Underworld #wattys2016

By dmteks

144K 10.8K 1.7K

Hani derler ya her ne olursa olsun hayat devam ediyor. Aslında devam eden hayat değil, bizleriz. Yaşananlar b... More

Başlangıç...
Veliahtlar...
Bir Bütün Ol...
İkinci Veliaht...
Cennetten Bir Parça...
Bir Tutam Acı...
Cadıların Laneti...
Son Veliaht...
Rüya Değil, Gerçek...
Değişmeyen Şeyler...
Beklenmeyen Anlaşma...
Beklenmedik Plan...
Koruma...
Adsız Bölüm 15
Özlem...
Işığın Gerçek Sahibi...
Seçim Zamanı...
Kaybedilenler Elbet Geri Gelir...
Gerçek Hikaye...
MÖ: 2061
Gerçek Aşk!
Birlik...
Sona Doğru...
Final

İlk Veliaht...

7.9K 540 53
By dmteks

Medyadaki ilk veliahtımız Lee Ki Kwang :}

Sonunda hayatımın anlamını öğrenmiştim. Sanki bir anda içimdeki koca boşluk dolmuştu. Artık daha emin adımlarla ilerlemek istiyorum. Hala içimde Leo ve çocukların bıraktığı sevginin boşluğu var ama sonunda onların intikamını alabileceğim bir fırsat olmuştu. Sonunda tüm vampirlerin kökünü kurutacağım bir gücüm olmuştu.

"Bunu düşündüğümden çabuk kabullendin." Nick'in sorusu ilgilimi ona verirken, bunu umursamıyormuş gibi eşyalarımı toplamaya devam ettim.

"Vampirlerin dünyayı fethetti, insan ırkının soyunu kurutmaya yeminli olduğu ve küçük çocukları bile orduya alan bir dünyada yaşarken buna şaşırmam sence de saçma olmaz mı? Hem ne bekliyordun?" dememle bana gülerek;

"Daha asi hareketler, isyan, reddetme falan..." buna bende gülerken,

"Beni gerçekten tanımamışsın." dedim. Yaptığı işi bırakıp bana dönerek;

"Seni kendimden iyi tanıyorum Ema." aynı şekilde bende elimdeki işi bırakıp ona döndüğümde tüm ciddiyetiyle bana yaklaştı. Onu daha önce bu kadar yakından incelememiştim. Dün geceden beri daha farklı görünüyordu. Ya da gerçekten dediği gibi gözümdeki perde inmiş ve her şeyi daha açık görüyordum. Nick'in kirli sakalları, iri ve güzel gözleri, hacimli saçları ilgimi çekerken, beni nasıl tanıdığını merak ediyordum. O da bunu anlamış gibi;

"Güçlü, yenilmez, asla pes etmeyen ve korkusuz bir kız gibi görünsen de küçük bir çocuk gibi büyük korkuların olduğunu biliyorum."

"Saçmalık b--"

"Saçmalık olmadığını sende biliyorsun. Ölümden, vampirlerden, karanlıktan, acı çekmekten korkmuyorsun ama çevrendeki insanların zarar görmesinden ölesiye korkuyorsun. Sırf sevdiğin birini daha kaybetmemek için kimseyi sevmemeye, insanlardan kendini soyutlamaya çalışıyorsun." Nick'in bunları bildiğini biliyordum ama daha önce hiç dile getirmemişti. Bunu ondan açık açık duymak garip hissettirmişti. Güçsüz ve aciz...

"Asıl merak ettiğim ne biliyor musun? Bu yolculukta sana eşlik edecek dört kişi daha olacak ve onları hiç düşünmeden nasıl kabul ettiğin?"

"Düşünmediğimi kim söyledi?" dememle Nick gözlerini kocaman açıp şaşkınlıkla bana baktı.

"Sadece düşündüm. Kim oldukları ne oldukları umurumda bile değil. Eğer vampirlerin kökünü kurutacak güç için onlar gerekiyorsa, gidip onları bulacağım. Yani onlar sadece istediğim güce beni götürecek kişiler." ve yine memnuniyetsiz ve bıkmış bir suratla bana arkasını döndüğünde sonunda eskisi gibi olduğumuzu fark ettim. Bu halini seviyorum.

Dün gece olanlardan sonra vakit kaybetmeden yola çıkmaya karar verdik. Nick uzun zamandır diğer veliahtların yerini arıyormuş. Net olmasa da hangi ülkelerde ve şehirlerde olduklarını tespit etmiş. Bana kalsa samanlıkta iğne aramak gibiydi ama Nick'e göre imkansız diye bir şey yoktu. Onları bulup bu laneti biran önce bitirmek zorundaydım.

İkimizde tam hazırlanıp, çıkacakken kapıyı çalan bir asker üstlerin bizi görmek istediğini söyledi. Nick geleceğimizi söyleyip, askeri yolladıktan sonra;

"Gideceğimiz yerde herkes senin kim olduğunu biliyor." dedi.

"Ben hariç herkes her şeyi biliyormuş desene." odadan çıkıp, üstlerin bizi çağırdığı yere ilerlerken, Nick genel nutuklarına başladı.

"Herkes değil, sadece en üstler. Benim burada kalmamı da, seni bulup eğitmeme de onlar izin verdi."

"Onlar kendi götlerini kurtaracak kişiyi eğitmene izin verdi."

"Dünya sadece onlardan mı ibaret Ema? Peki ya diğer masum insanlar." dediğinde ilk defa ona diyecek laf bulamadım. Haklıydı...

"Onlar ve cadılar insan ırkını seviyor ve onları kurtarmak için size muhtaç olduklarını biliyorlar." konuşarak geldiğimiz yer daha önce hiç girmediğim ve sıradan kişilerin giremeyeceği kadar yüksek rütbeli bir yerdi. Derin bir nefes aldığımda Nick'in elini elimde hissetmek tuhaf hissettirmişti. Görünüşünün aksine çok sıcaktı ve güven verici.

"Yanındayım..." demesiyle gözlerim ona ve gülümseyen yüzüne kitlendi. Bakışlarımı ondan ayıran açılan kapı oldu.

Duruşumu dikleştirip, ilk adımı atmamla güven veren sıcak eller benden ayrıldı. Bu o an hoşuma gitmese de bunu belli edemezdim.

Devasa büyük bir masaya dizilmiş, bir sürü kişi vardı. Hepsinin bakışları bizdeyken tam karşılarına dikildik. Nick eğilerek hepsine selam verirken, ben sap gibi öylece dikilmeye devam ettim. Sonunda tam ortalarındaki grubun lideri gibi görünen biri konuya girdi.

"Merhaba Ema." dediğinde konuşmak yerine hafifçe başımı salladım.

"Dün gece uzun zamandır beklediğimiz kehanet gerçek oldu. Sonunda kim olduğunu ve neden burada olduğunu öğrendin." giriş konuşmasını yapan kişi sözü hemen yanındakine bıraktı. Sanki anlaşmış gibi birbirlerinin cümlelerini tamamlıyorlardı.

"Sahip olduğun güç, insan ırkının en büyük silahı Ema."

"Teğmen Nickholas'da sizin soyunuzdan geliyor."

"Çıkacağınız bu yolculukta ordu iletişim ve maddi açıdan size her türlü desteği verecek."

"Ama bir sorun var." dediklerinde Nick de bende istemeden de olsa gerildik.

"Diğer veliahtları bulmanız için sadece üç ayınız var."

"Neden? Bununla ilgili bir bilgi verilmedi bana." Nick'in sorusunun cevabını bende merak ediyordum.

"Çünkü bizimde yeni haberimiz oldu teğmen. Vampirlerin büyük bir savaş planladıkları haberini aldık."

"Ne büyüklükte?" diyen Nick'in ses tonu anında teğmen havasına bürümüştü.

"İnsan ırkını yok edecek büyüklükte."

"Bu imkansız." dememle;

"Tüm soylular bir araya gelirse bu mümkün." dedi baştaki adam. Nick'e döndüğümde aynı sinir ve çatık kaşlarla bana bakıp, tekrar üstlere döndü.

"Bu ne demek?"

"Aldığımız bilgilere göre vampirler en büyük savaşlarına hazırlanıyorlar. Dünyada ki tüm soyluları bir araya getirip, insan ırkını yok edecekler ve eğer onları bir araya getirirlerse bunu yapabilirler."

"Sizden istediğimiz diğer veliahtları en kısa sürede bulup, geri gelmeniz."

"Artık gelecek size bağlı Ema." Gelecek bize bağlı...

O odadan çıktığımızdan beri beynimde yankılanan tek sözcükler bunlar. Aklımdan çıkaramıyorum. Hayalim vampilerin soyunu kurutmaktı ama insan ırkının geleceğinin kaderini üstlenmek değil ve bunun için sadece üç ayımız vardı. Tam başaracağım inandığım an yine başa dönmüştüm. Yine korkuyorum, bu sefer sadece sevdiklerimi değil, herkesi kaybedebilirim. Nasıl oldu da kendimi böyle bir yükün altına soktum. Düşüncelerimi bölen yanıma oturan Nick'ti.

"Kemerini bağla, uçak kalkacak." sessizce onu dinleyip kemerimi bağladıktan sonra kalkan uçağın camından dışarıyı izledim. Yukarıdan dünya o kadar boş ve sessizdi ki. Tüm sevdiklerini kaybetmiş biri gibi.

"Bunun senin için zor olduğunu biliyorum ama başaracağız. Yalnız değilsin, ben hep yanında olacağım." diyen Nick sanırım dediği gibi beni düşündüğümden daha iyi tanıyordu. Korkuyorum ama bir şekilde onun yanımda olması beni iyi hissettiriyordu. Onu daha fazla endişelendirmemek için;

"Desene arkamda sen varken yaşama oranım çok düşük." gülümseyen yüzü anında yerini çatık kaşlara bırakırken, onu istediğim kıvama getirmenin mutluluğu keyfimi yerine getirmişti.

"Sen adam olmazsın." diyerek gözlerini devirdiğinde bu hali gülümsetmişti.

"Peki ilk adamımız kim ve hangi ülke?" diye sormamla hemen yanındaki sırt çantasından bir harita çıkardı. Üzerinde bir sürü karalama yapılmış defterde bir noktayı gösterip;

"İlk durak Güney Kore, Seoul. Alanı mümkün olduğunca daralttım, umarım onu çabuk buluruz."

"Demek adamımız asyalı."

"Yolumuz uzun, uyumaya çalış. Buna ihtiyacın olacak." garip ama ilk defa Nick'i dinlemek istiyordum. Zaten iki gündür doğru düzgün uyuyamıyordum. Resmen bunun acısını çıkarır gibi öyle bir uyumuşum ki, vardığımızda Nick'in zorlamasıyla uyandım. Hala ayılamamış, tüm sersemliğimle uçaktan indiğimde ordunun adamları bizi karşılamaya gelmişti. Nick'e neler oluyor gibi baktığımda;

"Tek ordunun bizim mi olduğumuzu sandın." diyerek lafını soktu. Hepsi tüm resmiyetiyle Nick'i ve beni selamlarken, o da aynı saygıyla onları selamladı. Ben ise bakmakla yetindim.

"Ülkemize hoşgeldiniz. Geleceğiniz önceden bildirilmişti. Sizin için karargahta yer ayarladık. Lütfen bizi takip edin."

"Yine resmi asker işleri..." diyerek sessizce Nick'e doğru söylendiğim de kapa çeneni der gibi çatık kaşlarla baktı. Onu takmayarak yüzbaşının peşine takıldım.

Buradaki askerler kendilerine karargah olarak gizli bir yer yerine düpedüz açık bir bina seçmişti. Buraya bina 63 denilirmiş. Eskiden Kore'nin en meşhur binalarından biriyken, şimdi ise askeri bölge. Nedenini sorduğumda ise buradan şehri kontrol etmenin daha kolay ve hızlı olduğunu söylediler.

Nick ve benim için hazırladıkları odalara yerleştikten sonra etrafı keşfetmek için odamdan çıktım. Binanın dışına çıktığımda hemen önümde büyük bir eğitim alanı vardı. Buradakilerde tıpkı bizimkiler gibi sıkı bir eğitim alıyordu. Onları izlerken, beni farketmeleriyle eğitimi bırakıp aralarında fısıldaşmaya başladılar. Neler olduğunu anlamaya çalışırken, bizi buraya getiren yüzbaşı yanıma geldi.

"Sizin için yiyecek bir şeyler hazırladık. Lütfen beni takip edin." diyerek içeri sürükledi ama burada da durum dışarıdakinden farklı değildi. Gören herkes beni göstererek yanındakine bir şeyler fısıldıyordu.

"Neler oluyor?" diye sormamla, yüzbaşı bana dönüp;

"Sizin kim olduğunuzu ve neden burada olduğunuzu biliyorlar. Siz onların umudu oldunuz, bu yüzden bu ilgileri yanlış anlamayın lütfen." umut mu? Ben mi? Ben kimsenin umudu olamam. Bunu yapamam. Olduğum yerde kalıp, çevremdekilere bakarken, bu kadar büyük bir sorumluluğu kaldıramayacağımı düşündüm.

"Ema..." Nick'in duyduğum sesiyle kendime geldim. Sanki beni kurtarması için onu bekliyormuş gibi. Adımlarımı ona doğru hızlandırırken, hızla yanında durup kolunu tuttum. Daha fazla ileri gidemezdim.

"Götür beni buradan."

"Nel--" diye soracakken yüzümden huzursuzluğu anlamış olacak ki sözünü tamamlamadan beni oradan çıkardı. Dışarıda bir süre hava aldıktan sonra şimdi daha iyiydim.

"Biliyor muydun?"

"Sana ve veliahtlara olan inançlarını mı?" dediğinde benden hep bir adım önce olması şaşırtmamıştı. Ona dönüp, evet anlamında kafamı salladıktan sonra;

"Kimseyi suçlama Ema. Karanlık dünyalarında onları aydınlatan bir ışık gördüler. Ona ilgi duymaları, peşinden gitmek istemeleri normal."

"Peki ya o sandıkları ışık onları aydınlığa değilde, daha karanlık bir yere götürüyorsa?"

"Bundan ötesi yok. Bunu biliyor ve bilerek geliyorlar." işte yine kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir yerdeydim. Demek onların umut dolu ışığı olmuştum. Acaba içimdeki karanlığı bilseler, yine aynı samimiyetle gelirler miydi?

Tüm gece kendimle ilgi bir karar vermek için düşündüm ama sonuç yine bok gibiyim. Hatta fazla düşünmekten başım çatlıyordu ama bugün aramaya başlayacaktık. Biran önce kendimi toparlamam gerekti. Güzel bir duş beni kendime gelmemi sağlamıştı. Hazırlanıp aşağı indiğimde küçük bir grup asker hazırolda duruyordu. Beni gördüklerinde samimi, sıcak bir gülümseme oluştu yüzlerinde ama bu bana daha fazla sıkıntı veriyordu. Hemen karşılarında duran Nick'e neler oluyor der gibi baktığımda askerlerinde bizimle arama yapacağını söyleyince yok artık dedim. Neyse ki onlar gizli grup olacaktı. Veliahtları ararken, bunun duyulmasını istemiyorduk. Asıl sorun onları nasıl bulup, nasıl tanıyacağımdı? Bunu Nick'e sorduğumda;

"O zaman geldiğinde anlayacaksın." dedi. Ama nasıl, nasıl diye sormama rağmen istediğim cevabı alamamıştım. Sanki dejavu yaşıyor gibiydim. Yine ona bir neden soruyordum ve yine zamanı gelince cevabını alıyordum. Cadılar bu adamı başıma yardım etsin diye mi yoksa vampirlere kalmadan kanserden öldürsün diye mi yollamış hala anlamadım.

Sonunda şehrin içine girdiğimizde etraf bizim ülkemize göre fazla sessizdi. Bizimle gelen yüzbaşına sivillerin nerede olduğunu sorduğumda, bu ülkede tek korkulanın vampirler olmadığını söyledi.

"Üretimler durduğundan beri insanlar yemek konusunda sıkıntı yaşıyor. Bundan kaynaklanan sorun yüzünden hırsız çeteler ortaya çıktı. Onlarda en az vampirler kadar tehlikeli ve korkulan. Bu yüzden insanlar mümkün olduğunda gizli yaşamaya çalışıyor."

"Buna müdahale etmediniz mi?"

"Etmeye çalıştık ama onlarda da en bizimkiler kadar büyük bir cephane var. Böyle bir dünya savaşacağım kişinin insan değil, vampir olmasını dilerim." yüzbaşı haklıydı ama insanların kendi aralarında bölünecekleri bir dünyada değildik. Bu çok saçma.

"Ama yi--" sözümü kesen ara sokakların birinden gelen çığlık sesiydi. Hızla o tarafa koştuğumuzda bir grubun tek bir kadın ve çocuğu sıkıştırdığını gördüm. Tam adım atacakken yüzbaşı beni durdurdu.

"Bunlar bahsettiğim çete. Siz karışmayın." dedi. Ne saçmalıyordu bu adam? Hızla onun elinden kurtulup tam gidecekken, bu seferde Nick önümü kesti. Bunlar bitmeyecekti. İlk hamleyle silahımı çıkarıp, hava ateş ettim. Sesle irkilen çete sonunda bizi farketmiş.

"Artık karışmamak için çok geç." dediğimde Nick her zamanki sinirli suratıyla derin bir of çekti. Tam bu sırada onun inadı yüzünden adamlar fırsattan yararlanıp kaçmaya başladı. Onlar koşarken hemen kadın ve çocuğun yanına gittik.

"İyi misin?" dememle kadın hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

"O elimdeki son erzaktı. Onu oğlum için saklamıştım ama şimdi yok." bu nasıl bir düzen, nasıl bir anlayıştı. Buna izin veremem. Nick'in kadınla ilgilendi ilk an hızla peşlerinden koşmaya başladım. Onunda arkamdan geldiğini biliyordum ama o beni durdurmadan onlara ulaşacaktım.

Ara sokaklarda koşarken önüme çıkan herşeyi Nick'in önüne atıp, onun yavaşlamasını sağlıyordum. Tam bu sırada önüme çıkan çıkmaz sokak tüm işleri karıştırmıştı. Eğer durursam Nick'e yakalanırdım. Bir çözüm ararken duvarın en fazla üç metre olduğunu farkettim. Hızımı arttırıp, hemen yanındaki duvara tırmanıp, sola zıpladım. Duvarın ucunu yakalamamla hemen diğer tarafa geçtim. İşte şimdi kurtulmuştum.

Artık odak noktam çete olduğuna göre onları kıstırmam gerekti. Durmadan koşarken, nerede olabileceklerini düşündüm. Tam bu sırada yanımdaki sokaktan koşan adamları görünce o tarafa yöneldim. Beni fark etmeleriyle hızlarını artırırken, biranda gözden kayboldular. Kayboldukları yere vardığımda yine çıkmaz bir sokağa denk gelmiştim ama bu sefer yalnız değildim. Az önce peşinde koştuğum adamlar etrafımı çevirirken, beni gördüklerine memnun gibilerdi.

"Bakın burada ne var. Güzel, seksi ve zengin bir kadın." dilimi konuşmalarına mı şaşırmam gerek yoksa silahlı bir kadını taciz etmelerine mi emin olmadım? Elim biran kılıcıma gittiğinde onların insan olduğunu hatırladım. Onları öldüremezdim.

"Sizi bir kez uyarıyorum. Aldıklarınızı geri verin." dediğimde hepsi birden kahkahayı bastı.

"Neden almayı denemiyorsun?" başlarındaki adam hala işin ciddiyetinin farkında değilken;

"Bunu yaparken pek kibar olmayabilirim." dedim. O hala iğrenç kahkahalarını sürdürürken, hızla ona doğru koşup omzundan destek alıp, üstünden atladım. Arkasına geçtiğimde boynunu tutup boğazına bıçağımı dayadım. Şimdi hepsinin sesi kesilmiş, korkuyla bana bakıyorlardı.

"Adamlarına söyle silahlarını indirip, aldıklarını bıraksınlar. Yoksa..." derken bıçağı biraz daha boğazına bastırdım. Bu onu yeterince korkutmuş olacak ki hemen adamlarına emir verdi. Bu sırada hissettiğim şeyle hızla kendimi geri çektim. Tam zamanında üzerime gelen bir bıçaktan kurtulmuştum. Bunu yapan kişiye baktığımda hemen duvarım üstünde silah maskeli şapkalı birini gördüm. Elimden kurtulan adam bu fırsattan yararlanarak hamle yaptığında tek seferde onu tekmemle durdurdum. Diğerleri de gelecekken, maskeli çocuk onları durdurup duvardan atladı. Birkaç adım önümde durduğunda konuşacak sandım ama o bunun yerine kılıcını çekip, saldırı pozisyonu aldı.

İlk hamleyi benden bekliyordu. Bunu beni sınamak için yaptığını anlamıştım. Ama asıl sınayacak olan bendim. Kılıcımı çıkarıp ilk hamle için öne atıldım. Kılıçlarımız buluştuğu an ikimizde olduğumuz yerde kalakaldık. Birbirine kitlenen gözlerimiz ve aramızdaki kılıçlar milim oynamazken, onunda benim gibi hissettiğine adım kadar emindim. Bu veliaht olduğumu öğrendiğim ilk gün hissettim şeyle aynıydı ya da hayır aynı değil daha yoğun. Ama bu sefer yere yığılmadım. Bu o olabilirmiydi? Aradığımız kişi. Veliaht...

"EMA!!!" Nick duyduğum sesiyle tekrar dünyaya döndüğümü hissettim. Hızla geri çekilip, arkama baktığımda Nick'in yakınlarda beni aradığını anladım. Bakışlarım yine onu bulduğunda onunda en az benim kadar şaşkın olduğunu biliyordum. Bu put gibi önümde dikilmesinden belliydi.

"Sen--" dememle uzaklaşmaları bir oldu. Nick ve askerler beni bulmuştu. Onlarda yakalanma korkuları yüzünden hızla kaçmışlardı ama bir tek gitmeden önce son kez arkasını dönüp baktı. Sanırım emindim, bu oydu. Bu sırada ona ateş edecek askerlerden birini son anda fark etmiş ve kılıcımla silahına vurarak elinden düşürmesini sağlamıştım. Asker bana şaşkınlıkla bakarken;

"Düşmanınız insanlar değil, vampirler. Silahını kime doğrulttuğuna dikkat et." dedim. Tekrar ona döndüğümde kafasını hafif eğip, teşekkür ettiğini gördüm. Sonra gözden kayboldu.

"Ema burada da mı? Lanet olsun ben seni--"

"Nick onu buldum..." dememle çatık kaşları yerini şaşkınlığa bıraktı.

O akşam tüm birlik geri dönmüş, onu nasıl bulacağımız hakkında planlar yapmaya başlamışlardı. Nick ve yüzbaşı tüm gece bu konu hakkında çalışırken, onlara katılmamıştım. Çünkü bunun işe yaramayacağına emindim. Gizlice yakalamamız zordu. Burası onun şehri, askerlerin bile müdahale edemediği bir çeteye ulaşmaya çalışmak aptallıktı.

Onu tanımamama rağmen şuan deli gibi onu görmek istiyordum. Bu his neydi? Nasıl olurda hiç tanımadığım birine böyle bağlanabilirim bilmiyorum. Bu bağlılık mı onu bile bilmiyorum ama onu görmek istiyorum.

Nick'in bana izin vermeyeceğini bildiğim için gece herkes çekildikten sonra gizlice karargahtan çıkmak için hazırlık yaptım. Tam zamanı olduğumu düşünüp, kapıdan çıkacakken kollarını birbirine bağlamış Nick ile karşılaştım.

"Kapımın önünden başka nöbet tutacak yer mi yok?" dedim sinirle.

"Nöbet tutulacak en iyi yer burası. Sonuçta ipini koparan bir köpek her şeyi yapabilir."

"Sensin köpek..." diyerek tirip attığımda, bana sinsi sinsi gülümseyerek bakıyordu. Ondan kurtuluş yoktu.

"Bak bunu anlamanı beklemiyorum ama başka çarem yok. On--"

"Askerlerin bile müdahale edemediği bir çeteyi kimsenin bulamayacağını ve onu senin dışında hiç kimseninde bulamayacağını, bunun için kimseden yardım almadan onu bulmaya gittiğini mi anlamayacağım?"

"Canın cehenneme Nickholas. Madem bunu biliyordun neden yüzbaşına yardım ettin?"

"Seni en az zararla ona götürmek için başka bir yol aradım ama ilk defa senin yolundan gideceğim." dedikten sonra cebinden çıkardığı bir feneri bana uzatıp;

"Sessizce çıkalım buradan." dedi. Bu çok iyi olmuştu, onun yanında olması her zaman iyi hissettiriyordu. Mutlulukla feneri alırken;

"Dikkat et bana takılırken, bağımlı olma." dedikten sonra o önden ben arkasından gizlice karargahtan çıktık. Onu en son gördüğüm yere vardığımızda, gittiği yolu takip etmeye başladık. Nereye gittiğimizi bilmeden onu ararken eski yıkık bir parkın tam ortasına geldik. Buradan sonra bir sürü yol vardı ve nereden gideceğimizi bilmiyorduk. Tam bunu düşünürken, bir grup vampir tarafından etrafımız sarıldı. Sayı olarak azlardı ve hepside üçüncü sınıf vampirdi. En pisleri ve acizleri. Gün ışığına çıkamayanlar.

Tam bu sırada karşı sokaktan koşarak çıkan bir genç kız çığlık çığlığa peşindeki vampirlerden kaçmaya çalışıyordu. Bize doğru yaklaşırken, Nick'e baktım.

"Git sen, bunları ben hallederim." dedi. Hızla onay verip, kıza doğru koştum. Tam peşindeki vampir onu yakalayacakken, onu öldürdüm. Hemen arkasından gelen bir düzeni vampir işleri karıştırmıştı. Nick'e baktığımda onunda başı oldukça kalabalıktı. Neyse ki zor değillerdi. Kıza yakınımda durmasını ve ben ona işaret ettiğimde kaçıp saklanmasını söyledikten sonra tam karşılarına dikildim. Tam hamle yapacakken, önümde ki vampirin kafasının koptuğunu gördüm. Bunu yapan kim diye düşünürken, onu gördüm. Aradığım kişi. Bu oydu.

İkimiz birlikte vampirleri öldürürken, sanki bunu daha önce çalışmış gibi inanılmaz senkronize hareket ediyorduk. Bu çok iyi hissettiriyordu. Sonunda hepsi bittiğinde ona döndüm. Tam bir şey diyecekken, kurtardığımız kız aramıza girdi.

"Lütfen aileme de yardım edin. Vampirler onu köşeye sıkıştırdı, şuana kadar ulaşamamışlardır. Lütfen yardım edin, lütfen..." diye yalvardığı sırada Nick'e baktım. Neyse ki o iyiydi ve işi bitmek üzereydi. O burayı halledene kadar kıza yardım etmem gerekti.

"Neredeler?" dediğimde kız hızla ayağa kalkıp bize yolu gösterdi. Şapkalı çocukta peşimden gelirken, karanlık sokaklarda koşmaya devam ettik. Nasıl oldu bilmiyorum ama bir ara kız görüş alanımdan çıktı. Şapkalı çocuğa bakmak için arkamı döndüğümde yerin ayaklarımın altından çekildiğini hissettim. Karanlık, soğuk ve acı...

"Nick..."

Kendime geldiğimde ellerimin arkadan bağlı olduğu hissettim. Gözlerimi açmadan bir süre etrafımı dinledim. Çok fazla ses vardı. En az on kişi var gibiydi. Ellerimi neyle bağladıklarını anlamak için uğraşırken;

"Boşuna uğraşma, ip değiller açman imkansız." diyen sesle gözlerimi açtım. Tam karşımda sandalyede kendinden emin tavırlarıyla oturan biri vardı. Etrafında bir sürü adama bakarken, içlerinde bugün dövdüğüm adamı ve benden yardım isteyen kızı gördüm. Demek ki hepsi bir oyunmuş. Tam bu sırada içeri giren kişiyle bakışlarım ona döndü. Şapkasız bile o olduğunu anlamıştım. Artık apaçık yüzünü görebiliyordum. O çok yakışıklı ve bir o kadarda sevimliydi. Buraya gelene kadar hiç asyalı görmemiştim ama gördüklerim arasında en iyisi oydu.

"Hey Ki Kwang bak seninki uyandı." dövdüğüm adam tüm iğrençliğiyle duruma müdahale ederken;

"Neden buradayım?" dedim

"Bunu benim sana sormam gerek. Neden Koredesiniz? Sen ve şu teğmen arkadaşın da kim?" Nick... Lanet olsun, çılgına dönmüştür.

"Soruma cevap ver, neden buradasın?" bunun üzerine kafamla adının Ki Kwang olduğunu öğrendiğim çocuğu işaret edip;

"Onun için" dedim. Hepsi şaşkınlıkla bir ona birde bana bakarken, Ki Kwang gözlerini ayırmadan sadece bana bakıyordu. Diğer aptalları umursamayarak sadece ona odaklanarak;

"Bunu seninde hissettiğine eminim. Sana anlatmam gerekenler var." dedim. Hala tepkisizce bana bakarken;

"Sende bunu merak ettiğin için beni buraya getirmedin mi? İzin ver anlatayım."

"Anlatacağın saçmalığa inanmıyorum." ne yani biliyor muydu?

"Saçmalık?" dedim sorarcasına.

"Veliahtlar saçmalığından bahsediyorum. Burada pek sır saklayan olmaz. Siz gelmeden hikayeniz geldi. Aradığın kişi ben değilim."

"Sensin, bunu sende biliyorsun. Çünkü hissettin. Bugün s---"

"Ben değilim. Kendinize kukla arayacak yanlış yere geldiniz." diyerek tam odadan çıkacakken;

"İki gün önce..." dedim.

"İki gün önce yirmi yaşına bastın değil mi? O gece neler hissettin? Sende bir şeylerin değiştiğini biliyorsun ama bunu kabullenmeye korkuyorsun." dedim sinirle. Sonra onu kızdırmak yerine daha sakin olmam gerektiğini fark ederek;

"Ki Kwang lütfen. Söylediklerime inanmasan bile hissettiklerine inan. Bizler bu savaşı bitirecek veliahtlarız. İlk bulduğum veliaht sensin. Benimle gel ve diğerlerini bu--"

"Burası benim evim ve onlarda ailem. Onları bırakıp, hiçbir yere gitmiyorum." aile? onlar Ki Kwang'ın ailesi mi? Leo ve çocuklar gibi...

Artık ona ısrar etmek istemiyordum. Buna ne hakkım ne de gücüm vardı. Onu sevdiklerinden ayıramam. Bunu yapamam.

"Peki." dedim sadece...

"Patron onunla ne yapacağız?" diye soran gerzek adamın sorusuna patrondan önce Ki Kwang cevap verdi.

"Bırakın onu." hepsi şaşkınlıkla patronun vereceği emri beklerken;

"Ki Kwang'ı duydunuz, bırakın onu." dedi. Adamlardan biri elimi çözerken, patron birine de beni buradan çıkarmasını emretti. Ki Kwang herkesten önce ortadan kaybolurken, bende günün ilk ışıklarıyla karargaha döndüm. İçeri girer girmez tüm meraklı ve endişeli gözler beni buldu. Hemen ileriden hızla bana koşan Nick'i gördüğümde kendimi en kötüsüne hazırladım. Bu sefe---

"Ema..." bu düşündüğümden çok daha farklıydı. Nick hızla bana sarılırken, kemiklerimi kıracak gibi sıkıyordu. Gerçekten sarılıyor mu yoksa yeni yöntem kemiklerimi kırarak mı cezalandırıyor anlamamıştım. Ama onu ilk defa böyle görüyordum. Sonunda kendine geldiğinde benden ayrılıp, yüzüme baktı.

"İyi misin?"

"Sen az önce yaptığın şeyi yapana kadar iyiydim ama şuan kemiklerimde beynimde çok kötü." derin bir oh çektiğinde rahatlamış gibiydi.

"Üzgünüm Nick. Tuzak olduğunu anlamadım." dediğimde, kafasını hayır anlamında sallayıp;

"Bunu bende anlamadım, özür dilerim. Seni yalnız bırakmamalıydım." dedi. Nick iyi olduğumdan emin olduktan ona orada olanları ve Ki Kwang'ın söylediklerini anlattım.

"Ne yani şimdi vaz mı geçiyorsun?"

"Bunu yapamam Nick, o insanlara ailem dedi. Tıpkı bir zamanlar benimde olduğum gibi. Onu onlardan ayıramam." o gün Nick bu olayın, üzerinden fazla durmadı. Benim hassam noktam olduğunu biliyordu.

Koreye geldiğimizden beri bir hafta geçmişti ve o günden sonra onu bir daha hiç görmedim. Gerçi görmek için çabalamadım da.

Yine odamda miskin miskin takılırken, birden karargahta kırmızı alarm verildi. Neler olduğuna bakmak için tam odamdan çıkacakken, Nick hızla yanıma geldi.

"Hazırlan, savaş alarmı. Elli kişilik bir vampir ordusu ve iki soylu saldırıyor."

"Hedef?" dedim sorarcasına...

"Ki Kwang ve çetesi..."

"Lanet olsun..."

Continue Reading

You'll Also Like

2.6M 123K 47
"Bir şey söylemeyecek misin?" Aidan'ın bunu demesiyle gözlerimi ona çevirdim. Gözleri kırmızıya dönmüştü. Söyleyeceğim sözcüklerin harfleri birbirine...
7.2K 400 17
Bazen aşk için yanlış kararlar alabiliriz. Bazense doğru kararlar alabiliriz. Fakat bu hikaye mutlu sonla bitmiyor mutlu sonsuzluk ile bitiyor...
147K 12.6K 10
Çikolata Tadında'dan tanıdığımız Aykut Baran'ın hikayesidir. Büşra Köprü
113K 6.8K 26
❝İlk öpücük dudaklarımdan nefesi çalmıştı, sonuncusu neden bizi ayırdı?❞ hantol fanfiction // @scpattz