KİRALIK CEHENNEM

Autorstwa cerennmelek

3.9M 234K 129K

Aksiyon 1. sıra 30.09.2017 Yalnızdı. İlk doğduğu andan itibaren, emeklemeye başlarken, ilk harflerini söyler... Więcej

1.Bölüm: YABANCI
2.Bölüm: TEKLİF
3.Bölüm: ILGAR
4.Bölüm: YEDİ TEPELİ ŞEHİR
6.Bölüm: EĞİTİM
7.Bölüm: SAVAŞ ÇANLARI
8.Bölüm: İLK İŞ
9.Bölüm: BAŞLANGIÇ
10.Bölüm: DAVET
11.Bölüm: VANİLYA
12.Bölüm: GEÇMEMİŞ
13.Bölüm: ANNE
14.Bölüm: YENİ YAŞ
15.BÖLÜM: ÖFKE
16.Bölüm: HARABE
17. Bölüm: SERGİ
18.Bölüm: UNUTMAK VE UYUŞMAK
19. Bölüm: RUHTAKİ İZLER
20. Bölüm: BİR ADAM BİNLERCE HAYAL
21. Bölüm: İLKLER
22.Bölüm: GÜVEN
23.Bölüm: BOYNUZ KULAĞI GEÇER
24.Bölüm: Cennet Ve Cehennem
25.Bölüm: YAŞAM OYUNU
26.Bölüm: SON PİŞMANLIK
27. Bölüm: İNTİHAR
28.Bölüm: TUTKUYLA HARMANLANMIŞ BEDENLER
29.Bölüm: VURGUN
30.Bölüm: ALEDA
31.Bölüm: KATİL
32.Bölüm: ILGAR HARİKALAR DİYARI
33.Bölüm: AYRILIK
34.Bölüm: TALİHSİZLİKLER SERÜVENİ
35.Bölüm: TANRININ UNUTTUĞU YER
36.Bölüm: İKİLEM
37.Bölüm: BİLİNMEZLİKLER TEKNESİ
38.Bölüm: İHANET
39.Bölüm: MERAK
40.Bölüm: RUH KATİLLERİ
41.Bölüm: SATILIK CENNET
42.Bölüm: İNTİKAM ATEŞİ
43.Bölüm: ŞEYTAN VE İBLİSLERİ
44.Bölüm: KIR ZİNCİRLERİNİ
45.Bölüm: SON PLAN
46.Bölüm: VAHŞİ
47.Bölüm: BOYNUZ KULAĞI GEÇTİ
48.Bölüm: KÖRDÜĞÜM
49. Bölüm: ÇIPLAK RUHLAR
50.Bölüm: SONUN BAŞLANGICI
51.Bölüm: YARA
52.Bölüm: FİNAL
Teşekkür
Özel Bölüm
ÖZEL BÖLÜM: ADALET BEKÇİLERİ
2.Kitap: ADALET BEKÇİLERİ
2. Kitap Yayında!

5.Bölüm: KİMSESİZ

81.9K 5.1K 3.3K
Autorstwa cerennmelek

Fleurie - Breathe

Evgeny Grinko - Valse





Yüksek binalar, trafik ve kalabalığıyla İstanbul'daydım. Tanımadığım daha önce hiç görmediğim bambaşka bir şehirdeydim. Trafikten çıktığımızda hızla giden yolu seyrettim.

"İstanbul nasıl bir şehir?" Dedim şu an İstanbul'da olmama rağmen. Demir yoldan gözlerini ayırdı ve çok kısa bir an yüzüme bakıp tekrar yola döndü.

"Bambaşka bir şehir İstanbul. Bazıları için başlangıçtır bazıları için ise bitiş. Öyle bir şehirdir ki kalabalığını sevmezsin, uzaklaşmak istersin bazen ama bazen de buradan başka hiçbir yerde yaşamayacağını düşünürsün. Farklıdır İstanbul'un kokusu." Sadece bakışlarından bile bu şehrin onda yerinin büyük olduğunu görebilmek mümkündü.

"Peki bu senin başlangıcın mı yoksa bitişin mi?" Gür siyah kirpiklerinin ardındaki gözleri kırpıştırdı. Ela rengiydi gözleri. Yutkundu. Hüzün geçti gözlerinden, aklına canını yakacak bir şeyler gelmişti sanki. Onun bakışları da yaralıydı.

"Ben bu şehirde çok bittim Efsa." Dedi yorgunlukla ve derin bir nefes çekti ciğerlerine. "Ama bu başlangıç Efsa. Son kez bitmek için başlıyorum." Ne yaşadığını merak ettim. Gözlerindeki hüznün sebebini merak ettim. Yaralıydı bakışları ama çok geçmeden kayboldu o bakışlar. Duygularını gizlemeyi iyi bilen bir adamdı Demir.

Camdan yola bakmaya devam ettim. Bunu yaptığıma inanamıyordum. Tanımadığım insanlarla hiç bilmediğim bir şehirde olduğuma inanamıyordum. Başımı koltuğa yasladım ve her an yağmur yağacakmış gibi duran bulutlara baktım. Sanırım benim hikayem şimdi başlıyordu.











Sadece dizilerde gördüğüm evlere benzer kocam bir evin önünde durmuştuk. Hayır, bu ev değildi. Boğazın hemen bitişiğinde olan kocaman bir yalıydı. Gözlerimin irileşmesine engel olamadım. Bundan sonra burada mı yaşayacaktım?

Yalının çift taraflı büyük kapısı orta yaşlarında bir adam tarafından açıldı. Demir arabayı yalının bahçesine soktu. Yüz ifademe bakarak güldü ve arabayı durdurdu. O arabadan inerken bende hızla indim arabadan.

Büyük bahçeden gözlerimi gezdirdim. Kocaman ağaçlar ve mevsimden dolayı solmuş çiçekler vardı ama çimenler hala canlıydı. Burasının yazın ne kadar göz alıcı olacağını düşündüm. Yemyeşil ağaçlar ve renkli çiçeklerle muhteşem görünüyor olmalılardı.

Demir elindeki anahtarı az önce bize kapıyı açan adama uzattı.

"Tatiliniz nasıldı Demir Bey?" Demir adama sıcak bir şekilde gülümsedi.

"Oldukça iyiydi. Sen ne yaptın biz yokken bir yaramazlık olmadı değil mi?" Dedi sıcak bir şekilde.

"Hayır Demir Bey her şey yolundaydı." Bir korno sesi yükseldi bahçede. Bu Ilgar'ın arabasıydı ve Karan sürüyordu. Az önce bize kapıyı açan adam bu sefer onlara kapıyı açtı. Demir'in arabasının hemen arkasına park ettiler. Çok geçmeden hepsi birden indi arabadan. Çağkan ve Aleda arka koltuktan inmişlerdi. Çağkan yorgunlukla vücudunu esnetti. Gözleri kırmızıydı, sanırım arabada uyumuştu.

Ilgar'ın siyah kazağının altındaki beyaz sargı boynuna kadar uzandığı için dikkat çekiyordu. Canı acıyor olmalıydı, kurşun yarasıydı sonuçta.

"Ilgar Bey bir şeyiniz mi var?" Diye sormuştu bize kapıyı açan adam endişeyle Ilgar'ın omzuna bakarak.

"Yok Mehmet amca önemli bir şey değil. Asıl kızın nasıl oldu onu söyle." Şaşırmıştım. Ilgar'ı ilk defa bu kadar samimi konuşurken görüyordum. O hep buzdolabı gibiydi ama bu adama karşı oldukça sıcak görünmüştü. Demek buzdolabı ifadesi sadece bana özeldi. Mehmet amca kafasını yere eğdi.

"İnşallah iyi olacak." Demir Mehmet amcaya yakınlaştı.

"Kontrolleri aksatmıyor değil mi?" Dedi Ilgar ilgiyle. Demir'de döndü onlara.

"Doktorla konuştum kemoterapi işe yarıyor, iyi olacak." Dedi adama destek vermek istercesine. Aleda yanıma yaklaştı ve bana sokuldu. Yorgun görünüyordu, bende yorgundum. Bu hayatım boyunca yaptığım en uzun yolculuktu.

"İyi ki varsınız Demir Bey, siz olmasanız ne yapardım bilmiyorum. Allah razı olsun sizden." 


Sert bir rüzgar esince Aleda kolumdan tutarak beni yalıya doğru çekiştirmeye başladı. Kafasını omzuma yasladı, kasılmama engel olamadım. İnsanlarla yakın olmaya pek alışık değildim. Dün gece onunla birlikte uyuduğumuz aklıma geldi ve saçma soğukluğu üzerimden atmaya çalıştım. Kafası omzuma yaslıyken aynı anda konuşmaya başladı.

"Mehmet amcanın beş yaşında ki kızı lösemi." Dedi hüzünle. Yutkundum. Dünya böyleydi işte, adaletsizdi.

"Çok kötü bir şey olmalı." Dedim fısıltıyla. Onayladı beni kafasını sallayarak.

"Çok kötü, küçücük bedeninin yemediği iğne, dökülmediği saçı kalmadı." Zordu babası için, annesi için ve en önemlisi de küçücük bir kız çocuğu için. Umarım iyileşirdi.

Çağkan önümüze geçerek koca yalının çift taraflı kapısını elindeki anahtarla açtı. Çağkan'ın arkasından bizde girdik içeri. Çağkan iki kolunu havaya doğru açtı.

"Evim, evim güzel evim." Diyerek güldü. Buraya ev demeye bin şahit gerekti. Bir saray gibiydi. Evin içinde her şey o kadar güzel dekore edilmişti ki insanın nefesini kesmesine neden oluyordu. Hem gösterişli hem de moderndi evin içi. Yaşadığım yurdun sanırsam iki üç katı ederdi belki de daha fazla. Bu gösteriş çok fazlaydı.

Demir yanımıza geldiğinde çeneme işaret parmağıyla vurdu ve ağzımın kapanmasını sağladı.

"Sinek kaçacak." Dedi samimi bir tavırla gülerken. Ben ise hala şoktan çıkmaya çalışıyordum. Demir'in hemen yanında Ilgar duruyordu onun da bakışları benim üzerimdeydi.

"Bu çok fazla değil mi? Topu topu kaç kişisiniz ki burada bir ordu insan yaşar."

"Neden sorgulamak yerine tadını çıkarmayı denemiyorsun?" Diye sordu Demir gülerek ama benim ciddiyetimin o da farkındaydı.

"Bu olanlar çok fazla Demir." Dedim dürüstçe. Ilgar da dikkatle bizi izliyordu diğer herkes gibi. "Kirli yoldan para kazananları dolandırdığını söylüyorsun." Kollarımı iki yana açarak yalıyı gösterdim. "Peki burası ne? Hiç kirli para yok mu bu evde, bu gösterişte?" Ciddileşti Demir.

"Şu an sana ne söylesem boş gelecek Efsa. Söylediklerime inanman için bana güvenmen gerekir ve görüyorum ki biz daha bu güveni kazanamadık. Seni suçlamıyorum birden girdik hayatın ve tüm düzenini bozduk. Ama sen bunları bilerek geldin Efsa." Dedi sakince. Haklıydı bilerek gelmiştim. İçimde bir huzursuzluk vardı. Belki de bu huzursuzluk hayatımı tamamen değiştirmenin huzursuzluğuydu. Derin bir nefes aldım ve omuzlarım çöktü. Ben ne yapmıştım, ben burada ne arıyordum?

Derin bana birkaç adım yaklaştı ve tam karşımda durdu.

"Hiç bilmediğin bir şehirdesin, hiç bilmediğin bir şeyin parçası oldun. Korkuyorsun ve korkmakta haklısın da ama alışacaksın Efsa." Dedi sakinleştirici bir tınıda. Gözleri yumuşak bakıyordu. Bu adamda kesinlikle insanları sakinleştirmeye yönelik bir güç vardı. Ses tonuyla bile insana güven aşılayabiliyordu. "Yorgunsun, odana çık ve dinlen. Yarın kendine gelmiş olursun, aklını kurcalayan ne varsa sorarsın, seni huzursuz eden ne varsa söylersin. Sorularına cevap veririm, huzursuzluğunun nedenini çözmeye çalışırım. Olur mu?" Küçük uslu bir çocuk gibi kafamı aşağı yukarı sallayarak onayladım onu. Gülümsedi yine sıcak bir şekilde, sakinleştirme amaçlı. Gerginliğimin farkındaydı. "Boş odalardan istediğin birini al ve sıcak bir duşun keyfini çıkar. Aleda sana odanı gösterir. Gece uyuyamazsan Aleda'nın yanına gidebilirsin ya da benim yanıma gelebilirsin. Olur değil mi Aleda?" Diyerek Aleda'ya baktı Demir.

"Olur tabi." Dedi Aleda ama onu bu gecede rahatsız etmek istemiyordum. Şu korkumu yenmeliydim. Ilgar daha fazla bize bakmayı kesti ve sağlam olan koluyla tuttuğu valizle büyük merdivenlerden yukarı çıktı.

"Gel Efsa odanı göstereyim." Dedi Aleda yine yakınlaşarak. Birlikte Ilgar'ın ardından merdivenlerden çıkmaya başladık.

"Demir sabırlı bir insandır Efsa. Değişik stratejileri vardır. Eğer senin yerinde başka biri olsa bu kadar sabırlı olmazdı sanırım. Sende ne var bilmiyorum ama sana karşı çok ılımlı. Seni bu gruba almak için çok çaba sarf etti. Bizim yaptığımız iş belki de çok güzel değil, belki de tehlikeli ama bu sadece bir iş değil Efsa bu bir yaşam tarzı. Kötü zenginlerden alıp, fakirlere dağıtmak bizim devrimimiz, ilkemiz. Dünya adaletsiz Efsa ve biz kendi adaletimizi oluşturuyoruz. Artık sende bunun bir parçasısın." Bir odanın önünde durmuştuk konuşması bittiğinde. Bana baktı ve yorgunluğumu görünce konuyu değiştirdi. "Bu oda boş odalarda en güzel ve geniş olanı ama beğenmezsen başka odalara da bakabilirsin. İstediğini seç." Diyerek odanın kapısın açtı. Oda tam da bu yalıdan beklenebileceği gibi büyüktü ama salonun aksine bu oda gösterişli değildi. Siyah beyaz döşenmişti ve ben bunu sevmiştim. Oda tam boğaza bakıyordu. Işıl ışıl parlıyordu boğaz.

"Burası çok güzel." Dedim Aleda'ya bakarak.

"İstediğin gibi dekore edebilirsin." Dedi yorgunlukla. Pek iyi görünmüyordu.

"İyi misin Aleda?" Dudaklarından bir hıçkırık kaçtı ve hemen ağzını sıkı sıkı kapattı daha fazla ağlaması duyulmasın diye. Odanın kapısını kapattım ve Aleda'nın koluna dokundum. Böyle bir durumda ne yapılması gerektiğini hiç bilmiyordum. "Sorun ne Aleda?" Ağlaması devam ederken sarıldı bana, aynı o günkü gibi. Bende sarıldım ona. Ağlaması beni de üzmüştü. Arkadaşlık bu muydu? Biri üzülürse diğeri ondan daha çok mu üzülüyordu?

"Ona gidecek Efsa." Dedi tekrar hıçkırırken. "Arabada gelirken o kız aradı, Karan'da tamam gelirim birkaç saate dedi." Daha fazla dayanamayarak ayakta durmaya oturdu büyük beyaz yatağa. "Yine geceyi onunla geçirecek." Dedi gözlerinden yaşlarken düşerken. "En kötüsü de ne biliyor musun? Bunu dikiz aynasından gözlerimin içine bakarak söyledi. Bu haksızlık, bu kadar acı çekmemeliyim." Dedi hıçkırıkları arasından. Bende yanına oturdum. Ağlama diyemezdim, üzülme, geçecek diyemezdim. Ağlayacaktı, üzülecekti ve geçmeyecekti. Hiçbir zaman tam anlamıyla geçmezdi zaten.

Daha çok ağladı ve en sonunda benim yatağımda ağlayarak üzerini bile değiştirmeden uyuya kaldı. 

Onun haline üzülürken ayağa kalktım. Küçük valizim aşağıda kalmıştı. Kıyafetlerimi almam gerekiyordu. Odadan çıktım ve aşağı indim. Tüm valizler salonun kapısına bırakılmıştı. Salonda gözlerimi gezdirdim. Kocaman bir şömine ve kocaman bir televizyon vardı. Boğaza bakan duvar tamamen baştan aşağı camla kaplanmıştı. Salondaki koltuklarda Karan ve ne ara üzerini değiştirdiğini anlayamadım Ilgar oturuyordu. Halbuki bizimle aynı zamanda çıkmıştı yukarı. Sanırım Aleda'nın ağlama seansı düşündüğümden daha uzun sürmüştü.

İkisinin de bakışları bana döndü. Karan konuşmakla konuşmamak arasında kalmış gibiydi ve en sonunda dayanamayarak konuştu.

"Efsa."

"Efendim?" Karan'ı pek sevmemiştim. Aleda'ya çok fazla acı çektiriyordu.

"Aleda..." Elini ensesine attı ve zorlukla konuşmaya devam etti. "O iyi mi?"

"İyi olmaması için bir neden mi var?" Dedim sanki bir şeyden haberim yokmuş gibi. Kafasını iki yana salladı.

"Öylesine sordum." Dedi dalgınca. Bence Aleda'nın düşündüğü aksine Karan onu unutmamıştı. Ilgar'ın yanından kalktı Karan.

"Ben gideyim." Dedi ve salonun çıkışına yani yanıma doğru yürümeye başladı.

"Sen koca bir geri zekâlısın." Dedi Ilgar birden sesini yükselterek. Bir an bana söylediğini zannetsem de sonra Karan'a söylediğini anladım. Karan durdu ve Ilgar'a döndü yine. "Yukarıda sevdiğin kadın senin için ağlıyor ama sen aptal gibi Seren denen o gereksiz kızın yanına gidiyorsun. Adamlık mı bu?" İlk defa Ilgar'ın bu yüzüne şahit oluyordum. Kendini tutamıyordu, benim bile yanlarında olmamı umursamadan konuşuyordu.

"Demir'in istediğinin bu olduğunu biliyorsun. Aleda'yı seviyorum ama Demir'e olan borcumu ödeyemem. Demir'in sözünden dönenemem." Karan'ın bu sözleri Demirden korktuğu için değil de ona saygı duyduğu içindi.

"İyi Demir'in dediğini yap. Sevdiğin kadını yarı yolda bırak, acı çektir ona. Aleda'yı hak etmiyorsun Karan. O kız vazgeçmedi ve hala direniyor. Kızı elinden tutup çıkamıyorsun dimi adam gibi Demir'in karşısına, onu seviyorum diyemiyorsun. Senin adamlığın senin sevgin bu kadar mı Karan." Ilgar ağır konuşmuştu. Karan'ın ise rengi atmıştı. Ilgar'ın haklı olduğunu biliyordu. Ilgar'ın ne yapmaya çalıştığını anlamıştım. Karan'ı doldurmaya çalışıyordu. 

Karan arkasını döndü ve yanımdan geçerek çıktı salondan. Çok geçmeden dış kapının sesi duyuldu. Gitmişti. Bakışlarımı Ilgar'a çevirdim. Tam da adının anlamını taşıyordu. Öfkesi her bir mimiğine yansımıştı.

"Onu doldurmaya çalıştın." Yüzüme bakmıyordu şömineye bakıyordu. Şöminenin sadece süs olduğunu evin her tarafında ısıtıcı olduğunu biliyordum.

"Çalıştım." Ona yakınlaştım ve yanındaki koltukta oturdum. Bunu neden yaptım bilmiyordum sadece yapmıştım.

"Ama işe yaramadı."

"Yaramadı." Dedi yüzüme bakmadan yine. Gergindi ve nedense bu gerginliği benimle konuştuğu içinmiş gibi hissediyordum.

"Ona kızıyorsun ama sen yapabilir miydin? Hepinizin Demir'e bir borcu var gerçi benimde var. Karan'ın yerinde olsan sen Demir'in karşısına çıkarır mıydın sevdiğin kızı?" Güldü soğukça. Bu havaalanında Çağkan'a güldüğü gibi değildi. Alay doluydu.

"Asla sevdiğim bir kız olamaz." Kaşlarım çatıldı istemsizce ve aklımdaki soruyu daha fazla içimde tutamadım.

"Erkeklerden mi hoşlanıyorsun?" İlk defa kafasın çevirip gözlerime baktı. Gözlerinden ucu kızgın demirler fırlatıyordu sanki. Sanki bakışlarıyla beni burada eritebilirmiş gibiydi.

"Saçma sapan konuşma." Dedi dişleri arasından.

"O zaman neden asla seveceğin bir kız olmaz?" Kaşları çatıktı. Sarı saçları alnına düşüyordu yine dalgalar halinde. Bana bakıyordu ve ilk defa göz rengini algılayabildim. Yeşildi gözleri, çok değişik, çok güzel bir yeşildi. Koyu yeşil değildi ama maviye dönük yeşilde değildi.

"Boyundan büyük sorular sorma. Git başımdan." Bu sefer benim kaşlarım çatıldı.

"Bana karşı neden bu kadar kabasın?" Cevap vermedi, cevap vermesini bekledim ama vermedi. Sessiz kaldı. Tekrar yüzüme baktı ve gözleri gözlerime değdi. Çok faza sürmedi sadece birkaç saniyeydi. Bakışlarını kaçırmıştı. Sanki bana bakmaya tahammül edemiyormuş gibiydi. Ben ona hiçbir şey yapmamıştım ki.  "Farkında olmadan bir şey mi yaptım?" Yine cevap vermedi. Resmen beni takmıyordu. Sinirlerim bozulmuştu, bu adam sinirlerimi bozuyordu.

Orada yokmuşum gibi davranıyordu. Sinirle nefesimi verdim.

"Öğreneceğim." Dedim tekrar ayağa kalkarken. "Benden neden bu kadar nefret ettiğini öğreneceğim. Çünkü bu durum çok can sıkıcı olmaya başladı." Öne doğru eğildi, dirseklerini bacaklarına yasladı ve birbirine kenetlediği ellerine baktı kısa bir süre. Ardından kafasını kaldırdı ve yüzüme baktı uzunca.

"Senden nefret etmiyorum. Nefret bir duygudur Efsa, ben sana karşı nefret bile hissetmiyorum. Benim için hiçbir anlam ifade etmiyorsun." Karşımdaki adam bana yabancı bir adamdı ama söyledikleri boğazımı düğümlemişti. Benimle sorunu neydi bu herifin? Güldüm sinirle ve alayla. Dikkatle beni izliyordu.

"Kendini ne zannediyorsun ya da egonu kim böyle şişirdi bilmiyorum ama dünya senin etrafında dönmüyor Ilgar." Dedim öfkemi gizleyemediğim bir ses tonuyla. Öfkeme karşılık sadece güldü. Cevap vermedi, inkar etmedi, hiçbir şey söylemedi. Daha fazla onun bu ukala hareketlerine dayanamadan çantamı aldım ve yeni odama geri döndüm.

Kafayı yiyecektim, anlayamıyordum. Neden böyle gizemliydi? Küçük valizimi doldurmayan kıyafetlerim arasından pijamalarımı aldım ve yatağa, Aleda'nın yanına girdim. Ayak ucumuzda duran yorganı üstümüze çektim. Üşümüş olacak ki yorganı üzerimize çektiğimde sıkıca sarıldı yorgana. Işığı açık bıraktığımı fark ettim, kalkıp kapatacaktım ki geçen gün Aleda'nın ışığı nasıl kapattığı geldi aklıma. Kafamı kaldırdım ve yatağın yanında duran bir düğme var mı diye bakındım, vardı. Uzandım ve ışığı kapattım. Yeni evimdeki ilk gecemdi, bu çok değişikti. Benim hiç evim olmamıştı burasını ev diye benimseyebilecek miydim?

Kafamı yastığa gömdüm ve yoğunlukla kapattım gözlerimi. O kadar yorgundum ki uykuya dalmak benim için hiçte zor olmayacak gibi görünüyordu bu gece.

Kahvaltı yapıyorduk ama bu sefer herkes masadaydı, Ilgar sanki özenle uğraşmış gibi benden en uzak yere oturmuştu. Demir tabağından kafasını kaldırıp bana baktı. Yine fazla bir şey yemediğimi fark etmişti.

"Eğitimine başlamamız gerekiyor Efsa." Elimdeki çatalı bıraktım ve söyleyeceklerine kulak kesildim. "Ben seni silahlar konusunda eğiteceğim, Çağkan oyunculuk ve rol yapma konusunda eğitecek, Aleda ise daha çok dış görünüşünle ilgilenecek, Karan da bilgisayarlar konusunda teknik birkaç şey gösterecek." Tamam bakımlı bir insan değildim ama birden Aleda senin dış görünüşünle ilgilenecek dediğinde tuhaf hissetmiştim. "Ve Ilgar'da seni dövüş konusunda eğitecek." Buz tuttum. Ilgar da benimle aynı görüşte olacak ki çatalını sertçe tabağına bırakmıştı. Ilgar bana dövüş dersi vermez, dövüş dersi verme ayağına beni döverdi. Yerimden huzursuzca kıpırdandım.

"Ben kimseyi eğitmeyeceğim." Dedi Ilgar kesin bir tonda.

"Buna gerek var mı?" Dedim Ilgar'ı görmezden gelerek.

"Evet hepimiz en iyi olduğumuz konularda eğiteceğiz seni."

"Aslında Ilgar'dan başka herkes eğitebilir beni, kendisi benden pek haz etmiyor da." Bunu açık açık söylememe şaşırmışlardı ama herkes farkındaydı bunun.

"Bir amacımız var ve aynı çatı altında yaşıyoruz. O yüzden aranızda ne sıkıntı varsa çözmenizi istiyorum. Ve Ilgar eğitmeme gibi bir seçeneğin yok." Ilgar sinirle güldü ama bu sefer masadan kalkmadı. Demir'le aralarında çok değişik bir ilişki vardı. Birbirlerini hem seviyorlar hem de birbirlerine göz dağı vermekten çekinmiyorlardı.

"Efsa bugün benim, siz eğitiminize yarın başlarsınız." Dedi Aleda itiraz kabul etmeyen bir tonda. Demir'de kahvaltısına devam ederken onayladı onu kafasıyla. Aleda'ya baktım.

"Ne yapacağız?" Göz kırptı ve fısıldadı.

"Gidince görürsün."








Aleda'yla bir alışveriş merkezine gelmiştik. Arabayı Aleda sürmüştü ve arabaya binerken yalıda kocaman bir otoparklarının olduğunu fark etmiştim Hepsinin kendisine ait en az bir arabası vardı. Demir'in iki arabası vardı Ilgar'ın ise hem arabası hem de motoru vardı. Bu zenginlik çok fazlaydı.

"Ne yapacağız burada?" Dedim arabadan inerken.

"Seni baştan yaratacağız." Büyük pembe çantasını koluna taktı ve boştaki koluyla koluma girdi.

"Buna gerek yok." Dedim huzursuzlukla.

"Değişmen gerek Efsa, çok güzel bir kızsın ama kendine çok özensiz davranıyorsun. Güzelim saçlarını sürekli topluyorsun, sürekli güzel fiziğini bol kıyafetlerle örtüyorsun. Ben sadece sakladığın seni çıkarmak istiyorum." İtiraz etmedim, itiraz edemezdim. 

Mağazalara girmeye başladık. Oldukça pahalı mağazalardı.

"Aleda benim param yok hadi çıkalım." Dedim açık sözlülükle. O ise kahkaha attı.

"Her şeyin parasının Demir karşılıyor. Yoksa o araba benim olabilir miydi?" Hem askılıklardaki kıyafetleri karıştırıyordu hem de benimle konuşuyordu. "Demir'in maddi durumu oldukça iyi. Artı bunu iş için olarak düşün. Yapmak zorundasın."

"Yine de başkasının parasıyla bir şeyler almak doğru gelmiyor." Kıyafetleri inceliyor, beğendiklerini elime tutuşturuyordu beğenmediklerini ise fırlatırcasına geri yerlerine bırakıyordu.

"Çok ince düşüncelisin." Dedi gülümseyerek. Ardından ellerimdekilerle beni kabine soktu. Elime verdiklerine baktım. Badiler, pantolonlar ve elbiselerle doldurmuştu elimi ve bunları sadece birkaç dakikada yapmıştı. Özel güçleri olmalıydı.

Üzerimdeki siyah bol kazağı ve bol, boru paça pantolonu çıkardım. Verdiği bir pantolon ve bluzu rastgele dendim. Pantolon bedenimi tamamen sarmıştı ve kayıkçı yaka badi göz alıcı duruyordu. Üzerimde ilk defa bu kadar güzel ve pahalı kıyafetler taşıyordum. Dudağımı ısırdım, bunları sevmiştim.

Kabinden çıktım. Aleda elinde başka elbise yığınıyla gelmişti. Bakışları üzerimde gezindi ve gülümsedi.

"İşte bundan bahsediyordum." Dedi heyecanla. "Fiziğin çok güzel." Dedi gülümseyerek. "Bunları kesinlikle alıyoruz." Yeni getirdiği kıyafetleri de elime tutuşturdu. "Hadi dene bunları da." Bugün çok uzun sürecek gibi duruyordu.





Hayatım boyunca giydiğim kıyafetlerin birkaç katı kadar kıyafet almıştık.  Bana kalırsa bu çok fazlaydı, Aleda biraz abartmıştı. Her girdiğimiz mağazadan poşetlercesine kıyafet almıştık. Gece kıyafetleri, gündelik kıyafetler, gecelikler, ayakkabılar ve hatta iç çamaşırları. Eski kıyafetlerimi zorla çöpe atmıştı ve şu an üzerimde ilk giyindiğim takım vardı. Badinin üst kısmı biraz açık olduğu için rahat hissetmiyordum. Nar çiçeği badi sanki her an bir yerimi gösterecek gibiydi ayrıca pantolon hatlarımı çok fazla belli ediyordu.

Arabaya bindik, yorgunlukta ölüyordum.

"Sanırım ömrüm boyunca kıyafet almama gerek kalmadı." Dedim üzerimdeki deri cekete sarılırken.

"Evet alışverişi biraz abarttık ama ilk alışverişti. Bundan sonrakiler çok daha sakin olur." Dedi gülerken. Arabanın içi çok geçemden sıcacık olmuştu. "Acıktın mı yoksa evde mi yiyelim?"

"Zaten eve gitmiyor muyuz?" Kafasını iki yana salladı.

"Kuaföre gidiyoruz."














"Hayır saçımı kesmeyeceğim." Dedim hiddetle. Saçım zaafımdı.

"Çok uzun Efsa hem çok kırığın var. Kalçana kadar gelecek neredeyse. Kırıklarını alalım ama çok kesmeyelim, kat verelim." Kafamı iki yana salladım. Kaşlarımı aldırdığı gibi saçımı da kestirmek istiyordu, kaş yakışmış olabilirdi ama saça izin vermezdim.

"İstemiyorum." Dedim küçük bir çocuk gibi. Kuaför kadın araya girdi.

"Bak tatlım.  Sadece kırıklarını alalım ve kat atalım. Çok fazla kısaltmayacağım." Büyük bir ikilemde kalsam da en sonunda ikna edebilmeyi başarabilmişlerdi.

Saçımı kesiyordum. Kuaför saçımı keserken Aleda 'da yüzüme makyaj yaparak, bana nasıl makyaj yapılacağını öğretmeye çalışıyordu.

"Makyaj yapmayı kesinlikle öğrenmelisin ama öğrenene kadar ben yaparım." Dedi yüzüme adını bir daha hatırlamayacağım şeyleri sürerken.

Kesimi bittiğinde saçımı dalgalandırarak şekil verdiler. Saçım düşündüğümden çok daha kısa olmuştu ama kötü durmuyordu aksine güzeldi.


"Gördün mü çok yakıştı?" Dedi Aleda saçıma bakarken. "Çok güzel oldun." Dedi mırıldanarak. Hayran hayran bakıyordu bana, acaba onun kadar güzel görünüyor muydum diye düşünmeden edemedim. Ayağa kalktım ve kuafördeki boy anasından kendime baktım.

Bambaşka kıyafetlerin içindeydim, sürekli toplu olan saçlarımı kesmiştim, kaşlarımı almıştım ve makyaj yapmıştım. Bu gerçekten ben miydim? Ben bu kadar güzel miydim? Kendimi hayatım boyunca ilk defa beğeniyordum.

Aleda yanıma geldi ve elini omzuma koydu.

"Çok güzel oldun." Dedi aynadaki yansımama bakarken.

"Teşekkür ederim Aleda."

"Ne demek lafı bile olmaz, bundan sonra biz bir aileyiz Efsa." Aile. Bir ailem mi oluyordu? Beni seven ve kollayan insanlara mı sahip oluyordum? "Aile olmak için kan bağı gerekmez Efsa." Dedi omzumu sıkarak. Sanırım gerçekten de bir ailem oluyordu.








Yine yalıya gelmiştik. Poşetleri arabadan almadan indik ve direk eve ilerledik. Ben ayağımdaki topuklu botlara bakarken Aleda zile bastı ve çok geçmeden açıldı. Kapıyı Karan açmıştı. Bakışları Aleda'nın üstünde gezindi ve arından bana baktı.

"Çok iyi görünüyorsun." Dedi kibarlık amaçlı ama gözünü Aleda'dan alamadığının farkındaydım.

"Sağ ol." Dedim kısık bir sesle ve eve girdik Aleda'yla.  Üzerimdeki ceketi çıkararak girdim büyük salona. Salonda Çağkan, Demir ve Ilgar oturuyordu. Beni ilk fark eden Çağkan oldu ve hiç beklemediğim bir şey yaparak bağırdı.

"Oha sen kimsin Efsa'ya ne yaptın?" Ağzı bir karış açık kalmış bana bakıyordu. Utanarak kafamı eğdim. O sırada Demir'in ve Ilgar'ın bakışlarımın üzerimde dolandığının farkındaydım.

"Aleda'nın eseri." Dedim sıcaklığı artan yanaklarıma lanet ederek.

"Malzemede güzelse demek ki." Dedi Çağkan biraz daha utanmamı sağlayarak.

"Çok hoş olmuşsun." Dedi Demir bana bakarken. Kafamı kaldırdım ve baktım ona.

"Teşekkür ederim." Bakışlarım Ilgar'a kaydı. Hiçbir şey söylemiyordu. Ne konuşuyordu ne de bir mimik sergiliyordu. Sadece seyrediyordu boş gözlerle.

Kalp atışlarım hızlanırken gözlerimi zorlukla kaçırdım gözlerinden. Nefes alışverişlerim hızlanırken yemek bile yemeden direk yorganımın altına girmek istiyordum. Neden bu kadar heyecanlandığımı anlayamamıştım ama daha önce hiç böyle bir duyguyu tatmadığımı biliyordum.

Bu yeni bene alışmak o kadar da kolay olmayacaktı.








Sulusepken tüm İstanbul'u sarmalamıştı. Dünden beri hiç durmamıştı ve duracağı da yok gibiydi. Saçımı kestiğim zamandan bu yana bir hafta geçmişti. Dövüş eğitimi dışında diğerlerine yavaştan başlamıştım. Demir beni kısa bir süre içinde okula yazdıracağını söylemişti. Birkaç ay sonra gireceğim büyük bir sınav vardı ve ben buna hiç hazır değildim.

Yıl başıydı bu gece. Veda edecektik büyük bir yıla. Kimisi acılarını bırakacaktı geride kimisi de mutluluklarını ama herkes bir şey bırakacaktı bu yıla. Bazıları yeni bir sayfa açacaktı bazıları ise daha fazla sayfa kalmamış kitaplarını kapatacaklardı.

Sanırım ben yeni sayfa açacak olanlardandım.

Bu gece büyük bir işe çıkacaklardı ve ben daha eğitimimin başında olduğum için tabi ki de beni yanlarında almayacaklardı hatta Ilgar'ı da almıyorlardı. Ilgar bu hafta içinde yine omzundaki dikişi patlatmıştı ve bu sefer mikrop kaptığı için o kadar da kolay iyileşecekmiş gibi durmuyordu.

Aleda hem yılbaşı mahvolacağı için söyleniyor hem de hazırlanıyordu. Yine çok güzel görünüyordu. Saçlarını bir omzuna bırakmıştı, siyah ve asil duran bir elbise giyinmişti.

Anlattıklarına göre bir kısa işleri oluyormuş bir de uzun işleri. Uzun olan bazen aylar sürebiliyormuş. Kısaları bir gece kadar kısa bir sürede bitiyormuş. İş dedikleri şeyde ne yaptıklarını deli gibi merak ediyordum.

Hepsi hazırlanmıştı ve çıkmak üzerelerdi. Ilgar'la tek başıma olmak beni ürkütüyordu. Yılbaşımı beni ürküten bir adamla geçirecektim.

Onlar hep beraber evden çıkarlarken bende kendime bir kahve yaptım ve salonda loş ışığın altında oturdum. Rengarenk ışıkların eşlik ettiği boğazı seyrettim. Bu mükemmel bir görüntüydü işte.

Kahvemden bir yudum aldım ve birden kulaklarıma dolan eşsiz melodiyle kafamı kaldırdım hızla. Ilgar şöminenin hemen üstünde duran müzik çalardan bir piyano müziği açmıştı. Bakışlarımı koyu kıyafetlerinde, buğday teninde ve sarı saçlarında gezdirdim. Boğazlı siyah bir kazak giyinmişti. Gözleri loş ışığın altında parlıyordu. Yanıma geldiği için şaşkındım.

Oturduğum üçlü koltuğun en ucunda oturdu ve o da benim gibi boğaza baktı.

"Çok güzel." Dedim müziği kast ederek. Yine ifadesizdi ama bu sefer düşmanıymışım gibi bakmıyordu. İlk defa didişmeden tek başımıza oturuyorduk.

Gece yarısına sadece dakikalar kalmıştı ve biz onunla birlikte oturuyorduk. Bu çok tuhaftı.

"Evgeny Grikno, güzeldir."

"Yeni yıla girmek üzereyiz." Dedim sessiz kalmayarak.

"Dünya bir yıl daha yaşlanmak üzere."  Kafamı koltuğa yasladım ve yüzüne baktım.

"İlk defa benimle düzgün bir şekilde konuşuyorsun." Dedim kendimi tutamayarak.

"Çok fazla alışma." Güldüm sinirle. Kendini beğenmiş şey. Birden boğazdan ışıklar yükselmeye başladı. Havai fişekler yükseliyordu boğazın üstünde. Bir görüntü ancak bu kadar güzel olabilirdi. İkimizde konuşmadık, ikimizde sessizce, büyülenmişçesine seyrettik havai fişekleri. Yeni yıla girmiştik.

"Yeni yıla girdik." Dedim yüzümdeki huzurlu gülümsemeyi hiçbir şeyin bozamayacağını düşünürken.

"Dünya bir yıl daha yaşlandı." Dedi o da az önceki konuşmamızı tekrar eder şekilde. "Yeni yıla seninle konuşarak girdim, desene kurtulamayacağım senden." Söylediklerini duymazlıktan geldim.

"Mutlu yıllar." Dedim sessizce.

"Mutlu yıllar kimsesiz." 


Mutlu yıllar! Umarım istediklerinizin olduğu, sevdiklerinizle birlikte geçireceğiniz güzel bir yıl sizin olur. Kendinize iyi bakın.

Czytaj Dalej

To Też Polubisz

MOKİTA+18 Autorstwa ...

Literatura Kobieca

5.2K 863 6
Zehirli zihnimde yarattığım karanlık kâbusların aydınlığı'nın sen olduğunu bilseydim,zihnimi zehrinle zehirlerlerdim,seni kendimde yaşatabilmek için...
7.1K 1.5K 30
"Laleler çocukluğumuzdur, laleler solarsa çocukluğumuz unutulur. Lalelerimize..." ❧ LALELERİNDEN Serisinin birinci kitabı Siyah Emare, ikinci kitabı...
62.3K 5.5K 10
Laçin'i yatağına bırakırken gözlerini açmış babasının elini tutmuştu."Baba beraber uyuyalım mı? Hem kitapta okursun bana."dedi uykulu bir sesle.Kabus...
2.7M 153K 107
Hayat, fırtınanın dinmesini beklemekle ilgili değildir... Yağmurda dans etmeyi öğrenmekle ilgilidir. "Umay?" "Operasyondayız." "Benimle evlenir misin...