığında saati görme imkânım da olmuştu. Saat 11’i 20 geçiyordu. Onca saattir uyuduğuma inanamıyordum. Oysaki gözümü kapatmamla açmam bir olmuş gibi hissediyordum.

Telefonuma bildirimlerin gelmesi tamamlandığında annemden gelen 7 cevapsız arama ile karşılaştım. Muhtemelen dün bana fazlasıyla kızmış olmalıydı ama artık kendi kendime karar verebilecek yaştaydım. Her ne kadar 18’ime tam girmemiş olsam da bu yetkiye sahip olduğumu düşünüyordum. Annem ve arkadaşlarım dâhil hepsi benden bir şeyleri gizlemeye nasıl karar verdiyseler ben de ne yapıp yapmayacağıma karar verebilir ve onları bilgilendirmek zorunda hissetmezdim kendimi. Bu benim bileceğim bir işti ve ben kimsenin bana karışmasını istemiyordum.

Telefonumun tuş kilidini kapatıp az önce aldığım komodininin üzerine koyduğumda üzerimdeki yorgandan kurtulup bacaklarımı yataktan sarkıttım. Çıplak ayaklarım soğuk zeminle buluştuğunda bütün gücümü ayaklarıma yükleyip yataktan kalktım. Üzerimde Savaş’ın kıyafetleri vardı hala. Eşyalarım dün kurumuş olmasına rağmen rahatça uyuyabilmek için bunları çıkartmamıştım ki üzerimdeki kıyafetleri son derece rahattı. Her ne kadar kazağının içinde kaybolmuş olsam da üzerimdeki bu kazağını sevmiştim.

Savaş’ın odasından çıkmak için ayaklarıma komut verdiğimde kapıya doğru ilerledim. O sırada geçmişten bir görüntü düştü gözlerimin önüne. Aras ona ait olan bir tişörtü başımdan aşağı geçiriyor, daha sonra saçımdaki tokayı çözerek saçlarımı serbest bırakıyordu. Hemen ardından ise boynuma bastırıyordu dudaklarını. Dudaklarının tenimde bıraktığı o akıl almaz hisle kavruluyordu bütün bedenim. Ve ben her öpüşünün ardından biraz daha fazlasını istiyordum ondan. Çünkü hiçbiri yetmiyordu.

Geçmişi düşünürken bir şeye sertçe toslamam düşüncelerimden sıyrılmama neden olmuştu. Gözlerimi açtığımda Savaş’ı karşımda buldum. Su damlaları saçlarından boynuna, boynundan da göğsüne doğru akarak yok oluyordu. Altına sarmış olduğu havludan başka üzerinde hiçbir şey yoktu. Elindeki bir saç havlusu ile saçlarını kurularken gözleri doğrudan benimkilerin içine bakıyordu.

“Uyurgezer falan mısın? Evin içinde gözün kapalı ne dolanıyorsun?”

Savaş’ın çıplak göğsüne bakmamak için direnirken gözlerimi devirdim. “Sadece bir şey düşünüyordum.”

“İnsanlar gözleri açıkta bir şeyler düşünebilir, zeki.”

“Sen beni görmedin mi? Önüne baksaydın çarpışmazdık.”

Savaş’ın kaşları çatılırken “Suçlu ben oldum, öyle mi?” diye sordu. Omuz silktim ve ona bir şey demeden elimi yüzümü yıkamak için arkasında kalan banyoya doğrulttum adımlarımı. Sırtımda bakışlarının yoğunluğunu hissetsem de durmadım ve banyoya girerek kapıyı ardımdan sertçe kapattım. Bunu yapmamla kapıyı yeniden açıp kendimi banyodan dışarı atmam bir olmuştu. Savaş tam karşımda yarım ağız gülerek bana bakarken “Ne oldu? Hayalet görmüş gibisin.” dedi alayla. Ona gözlerimi kısarak uzun uzun baktım.

“Neden çamaşırlarını ortalık yerde bırakıyorsun ki? Onları görmek zorunda mıyım acaba ben?”

“Bilmem farkında mısın ama burası benim evim. Çamaşırlarımı nerede istersem orada bırakırım. Ayrıca duştan henüz çıktım. Onları oradan alacaktım.”

“Evinde bir kızın kaldığını unuttun herhalde.”

Savaş eğlenirmiş gibi görünüyordu. Onun bu hali beni daha da çıldırtıyordu. Çamaşırını orada inadına bıraktığını bile düşünmüştüm bir an. Sırf beni sinir etmek niyetindeydi belki de. Ki bunu oldukça iyi başarmıştı. Sabah sabah görmek istediğim şey bir erkeğin iç çamaşırı değildi. “Hayatında ilk kez iç çamaşırı görmüş gibi davranıyorsun. Alt tarafı boxer.”

“Gözümü açar açmaz görmek istediğim bir şey değil senin kirli boxerın.”

“Birincisi sensin kirli. İkincisi gözünü açar açmaz gördüğün ilk şey boxerım değil taş gibi vücudum oldu.”

“Kendini beğenmişliğin level atlamış gibi görünüyor. Gidip şu çamaşırını oradan alır mısın?”

Savaş’ın dudakları kıvrılırken başını bir kez sallayıp “Tabii ki de.” diye mırıldanarak yanımdan geçti. On saniye geçmeden girdiği banyodan çıktığında hiçbir şey demeden odasına girdi ve kapısını arkasından kapattı. Onun ardından bende banyoya girip etrafta onun çamaşırı olmaksızın elimi yüzümü rahatça yıkadım. Banyoda çok fazla oyalanmadan çıktığımda doğrudan salona geçtim. Bir süre sonra Savaş üzeri giyinik bir şekilde yanıma geldi. Elinde benim telefonumu tutuyordu ve telefonumun zil sesi aramızdaki sessizliği yarıp geçiyordu. Telefonumu bana doğru uzatarak “Seninki arıyor.” dedi. Hızla elinden telefonumu alıp ekranda yazan isme baktım.

Aaras ♥

Ekranda yazan ismine bakarken yanında duran kalbi bir an önce silmem gerektiğini hatırlattım kendime. Bir süre ekrana aval aval baktıktan sonra aramayı reddedip telefonumu koltuğun üzerine bıraktım. Savaş’ın gelişigüzel oturduğu koltuğa çöküp hemen yanında yerimi aldım. Telefonumum zil sesi yeniden etrafı doldurmaya başladığında Savaş “Açmayacak mısın?” diye sordu. Başımı iki yana salladım ve omuzlarımı silktim. “Onunla konuşmak istemiyorum.”

“Belli ki o seninle konuşmak istiyor.”

“Umurumda mı sence?”

Tek kaşımı kaldırmış doğrudan Savaş’ın gözlerinin içine bakarken “Bence umurunda.” diye fısıldadı. Kalkmış kaşım eski halini alırken sırtımı koltuğa yasladım ve kollarımı göğsümün üzerinde birbirlerine doladım. “Sadece umurunda değilmiş gibi davranıyorsun. Bunu sende gayet iyi biliyorsun ama bir türlü kendine itiraf edemiyorsun. Ondan nefret ettiğini söylüyorsun ama hiç inandırıcı değilsin Azra. Uyurken sürekli onun adını sayıklayıp durduğunu biliyor musun?”

“Ne?”

Savaş bana cevap vermeden önce ortadaki sehpaya uzanıp sehpanın üzerinde duran sigara paketini ve çakmağı aldı. Paketten çıkarttığı sigarayı iki parmağının arasına alarak dudaklarının arasına yerleştirdi ve ardından çakmağı ateşleyip sigarasını yaktı. Sigarasından aldığı dumanı zarifçe dışarı vermesini izledim.

“Dün gece su almak için mutfağa gittiğimde odanın kapısını aralık bıraktığın için sesini rahatlıkla duyabilmiştim. Dediğin tek şey Aras’tı. Dudaklarının arasından başka hiçbir kelime dökülmüyordu. Gözlerin sıkıca yumuluydu ve avuçlarının içine aldığın yorganı sıkarken bir yandan da onun adını sayıklayıp duruyordun.”

Sessizce yutkunurken gözlerimi Savaş’ınkilerden kaçırdım ve parmaklarımla oynamaya başladım. “Belki de kötü bir kâbus görüyordum.” diye mırıldandım sessizce. “Bütün gece boyunca mı?”

“Ne demek istediğini anlamıyorum Savaş. Bildiğim tek bir şey var o da Aras’ın umurumda olmadığı. Onun adını sayıklamam hiçbir şeyi değiştirmez. Ne hissettiğimi biliyorum. Nefret. Sadece büyük bir nefret. Daha fazlası değil. Bundan sonra ona karşı bundan fazlasını besleyemem anlıyor musun? Yeniden beni yok etmesine, aynı acılarına bana yaşatmasına izin vermem!”

Oturduğum koltuktan hızlı bir şekilde kalkıp tekli koltuğun üzerinde duran eşyalarımı aldım ve Savaş’ın bir şey demesini beklemeden ya da ben daha fazla bir şey demeden salondan çıktım. Kendimi Savaş’ın odasına attığımda üzerimdeki kıyafetlerinden kurtulup düzgünce katlayarak yatağının üzerine bıraktıktan sonra kendi kıyafetlerimi giyindim.

Ne hissettiğimi biliyordum. Ne hissettiğimi bilemeyecek kadar aptal değildim. Aras benim için artık bitmişti. Artık ona güvenemezdim. Herkes onu dinlemem gerektiğini söylüyordu. Ama ne için dinleyecektim ki ben onu? Daha fazla yalan için mi? Beni yeniden oyununun içine farkında bile olmadan sokması, benimle yeniden oynaması için mi? Nereden bilebilirdim ki aynı şeyleri bana yeniden yaşatmayacağını? Söylediği şeylerin doğru olduğunu, beni sevdiğini söylerken yalan söylemiyor olduğunu, bana karşı hissettiklerinin gerçek olduğunu nereden bilebilirdim? Bilemezdim. Bilemeyecektim. Bundan sonra hiçbir zaman onun bana karşı olan hislerinin gerçek olup olmadığını bilemeyecektim. Ona dair her şey benim için bir yalandan ibaret olacaktı. Çünkü ona karşı olan içimdeki bütün inancımı yok etmişti.

“Azra?”

Savaş’ın sesini işittiğimde ne zaman çöktüğümü bilmediğim yerden kalkıp yanaklarımdaki ıslaklığı elimin tersiyle kuruladım. “Efendim.” diye seslendim kapıya doğru. Savaş’ın sesi kapının ardından bir kez daha kulağımı doldurdu.

“Kahvaltı hazır. Mutfağa gel.”

Kapının önünden uzaklaşan ayak seslerini duyduğumda derin bir nefes alıp ellerimi bir kez daha yüzüme örttüm ve yanaklarımı kuruladım. Ardından kahvaltı yapmak için Savaş’ın yanına gitmek üzere odasından çıktım. Mutfağa girdiğimde Savaş bardaklara çay dolduruyordu. Onu izlerken sessizce sandalyeye oturdum. Ne ara kahvaltı masasını hazırlayıp omlet yaptığını bilmiyordum. Hatta o odada ne kadardır kaldığımı dahi bilmiyordum. Ya ben odada gereğinden fazla kalmıştım ya da Savaş’ın bütün bunları hızlıca yapacak sihirli güçleri vardı.

Savaş çaydanlığı ocağın üzerine geri koyduktan sonra karşımdaki sandalyeye oturdu ve yaptığı omletin yarısını tabağıma koydu. “Teşekkür ederim.” diye fısıldadım. Hiçbir şey demedi ya da hiçbir tepki göstermedi. İkimiz de konuşmadan, sessizce kahvaltımızı yaptık. Aramızdaki bu sessizlik çok fazla sinir bozucuydu. Savaş kahvaltısı boyunca bir kez olsun başını tabağından kaldırmamıştı.

Karnımın doyduğundan emin olduğumda masadan kalkıp tabağımı ve boş bardağımı alarak sudan geçirdim. Savaş da bir süre sonra masadan kalktığında ikimiz yine hiç konuşmadan birlikte masayı topladık. Artık aramızdaki bu boğucu sessizliğe dayanamadığımda “Konuşmayacak mısın?” diye sordum.

“Ne konuşmamı istiyorsun?”

“Herhangi bir şey.”

Savaş elindeki bezi tezgâha fırlattığında bana bakmadan yanımdan geçti. Mutfağın kapısından çıkmadan önce “Konuşacak havamda değilim, Azra.” dediğini duymuştum. Bir anda ne olmuştu bilmiyorum ama bana soğuk davranmasından hoşlanmıyordum. Evet, belki o bunun her zamanki haliydi ama daha sıcak davrandığı zamanlarda oluyordu ki o zamanları daha çok tercih ediyordum. Arkasından bakmaya bir son verip yürümeyi aklıma getirdiğimde peşinden salona gittim. Yanına oturduğumda “Bilmeden bir şey mi yaptım?” diye sordum. Cevap vermeye tenezzül bile etmedi. Tek yaptığı şey televizyonun ekranına boş boş bakmasıydı.

“Eğer az önce sana sesimi yükselttiğim için böyle davranıyorsan özür dilerim.”

Savaş deminden beri ilk kez bakışlarını bana çevirdiğinde kahverenginin en güzel tonuna sahip olan gözlerine baktım. “Nasıl davranıyorsam?” diye sordu.

“Soğuk.” diye yanıt verdim ona. “Ruh halin çok değişken. Bir öylesin bir böyle. Seni anlamak çok güç.”

“Öyleyse beni anlamaya çalışma. İkimiz içinde daha kolay olur belki.”

Savaş gözlerini benimkilerden ayırıp yeniden televizyona çevirdiğinde bir süre ona baktım ve ne kast etmiş olabileceğini düşündüm. Beni anlamaya çalışma, demişti ama ben onu anlamak istiyorum. Onunla zaman geçirmekten hoşlanıyordum çünkü o beni iyi hissettiriyordu. Diğer herkesin aksine onun yanındayken kendim oluyordum. Bütün acımı gizlemeden yaşayabiliyor, bileğimdeki yara izini gizlemek için çabalamıyordum.

“Savaş?”

“Ne var?”

Yine gözlerini televizyondan ayırmadan konuştuğunda oturduğum koltuktan yana doğru kayarak aramızdaki mesafeyi azalttım ve elinde tuttuğu kumandadan televizyonu kapattım. Öfkeli bakışlarını bana yönelttiğinde “Ne istiyorsun?” diye sordu sertçe.

“Bir şey soracağım.”

“Televizyonumu kapatman şart mıydı?”

“Kapatmasaydım yüzüme bakmayacaktın. İletişimde göz teması önemlidir.”

Savaş gözlerini devirdiğinde derin bir şekilde içini çekti ve ardından sabır dilenirmişçesine gözlerini tavana doğru çevirdi. Benimle olduğu zamanların çoğunda bunu yaptığı için artık alışmıştım. “Sadede gel Azra.”

“Burada olmamdan rahatsız oluyor musun?” diye sordum. Savaş’ın kaşlarını çatmasını izlerken devam ettim. “Yani sürekli senin etrafında olmamdan? Eğer oluyorsan, beni etrafında istemiyorsan sadece söyle olur mu?”

“Nereden çıktı bu şimdi? Aptalca konuşuyorsun.”

“Sadece bilmek istedim.” dediğimde sesim kısık çıkmıştı. Yine parmaklarımla oynamaya başladığımda devam ettim. “Beni anlamaya çalışma, ikimiz içinde daha kolay olur, dedin. Ne demek istediğini anlamadım. Ben sadece beni burada isteyip istemediğini bilmek istiyorum.”

“Hayır.” Savaş cevap verdiğinde aradan bir iki dakika falan geçmişti. “Eğer etrafımda olmandan rahatsız oluyor olsaydım buraya ikinci kez adımını atamaz, ben istemediğim sürece yanımda bir dakika dahi kalamaz ve yatağıma parmağını bile dokunduramazdın. Yani senin anlayacağın etrafımda olman beni rahatsız etmiyor, tamam mı?”

“Ciddi misin?”

“Evet, ciddiyim. Az önce öyle demek istememiştim. Şimdi bu aptalca düşünceleri aklından çıkart. Yoksa zaten azıcık olan o aklını da alırım, zeki.”

Savaş bana göz kırpıp gülümsediğinde hoşlanmadığını daha önce birkaç kez söylemiş olmasına rağmen ona sıkıca sarıldım. “Teşekkür ederim.” diye fısıldadım. “Yanında kalmama izin verdiğin için. Seninleyken iyi hissetmeme neden olduğun ve bana bir şeyleri unutturmayı başardığın için teşekkür ederim.”

***

Savaş kendine yeni bir bira almak için tezgâha gittiğinde Araf’taki kalabalığı izlemeye koyuldum. Üçüncü kez buradaydım. Araf insanı ürküten o havasını hala koruyordu. Tıpkı Yeraltı gibi günün her saati kalabalık oluyordu ama şimdi gördüğüm kadarıyla akşamları daha da fazla kalabalıktı. Yaklaşık yarım saat önce gelmiştik buraya. Bu zamana kadar Savaş’la evde kalmıştık. Onunla konuştuktan sonra yarım saatliğine büründüğü soğuk kişilikten çıkmış o sıcak davranan kişiliğe geri dönmüştü.

Masanın üzerinde duran telefonumun yanıp sönen ışığı gözlerimi aldığında telefonumu elime aldım ve Aras’tan gelen aramayı bugün kaçıncı olduğunu sayamadığım kez sonlandırdım. Her arayışında reddediyordum ama aldırmadan yeniden arayıp duruyordu.

Telefonumu henüz masaya koymamışken elimin arasında titredi. Gelen mesaj Aras’tandı. Okumadan mesajı silmeyi düşündüm ama bir şey bana engel olduğunda gelen mesajı açarak sessizce okumaya başladım.

Kimden: Aaras ♥

Beni cezalandırıyorsun, değil mi? Bütün gün boyunca seni aradım ama bir kez olsun bile o lanet telefonu açmadın. Tamam, sesimi duymak istemediğini, hatta yüzümü dahi görmek istemediğini biliyorum ama lütfen Azra. O siktiğimin herifi ile olduğunu biliyorum ve yemin ederim sizi bulduğumda o çocuğun canına okuyacağım. Eğer bu mesajımı okuyorsan ve beni biraz olsun bile tanımışsan seni bulacağımı ve dediğimi yapacağımı bilirsin. Her neredeysen birazdan orada olacağım güzelim ve sen de benimle geleceksin. Çünkü senin yerin benim yanım. Bunu böyle bil.

Aras’ın mesajının tamamını okuduktan sonra gözüm tek bir kelimenin üzerinde takılı kalmıştı: Güzelim. Bana böyle seslenmesini o kadar çok seviyordum ki zamanında. Şimdi başka birinin ağzından bu kelimeyi duymak bana çok yabancı geliyordu. Zaten duymak da istemiyordum. Gözüm bir süre sonra o kelimeden başka bir cümleye kaydı. Çünkü senin yerin benim yanım.

“Buradan telefonunla aşk yaşıyormuş gibi görünüyorsun.”

Savaş’ın sesini duyduğumda telefonumun tuş kilidini kapatıp hızla çantamın içine koydum. Yanımdaki yerini alıp elinde tuttuğu bira dolu bardaktan bir yudum aldığında “Neye bakıyordun?” diye sordu. Omuzlarımı silktim. “Hiç.” diye cevap vermekle yetinmiştim sadece.

Aras’ı tanıyıp tanımadığımı bilmiyordum. Ne de olsa ona dair her şey yalandı ama onunla geçirdiğim zamanları göze alacak olursam dediğini yapıp er ya da geç nerede olduğumu bulacağını biliyordum. Aklım bir türlü almıyordu. Hala neyin peşindeydi anlayamıyordum ama bıkmıştım artık. Usanmıştım, yorulmuştum, tükenmiştim.

Attığı mesaj hiçbir kelime eksiği olmadan zihnimde yankılanıp dururken onu düşünmemek için kendimle savaş vermem gerekiyordu. İstemiyordum. Onu ve yalan dahi olsa eskiden sahip olduğumuz anıları düşünmek istemiyordum. Geçmişi düşünmek beraberince acıyı getirmekten başka hiçbir işe yaramıyordu.

“Sodan imamın abdest suyuna döndü. İçmeyecek misin?”

Sodamın olduğunu tamamen unutmuştum. Masanın üzerindeki sodamı alıp bir yudum aldığımda resmen Savaş’ın tabiriyle tutuşuyordu. Sıcacık olmuştu ve artık tadını yitirmişti. Sodayı gerisi geri masaya bıraktığımda “İçmesem daha iyi olur.” diye mırıldandım.

“Sen iyi misin?”

“İyiyim, neden sordun?”

“Hiç.”

Savaş gözlerini kalabalığa çevirdiğinde bende ona bakmaya bir son verdim. Aklım hala Aras’taydı. Eğer dediği gibi burayı bulur ve gelirse onunla falan gitmeyecektim. Benim yerim onun yanı falan değildi. Evet, bir zamanlar istediğim tek şey buydu ama bütün olanlardan sonra onun yanı olamazdı benim yerim. Bu mümkün değildi.

Belki onun tanıdık yüzüyle karşılaşırım diye gözlerim sürekli kalabalığı tarıyordu ama her seferinde başarısız oluyordu. Savaş üçüncü birasını almak için yanımdan ayrıldıktan beş dakika sonra geri geldiğinde gelişigüzel bir şekilde oturdu ve birasını yudumlamaya başladı. Bir yandan da parmaklarının arasında tuttuğu sigarasını tüttürüyordu. Hiç düşünmeden dudağına götürdüğü sigarasını alıp kendi dudaklarımın arasına yerleştirdim ve derin bir şekilde içime çektim. Sigaranın dumanı boğazımı yakıp gözlerimi yaşartsa da aldırmadım. Duman dudaklarımın arasından çıkıp havaya süzülürken Savaş beni izliyordu. Hiçbir şey demeden sigarayı yeniden ona uzattım.

“Sigarama bir daha dokunma, zeki. Ayrıca eline de hiç yakışmıyor. Bundan sonra sigara içmek yok.”

“Buna sen mi karar vereceksin?”

Savaş’ın öldürücü bakışlarını üzerimde hissetmem çok geç olmamıştı. “Sigara benim olduğu müddetçe evet. Reşit olmadığında gidip sigarada almayacağın için sorun yok, değil mi?” Gözünü kırptığında ona dilimi çıkartıp kollarımı göğsümde kavuşturdum ve sırtımı koltuğa iyice yaslayıp gözlerimi yeniden kalabalığın arasında dolandırmaya başladım. Savaş’ın bakışlarını üzerimde hissediyor olmama rağmen ona bakmıyordum. Aras’ın burayı bulacağını düşünmüyordum ama eğer ki bunda gerçekten kararlıysa dediğini yapacağına inanıyordum.

Bir süre sonra Aras’ın yüzünü görür gibi olduğumda oturduğum yerde dikleştim ve gözlerimi daha çok diktim kalabalığa. Her bir insanın tek tek incelerken sonunda onu görmeyi başarmıştım. Burayı nasıl bulmuştu bilmiyorum ama buradaydı işte. Aramızda onlarca kişi vardı ve bana oldukça uzaktı. Onunda bakışları tıpkı az önce benim bakışlarım gibi kalabalıkta dolanıyordu. Sonunda gözleri gözlerim ile buluştuğunda olduğu yerde durdu. Aramızdan insanlar geçip dursa da bana bakmaya bir son vermedi. Aramızdaki mesafeye rağmen bakışlarının yoğunluğunu hissedebiliyordum.

Bütün bedenimi bir titreme aldığında bakışlarımı Aras’tan alıp Savaş’a yönelttim. Savaş ona baktığımı anladığında bana doğru döndü. Gözlerim gözlerinden dudaklarına kaydığında hiç düşünmeden öne doğru gidip aramızdaki mesafeyi kapattım ve dudaklarımı dudaklarına örttüm. Savaş’ın gözlerinin açıldığını, şaşkınlığın onu esri altına aldığını gördüm. İlk birkaç saniye hiçbir şey yapmadan hareketsizce dursa da daha sonra gözlerini yumuşunu izledim. Dudakları dudaklarımın üzerinde yavaşça hareket ederken göz ucuyla Aras’ın durduğu yere baktım. Hiç kımıldamamıştı. Öylece doğrudan bana bakıyordu.

Bunu neden yaptığımı bile bilmiyordum. Aniden oluvermişti. Düşünmemiştim. Savaş’ın dudaklarının kıvrıldığını hissedebiliyordum. Gözleri hala yumuluydu ve beni yumuşacık öpüyordu. Alt dudağımı dudağının arasına aldığında belimden sıkıca kavrayıp beni kendine çekti. Öpüşüne kısa bir ara verip “Beni öpecek ilk kişinin sen olacağını söylemiştim.” dediğinde gülümsüyordu. Yeniden beni öpmek için eğilip aramızdaki mesafeyi tamamen yok ettiğinde dudaklarımı birbirlerine sıkıca örttüm ve Savaş’tan geriye doğru çekildim. Bu yaptığımın yanlış olduğunu o an idrak etmiştim ama artık çok geçti. Hiçbir şey demeden başımı Aras’ın durduğu yöne doğru çevirdiğimde Savaş’ta bakışlarımı takip etti ve bir süre sonra kalabalığın arasında elleri iki yanında yumruk olmuş bir şekilde öfke içinde duran Aras’ı gördü.

Çenesindeki bir kasın seğirmesini ve kaşlarının çatılmasını izledim. Ellerini yumruk yaptığında bana doğru hızla döndü ve alaycı bir ifadeyle baktı. Bana olan bakışlarının canımı yaktığını hissettim. Başını iki yana sallarken güldü ama bu gülüşü hiç de hoş bir gülüş değildi. “Ben de durup dururken beni neden öptüğünü düşünüyordum. Nedeni şimdi anlaşıldı.” dediğinde öfkesi sesine yansımıştı ama bunun yanında bir de ses tonunda kırgınlık da barındırıyordu.

Ağzımı açıp bir şey diyemeden Aras’ın Savaş’ın yüzüne yumruk attığını gördüm. Araf’taki çoğu kişinin gözleri anında bu tarafa çevrilirken Aras Savaş’a bir kez daha vurdu. Savaş yana doğru düşen başını kaldırdığında ağzından akan kanı yere tükürdü ve yüzüne bir gülümseme yerleştirip sırtını koltuğa yasladı. Aras Savaş’ın yakasına yapıştığında yüzüne art arda vururken Savaş ona karşı hiçbir tepki vermiyordu.

“Aras, dur.”

Beni duymazdan gelmeye devam ederken Savaş’a vurmaya devam etti. Savaş’ın neden tepki vermediğini bilmiyordum. Kaşından ve ağzından akan kandan gözlerimi alamıyordum. Aras öfkeden deliye dönmüş gibiydi ve engel olmazsam Savaş’ı kendinden geçinceye dek döveceğini biliyordum. Bu nedenle koluna sertçe yapışıp onu güçlükle Savaş’tan uzaklaştırdım ve “Yeter!” diye bağırdım.

Aras öfkeden başka hiçbir şeyin barınmadığı kömür karası gözlerini bana çevirdiğinde bir kez daha bağırdım. “Yeter, artık.” Savaş’ın ağzındaki kanı bir kez daha yere tükürdüğünü gördüm. Ona doğru bir adım attığımda Aras bileğimden sertçe tutarak buna engel oldu ama bileğimi tutan elinden kurtuldum ve Savaş’ın koluna elimi koydum. Onu koltuğun üzerinden kaldırmak için bir hamle yaptığımda beni geriye doğru itti. Dengemi son anda yakalayamasaydım çoktan yeri boylamış olacaktım. Ona anlamsızca bakarken güçlükle oturduğu yerden kalkmasını izledim. Yüzünden akan kanlara aldırış etmeden doğrudan gözlerimin içine baktı bir süre. Ardından tek kelime etmeden omzuma çarparak yanımdan çekip gitti.

“Savaş!”

Ona seslenmeme rağmen durmadı ya da dönüp bana bakmadı. “Savaş, bekle. Özür dilerim. Savaş!”

Kalabalığın arasına karışıp görüş alanımdan çıktığında bileğimin üzerinde Aras’ın elini hissettim. Hemen ardından ise beni çekelemeye başladı. Elinden kurtulmak için çırpınırken “Bırak beni!” diye bağırdım. Çantam Aras’ın omzunda asılıyordu. Aras hiç aldırmadan beni çekelemeye devam ederken ellerimle koluna yumruk atıyordum ama ona işlemiyordu bile. “Aras bırak beni. Seninle gelmek istemiyorum. Bırak!”

“Bırakayım da onun peşinden git. Yok, öyle Azra. Benimle geliyorsun.”

“İstemiyorum ya bırak beni!”

Aras adımlarına bir son verip durduğunda beni bırakacağını sandım ama yanılmıştım. Çünkü bir anda kendimi onun omzunda buluvermiştim. Bu sefer yumruklarımı sırtına vurmaya başladığımda Aras hiç zorlanmadan beni omzunda taşıyordu. “İndir beni Aras. Hemen.”

Araf’tan çıktığımızda kapıdaki görevlilerin şaşkın bakışları ile karşılaştım. Ama bakışları hemen sonra şaşkınlıklarını yitirmişlerdi. Keyifle gülümserlerken Aras’a beni bırakması için bağırmaya devam ediyordum ama beni duymazdan gelmeye devam ediyordu.

Aras sonunda yürümeye bir son verdiğinde arabasının önünde durduğumuzu anladım. Beni omzundan indirmeden arabasının kapını açtı. Önce çantamı koltuğa bıraktıktan sonra beni omzundan indirdi. Ayaklarım yerle yeniden temas ettiğinde Aras beni yana doğru iterek koltuğa oturttu. Güçlü kollarından kurtulmaya çalışsam da başarılı olamıyordum. Emniyet kemerini bağlarken hiçbir şey yapamamıştım.

Kapımı kapattıktan sonra koşar adımlarla kendi tarafına geçip koltuğa yerleşti. Az önce bağladığı emniyet kemerini çözmüştüm. Tam arabasının kapısını açmış çıkacakken Aras yana doğru uzanıp açtığı kapımı kapattı ve arabasını hızla harekete geçirdi. Siyah Roadster’i boş sokakta süratli bir şekilde hareket ederken bakışlarını bana doğru çevirdi. “Seni bulacağımı söylemiştim.” dediğinde gözlerim öfke saçıyorlardı.

“Nereye götürüyorsun beni?”

“Ait olduğun yere. Evine.” Aras gözlerini yoldan kısa bir anlığına ayırıp bana çevirdi. “Sen buraya ait değilsin Azra. O çocuğun etrafında dolanmandan nefret ediyorum. Onu doğru düzgün tanımıyorsun bile!”

“Peki, seni tanıyor muyum?” Aras’ın sorduğum soru karşısında direksiyonu tutan elleri sıkılaştı. Parmak boğumlarının beyazladığını görebiliyordum. “Şu ana kadar olan her şey senin saçma oyunundan ibaretti. Sen gerçek sen değildin. Benimle olduğun, benimle zaman geçirdiğin o anlarda sen kimdin Aras? Kendin değildin, bunu biliyorum. Seni tanımıyorum ben. Seni hiç tanımadım.”

Aras başını iki yana sallarken gözlerini yoldan ayırmıyordu. “Yanılıyorsun.” diye fısıldadı. “Ben kendimdim. Aksine sen hayatıma girmeden önce kim olduğumu bilmiyordum ama seninle geçirdiğim her bir günün ardından asıl benliğime daha çok yaklaştım ve kendimi buldum. Ben yalan değildim Azra. Hiç olmadım yemin ederim. Sana dediğim her şey, senin için yaptığım her şey gerçekti. O bendim. Her şeyiyle kendimdim.”

“Buna inanmamı benden nasıl bekliyorsun? Ben artık doğru ile yanlışı ayırt edemiyorum Aras. Sana güvenmiyorum. Sana güvenemem.”

“Neden? Lanet olsun neden?”

Aras’ın sesinden öfkelendiğini anlamak çok da güç değildi. Gür çıkan sesi oturduğum krem rengi koltuğa iyice sinmeme neden olurken bu sefer az öncekinden daha alçak bir sesle “Neden?” diye fısıldadı. Şimdi sesine kırgınlık da hâkimdi.

“Çünkü yapamam, tamam mı? Bunu yeniden kendime yapamam. Sana inanmıyorum. Sana bir şans verirsem yeniden benimle oynamayacağını bilemem. Duygularımı, ne hissettiğim hiç önemsemedin Aras. Beni kolaylıkla incitebiliyorsun. Sözlerinle, ses tonunla, davranışlarınla... Yaptığın her şeyle beni incitiyorsun. Hayatımda daha fazla acının olmasını istemiyorum.”

Aras başını iki yana sallarken donuk kömür karası gözlerini bana çevirdi bir kez daha. “Neredeyse bir ay sonra sınava gireceğiz Aras. Belki senin için önemli değildir. Ne de olsa işin hazır da duruyor. Babanın şirketi var ama benim için önemli. Sınavı kazanmak zorundayım ve kazanacağımda. Senin geleceğimi de yok etmene izin vermeyeceğim.”

“Senin geleceğini yok ettiğim falan yok!” Aras’ın sesi yeniden gür bir şekilde çıkmıştı. Sinirlendiğini anlayabiliyordum. Direksiyonu tutan ellerini çok fazla sıkıyordu ve çenesindeki bir kas sürekli seğiriyordu. “Ben sadece geleceğinde yer etmek istiyorum. Senin geleceğin olmak istiyorum.”

Dediklerinden etkilenmemem gerektiğini kendime hatırlatırken ses tonumun duygularımı yansıtmaması için sessizce dua ettim. “Sen o şansını kaybettin Aras. Ben o yılbaşı gecesi gerçekleri öğrendiğimde sen benim için bittin. Ne şu anımda varsın ne de geleceğimde olacaksın. Sadece geçmişimdeki kötü anılarımın kahramanısın o kadar.”

“Sadece bu kadar öyle mi? Senin için hiçbir şey ifade etmiyor muyum?”

“Hayır!”

Aras’a bakmadan konuşmaya çalışıyordum. Ona bakarsam her şeyin bozulacağından, irademi yitirebileceğimden korkuyordum. Sesimin kendimden emin çıkması için çok çaba göstermiştim ve bunu başarmıştım da. Ona hayır, derken hiç zorlanmamıştım.

Aras arabasını durdurduğunda apartmanımızın önüne geldiğimizi anlamıştım. Ne ara geldiğimizi bilmiyordum. İkimiz tartışırken zaman çabucak geçmişti ve şimdi evimin önündeydim. Aras bir şey demeden arabasından kapısını her zamanki gibi açma zahmeti göstermeyip üstünden atlayarak indiğinde ben de onun aksine kapıyı açarak arabadan indim ve adımlarımı apartmanın giriş kapısına doğru yönelttim ama Aras daha ikinci adımımı atamadan bana engel oldu. Bileğimi hafifçe tutarken beni kendine doğru çevirdi ve geriye doğru hareket ettirerek kalçamı arabasının kapısına yaslattı.

Aramızdaki kısacık mesafeyi kapatarak bana doğru iyice yaklaştığında burnunun ucu benimkine değiyordu ve teni ile tenimin temas ettiği her yer sanki alev almışçasına yanıyordu. Göğsümün hızla inip kalktığını hissediyordum. Beni her zaman bu şekilde etkilemesinden nefret ediyordum. “Hiçbir şey ifade etmiyor olduğumdan emin misin?” diye sorduğunda dudaklarının arasından çıkan sıcacık nefesi benimkilere çarparak geçmişti. Sadece aralarında iki santim kadar mesafe olan dudaklarım hafifçe aralanırken Aras alnını alnıma dayadı.

“Hiçbir şey ifade etmiyorsun.”

Sesim güçlükle çıkmıştı. Duymakta ben bile zorluk çekmiştim. O kadar kısıktı ki Aras’ın duyup duymadığından emin olamıyordum. Aras benimkine dayalı olan alnını aşağı doğru kaydırdığında burnuma değen burnu dudaklarıma değdi. Hemen sonra ise dudaklarımın kenarında dudaklarını hissettim. Kalbim tekledi ve görüşüm birden bire bulanıklaştı. “Hala senin için bir şey ifade etmediğimden kararlı mısın?”

Sorusu karşısında konuşamayacağımı bildiğim için başımı salladığımda bir kez daha dudaklarını az önceki yere bastırdı ve dudağımın kenarını öptü. Bana olan dokunuşlarını o kadar çok özlemiştim ki gözlerim ona duyduğum özlemle yaşardı. Kalbim acıdı. Aras parmaklarıma kenetlemiş olduğu parmaklarını tek tek çözdüğünde elini elimden ayırdı ve tam kalbimin üzerine yerleştirdi.

Doğrudan gözlerimin içine bakarken “Neden bu kadar hızlı atıyor?” diye sordu. Hiçbir şey diyemedim. Dudaklarım titremeye başlamıştı. Gözyaşlarım nedeniyle görüşüm çok net değildi. Aras üçüncü defa dudaklarını dudaklarımın kenarına bastırdığında bu sefer diğer ikisine göre biraz daha fazla oyalandı. Dudağımın kenarındaki dudaklarını hafifçe oynatıp sola doğru kaydırdığında dudakları dudaklarıma değdi onca haftanın ardından ilk kez. Dokunuşuyla birlikte bütün vücudumu bir titreme esir aldığında dudaklarımın aralandığını hissettim. Gözlerimi yumduğumda Aras “Seni öptüğünde böyle hissediyor musun?” diye sordu. “Seni benim gibi öpebiliyor mu? Kalbinin hızla atmasına neden oluyor mu?”

Ne konuşabiliyor ne de hareket edebiliyordum. Kilitlenmiştim. Doğru düzgün düşünemiyordum bile. Bütün nöronlarım işlevlerini yitirmişlerdi. Aras’a hiçbir cevap vermeksizin gözlerim yumulu bir şekilde öylece hemen karşısında dururken göğsümün hızla inip kalktığını, kalbimin özlemle çarptığını hissedebiliyordum.

Tüy kadar hafif dokunuşunu dudaklarımın üzerinde yeniden hissettiğimde “Aras lütfen.” diye fısıldadım. Ama Aras durmadı. Alt dudağımı dudağının arasına alıp beni yumuşacık öperken gözümden düşen yaşın yanağımdan aşağı kaydığını hissettim. Onun öpüşüne karşılık vermeyi beklemiyordum ama onu öpüyordum işte. Beni öpmesine izin veriyordum. Dilinin onun için araladığım dudaklarımın arasından ağzıma doğru kaymasına, beni nasıl yaptığını bilmediğim bir şekilde özel hissettirmesine izin veriyordum.

Milyonlarca parçaya ayrılmış kalbimle hareket ettiğimi biliyordum. Resmen mantığımı elimin tersiyle geriye itmiş ve bir odaya kilitlemiştim. Kırılan kalbimin parçaları Aras’ın her dokunuşunda birbirlerine doğru çekilirken dudaklarımın arasından bir inlemenin dökülmesine engel olamamıştım. Kendimi onun kollarına bırakmış, öylece beni öpmesine izin veriyor aynı zamanda da ben de onu öpüyordum.

Dudaklarını dudaklarımdan ayırıp boynuma doğru kaydırdığında boynuma küçük öpücükler bırakmaya başladı. “Seni çok özledim.” diye fısıldadığını duydum. Yummuş olduğum gözlerimi açtığımda mantığım onu soktuğum kapının ardından çıkmayı bir şekilde başarmıştı. Enis’e ait olan sözler zihnimi esir aldılar:

Azra sana âşık oldu. O seni seviyor ve sen artık amacına ulaştın. Bitir şu lanet olası oyunu.”

“Onu seviyormuşsun gibi, ona değer veriyormuşsun gibi davranmaktan vazgeç.”

“Aylar öncesinde sana attığı o tokadın intikamını almak için önünde hiçbir engel yok. Bitir ve kurtul”

Gerçeklerle bir kez daha karşı karşıya kaldığımda Aras’ı kendimden sertçe uzaklaştırdım. Nemli ve aralı duran dudaklarıyla şaşkınca bana bakarken ona doğru bir adım attım ve yanağına sertçe vurdum. Başı tokadımın etkisiyle sağa doğru düştüğünde “Senden nefret ediyorum!” diye bağırdım. Gözyaşlarım hararetle gözlerimden akarlarken onları elimin tersiyle yok ettim. “Senden nefret ediyorum Aras. Bana yaşattığın her şeyden nefret ediyorum. Bir daha sakın bana dokunma, duydun mu beni? Ne seni ne de yalanlarını istemiyorum. Beni rahat bırak artık! Beni seviyormuş gibi, bana değer veriyormuş gibi davranma!”

Aras’ın önünden çıktığımda koşar adımlarla apartmanın kapısına doğru ilerledim ve açtığım kapıdan içeri girdim. Girmeden önce Aras’ın bana seslendiğini duysam da dönüp ona bakmadım. Bakamadım. Beni hala böyle hissettiriyor olması yanlıştı. Hiçbir şey gerçek değilken neden hala böyle hissediyordum? Neden her bir hücrem ona duyduğum özlemle kavruluyordu? Neden onu unutamıyordum? Neden o olmadan hayatıma devam edemiyordum?

Bir hata yapmıştım. Beni hiç sevmeyen ve asla sevmeyecek birine âşık olmuştum. Aşkım o kadar fazlaydı ki onun bana karşı olan hislerinin yalan olduğunu bile anlayamamıştım ve ben şimdi aldığım her nefeste yaptığım bu hatanın bedelini ödüyordum. 

Şu önümüzdeki birkaç bölümde Azra'ya iyice sinir olacaksınız, artık ondan hoşlanmayalar böyle yerden yere vurmak falan isteyeceklerdir. Ben şimdiden söyleyeyim de sizde bende kendimizi hazırlamış olalım. :) Yeni bölümde görüşmek üzere. Kocaman öpücükler. ♥

Continue Reading

You'll Also Like

6.5K 451 27
Herkes içinde duygular besler. Ve her duygu bi rengi temsil eder. Sarı kadar umutlu, pembe kadar mutlu olmak gibi. Peki siyah kadar kötü olmak? Haya...
1.4M 67.4K 45
/Tamamlandı/ Hiç yapmayacak bir şeyi yapsanız , düşünün... Boşansanız mesela. Delice aşık olduğunuz adamdan. Ya da evden kaçsanız , yatak çarşafnızı...
3.6M 132K 73
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum... "1 yıl, sadece 1 yıl sonra burdan herkesin seni bir ölü olarak...
1.3M 78.4K 48
Hale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki.