Uçsuz Bucaksız (THB-2)

Od redndyellow

570K 42.3K 14.9K

Babasının ve annesinin yaşadığı aşkı sadece o döneme ait kılınmış, gerçeğe dönen bir masal gibi gören Rüzgar... Viac

TANITIM: "Emin Misin?"
•1.BÖLÜM•"Zihni Kirleten Tahribat Lekeleri"
•3.BÖLÜM• "Alışan İlk Bakışlar"
•4.BÖLÜM• "Kurtlar Sofrası: Korunmasız"
•5.BÖLÜM• "Zihinlerin Savaşı"
•6. BÖLÜM• "Acımasız Kral: Devran"
•7.BÖLÜM• "Komorebi"
•8.BÖLÜM• "Solmayan Gül & Gül Güzeli"
•9.BÖLÜM• "Umut Uçurtmaları & Ruh Ağaçları"
•10.BÖLÜM• "Sızmayan Acılar (Flashback)"
•11.BÖLÜM• "Savaşma ve Sevişme Sanatı"
•12.BÖLÜM• "Düş Perisinin Kırıkları"
•13.BÖLÜM• "Eva Çiçek: Kayıp Güzel"
|Delirmeye Çeyrek Kala|
•14.BÖLÜM• "REVA"
•15.BÖLÜM• "Fitili Ateşlemek"
•16.BÖLÜM• "Esrarengiz Kimlik"
•17.BÖLÜM• "Kumarbaz"
•18.BÖLÜM• "Gözaltı"
•19.BÖLÜM• "Takipçi Gölge"
•20.BÖLÜM• "Bir Buket Tehlike"
•21.BÖLÜM• "Şiirimsi Geceler..."
•22.BÖLÜM• : "Kayıplar"
•23.BÖLÜM• : "Sahip Olduklarımız..."
•24.BÖLÜM• : "Kıvılcım"
•EVA MI / REVA MI?•
•25.BÖLÜM• : "Parola: Maskeli Yüzler"
•26.BÖLÜM• : "Kırık Bir Kalp, Sancılı Bir Ruh"
•BÖLÜM SAYISI/KISA AÇIKLAMA•
•27.BÖLÜM• : "Ölü Bir Adam"
•28.BÖLÜM• : "Sığınak"
•29.BÖLÜM• : "Müttefik"
•30.BÖLÜM• : "Enkaz"
•31.BÖLÜM• "İyi Ki..."
•32.BÖLÜM• "Hoş geldin"
•33.BÖLÜM• "Devran Özel Harekat"
•34.BÖLÜM• "Özür Dilerim"
•35.BÖLÜM• "Sensiz olmaz."
•36.BÖLÜM• "Sarılma"
•37.BÖLÜM• "Kafes : James"
"38. Bölüm Alıntı"
•38.BÖLÜM• "Kıskanç"
"UÇSUZ BUCAKSIZ: VEDA"
•39.BÖLÜM• "İki Aşık"
•40.BÖLÜM• "Hatırlanmaya Değer"
•41.BÖLÜM• "Krallık: Tuvale Sıçrayan Hayatlar"
•42.BÖLÜM• "Aşk Badesi"
•43.BÖLÜM• "Kaçış"
•44.BÖLÜM• "Buz Prens&Gül Güzeli"
•44.BÖLÜM• EK PART (+18)
•45.BÖLÜM• "Rüzgarda Savrulan Gül"
🌹ÖZEL PART: "Lavinya.."🌹
•46.BÖLÜM• "Söz"
•47.BÖLÜM• "Milyon Yıldız Sonra"
•47.BÖLÜM• "Milyon Yıldız Sonra" TEKRAR

•2.BÖLÜM• "Günahsız"

13.4K 933 217
Od redndyellow

Bölüm Şarkısı: SIA- Elastic Heart

OKUDUĞUNUZ TARİHİ VE SAATİ BURAYA BIRAKINIZ. Ruh halinizle beraber. Keyifli okumalar güzelliklerim.

3.GÖZ/

2.BÖLÜM: "Günahsız"

Altın külçelerini andıran sapsarı, ince telli, gür saçlar, yastığın üzerine serilmişti. Çalar saatinin üzerine yerleştirdiği zarif, uzun parmaklarıyla, gözlerini açmadan pilini çıkardı.

-KAPAT LAN ŞU ALARMI!!" Bağırmasıyla uykuya aç gözleri hissetiği korkuyla beraber hızla açıldı. Yerinden doğrulduğu an odasının kapısı aniden açılıp, duvara çarpmıştı bile.

Kolunu tutan tombul, kıllı parmaklar acımasız, Eva'nın bir sabaha daha aynı uyanmasının habercisiydi. Adamın bileğindeki gümüş zincir, soğuğu sızdıran pencere camından giren güneş ışığıyla tehlikeli bir şekilde parladı. "KAÇ KERE SÖYLEMEM LAZIM O KUŞ BEYNİNE GİRMESİ İÇİN KALTAK!!!! ŞU SİKTİĞİMİN ALARMINI KAPATACAKSIN!!! DUYDUN MUUU??!"

-Ama okul..." diz kapağını sıkan elle yerinden kalkmayı bırak, nefes bile alamadığından cümlesini tamamlayamadı. Gözleri dolabilirdi, bu ilk canının yanması olsaydı, ama dolmadı.

Alışmıştı. Bu adamın tacizlerine, kendisini dövmesine...

-ANLADIN MI DEDİM GÜZELLİK?!!" Dişlerinin arasından tıslar gibi söylediği tehditvari ve manalı sözler, Eva'nın porselen tenine ahlaksızca çarptı.

-Anladım." Dedi titrek bir nefesi içine çekerken. "Bir daha yapmam." Yapacaktı, erken kalkmak için mecburdu. Yarın için dayak yiyecek olması kesinleşmişti bu yüzden.

-Güzel." Adamın saçlarını koklayacağını hissettiği an, geriye doğru yaslandı yatağında. Tam bu sırada annesi kapıda belirmişti.

-Rahat bırak onu, Halil." Adam, kuvvetli elini kızın bacağından çekti ve hızla odayı terk etti. Şimdi ağlayabilirdi işte. Annesi hiçbir şey yapmasa da en azından o anlamda, ileri gitmesine engel olabilmişti.

Artık katlanamadığını hissediyordu. Bir yerlerde kıyameti çoktan yazılıydı, ama bunu bilmezden gelesiye kadar oyunu oynamaya yemin etmişti.

Zaman geçtikçe gelişen güzelliği, üvey babasının da dikkatini çekiyordu. Bunun farkındaydı ama yapabileceği hiçbir şey yoktu Eva'nın. Yardım isteyebileceği hiçkimsesi yoktu.

Arkadaşı yoktu. Akrabası yoktu. Doğduğu zamandan beri babası bile yoktu!

Aslında arkadaş edinmeye yaklaşmıştı bir zamanlar. Ama olmamıştı. Ferit ismindeki genç, geçtiğimiz sene Eva'ya ilgisini açıkça belli etmişti. Evinin önüne her sabah bir not bırakıyordu. Okulda gözünü kızdan ayırmıyor, Eva'nın kendisinin farkında olması için elinden geleni ardına koymuyordu. Nitekim Halil de bunu öğrenmiş, genci kemiklerini kırarcasına dövmüştü. Eva'ya söylediği o cümle hala kızın zihninde bir leke gibi asılı kalmıştı.

"Sen bana aitsin, başka kimseye değil."

Yerinden kalkıp, bezden yapılma, fermuarlı giysi dolabına ilerledi ve demir çubuktaki askılardan birini çekerek uzun, gri bir kazağı gözler önüne serdi.

Okulda çok başarılı, geleceği parlak olan öğrenciler arasındaydı.

Veli toplantılarına hiçbir velisinin katılmaması, annesinin file çorapları ve bol tütün kokulu haliyle bardan çıkıp gelmesinden sonra, en iyisiydi. Öğretmenleri, Eva Çiçek'e acıyordu. Bunu hissettiği için gururundan hiçbirinden yardım istememişti genç kız.

Hem ne yapacaklardı ki? Ya da bir şey yapacaklar mıydı? Sanmıyordu.

İnsanların umursamaz olduğunu en başta annesi öğretmişti ona bu hayatta.

Annesinin bile sevmediği veyahut sevemediği zavallı benliğini kim kabullenebilirdi? Kim sevebilirdi ki onu? Kimse.

Cevapları acıtan soruları, kendine sormayı bıraktı ve eski püskü, kolunda Halil'in söndürdüğü sigara izlerini kapatacak kazağı sütyeninin üzerine geçirdi. Annesinin giydiği açık kıyafetlerin inadına, kapalı kıyafetleri seçiyordu Eva.

Annesi nasıl açık seçik gösteriyorsa barda çalışan kadın kimliğini, Eva da utançlarıyla o kadar örtünüyordu yediği dayakların izlerini kapatmak adına.

Saçlarını, dişleri yer yer kopmuş, ahşap bir tarakla tarayıp at kuyruğu yaptı. Gözaltları daha mor olmuştu düne nazaran. Az uyumuştu, annesini beklerken. Sadece 3 saat.

Siyah kot pantolonu üzerine geçirdi ve yün çoraplarını giyerek, odadan ayrıldı. Salona girmek bile istemediğinden askılıktaki montunu hızla üzerine geçirdi ve çantasını omzuna astı.

-Ben çıkıyorum." Dedi güçsüz, ince ses tonuyla. Annesi aniden yanında belirdi. Okula yolculamak için yapmadığı belliydi. Bu tarz şeyleri normal anneler yapardı, o değil.

-Al şunu." Dedi elindeki eski model telefonu Eva'nın eline tutuşturarak. Şaşırmıştı Eva. Telefonu yoktu ve annesi şimdi kendi telefonunu ona veriyordu. Şimdiden içinde beliren şüphe ve belirsizliğin getirdiği, son derece tanıdık duygu olan korku vücudunu örümcek ağı gibi sardı.

Gözlerini devirdi kadın. "Bakma öyle salak salak. Bugün yanında olsun, aradığımda aç. Bir yere gelmeni isteyeceğim. Geleceksin." Yanlarına gelen Halille gerildi Eva. Gözlerini kırpıştırırken, odağı annesiydi, o adam değil. Ama yine de o pis gülümsemesini yüzünde hayal edebiliyordu.

-Nereye? Neden?" Aldığı cevap tekrar bir göz devirme olunca pes etti her zamanki gibi. Annesini nasıl çok sevdiğini anlamazdı belki mahalledeki kimse, ama o tek kimsesiydi.

Kimsesizliğe kalan son adımı, annesi sayesinde atmıyordu. Ona da tutunamazsa hiç olacaktı. "Tamam anne. Gelirim." Dedi ve kapının kulbunu indirip, evden ayrıldı.

Okula doğru ezberlediği yolu yürümeye başladı köşedeki simitçiden aldığı simidiyle beraber. 30 dakikalık yürüme mesafesi sonucunda vardığı okul kapısından içeri girerken, gözü karşısından kendisine doğru yürüyen Ferit'e kaydı. Genç, sadece bir baş selamı verip yanından geçtiğinde gülümsedi.

Demek ki ondan nefret etmiyordu.

Suçlu olmadığını bildiğini, bilmek çok güzeldi. Okuldaki yaprakları süpüren hizmetliyle konuştu, bekçinin öğretmenlerin araçlarını park etmesi hakkında söylenmesini sabırla dinledi ve sınıfına doğru giden merdivenleri usul usul çıkmaya başladı.

Bu sırada koridorda duyduğu zil sesini başta garipsese de, kendisinden geldiğini anladı ve parmakları montunun cebindeki tuşlu telefonu kavradı. "Aç" yazılı kısma basarak aramayı cevaplarken, korkuyla kulağına götürdü aleti.

-Alo?" Cızırtılı bir sesten sonra duyduğu donuk, erkek sesi algılarını açarken, algıladığı cümle kafasının duvarlarında yankılandı.

-Alo...Annen. Hastanede. Kaza geçirdi. Durumu ağır..." kulakları uğuldamaya başladı.

Kelimeler zihninde döndü, döndü, döndü. Girdap haline geldi.

-Ne? Nerede? Hangi hastane?" Aldığı cevaplarla kafası otomatikman sallandı aşağı yukarı. Ama dizlerinin bağı çözülmüştü, çenesi titremeye başlamıştı bile.

Annesi... Hayattaki tek kimsesi. Kimsesizliğiyle arasındaki o küçük, umutlarını bağladığı tek engel, barikat.

Telefon kulağından uzaklaşıp, tekrar cebine girdi. Adımları geldiği yolu geri giderken, birine çarptı.

Geriye sendelerken çarptığı o kişiyi görmedi bile.

-Özür dilerim. Çok özür dilerim." Dedi görmezden gelinmek için her zaman oynadığı sessiz kişilik rolüne bürünürken. İlerledi hızlı adımlarla, titremesine engel olamadan.

Rüzgar, kendisine çarpan bu kızın kötü halini gördüğünde arkasından gidecekti gitmesine ama aynı saniyeler içinde kız arkadaşı Sude yanında bitmiş, kendisini çekiştirmeye başlamıştı.

Kızın yüz hatları, defterine çizmesini gerektirecek kadar akılda kalıcı olacaktı Rüzgar için o gün. Hatta hatırlayamadığı detaylar yüzünden kendine kızacaktı da...

Ama Eva, annesinin ölüm haberini aldığı o anda, çarptığı ve yüzüne bile bakmadığı o genci anımsamayacaktı.

-Elimizden geleni yaptık." Demişti kumral, erkek doktor Halil'e ve kendisine bakarak. "Üzgünüm..." Kaç kişiye daha bu sözleri söylediğini düşünemedi Eva, kaç kişinin daha yüreğinin böylesine yandığını, kaç insanın kimsesiz kaldığını şu hayatta, asla bilemeyecekti. Sadece kendisini biliyordu.

Dizleri üstüne, hastanenin o soğuk koridorlarından birinde çökerken, derinlerinden duyulan bir feryadın kalbinin tam ortasına saplanan acı kıymığıyla can alıcı bir hale geldiğini hissetti. Çenesi kilitlenmiş gibi kıpırtısız dururken, ağzı aralık kalmıştı. Gözyaşları gözlerinden, oluk oluk, sıcacık akmaya başladığında derin bir pişmanlık içinde kavrulduğunu hissetti.

Her. Hücresi. İlmek ilmek. Yanıyordu.

Acı, ateşte kızgın bir demir halini almış kalbini dövüyordu sanki.

Bir sigaranın her saniye daha da yanıp azalışı, bir alevin gittikçe kendini küle bırakışı gibi doğal bir olayla dünyadan yok olduğunu düşünüyordu.

Sabah evden çıkarken annesini öpmeli miydi?

Veda etmesi mi gerekirdi? Okula kendisiyle birlikte gelmesi için ısrar etmeli miydi? Ederdi etmesine, ama annesi gelmezdi ki! Elinden zamanı geriye alabilecek olsa bile, hiçbir şey gelmeyecek olmasına ağladı.

Bara giden o yolda, karşıdan gelen arabayı görememiş miydi? Neden görememişti ki?

Son nefesini verirken, Eva'yı, kızını düşünmüş müydü? Bunu istemek bencillik olur muydu genç kız için?

-Ağlama..." dedi omzunu kavrayan, samimiyetten uzak, sinsilik perdesiyle gizlenen iri elin, sahibi. "Geçecek yavrum... Geçecek." Eva, son kuvvetiyle ittirdi Halil'in elini.

-DOKUNMA!!!" Diye çığlık attı aniden. Boğazları yırtılmış olabilirdi. Doktorlar ve hemşireler onaylamaz, kibirli bakışlarını Eva'nın çıldırmış halinde ve yaşının üzerinde, eski kıyafetlerinde gezdirdi. "SAKIN BANA DOKUNMA, ONU SEN ÖLDÜRDÜN!!!! ALLAH BELANI VERSİN!!"

Sahte bir şaşkınlığı maske gibi yüzüne takındı Halil. Kel kafası florasanların altında parlıyor, şaşkın kahverengi hareleri Eva'nın üzerinde baba şefkatinden çok uzak bir şekilde geziniyordu.

-Araba çarptı. Kızım, Allah şahidim olsun ben bir şey yapmadım." Yüzüne okkalı bir tokadı yapıştırdı genç kız. Adamın kafası yana çevrilmişti.

Eh, bunun intikamını çok feci, çok değişik şekillerde alacaktı. Öyle umuyordu şimdiden...

-SUUSSS!! ALLAH'I ŞAHİT ETME SUUUUUSSS!!!" Eva çıldırmış gibi ağlamaya başlayıp, saçlarını çekiştirir ve koridorda kendini yere atarken sakinleştirici yapmaya gelen hemşirenin yanındaki doktora döndü adam. "Ah, iyi olacak mı? Karımdan sonra kızımı da kaybedemem."

-Şokta." Dedi doktor, adamın yaptığı role inanarak. Belki de inanmak, bulaşmamak isteyerek. "Merak etmeyin beyefendi. Kızınız iyi olacak." Gülümsedi Halil yalandan.

Sedyeyle taşınan Eva'da gezindi içindeki şeytanın ihtiraslı bakışları. Günahsız bir kızın kaderinde, tüm günahlarını işlemeye odaklıydı o bakışlar.

Annesizliğinin,kimsesizliğinin onu nasıl güçsüz kıldığını gördükçe ağzı sulandı. Annesini, o adamlara kumar oynayarak borçlandıran da oydu, araba çarpması olayıyla ödenen can borcu olayında parmağı olan da...

Güldü, hiçkimse görmeden kıs kıs.

Dünya'nın o gün bir yerinde daha adalet hiç sağlanamadı. Şeytan kıs kıs güldü. Melekler hüngür hüngür ağladı.

Bir yerinde daha masum bir günahsız, şeytanın pençeleri arasında sıkışıp kaldı.

Üç maymunu oynadı yine insanlar ve kendi başlarına gelmedikçe asla anlayamayacakları bu olayı görmezden gelmeye devam ettiler. İnsanlığın yine kıyameti geldi, kaçınılmaz sonu ise yine günahsızlar yaşadı.

Dünya'nın bir yerinde daha kız çocuğu kimsesiz kaldı ve yine kimse, onun kimsesi olmaya niyetli değildi.

*•*

Eva, derslerine odaklanmaya çalışırken, gözü, yatağının başlığına astığı fotoğrafa kaydı. Fotoğraf, sağ alt köşesinde, doğum tarihini taşıyordu.

Kendisi, sarılı olduğu beyaz çarşafın içinde etrafına gülücükler saçarken, annesi duygudan yoksun bakışlarını kameraya dikmiş, kollarını bebeğin minik bedenine sarmıştı. O zamanlar Halil yoktu. Fotoğrafı kim çekmişti, nasıl çekmişti bilmiyordu.

Bu fotoğrafı kendisi 6 yaşındayken teyzesinde kaldığı gün, teyzesinin albümünden çalmıştı. O sırada teyzesi, annesine bara gittiği için bir çocuğun yanında söylenmeyecek hakaretleri ağza alıyor, yaptığı işi yüzüne vuruyordu. Eva Çiçek, kulaklarını kapatmış, uzun bacaklı televizyon sehpasının yanındaki vitrinde albümü görmüştü.

Birazcık kurcalamış, gördüğü resmi elbisesinin minik cebine sokmuştu. Annesi, teyzesi bilmiyordu bu resmi aldığını. Şimdi, artık annesi olmadığına göre, yatağına asabilirdi. Parmakları fotoğrafta zamanla yer edinen çatlaklıklarda gezindi, gezindi...

-Keşke olsan..." dedi gözlerinden yaşlar akarken. "Keşke burada olsan anneciğim..." Elinde değildi. Annesinden nefret edemiyordu bir türlü!

Babasından bahsettiği zaman yediği tokatlara ve sonrasında kendisinden dilenen telafi amaçlı kıytırık özürden uzak sözlere rağmen, Halil onu döverken seyirci kalmasına rağmen... Annesini sevmeyi bırakamıyordu.

Bazen insanın hayatında pürüzler olurdu. Ama insan, o pürüzlerden vazgeçemezdi, geçemezdi işte. Günün birinde pürüzsüz bir hayatı olacaksa bile, o pürüzleri hep anımsayacaktı. Annesini unutmak, ondan nefret etmek, pürüzleri gidermeye giden yolda gizliydi.

Eva, pürüzünü sevmişti, Eva, annesini, o kendisini sevmemesine rağmen sevmişti.

Sevilmeden, çok sevmişti. Şimdi kaybını düşündükçe delirecek gibi oluyor, nefessiz kalıyordu.

Ne acı! Bir kişi bile baş sağlığına gelmemişti. Halil'in korkusundan, kimse kıza selam bile vermiyordu. Sahi, adamı uzun zamandır görmemesi hayatındaki tek iyi şeydi. Birkaç kere gelmişti eve,sabah vakitleri. Yüzü gözü kan içindeydi hatta. Dayak yemişti, sarhoştu. Eva Çiçek aldırmamıştı ona. Zaten Halil de genç kızla uğraşmamıştı nedense.

Helva bile kavuramamıştı annesine genç kız, bir işte çalışıp harçlığını çıkartana kadar. Dağıttığı helvayı sevmişler miydi acaba komşuları? İnşallah bir fatiha okuyacak kadar sevmişlerdir, diye içinden geçirmişti Eva.

Annesinin cennete gitmesi için dua ediyordu ama sadece kendi duası işe yarar mıydı bilmiyordu. Hakkı varsa eğer, ki vardı, helal etmişti bile.

Kapı, aniden açıldığında yerinden sıçradı. Nasıl unuturdu kilitlemeyi? Alışmıştı adamın zavallı varlığının yokluğundaki rahata. Gözleri iri iri açılır, gecede bir çift zümrüt taşı gibi parlarken Halil gülmeye başladı.

-Noldu? Hayalet görmüş gibisin yavrum?" Eva, korktuğunu belli etmemeye çalıştı. Ama derisinin altında, damarlarında akan sıcak, nabzını arttıran hissi hayatı boyunca hep tatmıştı.

Korku.

Kimsesizdi şimdi. Annesi engel olamazdı. Boğazındaki düğümü yok saymaya çalıştı.

-Ne istiyorsan söyle. Sonra, defol." Sarı dişlerini gösteren bir kahkahayı göbeğini hoplatırken attı Halil.

-Ne istediğimi biliyorsun küçük beyinsiz. Birkaç aydır, görüşemedik. Malum, yastasın diye karışmadım." Gözlerini Eva'nın kazağından açıkta kalan köprücük kemiklerinde, beyaz kuğu gibi boynunda aç bir şekilde gezdirdi. Dili, dudaklarının üzerinde gezinirken, sakalını sıvazladı eliyle. "Seni.. Seni istiyorum."

Kanı hızlı hızlı pompalanmaya başladı. Her an deli gibi ağlayıp, kriz geçirebilirdi. Karşısındaki adam kendisine dokunacağına, ölmeyi yeğlerdi. Parmakları uyuştu, uzuvları titredi. Korkuyordu. Çok, çok fazla korkuyordu.

6-7 yaşındaki canavarlardan korkan yaşıtları gibi hiç değildi ya da 6-7 yaşındayken dayak yiyen kendisi gibi bile değildi, bu sefer...

-Lütfen yapma Halil ağabey..." dedi yaşlar gözlerinden akarken. Bir adım geri gitmişti adam üzerine yürüyünce. "N'olursun yapma, annem seni severdi. Bana yapma bunu..." Elini uzatıp, kızın yanağındaki yaşları sildi Halil sahte bir üzüntülü ifadeyle.

-Şşşşt, ağlama bakayım... Acıtmayacağım canını, dikkatli olacağım." Eva, daha da içli ağlamaya başladı. Aslanın ağzındaki, ceylan gibiydi. Çoktan yakalanmıştı, nasıl kurtulacaktı ki? Çelimsiz bir kızdı yaşıtlarına kıyasla, uzun boyunun hiçbir faydası olmazdı kilosu bu kadarken...

Halil, incecik belinden sıkıca tuttuğunda hıçkırıp, göğsüne koyduğu ellerle onu ittirmeye çalıştı. Adamın, saçlarında gezinen dudaklarından, iğreniyordu. Vücudunda gezinen ellerinden iğreniyordu. Gözüne, annesiyle ilk ve tek fotoğrafı ilişti önce. Sonra da masasındaki kalem. Adamın eline sapladı ve anlık acı, onu üzerinden atmasına yardım etti.

Hızla kapıya koştu ama kilitliydi. Adamın varlığını hemen ensesinde hissedebiliyordu.

Adımları iki adım ötesindeki mutfağa yöneldi can havliyle.

-Uzak dur!!!" Diye bağırdı tüm gücüyle. Eli, lavaboda duran büyük ekmek bıçağını kavramıştı. Saçları tel tel çıkmış, gözleri kıpkırmızı olmuştu.

Yaşıtları ne yapıyordu acaba?

Belki ders çalışıyorlardı.

Belki annesiyle en sevdikleri diziyi izliyorlardı.

Belki de sevgilisiyle sinemaya gidiyorlardı.

Üvey babalarının kendilerine saldırmasını engellemiyorlardı. O Eva'nın yaşadığıydı. Eva'nın kaderiydi.

Eva, sadece yalnız kalmak istemişti. Yasını, yalnız tutmak...

-Uzun zaman oldu... Böyle mi karşılıyorsun beni orospu?!" Dedi kıza alaylı gözlerle bakarken. "Ne o? Beni mi bıçaklayacaksın şimdi?" Bir adım atmıştı ki, Eva, bıçağı hatırlatmak ister gibi kaldırdı.

-Bir daha uyarmam..." Halil, bu uyarıyı hiçe sayarak, arzusuyla hareket etti ve kızın üzerine atıldı ama Eva o bıçağı ona saplamıştı.

20.52

Bir kız çocuğunun ellerinin kana bulandığı an.

Kan. Mutfak. Bıçak. Üvey babası.

Üzerinden attığı, karnında, kendisinin saniyeler önce sapladığı bıçakla uzanan Halil. Yavaşça kapanan gözler...

Kana bulanan elleri, dehşetle dudaklarına gitti. Kokusunu duyumsuyordu.

Midesi düğüm düğüm oldu. Katil miydi?

O an yaşıtları ne yapıyordu demiştik? Unutun, katil değillerdi. Mecbur bırakılmamışlardı buna.

Gözü, kenardaki telefona ilişti. Parmakları kendinden bağımsız tuşladı rakamları.

-A..Alo... Ben, ben onu bıçakladım." İlk panik örtülü kelimeleri bunlar oldu.

Bir genç kız o gün katil olmanın eşiğinden döndü, ama Halil Vurgun o kızın umutlarının katili olmaktan vazgeçmemeye kararlıydı. Eva katil olamayacak kadar saftı, ancak kurban olabilirdi, bu da şeytanın en büyük avantajıydı.

•*•
Bıçaklanmasına rağmen Halil'in şikayetçi olmaması, Eva'nın kafasını karıştırmıştı. Oysa duyacağı tehditlere, suçunun bedelini ödemeye hazırdı.

Ne garipti hayat. Çoğu zaman bedeli, suçlulara değil masumlara ödetiyordu. En büyük günahı, ödetenler işliyordu. Kraldan çok kralcılar olduğu gibi, katilden çok katilciler kirli günahkarlardı. Suçu işleyen ve ona göz yumanlar... Nasıl da yaraşırdı cehenneme.

Okula giderken karşısına çıkan 2-3 adamla geriledi. Her sabah geçtiği yolda bir sıkıntı vardı. Topukları üzerinde dönüp, kestirmeden gidecekti ki kolunu kavradı adam.

-Bırak, yoksa çığlık atarım!" Dedi sarı kaşlarını, sert yüz ifadesi yapabilirmiş gibi çatarak. Oysa o yemyeşil gözleri ve sarışınlığıyla, sadece şirindi. Asla korkunç değil.

-Halil senin paranı ödedi annenle aynı kaderi paylaşmaman için." Sözcükler, acımasız bir dilden çıkıp, yılan gibi kıvrılarak beynine sızarken çatık kaşları usulca indi. "Ama Cevdet Ağa'ya kat kat fazla paraya satmış seni. Eğer gelin gitmek yerine, daha eğlenceli bir şeyler istersen... Annenin çalıştığı yeri biliyorsun bebek." Kolunu tutan ele iğrenerek baktı Eva.

Kolunu nihayet bırakan adamın yanındaki diğer adam, kafasıyla gitmeleri için işaret yaptı ve beraber ayrıldılar oradan.

Eva, okula yürüdü. Adamın söylediklerini düşündü. Annenle aynı kaderi paylaşmaman için, demişti.

Aynı kader.

Kader.

Ölüm. Dizleri titremeye başladı. Algıları açıldı.

Annesini o adamlar öldürmüştü. Halil'in tanıştırdığı adamlar, kendisi için para ödediği... Annesi borç uğruna mı ölmüştü yani?

Bilseydi, çok çalışırdı.

Gece gündüz demeden çalışırdı. Yine zamanı geriye alsa hiçbir şey yapamayacağını fark ettiği anlardan birindeydi.

İşe yaramazın tekiydi. Annesi ölmemiş, öldürülmüştü ve intikam bile alamayacak kadar güçsüzdü. Okula bir an önce girip, tuvalete koşmayı istedi ama bekleyemeden ağlamaya başladı. Adımları beceriksiz, bir bebeğin ilk adımları kadar tecrübesizdi.

İçi acıyordu. Çok acıyordu.

Annesi, tek kimsesi, öldürülmüştü. Halil'in kendisini satmasını bile düşünemeyecek kadar yitirmişti yetisini.

-Önüne baksana!" Diye bağırdı çarptığı kız. Kızıla boyalı saçlarını atıp, gözlerini kısarak Eva'yı inceledi Sude. "Niye ağlıyorsun?" Cevap vermeyince, omuz silkip ilerledi. Eva, bulanık gözleriyle kızlar tuvaletini ararken önüne geçen iri bedenle gözlerini yukarı çevirdi.

-Sen iyi misin?" Adam, kızı yaşındaki Eva'ya şefkatle dikti bakışlarını. "Ağlamışsın kızım... Al bakalım." Kendisine uzatılan işlemeli mendile, uzaylı görmüş gibi bakışlarını atarken kızardı.

-Şey, yok... Ben çok teşekkür ederim ama... Gerek yok." Elini kavrayan el, son derece babayani ve sıcacıktı.

-Al şunu, sakın ağlama." Avucuna bıraktı işlemeli mendili. "Güçsüz kadınlardan nefret ederim, benim de senin gibi bir kızım var. Ağlamak yerine, çok konuşmayı tercih ediyor." Gülümsedi Eva. Karşısındaki insana kabalık edemezdi.

-Sağ olun efendim. Geri vereceğim mutlaka." Keyifli bir kahkaha attı adam.

-Tabii vereceksin. Bir daha ağlamayacağına emin olmamız lazım, küçük hanım. Efendim değil ayrıca, Savaş amca demen yeterli. Ağabey de olur tabii. Şimdi izninle, kavga çıkaran yeğenimi temsilen burada bulunuyorum." Eva'nın şaşkınlıkla kalkan kaşlarını görünce, güldü Savaş Devran. "İsmi Rüzgar. Rüzgar Devran. Sessiz durduğuna bakma, genetik faktörler... Kendine iyi bak Eva, bir de siz kadınlar, bir zahmet ağlamayın."

Takım elbisesiyle birleşen fiyakalı ayakkabılarıyla, kendinden emin, iri cüsessiyle geçip gitti.

Ne kadar uzundu!

Mahallesindeki en uzun kişi bildiği kadarıyla Ediz denen okuldan bir çocuk, bir de kendisiydi. Ama bu adam ikisinden de uzundu.

Mendildeki "S. Devran" işlemesine buruk bir tebessümle baktı ve gözyaşlarını ipek mendille nazikçe siliverdi. Dünyasının bir yerinde kendisine dokunmaya çalışan kirli eller barınırken, bir de ipek uzatılan şefkatli eller vardı.

Bir an için, o adamın, yaşıtı olduğu kızı olmayı çok istedi. Çok çok fazla istedi. Ama bu onun edinebileceği türden bir şans değildi. Bu yüzden mendille yetindi ve burnunu çeke çeke kızlar tuvaletine adımladı.

Disipline gidecekken, koridorda çoktan dersin başlamasına rağmen kırmızı gözlerle duran, ağlamış kızı uzaktan izledi Rüzgar.

-Günahsız..." dedi neredeyse fısıltıyla. "Günahsız olduğu için bu kadar çok ağlıyor." Sonrasında ensesinden bir el, Savaş Devran'a ait, onu müdürün odasına çekti ve transtan çıktı.

Ve yine bahsettiğimiz kirli dünyanın, temiz kalmış yerlerinde ve zamanında bir adam, küçük bir masumun gözyaşlarını sildi, kirlerinden arındırdı. Hiçbir kan lekesi, onu günahkar yapamazdı elleri gözyaşlarıyla yıkandığı müddet...

🌹

Bölüm Sonu😘😘😘 Hatam varsa belirtiniz.

Dayanamadım yazdım. Ufak ufak giriş yapıyoruz. Deli gibi Rüzgar yazmak istiyorum, ama siz birikene kadar ben kendimi tutmak zorundayım sanırım.

Yıldız, yorum, mesaj size kalmış. Bir sonraki kelime ordumda, Buradan bölümün Aden olduğunu anlıyoruz(😂) , yeniden görüşmek üzere.

Kendinize çok çok iyi bakın. Aşkla kalın.

Sevin,sevilin.❤️❤️❤️

Pokračovať v čítaní

You'll Also Like

667K 1.2K 2
Bir genç kız! Yaşam ile ölüm arasında ki ince çizgiyi aşan dedesi.. En sevdiğini kaybedince yaşayabilirmi insan? Peki ya yaşarsa yaptığı hataların be...
2.8K 302 32
"Deren." Neydi yapmak istediğim? Kaçmak veya yüzleşmek. Kaçmak için biraz geç kalmıştım. Kaçamıyorsan o zaman yüzleşecektim. Yanına doğru yürüyüp, de...
3.3M 123K 39
İhanetin gölgesinde soluklanan bir hikâye.
1.4M 60.5K 41
Gavina MacDougal güzelliği ve asiliği ile efsaneleşmiş asil bir İskoç leydisiydi. Tehlikeliydi, cesurdu ve en önemlisi mücadele etmekten asla vazgeçm...