Affet Beni

By gayeozdmr_

2.2M 73.1K 8.1K

[ Affet Beni, Sev Beni'nin ikinci ve devam kitabıdır. ] ♧ Açığa çıkan doğruların bitirdiği bir aşk. Can yakan... More

Affet Beni
1. BÖLÜM ♧ YOK OLUŞ
2. BÖLÜM ♧ UMUT
3. BÖLÜM ♧ HAYAL KIRIKLIĞI
4. BÖLÜM ♧ BEKLEYİŞ
5. BÖLÜM ♧ NEFRET
6. BÖLÜM ♧ GRİ
7. BÖLÜM ♧ ARKADAŞ
8. BÖLÜM ♧ FEDAKARLIK
9. BÖLÜM ♧ KORKU
10. BÖLÜM ♧ YALANLAR
Küçük bir not ;)
11. BÖLÜM ♧ SEÇİM
12. BÖLÜM ♧ BELA
13. BÖLÜM ♧ ÖLÜM
14. BÖLÜM ♧ ŞANS
15. BÖLÜM ♧ ROL
16. BÖLÜM ♧ DEĞER
17. BÖLÜM ♧ MÜHÜR
18. BÖLÜM ♧ DELİ
19. BÖLÜM ♧ BUZDAĞI
20. BÖLÜM ♧ TESADÜF
21. BÖLÜM ♧ ARAF
22. BÖLÜM ♧ SARHOŞ
23. BÖLÜM | 1. KISIM ♧ LİSTE
23. BÖLÜM | 2. KISIM ♧ BANA AİT
24. BÖLÜM ♧ BEDEL
25. BÖLÜM ♧ DUMAN
26. BÖLÜM ♧ DÜĞÜM
28. BÖLÜM ♧ SAHTE
29. BÖLÜM ♧ SOĞUK
30. BÖLÜM ♧ KALP
31. BÖLÜM ♧ GEÇMİŞ
32. BÖLÜM ♧ YABANCI
Gelecek Bölümlerden Kesitler ;)
33. BÖLÜM ♧ BAŞTAN ÇIKARTMAK
34. BÖLÜM ♧ İLK SEFER
35. BÖLÜM ♧ HATA
36. BÖLÜM ♧ FOTOĞRAFLAR
37. BÖLÜM ♧ İKİNCİ ŞANS
38. BÖLÜM ♧ KARANLIK
39. BÖLÜM ♧ CEHENNEM
40. BÖLÜM | SEZON FİNALİ ♧ YEMİN
Gelecek Bölümlerden Kesitler - 2 ;)
41. BÖLÜM ♧ HUZUR
42. BÖLÜM ♧ İKİ KELİME ON ÜÇ HARF
43. BÖLÜM ♧ SEV BENİ
44. BÖLÜM ♧ MUM IŞIĞI
45. BÖLÜM ♧ ESPRİ
46. BÖLÜM ♧ SEÇENEK
47. BÖLÜM ♧ KARDEŞLİK
48. BÖLÜM ♧ SIR
49. BÖLÜM | 1. KISIM ♧ CEZA
49. BÖLÜM | 2. KISIM ♧ YALVARMAK
50. BÖLÜM ♧ SÖZ
51. BÖLÜM ♧ AİLE
52. BÖLÜM ♧ MEZAR
53. BÖLÜM ♧ ACI
54. BÖLÜM ♧ SİYAH
55. BÖLÜM ♧ CENNET
56. BÖLÜM ♧ AFFETMEK
57. BÖLÜM ♧ KORUYUCU
58. BÖLÜM ♧ SEVGİ
59. BÖLÜM ♧ KARDEŞ SÖZÜ
60. BÖLÜM ♧ NİKÂH
61. BÖLÜM ♧ İKNA
62. BÖLÜM ♧ İHANET
63. BÖLÜM ♧ AYRILIK
64. BÖLÜM | 1. KISIM ♧ AŞK
64. BÖLÜM | 2. KISIM ♧ GİTME
Bir Soru&Bir Duyuru :)
65. BÖLÜM | FİNAL ♧ MUTLULUK
ÖZEL BÖLÜM ♧ 1
ÖZEL BÖLÜM ♧ 2
SEV BENİ BİR YAŞINDA!
ÖZEL BÖLÜM ♧ 3
ÖZEL BÖLÜM ♧ 4
ÖZEL BÖLÜM ♧ 5 | SON |

27. BÖLÜM ♧ ÜMİT

25.8K 924 239
By gayeozdmr_

Playlist: Maria Mena - Homeless

Multimedya: Aras ve Azra. ♥

İyi okumalar!

▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬

Bazen her şeyi unutup sadece sımsıkı sarılmak istersin. Ama bir şey hep engel olur. Nedir o biliyor musun? GURUR.” – Can Yücel

Artık aşina olduğum lavanta kokusunun sarmalanmış olduğu bu küçük odanın içerisinde gözlerimi bir kez daha gezdirdim. Burası küçük, fazlasıyla düzenli ve şirin bir yerdi. Tam da Aslı Hanım’a yakışır bir nitelikteydi. Duvarlar da ‘Dua Eden Eller’ tablosu da dâhil birkaç tablo daha vardı ama dikkati üzerine en çok çekeni Albrecht’in Dua Eden Eller tablosuydu. Bana anlattığı hikâyeyi anımsadım ve resmedilen ele bir kez daha baktım. Kardeşi için yaptığını unutulmaz fedakârlık sonucunda yıpranan, buruşan, eğri büğrü parmaklar. Bu zamanda hiç kimse bu kadar büyük bir fedakârlık yapamazdı bence. Buna bende dâhildim.

Aslı Hanım ile görüşmeye yaklaşık bir saat kadar önce gelmiştim ve içimde ki her şeyi ona dökmüştüm. Onunla konuşmak annemle ya da arkadaşlarımla konuşmaktan çok daha kolaydı. Rahatlıkla her şeyi anlatabiliyordum. Aslı Hanım ona dediğim her şeyi pür dikkat dinleyerek bana sorular soruyor ve ona verdiğim yanıtlardan sonra da önündeki deftere not alıyordu.

Elinde ki kalemi bıraktıktan sonra yüzünü eğdiği defterden kaldırıp yeniden bana baktı. Çok güzel bir kadındı. Kahverengi gözleri güzel bir tondaydı ama Savaş’ın gözleri kesinlikle kahverenginin en güzel tonuydu. Ne yaptığımı idrak ettiğim an da ne diye Savaş ve Aslı Hanım’ın göz renklerini karşılaştırıyor olduğumu sordum kendi kendime. Hiçbir cevap bulamayınca Aslı Hanım’a dönerek bana olan bakışlarına karşılık verdim.

“Okullar kapandıktan sonra geçen bir haftanın tamamını yeni tanıştığın biriyle geçirdiğinden bahsettin. Savaş’la.” Aslı Hanım benden onay beklermişçesine baktığında başımı evet dercesine aşağı yukarı salladım. En son beni evime bıraktığında ona, onu yeniden görmeye gelebilir miyim diye sormuştum ve verdiği olumlu yanıtın ardından ertesi gün onunla görüşmek için hiç düşünmeden yine Sümbül sokağa gitmiştim. Orası hala korkutucu olsa bile ilk zamanlarda ki gibi de değildi. Gün geçtikçe daha çok alışıyordum ve ben bir haftamın her gününü orada, onunla birlikte geçirmiştim. Bazen benden bıktığını söylese de onunla görüşmeye bir son vermiyordum.

“Peki, Savaş senin için ne ifade ediyor?” Aslı Hanım yeni bir soru sorduğunda düşüncelerimden sıyrılıp ona geri döndüm.

“Nasıl yani?” diye sordum Aslı Hanım’a bakarken ve parmaklarımla oynarken.

“Yani demek istediğim Savaş senin için kim? Anlattıklarına bakılırsa onunla zaman geçirmek istediğin, onunla birlikte olmak istediğin açıkça anlaşılıyor. Ondan hoşlanıyor musun?”

Yüzüm dâhil bütün vücudumun donduğunu hissettim. Gözlerimi hiç kırpmadan Aslı Hanım’a bakmaya devam ederken az önce bana yönelttiği sorunun saçmalığı karşısında gülmek istedim ama yapamadım. Uzun zamandır gülmemiştim ve artık gülmenin nasıl bir şey olduğunu, hatta nasıl yapıldığını bile unutmuştum. Başımı hızla iki yana sallarken “Hayır!” dedim son derece kendimden emin bir ses tonuyla. “Hayır, ondan hoşlanmıyorum. Hiçbir zaman bu şekilde düşünmedim. Düşünmemde. Savaş farklı. Yani onun yanındayken kendimi daha iyi hissedebiliyorum. Bana kendime yaptığımı kısa bir süre olsa bile unutturabiliyor ve çektiğim acıyı az da olsa sindirebilmeme yardımcı oluyor. Onun yanındayken unutabiliyorum. Unuttuğumda da acı çekmiyorum.”

“Anladım.” Aslı Hanım yine defterine bir şeyler karaladıktan sonra yeniden bana döndü ve “Peki ya arkadaşların, ailen?” diye sordu.

Oturduğum deri koltukta biraz daha dikleşip hafifçe öne doğru eğildim ve dirseklerimi dizlerime dayadım. “Hala aynı. Dediğim gibi onlara bir şans verdim ama eskisi gibi değiliz artık.”

“Neden?”

“Aslında daha çok ben eskisi gibi değilim. Yani Beste aynı Beste, Berkay aynı Berkay, annem aynı annem ama ben aynı Azra değilim. Olamayacağım da. Kendimi kaybettim ve bulamıyorum. Kendimden beklenmedik şeyler yaptım. İlk kez alkol aldım. İlk kez sigara içtim. Ama bunları yaptığım için pişman değilim çünkü hiçbirini umursamadım.”

Ben konuşurken Aslı Hanım notunu alıyordu. Başını defterinden kaldırmadan yeniden konuştu. “Sonrasında pişman olacağın şeyler yapmanı istemem Azra. Seninde istemediğini biliyorum. Şu an Aras’a, ailene ve arkadaşlarına kızgınsın. Sırf onların sana yaşattıkları yüzünden asıl olduğun kişiden kopup başka birine dönüşürsen kendin olmayacaksın.”

“Zaten kendim değilim. Uzun zamandır değilim. O ve onun planlarını, aptal saçması oyununu öğrendiğimden beri kendim değilim ve artık olmak da istemiyorum.”

Aslı Hanım sırtını oturduğu koltuğunun arkasına yaslayıp kollarını göğüslerinde kavuşturduktan sonra “Pekâlâ.” diye mırıldandı. “Arkadaşın Savaş’a geri dönelim. Onun hakkında ne biliyorsun? Ya da o senin hakkında ne biliyor? Mesela bileğini kestiğinden, intihara kalkıştığından haberdar mı?”

“Hayır. Yani sanmıyorum. Onu ilk gördüğümde bir şeylerden bahsetmiştim ama bundan haberdar olduğunu zannetmiyorum. Onun hakkında ise çok şey bilmiyorum. Adı, nerede yaşadığı ve yaşı haricinde.”

“Onu tanımıyorsun ama yine de onunla zaman geçirmek istiyorsun çünkü Savaş sana bir şeyleri unutmanda yardımcı oluyor. Aras’ın açtığı yaranı iyileştirebiliyor, öyle mi?”

Başımı salladım. “Hayır.” dedim sessizce. “Yaramı iyileştirmiyor. Sadece onunlayken yarama ellerini koyuyor ve kanamamı durduruyor. Ama ondan ayrıldığımda yaram yeniden kanıyor. Aras aklıma her geldiğinde, ailemin benden sakladığı gerçeği her anımsadığımda. Ben iyileşemem Aslı Hanım. Benim için ümit yok.”

Duvarın üzerindeki saat 2’yi gösterdiğinde oturduğum koltuktan kalkıp önümdeki sehpada duran çantamı aldım ve omzuma astım. Aslı Hanım da benimle birlikte ayaklandığında bana nazikçe gülümsedi. “Ne bir dakika erken ne de bir dakika geç. Tam vaktinde gelip tam vaktinde ayrılıyorsun. Ama unutma ki ne zaman konuşmak istersen seninle konuşmak için burada olurum Azra. Bunu aklından hiç çıkarma olur mu?”

Başımı sallayıp teşekkür ettim ve Aslı Hanım’a sırtımı dönüp odanın kapısına doğru ilerledim. Kapının kulpunu tuttuğum anda “Azra?” diye seslendi. Yavaşça ona doğru döndüğümde ayakta durmaya devam ederek bana bakıyordu. “Herkes için ümit vardır. Kendini kaybettiğinden bahsediyorsun ama bu konuda sana inanmıyorum. Hala bir yerlerde benliğin varlığını koruyor ve sen kendini bulmak istediğinde nereye gideceğini de biliyorsun.” Gözlerimi hiç kırpmadan Aslı Hanım’a bakarken sertçe yutkundum. Bahsettiği kişinin Aras olduğunu anlamak çok da güç değildi. İçten içe bende bunun farkındaydım zaten. Ama ona hiçbir zaman gitmeyeceğim için hiçbir zaman asıl benliğimi de bulamayacaktım. Ben artık buydum. Hislerinin elinden alındığı, umursamaz, acı çeken biri.

Aslı Hanım’a bir şey demeden tuttuğum kapının kulpunu indirip aşağı doğru çektiğimde açtığım kapıdan geçerek kapıyı ardımdan yavaşça kapattım ve adımlarımın beni hastaneden uzaklaştırmasına izin verdim. Hastaneden çıktığımda karşılaştığım soğuk karşısında kollarımı birbirine dolayıp adımlarımı hızlandırdım.

Bir hafta. Koca bir hafta onunla birlikteydim. Bazen sanki ben yokmuşum gibi davranıyor olsa da onunla zaman geçirmek bana iyi geliyordu. Çoğunlukla ya Araf’ta oluyorduk ya da evinde. Artık arkadaşlarından birkaçını da tanıyordum. Hatta bir keresinde beni öpen o iğrenç adamla da karşılaşmıştım. Onu görmek bana o anı hatırlatıyordu. Dudaklarının tiksindirici tadını bazen hissedebiliyordum.

Zamanımın çoğunu Savaş’la geçirdiğim için Beste’yi, Berkay’ı ya da Doruk’u hiç görememiştim. Annemi bile zar zor görüyordum. Eve geç geliyor erken çıkıyordum. Babamla da sadece bir kez görüşmüştüm. Herkesi kendimden yavaşça soyutluyordum. Bana yaklaştıklarında ben onlardan uzaklaşıyordum. Artık uzattıkları ellerini görebilsem de o elleri tutmaktan korkuyordum.

Telefonumda gelen mesaj bildirim sesiyle durup düşüncelerimden sıyrıldığımda telefonumu çantamdan çıkarttım ve gelen mesajı açıp okudum.

Kimden: Psikatil.

Hala kıçıma kuyruk gibi takılmadın, zeki. Meraklanmaya başlıyorum. Neredesin?

Mesajında bile benimle alay ediyordu. Kuyruk gibi peşine takılmamışım. Onunla zorla takılmıyordum. Ona, onu görüp göremeyeceğimi sorduğumda görebileceğimi söylemişti. Eğer istemeseydi onu bir daha görmez, onunla konuşmaz ya da onun deyimiyle kıçına kuyruk olmazdım.

Kime: Psikatil.

Beni bu kadar çabuk özleyeceğini hiç zannetmezdim. Demek yokluğum o kadar belli oluyor. Yirmi dakika sonra oradayım.

Telefonumu avucumun içinde tutup yürümeye devam ettiğimde adımlarımı durağın olduğu caddeye doğru yönlendirdim. Durak buraya çok uzak sayılmazdı ve ben on dakikanın ardından durağa varmış, bir dolmuşa binmiştim. Beni Sümbül sokağa bırakacak dolmuşun en arka koltuklarından birine oturduğum anda telefonum avucumun içinde titredi.

Kimden: Psikatil.

Neredesin diye sordum!

Şu anda kaşlarını çatmış bir şekilde telefonunun ekranına baktığını hayal edebiliyordum. Sonundaki ünlem işareti öfkelendiğinin bir göstergesiydi.

Kime: Psikatil.

Beni özlediğini inkâr etmedin. Yoksa özledin mi?

Ona takılmak hoşuma gitmişti. Kaşlarının daha da çatıldığını hayal ettim. Gözaltlarının kızardığını ve dudaklarının ince bir çizgi halini aldıklarını.

Kimden: Psikatil.

Senin dilin fazla uzamış. Buraya geldiğinde saçlarını tek tek yolacağım, zeki. Yol yakınken dönsen iyi olur. Ya da saçlarına elveda de.

Ona yeniden bir cevap verebilirdim ama yapmayıp telefonumu pantolonumun cebine geri soktum. Sırtımı dolmuş koltuğunun arkasına iyice yaslayıp başımı cama dayadım. Görünürde şoför yoktu. Hatta dolmuşta benden başka tek bir kişi daha yoktu. Muhtemelen henüz beş dakika daha olmasına rağmen kimse binmemişti. Birazdan yavaş yavaş dolmuş dolmaya başlardı.

Önceden Sümbül’e hep taksi ile giderdim ama oraya giden bir dolmuşun olduğunu öğrendiğimde taksiye onca para harcamayı kesip dolmuşla gitmeye karar vermiştim. Taksiye göre biraz daha geç varıyor olsam da param cebimde kalıyordu. Aksi olsaydı bütün harçlığım yol parasına gidiyordu.

Yanımdaki boş koltuğa birinin oturduğunu hissettiğimde başımı yasladığım camdan çekip yummuş olduğum gözlerimi araladım ve yanımda oturanın kim olduğunu öğrenmek için hafifçe yana doğru döndüm. Onu gördüğümde gözlerim şaşkınlıkla kocaman açıldıklarında öfke de anında kollarıyla beni sıkıca sarmıştı. Hızla ayağa kalktığımda dolmuş şoförü koltuğuna yerleşip kapıyı kilitledi ve dolmuşunu harekete geçirdi. Bir şoföre bir de ona bakarken “Neler oluyor?” diye bağırdım. “Arabayı durdurun!” Şoför beni duymazdan gelip sürmeye devam ederken Aras’a döndüm ve onu omzundan geriye doğru ittim.

“Ne yaptığını sanıyorsun sen ya? Söyle durdursun arabasını. İnmek istiyorum!”

“Neden?” diye sordu Aras. Kömür karası gözleri doğrudan benimkilere bakarken kalbimin teklediğini hissettim. Bunun olmasından fazlasıyla nefret ediyordum. “Gideceğin yer Sümbül Sokak, değil mi? Bende oraya gidiyorum. Birlikte gitmemizin bir sakıncası yok.”

Gözlerim yeniden şaşkınlıkla açılırken dolmuşun aniden sağa doğru kayması nedeniyle dengemi kaybedip öne doğru düştüğümde kendimi Aras’ın kucağında bulmuştum. Yüzü ile yüzüm arasındaki yarım santim mesafeden dudaklarından çıkan sıcak nefesi benim dudaklarıma çarpıyordu. Gözleri bir an olsun gözlerimden ayrılmıyorlardı. Göğsümün hızla inip kalktığını hissettim. Onu bir haftadır hiç görmemiş, kokusunu hiç almamış, sesini hiç duymamıştım. Şimdi yanı başımdaki varlığı beni farklı hissettirirken ona bakmaya devam ettim. Aramızdaki kısacık mesafeyi kapatıp alnını alnıma dayadığında “Oraya gitme.” diye fısıldadı yalvarırmışçasına.

Aras’ın oraya gittiğimi nereden bildiği hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu. Merak etsem de ağzımı açıp herhangi bir şey söyleyemiyordum. Tek yaptığım avuçlarımın arasındaki ceketine sıkıca tutunmak ve gözlerinin içine bakmaktı. Kokusu beni sarmalarken ağlamamak için kendimi zor tuttum. Onun önünde ağlamak istemiyordum. Biliyordum ki benim her gözyaşımdan haz alıyor, mest oluyordu. Bana çektirdiği acıdan tatmin oluyordu. Göğsünde duran ellerimi göğsüne sıkıca bastırıp kendimi ondan uzaklaştırmak için bir hamle yaptığımda belimden sıkıca kavrayarak ondan uzaklaşmamı engelledi. Beni tutan ellerinin arasında kıvrandım ama her zaman olduğundan biraz daha güçlüydü. “Kime gittiğini biliyorum, Azra.”

“Nasıl?” diye fısıldadım. Sesimin tınısı beni şaşkına uğratmıştı. Yeniden bir kez daha bu sefer ses tonuma dikkat ederek konuştum. “Nereden biliyorsun?”

“Seni aradığım gün telefonunu açan o kişinin seninle salonun orada gördüğüm kişi olduğunu biliyordum ve bende onu buldum.” Aras’a inanamıyormuşçasına baktım. Belimde duran ellerini biraz daha sıkılaştırdığını hissettim. “Savaş Uluhan.” diye fısıldadı.

“Onu tanıyor musun?” Aras’ın Savaş’ı tanıdığına hala inanamıyordum. Onu nasıl bulduğu ve bulduğunda ne yaptığı hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu. Hala onun kucağındaydım ve beni bırakmamakta kararlı gibiydi. Yakınlığı düşünmemi engelliyordu. Beni her zaman olduğumdan daha güçsüz düşürerek elimde tuttuğum kayışlarımın tek tek benden koparılmasına neden oluyordu.

“Onu uyarmıştım. Seninle bir daha görüşmemesini söylemiştim ama bana onun değil de senin onunla görüşmek için geleceğini söylemişti. Haklıymış. Onunla görüşmek için gidiyorsun ve biliyorum ki bir haftadır da onunla birlikteydin.”

“Sen Savaş’la mı görüştün? Ne zaman?”

“Bunun bir önemi yok, Azra.” dedi Aras. Alnını alnıma bir kez daha bastırdığında bir süre hiç konuşmadan öylece durdu. Ardından burnunu burnuma sürttü. Bu beni bambaşka hissettirirken ve bütün hücrelerim onun adını yeniden haykırmaya başlarken ondan uzaklaşmaya çalıştım. “Yalvarırım ona gitme.”

Ses tonu karşısında hayrete düştüm. O kadar çaresiz çıkmıştı ki o anda ona dokunmak, yanağını elimin altında hissetmek, sıkıca sarılmak, kokusunu içime çekmek, yüzümü boynuna gömmek istedim ama bunların hiçbirini yapmadım. Yapmayacaktım da. Aras iyi bir oyuncuydu. Beni yeniden kandırmasına izin verecek kadar aptal değildim. “Yalvarman hiçbir şeyi değiştirmeyecek Aras. Sana seni asla affetmeyeceğimi söylemiştim. Daha ne kadar yeniden oyununa başlamak için çabalayacaksın bilmiyorum ama vazgeç.”

“Oyun falan yok. Yemin ederim, her şey bitti.”

“Evet, her şey bitti.” Aras’ın belimdeki ellerinin gevşemesinden fırsat bulup onu göğsünden ittiğimde kucağından kalkıp araba hareket halinde olmasına rağmen aldırmayıp ayakta durdum ve doğrudan gözlerinin içine baktım. “Her şey bitti, Aras. Sen artık yoksun. Hiç var olmamışsın gibi davranmaya çalışıyorum. Savaş bunu başarmamda bana yardımcı oluyor ve bilmeni isterim ki ben artık Savaş’la birlikteyim. Onunla mutluyum. Senin mutluluğumu yok etmene, yeniden benimle oynamana izin vermeyeceğim.”

“Yalan söylüyorsun!”

Başımı iki yana salladım. Sesimin elimden geldiğince duygularımı yansıtmamasına çalışıyordum. “Hayır, söylemiyorum. Seni çoktan unuttum bile. Senden geriye kalan tek şey bileğimdeki yara izim. Artık karşıma çıkmanı istemiyorum. Ben… ben Savaş’ı seviyorum.”

“Sana inanmıyorum.”

“İster inan ister inanma ama gerçek olan bu. Ne düşünüyordun ki? Hayatımın sonuna kadar seni seveceğimi mi? Benim için ilk olduğunu mu?” Daha ne kadar fazla rol yapabilirdim, ne kadar daha gözyaşlarımı tutabilirdim bilmiyorum ama yapmak zorundaydım. Ona karşı inandırıcı olmalıydım. “Benim için bittin, Aras. Artık sana karşı hiçbir şey hissetmiyorum. Seni sevmiyorum.”

Aras çenesini kasıyordu. Dişlerini birbirlerine geçirmişti ve gözlerine dolan yaşlardan bir türlü kendimi alamıyordum. Lanet olsun, bu kadar iyi rol yapmak zorunda mıydı? Ona biraz daha bakarsam söylediklerimi geri alacağımı, her şeyin yalan olduğunu haykıracağımı ve Savaş’ı sevmediğimi söyleyeceğimi biliyordum. Bu yüzden ona sırtımı döndüm ve şoföre doğru ilerleyip “Arabayı durdurun!” diye bağırdım. Şoför beni duymazdan gelmeye devam etti. Bir kez daha bağırdım. “Arabayı durdurun dedim size! Hemen.”

“Durdur arabayı.”

Aras’ın sesi güçlükle buraya kadar ulaştığında dolmuş şoförü frene basıp arabayı durdurduğunda kapıyı açtı. Hızla açılan kapıdan indikten sonra koşar adımlarla yürümeye başladım. Dolmuşun uzaklaşan sesini işitebiliyordum. Gözyaşlarım hiç durmadan gözlerimden aşağı boşalırlarken kollarımı kendime doladım. Sessizce gözyaşı döküyordum. Haykırmak istiyor, çığlık atmak istiyordum. Aras’ın gözyaşlarıyla çevrelenmiş olan kömür karası gözleri aklıma geldikçe deliriyordum sanki. Ondan nefret ediyordum. Bu kadar iyi bir oyuncu olmasından, hala bana acı çektirmek için uğraşmasından nefret ediyordum.

Pantolonumun cebine sokmuş olduğum telefonumu çıkartıp tuş kilidini açtım ve titreyen parmaklarıma aldırmadan hızlı bir şekilde mesajı yazdım.

Kime: Psikatil.

Seninle acilen konuşmam gerekiyor. Oraya gelemem. Yarım saat sonra bizim buradaki sahilde buluşalım. Lütfen.

#SORU#

Azra'nın yerinde olsaydınız Aras'ı affeder miydiniz? Yani Azra Aras'ı affetmeli mi? Affederse bu ne kadar zaman sürmeli? 

Bunları merak ediyorum. Aklımdaki kurguyu değiştireceğimden değil. Sadece öğrenmek istedim çünkü çoğunuz ne zaman barışacaklar falan diye soruyorsunuz. Kendinizi birkaç dakika boyunca Azra'nın yerine koyup düşünmenizi istiyorum. Tamam, Aras belki pişman olabilir ama yaptığı kolay affedilebilir bir şey değildi. Bunu göz önüne alarak sorularımı cevaplandırırsanız sevinirim. Yeni bölümde görüşmek üzere. Kocaman kocaman öpücükler. ♥

Continue Reading

You'll Also Like

2.8M 134K 53
" Ne oldu neden öyle bakıyorsun?" " Bekliyorum" " Neyi?" " Sana aşık olmayı, demiştin ya yedikten sonra dikkat et aşık olma diye" Dudaklarımı büzerek...
357K 12.7K 75
'' Neden geldin? '' Ses tonlarının bir ruhu var mıydı? Eğer varsa şuan benim ses tonumun ruhu alınmıştı. Donuk bakışlarında birkaç parıltı kol gezdi...
245K 17.7K 21
Çocukların resim defterine çizdikleri Güneş'in sarısında saçları, Bade'den aldığı yeşilleri, Savaş'tan aldığı kararlılığı ve dik kafalılığı... Kavin...
21.7K 1.8K 20
Şu toprağın altında benim cennetim yatarken Ecmel, söylesene ben nasıl nefes alırım, yokluğunda cehenneme dönen bu yeryüzünde? Senin bedeninin alamad...