Underworld #wattys2016

By dmteks

144K 10.8K 1.7K

Hani derler ya her ne olursa olsun hayat devam ediyor. Aslında devam eden hayat değil, bizleriz. Yaşananlar b... More

Veliahtlar...
İlk Veliaht...
Bir Bütün Ol...
İkinci Veliaht...
Cennetten Bir Parça...
Bir Tutam Acı...
Cadıların Laneti...
Son Veliaht...
Rüya Değil, Gerçek...
Değişmeyen Şeyler...
Beklenmeyen Anlaşma...
Beklenmedik Plan...
Koruma...
Adsız Bölüm 15
Özlem...
Işığın Gerçek Sahibi...
Seçim Zamanı...
Kaybedilenler Elbet Geri Gelir...
Gerçek Hikaye...
MÖ: 2061
Gerçek Aşk!
Birlik...
Sona Doğru...
Final

Başlangıç...

18.3K 809 192
By dmteks

Merhaba millet.

Yine, yeniden burada olmak güzel. Çoğunuz hala Ölüm Meleği'nin devam etmesini istediğinizi biliyorum ama biraz olsun bana güveniyorsanız, bu hikayeyi de en az onun kadar seveceğinize eminim.

Benden beklediğinizden farklı bir konusu olacak ama lütfen ön yargıyla ya da "yine mi" diye başlamadan önce sadece devam edin. Sıradan hikayeleri sevmediğimi biliyorsunuz. Bu yüzden yine sırların, gerilimin, aşkın, dostluğun hat safhada olduğunu bir hikaye olacak. Şimdiden iyi okumalar... (Not: İlk bölüm için sevdiğim bir animeden esinlendim. Ön yargıyla başlamadan önce devam edin.) Tam destek, full destek :})

Medyada ki parça - Hinder - Lips Of An Angel

Buraya nasıl, ne zaman geldim? Neredeyim ben? Elimi sıkı sıkı tutan bu kadın kim? Hala o gün yaşadıklarımı ilk günkü kadar net hatırlıyorum.

Yürüdüğümüz uzun koridorda arada bana bakıp, gülümseyen yüzü güven verir gibiydi. Garip ama korkmuyordum. Henüz on yaşında olmama rağmen hiçbir şeyden korkmuyordum. Sadece merak ediyordum. Burası neresi? Ben kimim? Annem ve babam nerede?

Sorularımı unutturan adımlarımı durduran yanımdaki kadındı. Önünde durduğumuz kapıyı hafifçe tıklattıktan sonra yavaşça içeri girdi. Hemen arkasından da beni çekti. Büyük ahşap masanın karşısındaki koltuğa oturttuktan sonra adama dönüp;

"Onu size getirdim. Adı Ema. Ona iyi bakacağınızdan şüphem yok." dedi. Hemen karşımızdaki kır saçlı yaşlı adam gözlüğünün üzerinden bana bakıp, gülümsedikten sonra yavaşça kalkıp, hemen önümde diz çöktü. İçimi ısıtan gülümsemesiyle başımı okşarken;

"Ailemize hoşgeldin Ema." dedi. Aileye mi?

"Ema geçmişi ve ailesiyle ilgili hiçbir şey hatırlamıyor. Adı dışında, lütfen ona iyi bakın." kadın benimle ilgili yaptığı açıklamayla neden hiçbir şey hatırlamadığımı anladım. Başımı okşayan adam ayağa kalkıp, kadına bakarken;

"Gerekte yok zaten. O artık yeni bir başlangıç için burada." dedikten sonra bana dönüp;

"Sana daha mutlu ve daha büyük bir aile vereceğim Ema. Sakın korkma." dedi.

"K-Korkmuyorum." dedim zorda olsa. Sesimi ilk defa duyuyor gibiydim. Yaşlı adam başını olumlu anlamda sallarken buna memnun gibiydi.

Beni getiren kadın gider gitmez, yaşlı adam elimden tuttuğu gibi beni karanlık koridorda bir yere doğru sürükledi. Merakla nereye gidiyoruz diye düşünürken, önünde durduğumuz kapının büyüklüğüne ve eskiliğine baktığımı hatırlıyorum. O an buraya geldiğimde beri ilk defa ürktüğümü hissetmiştim. Yaşlı adam elimi bırakıp bana bakarken;

"Yeni ailenle tanış Ema." dedikten sonra büyük kapıyı iki eliyle iterek açtı. Bir süre içeriden gelen ışıkla gözlerim bir süre kamaştıktan sonra nihayet içeriyi net görebilmiştim. Benimle yaşıt ve benden küçük bir sürü çocuk kahkahalarla gülüp eğleniyorlardı. Orada öylece kalıp, onları izlerken sırtımdan iten yaşlı adamla kendimi aralarında buldum. Hepsi oyunu kesmiş şaşkınlıkla bana bakarken;

"Bu yeni kardeşiniz Ema. Ona iyi davranın çocuklar." dedi. Anında etrafımı sarar çocuklarla hepsine tek tek bakmaya çalışırken, hemen önümdeki çocukların kenara çekilmesiyle aralarından benden çok az daha uzun sarışın çok tatlı bir çocuk hemen karşıma dikildi. Gülümsemesi güneş kadar parlak ve muhteşemdi. Onunla ilgili ilk düşüncem buydu. Bana uzun uzun baktıktan sonra hızla yaşlı adama dönüp;

"O kaç yaşında?" dedi.

"10 , seninle aynı yaşta Leo." demek o benimle yaşıttı. Sonra tekrar bana dönüp;

"Buranın en büyüğü benim, şimdi sende geldiğine göre artık çocuklara bakmakta bana yardım edeceksin Ema." dedi. O an ne diyor bu çocuk? Kafayı mı yemiş? Yoksa gerçekten kaçık mı? diye düşünmeden edemedim. Hatta korkup yaşlı adamın arkasına bile saklanmaya çalıştım ama çocuklar anında beni aralarına alıp, mıncıklamaya başlayınca ellerinden kurtulamadım. Son anda Leo'nun beni çekip, sarılmasıyla nefes aldığımı hissettiğimi hatırlıyorum. Onunla ilk temasımız.

"Onu korkutuyorsunuz çocuklar. Hepiniz sakin olun ve bize alışmasını bekleyin." diyerek çıkışınca hepsi dudaklarını büküp suratlarını astı. O halleri öyle tatlı ve sıcaktı ki, onların arasına kaynaşmamam imkansızdı.

Hala net hatırlıyorum, tam tamına 10 çocuktuk. 10 yaşımda oraya bırakıldığımda tam tamına 10 çocuk. En küçüğümüz Jack henüz 4 yaşındaydı. En büyükleri ben ve Leo ise 10. Bizden küçük ikizler Jessi ve Mary, Olivia ve Alex 8, Jocap , Tylor ve David ise 6 yaşlarındaydı.

Jack geldiğim ilk günden beri yanımdan ayrılmayıp, beni gölge gibi takip ederdi. Leo bunu ilk defa yaptığını ve bana karşı büyük bir sevgi beslediğini söylemişti.

İkizler Mary ve Jessi doğduklarından beri birlikte oldukları için her saniyelerini birlikte, yapışık gibi geçirirlerdi. Hatta buna tuvalet ve banyo bile dahil.

Olivia ve Alex henüz 8 yaşında olmalarına rağmen birbirlerine karşı özel şeyler hissettiklerini herkes biliyordu. Hatta bu yüzden hepimizin dalga konusu bile olmuşlardı. Bu durumdan en çok zevk alan kişi ise David'di. O gurubun en yaramazıydı. Onu bulmak için ya ağaç tepelerine ya da kimsenin girmediği kıytı köşelere bakmak gerekti ve bunu sonunda mutlaka bir tarafını yaralayarak ortaya çıkardı. Tylar da onunla yaşıttı ama onun yaşının çok daha üstünde bir olgunluğu vardı. Ona kitap kurdu derdik. Yaşıtları arasında okuma yazmayı ilk öğrenen ve hayatını kitaplarla geçiren bir çocuktu.

Ve son olarak Jacop. O sağır ve dilsizdi. Hakkında pek bir şey bilinmediği için, doğuştan ya da yaşadığı bir travma sonucu olmuş olabileceği düşünülüyordu ama bu bizim umurumuzda bile değildi. O da bizim bir parçamız ve ailemizden biriydi.

Aradan bir sene geçmişti üzerinden. Ben oraya geleli koca bir sene. Neler mi değişmişti? Onlara öyle bağlanmış, öyle sahiplenmiştim ki her biri bir parçam olmuştu. En çokta Leo.

On birinci yaş günümde Jack beni sürükleyerek bahçeye çıkarmıştı. Tam dışarı çıktığımızda tüm yetimhane karşımda kocaman bir pastayla bana gülümsüyordu. İkizler Mary ev Jessi hızla yanıma gelip kolumdan tuttukları gibi beni masanın başına götürmüşlerdi. Herkes en güzel gülümsemesiyle bana bakarken, onları ne kadar çok sevdiğimi bir kez daha anladım.

"Nice yıllara Ema." diyen müdür Bay Park ile ona döndüğümde;

"İyi de bugün benim doğum günüm değil ki, ne zaman olduğunu hatırlamıyorum bile." dedi. Yanıma gelip, tıpkı ilk gün beni gördüğünde yaptığı gibi kafamı okşarken, ondan aldığım güven hisseni seviyordum.

"Sana ilk gün ne söyledim? Buraya yeni bir başlangıç, yeni bir aile kurmak için geldin ve yaptın da, bu yüzden doğum günün bize katıldığın gündür. Mutlu yıllar Ema, iyi ki bizimlesin." elimde olmadan gözlerim dolmuştu. Onları çok seviyordum ve aynı şekilde karşılığını anlamak muhteşem bir şeydi. Hep kadar burada kalmak istiyorum. Onlarla, sonsuza kadar...

"Ema acele edip mumları söndürmezsen, pastan çökecek. David sabahtan beri alttan alttan pastayı parmaklıyor ve altı çöktü resmen." diyen Olivia'dan sonra herkes hızla David'e döndüğünde iki elini havaya kaldırıp, pastaya bulanmış ağzıyla;

"Elimi bile sürmedim, yemin ederim." demesiyle hepimiz kahkahayı bastık. Bu sırada yanıma gelen Leo elimi tutup, beni pastanın yanına götürdü. Herkes dilek tut, dilek tut bağırmaya başlayınca;

"Hepimizin sonsuza kadar tıpkı bugünkü gibi bir arada ve mutlu olmasını diliyorum." dedim. Anında seslerini kesip, ne dediğimi anladıklarında hepsi aynı anda;

"Sonsuza kadar birlikte..." diyerek çığlık attılar. Hepsinin benim gibi bir arada kalmak istemesi mutluluğuma mutluluk katmıştı. Bunu tek düşünen ben değildim. Hepimiz bunun sonsuz olmasını istiyorduk. Sonsuza kadar, hep birlikte...

Sonunda mumları üfleyip pastayı kesecekken, bıçağı değdirmemle pasta masaya yan yattı. Gerçekten de altındaki boşluk yüzünden çökmüştü. Hepimiz aynı anda David'e bakarken, o korkan gözlerle bize yalvarıyordu. O günkü hali aklıma geldikçe hala gülüyorum.

"Seni doyumsuz, pis boğaz. Tok evin aç kedisi..." diyen Olivia eline aldığı bir avuç pastayı David'in suratına attı. David buna rağmen yüzündeki pastayı yalamaya çalışınca buna hepimiz kahkahalar atmıştık. Sonra yüzümde hissettiğim pasta ile neye uğradığımı şaşırırken, bunu yapan Leo'ya anında aynı karşılığı verdim.

"Pasta savaşı!!" diye bağıran Alex ile ortalık anında karışırken, bahçe tam bir savaş alanına döndü. Bu sırada kendilerini kurtarmaya çalışan personeller ve Bay Park'ı görünce;

"Çocuklar kaçıyorlar, yakalayın..." diye bağırmamla hepsinin ilgisi onlara döndü. Çok geçmeden onlarda savaştan nasiplerini almışlardı. Hayatım boyunca unutamayacağım, muhteşem bir gündü. Keşke o günlere tekrar dönebilseydim. Keşke dileğim gerçek olsaydı. Keşke....

O gece herkes güzelce temizlendikten sonra yatmaya gitti. Jack her zamanki gibi yanımda uyumak istediğini söyleyip, kucağıma sıvışırken, diğer çocuklar günün yorgunluğuyla anında uyumuştu. Bende tam uyumak üzereyken Leo'nun yanıma gelmesi ile gözlerimi açtım. Bana sessiz ol işareti yapıp, gelmemi söyledi. Jack'i uyandırmamaya özen göstererek yavaşça kalkıp, Leo'nun beni istediği yere sürüklemesine izin verdim. Çatı katına çıktığımızda tam terasa çıkacakken elleriyle gözlerimi kapatıp, beni yönlendirmeye başladı.

"Leo korkuyorum." dediğimde;

"Korkma, ben yanında olduğum sürece sana asla zarar gelmez." demesiyle içimde, hayatım boyunca hissetmediğim bir güven hissettim. Bu Bay Park'ın baba sevgisinden çok daha farklı bir duyguydu. Adımlarımı az öncekine göre daha güvenle atmaya başladığımda Leo'nun da beni yönlendirmesi daha kolay oldu. Esen rüzgarı tenimde hissetmeye başladığımda terasa çıktığımızı anladım. Normalde buraya girmemiz yasaktı, Bay Park çocukların güvenliği için orayı kapattırmıştı ama bundan bir kaç ay önce Leo ve ben tesadüfen bulduk. Bizden başka giriş yolunu bilende yoktu. Leo hala gözlerim kapalıyken yere uzanmamı isteyip, uzanmam için bana yardım etti.

"Gözlerini açtığımda sadece yukarı bak tamam mı? Başka yere bakma."

"Niye ki? Bakarsam ne olur?"

"Ema sadece dediğimi yap, bak söz mü?" bu kadar ısrarına gülerken;

"Tamam söz." dedim. Bundan memnun bir şekilde ellerini gözlerimden çektikten sonra gördüğüm şeyle, hayranlıkla bakmaya başladım.

"Daha önce bu kadar yıldızı bir arada görmedim hiç." dediğimde Leo'da yanıma uzanıp, o da gökyüzüne baktı.

"Bende. Görünce seninde görmek isteyeceğini düşündüm. Sevdin mi?" meraklı gözlerle bana bakarken, ona dönüp evet anlamında kafamı salladım. Bundan memnun bir şekilde tekrar gökyüzüne döndü.

"Buna sevindim. Seni mutlu etmek hoşuma gidiyor." diyerek devam etti. Gözlerimi ondan alamazken, o gece duruşunu, yüzünü, mimikleri ve çok sevdiğim gülüşünü hafızama kazıdım. En çokta gülüşünü. Sanki o gülüşü, o gece kaybedeceğini biliyormuşum gibi. O gökyüzünü, milyonlarca yıldızı heyecanla ve hayranlıkla izlerken, ben ise onu izliyordum. O gece bana her şeyden çok güzel görünmüştü. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi elini cebine atıp;

"Az daha unutuyordum."

"Neyi?"

"Doğum günü hediyeni." heyecanla yerimden kalkıp, cebinden çıkaracağı şeyi bekledim. Yumruk yaptığı elinden uzun bir zincir sarkıyordu. Avucunu açtığında küçük bir melek kolyesi olduğunu gördüm. O kadar güzeldi ki, uzun uzun ona baktım.

"Beni bulduklarında üzerimden çıkan tek şey buymuş. Bay Park aileme ait tek şey olabileceğini söyledi. Bunca zamandır onlardan bir parça olduğunu düşünerek sakladım ama şimdi sana hediye etmek istiyorum." şaşkınlıkla ona bakarken;

"Bunu alamam Leo. O ailenden sana kalan tek şey." dedim.

"Hayır alabilirsin." sonra bir süre kolyeye bakıp, gülümseyerek bana döndü.

"Bugün doğum gününde dilediğin şeyi ben uzun zamandır diliyorum. Hepimizin bir arada olması ve hiç ayrılmamamızı. Seninde bunu istediğini duymak, korktuğum her şeyi yok etti. Benim ailem sizsiniz, sensin Ema. Bu kolyeyi çok seviyordum ama artık ondan daha çok sevdiğim biri geldi. Şimdi ikisini de yanımdan hiç ayırmayacağım." dedikten sonra kolyeyi boynuma taktı. O geceye kadar ilk defa Leo'nun ağzından beni sevdiğini duymuştum. Bunu hep hissediyordum ama ilk defa sözcüklere dökmüştü. Boynumda ki kolyeye severek baktıktan sonra Leo'ya dönüp, hiç düşünmeden yanağından öptüm.

"Teşekkür ederim. Aldım ilk ve en değerli hediye." dediğimde Leo'dan sevdiğim bir gülümseme beklerken, şaşkın, kırmızı ve gözleri kocaman bir Leo gördüm. Onu utandırmış mıydım? O hali her aklıma geldiğinde hala istem dışı gülümsüyorum. Ben Leo'nun bu tatlı haline gülerken, duyduğumuz garip sesle hızla aşağı baktık. Yolun kenarındaki adamın biri acılar içinde yerde kıvranıyordu. İşte lanetin başladığı an buydu.

Adamı acılar içinde kıvranırken görmeye daha fazla dayanamadık. Hızla aşağı inip, Bay Park'tan yardım isteyecekken, onu odasında bulamayınca hemen personellerin odasına koştuk. Kapıyı açtığımız gibi başta Bay Park ve tüm çalışanları yerde, aynı dışarıdaki adam gibi kıvranırken bulduk. Ben korkuyla yanına çöküp, kafasını tutum. Ağzından ve burnundan gelmeye başlayan kan korkularımı daha da arttırırken;

"S-siz İyi misiniz?" dedi zorlukla. Şimdi düşünüyorum da, o halde bile bizi düşünecek kadar muhteşem bir adammış. İyiyiz anlamında kafa salladıktan sonra rahatlamış gibi gözlerini kapadı.

"Ç-çocuklar. Çocukları kontrol edin." dediğinde onu bırakmak istemiyordum ama diğerlerinin de iyi olduğundan emin olmalıydık.

"Hemen geleceğiz, birazcık bekle. Çocuklara baktıktan sonra sana yardım getireceğiz." diyerek yanından ayrıldık. Leo ile el ele koşarak yukarı çıktık. Tüm çocuklar isteğimiz üzere aynı odada kaldığı için hepsini aynı anda bulmak kolay olmuştu. Neyse ki hepsi sakince uyuyordu. Onları korkutmamak için tekrar sessizce çıkıp, aşağı indik. Bay Park'a ve personellere yardım getirmeden önce onları son kez kontrol etmek için yanlarına gittiğimizde az önce ki hallerinden farklı görünüyorlardı. Sessiz ve hareketsiz.

"Bay Park..." ona defalarca seslenmeme rağmen uyanmıyordu. Hiç biri. Leo da diğer büyükleri kaldırmaya çalışıyordu ama işe yaramıyordu.

"Yardım istemeliyiz." dediğimde Leo olumlu anlamda kafasını sallayıp, elini uzattı. Ona sıkı sıkı tutunurken, onunda en az benim kadar korktuğunun farkındaydım. İkimiz hızla dışarı çıkıp, bahçe kapısını açtık. Gecenin bu saatinde tek başımıza ilk defa dışarı çıkıyorduk .

Yukarıdan gördüğümüz adamın da Bay Park gibi hareket etmeyi kestiğini görünce ona dokunmadan yanından geçip gittik. Köşeyi dönmemizle gördüğümüz şey karşısında ikimizde birbirine tutunan ellerimizi sıktık. Kocaman sokakta dışarı dökülen tüm insanlar kanlar içinde yerde yatıyordu. O an neler olduğuna dair en ufak bir fikrimiz yoktu. Her normal iki küçük çocuk gibi sadece korkuyorduk. Konuşabileceğimiz, yardım isteyeceğimiz tek bir insan dahi yoktu. O karanlıkta yapayalnız kalmıştık.

"Geri dönmeliyiz." diyen Leo tam adım atacakken, onu durdurdum.

"Bende geri dönmek istiyorum ama yardım bulmamız gerek. Bay Park ve diğerleri için. Lütfen yanımda kal Leo." onunda korktuğunu biliyordum ama benim için tüm cesaretiyle yanımda kalmayı kabul etmişti. Yerde hareketsiz yatan onca insanın arasından yavaşça ilerlerken, bize yardım edecek sağlıklı birini arıyorduk ama gittiğimiz her yerde durum aynıydı. Birkaç bilok daha gittikten sonra;

"Ema geri dönmemiz gerek. Çok fazla uzaklaştık. Bize yardım edecek kimse yok." dedi. Ona hak veriyordum ama belki bir umut biri çıkar diye bakmak istiyordum.

"Biraz daha Leo, sadece birazcık daha lütfen." diye yalvarınca yine beni kırmamış ve ilerlemeye devam etmiştik. Aslında en başından Leo'yu dinleyip, oraya hiç gitmemeliydim. Bunu şimdi daha iyi anlıyorum.

Tam geri dönmeyi düşünürken duyduğumuz sesle önce birbirimize bakıp, sonra hızla sesin geldiği yere koştuk. Birileri vardı işte, sağ kalan birileri vardı diye düşündüm. Sesin geldiği yer küçük bir duvarın arkasıydı. Leo ile sessizce yaklaşıp, neler olduğuna bakmak için parmaklarımızın ucunda yükseldik. Gördüğüm şeyi algılamam biraz zaman almıştı. Bu insanların kanlar içinde yerde yatmasından bile korkunçtu.

Onları ilk gördüğüm gece, o duvarın arkasında tüm vahşetiyle karşımdaydılar. Soluk tenli, uzun beyaz pelerinli ve korkunç. O an kim olduklarını ne olduklarını anlamamıştım ama şimdi gerçeği tüm benliğiyle biliyor ve bunun nefretiyle yaşama gücümü buluyordum.

"Leo onlar ne yapıyor?" titreyen sesimle sorduğum sorunun cevabını almaktan bile korkuyordum ama merakım, korkumun önüne geçmişti.

"Bilmiyorum ama sanki, sanki o insanlara zarar veriyor gibiler. Gidelim buradan Ema, hemen gidelim." sıkı sıkı tutan elimi tam çekiştirecekken, gördüğüm şeyle hemen durdurdum onu.

"Ema na yapıyorsun, gid--"

"Leo bak. Başka çocuklar." tam gidecekken, o adamlara benzer adamların üç çocuğu dışarı sürüklediklerini gördüm. Çocuklar yerde yatan anne ve babalarına ulaşmak için ağlarken içlerinden biri çocuklardan birini havaya kaldırıp, boynunu ısırdı. Deli gibi çırpınan ayakları bir süre sonra hareket etmeyi kesince diğer iki çocuk korkudan seslerini kesmek zorunda kaldı. O ana kadar onların kim olduğunu, ne olduğunu anlamıyordum ama artık onların tek ezeli düşmanım, vampirler olduğunu biliyorum. Bunu anlamam çokta uzun sürmemişti.

O gece vampirler kalan iki çocuğu büyük bir kamyona koyduktan sonra;

"Gün doğmadan bütün evlere bakın, kalan bütün sağ çocukları toplayın." dediklerini duyduk. Leo ile birbirimize korkan gözlerle bakarken, hızla oradan uzaklaşmaya başladık. Nefes nefese, yurda doğru koşarken, bizi takip edip etmediklerine bakamıyorduk bile. Sonunda yurda vardığımızda önce yerde cansız yatan Bay Park'a son kez baktık. O an ona o kadar ihtiyacımız vardı ki...

Sonra da hemen üst kata çıkıp, çocukların odasına daldık. Sessizce hepsini uyandırmaya başladığımızda şaşkınlık ve uyku sersemi gözlerle bize bakıyorlardı.

"Neler oluyor Ema." Jack gözlerini ovalayan yumuk elleri ve sıkı sıkı sarıldığı oyuncak ayısıyla bana bakarken, hızla ona sarılıp;

"Bir şey yok. Hadi saklambaç oynayalım." dedim.

"Bu saatte mi? Senin derdin ne Ema?" merak ve sinirle soran Olivia'nın kulağına eğilerek;

"Lütfen soru sorma ve sadece yardım et. Saklanmamız gerek." dedim. Onu korkutmuş olmalıyım ki, sesini çıkarmadan hızla diğerlerini kaldırıp, hepsini ayağa dikti.

"Çocuklar hemen saklanmamız gerek. Sadece bize güvenin ve dediğimi yapın." Leo durumu üstü kapalı anlatmaya çalışsa da çocuklar ne olduğunu merak ediyordu.

"Leo çatı katı." dediğimde ne demek istediğimi anlamış gibi başıyla onay verip, hızla oraya çıkmamıza yardım etti. Çocukları tek tek küçük aradan tozlu çatı katına sokmayı başardığımızda, Jack yanıma gelip, küçük kollarıyla belime sarıldı. Bende ona sıkı sıkı sarılırken, korkacak bir şey olmadığına inandırmaya çalışıyordum.

"Ema çok karanlık."

"Şii, ben yanındayım, korkacak bir şey yok." aslında bende en az Jack kadar korkuyordum ama bunu belli edemezdim.

"Şimdi neler olduğunu anlatır mısın Leo? Neden buraya geldik?" Soran Alex ile Leo küçük, yuvarlak camdan aşağı kontrol ederken;

"Bir şey oldu ev bir süreliğine burada saklanmamız gerek. En azından gün doğana kadar."

"Ne oldu ama?"

"Bakın sadece bize güvenin ve sessizce burada bekleyin. Birkaç kötü adam var ve bizi almaya gelecekler. Onlar gidene kadar burada saklanmalıyız."

"Bay Park bizi korur, gidip ona söyleyelim." David tam dışarı çıkacakken, Leo hızla kolundan tutup, onu durdurdu.

"Bay Park bize yardım edemez. Sadece burada kal David. Lütfen." David dolan gözlerle Leo'ya bakarken;

"Edemez çünkü... Çünkü... Çünkü..." bunu söyleyemezdi. Onun öldüğünü biliyordum ama bunu dile getirmeye bile korkuyorduk.

"Leo..." David'in kırgın ve ürkek çıkan sesi ve çaresiz halini ilk defa görüyordum. Tam bu sırada aşağıdan gelen büyük bir gürültü ile hepimiz yerimizden sıçradık.

"Bu da neydi?" diye sora Olivia'nın arkasına saklanan ikizler korkudan titremeye başlamıştı. Leo bana çaresiz gözlerle bakarken, ikimizinde aynı hissettiğine emindim. Korkuyorduk. Ölümüne korkuyorduk. Dizlerimin üzerine çöküp, Jack'e sıkı sıkı sarılırken, Taylor ve David de yanıma gelmişti. Hemen önümüzde duran Leo kapı her an açılacakmış gibi kollarını açarak siper almıştı. Herkes gözlerini kapatmış gelecek lanetini beklerken, kapıyı tutan kalın tahtalar büyük bir gürültüyle kırıldı. Etrafı saran toz duman gittikçe kapıda bekleyen onları daha net görmeye başlamıştık. Bunlar onlardı. Az önce üç çocuktan birini öldüren adamlar. Artık yüzlerini daha net görüyordum. Uzun dişleri, soluk tenleri ve kanlı ağızları...

Son olarak da Jack'in boynuma sarılan sıkı kollarının benden uzaklaştığı hissi ve Leo'nun adımı haykıran çığlıkları.

O gece hepimiz bilmediğimiz bir şehre götürülmüştük. Bizi öldürmemişlerdi ama her günümüzü ölüm ile içe içe geçirmemizi sağlıyorlardı. Geldiğimiz yer ARGONA, vampirlerin şehri.

Burada sadece vampirler yaşıyordu. Büyüklerin öldüğü gün, dünyaya büyük bir salgın yayılmış ve hepsini öldürmüştü. Bundan tek etkilenmeyen çocuklardı. Vampirler ise o gece hükümdarlıklarını ilan etmiş ve geride kalan tüm çocukları buraya toplayarak, besi hayvanı muamelesi yapmaya başlamışlardı. Buranın bazı kuralları vardı. İlki vampirlerin yoluna çıkma yoksa acımasızca canını yakabiliyorlardı. İkincisi bu şehir sınırları içinde hiç bir vampir, direk olarak bir çocuktan beslenemez. Onu ısırması ve öldürmesi yasak. Kanımızı tıbbi yöntemlerle alıyorlardı. Son kural ise kaçmaya çalışmanın cezası net olarak ölümdür.

Bu lanet, karanlık şehirde onların besi hayvanı olarak adlandırdığı kişilerdik sadece. Tek iyi tarafı ise çocuklarla hala beraber olmamız. Kalmamız için bize verdikleri barakada hep birlikte kalabiliyorduk. Burası devası büyüklükte bir yerdi. Bir uçtan bir uca arabalarla gittiklerini görüyorduk. Dünyada olduğu gibi, burada da teknoloji açısından bir şey yoktu zaten ihtiyaçları da yoktu. Kendi hükümdarlıklarını sürdükleri bu yerde sadece kanımıza ihtiyaçları vardı, bu onların tek gayesiydi.

Buraya geleli tamı tamına iki yıl olmuştu. İki yıldır, burada yaşamaya devam ediyorduk.

"Leo nerede?" Jack'in sorusuyla yapmaya çalıştığım yemek işini bir kenara bırakıp, duvardaki saate baktım. Yine geç kalmıştı.

"Eminim birazdan gelecektir. Neden sende David ve Taylor'a yardım etmiyorsun? Bak ikisi oldukça eğleniyor gibi..." Jack olumlu anlamında başını salladıktan sonra yanımdan ayrıldı. Aklım hala Leo'daydı.

"Yine ona gitti değil mi?" Olivia'nın sorusuyla ona döndüğümde o benden farklı daha sinirli bakıyordu. Bunun olmasını istemesem de;

"Sanırım..." diyebildim sadece...

"Aptal çocuk, kendini öldürene kadar buna devam edecek." diye çıkışınca hızla ağzını kapatıp, içeride kendi halinde oynayan çocuklara baktım. Neyse ki bunu duymamışlardı.

"Çocukların bilmesine izin veremeyiz Olivia. Lütfen..." tamam anlamında surat asıp, sakinleşmek için Alex'in yanına gitti. Ona sıkı sıkı sarılırken, bunu hırçınlığı bizi kaybetme korkusu yüzünden yaptığına emindim.

O akşam çocukların karnını doyurduktan sonra hepsinin yattığından emin olup, camın kenarında Leo'yu bekledim. Burada bir vampir tarafından ısırılmak yasaktı ama sen kendi rızanla, kendi iradenle kanını ona sunabilirsin. Tabi bunu sıradan vampirler yapamaz. Ancak bir soylu olması gerek.

Eğer bir soyluya kanını teklif edersen sana diğer çocuklarda olmayan bir sürü farklı hediye verir. Leo'da çocuklar için arada sırada Victor adındaki bir soyluya kanını verip, karşılığında ailemiz için ekstra yiyecek ve farklı şeyler alıyordu. Ama bunun onu günden güne bitirdiğini fark etmiyordu. Ben bunları düşünürken, bu sırada Leo geldi. İçeri sessizce girerken çocukları uyandırmak istemiyordu. Kapıyı kapatıp, bir süre kafasını kapıya yaslayıp, kendini toparlamaya çalıştı. Bu hali ne kadar zorlandığını gösteriyordu ama o inatla iyi olduğunu söylüyordu ve yine yapacağına emindim.

"Daha ne kadar buna devam edeceksin?" sesimi duymasıyla hızla arkasını döndü. Zoraki bir gülümsemeyle;

"Uyuduğunu sanıyordum."

"Sen günden güne kendini bitirirken, ben rahatça yatıp seni mi izleyeceğim? Lütfen Leo, artık bunu yapma." elindeki kağıt torbayı masaya bırakıp, yanıma geldi. Elimden tutup beni kanepeye oturttu. Başını dizlerime koyup, gözlerini kapattı.

"Bir süre böyle kalalım, sadece yanında uyumak istiyorum." dedi. Tam bir şey diyecekken, sustum. Zaten yorgundu, birde ona bunu yapmaya hakkım yoktu. En azından şimdilik ama bu konuyu en kısa zamanda halletmem gerekti.

Sabahın ilk ışıklarında Jack'in sesiyle uyandık. Leo'nun hala kalkmaya hali yoktu ama çocukların onu böyle zayıf görmesini istemiyordu.

"Bunlar çilek, bakın çocuklar bunlar çilek. Gerçekten çilek." Jack mutlulukla dün gece Leo'nun getirdiği çilekleri incelerken, diğerleri de peşinden geldi.

"Uzun zamandır yemediğim için, neredeyse tadını bile unutmuştum." diyen David tam eline bir tane alacakken, Olivia hızla araya girip, onu uzaklaştırdı.

"Kahvaltıdan sonra herkese vereceğim, oburluk yapma David." bu pek hoşuna gitmese de yinede beklemek zorundaydı ama o an yüzlerindeki mutluluk herşeye bedeldi. Leo'ya döndüğümde onunda çocukları buruk bir gülümsemeyle izlediğini gördüm.

Gülüyordu ama eskisi gibi ışık saçarak değil, daha donuk ve cansız. Sanki ışığı sönmüş gibi. Bu iş onu yıpratıyordu ve buna daha fazla izin veremezdim.

İki gün sonra gecenin bir yarısı Leo yine o vampire gitmek için evden çıkacakken, onu durdurdum. Bunu neden yaptığımı anlamış gibi;

"Ema lütfen, bunu daha önce defalarca konuştuk. Çocu--"

"Haklıydın. Çocuklar için bunu yapmanı anlıyorum." dediğimde şaşkınlıkla yüzüme baktı.

"Anlıyorum ama sadece kendini feda etmene izin veremem. Bu gece ben gideceğim." dedim. Hızla kollarımdan tutup;

"Asla Ema, asla buna izin veremem." dedi.

"O zaman bende vermiyorum. Senin gözümün önünde hergün acı çekmene dayanamıyorum Leo. Lütfen gitme ya da izin ver bende yardım edeyim." dolan gözlerini benden ayırmadan öylece bakarken, beklemediğim bir anda dudaklarımdan öptü. Bu farklıydı, yani sıradan bir öpücükten daha farklı hissettiriyordu. Daha sıcak daha yumuşak daha güzel. Benden ayrılıp, yüzüme bakarken, ne diyeceğimi bilemiyordum. Leo'nun farklı olduğunu biliyordum, bunu hep hissettim ama artık emindim. Leo benim ilk aşkımdı. Belki yaşımız bunlar için küçüktü ama yaşadıklarımız, yaşlarımızdan daha da büyüktü. Belkide bu yüzden hızlı olgunlaştık.

"Son bir gece, bana son bir gece daha ver. Söz veriyorum artık gitmeyeceğim."

"Gerçekten mi?" dediğimde heyecanla evet anlamında başını salladı.

"Çabuk gel ve dikkatli ol." diyerek onu uğurladıktan sonra tüm gece dönmesini bekledim. Daha önce bu kadar uzun kalmamıştı. Yaşadığım korku ömrümden ömür almıştı. Onu kaybetme, bir daha görememe duygusu bile nefesimi kesiyordu. Bırakmamalıydım, gitmesine izin vermemeliydim. Tam bu sırada açılan kapı ile hızla ona koştum. Yorgun ve güçsüz bedenine sıkı sıkı sarılırken, saatlerdir içimde tuttuğum tüm gözyaşlarımı akıtmıştım. Hıçkırıklarımı durduramazken;

"Geçti Ema, artık bitti." diyerek beni teselli etmeye çalıştı.

"Öyle çok korktum ki bir daha gelmeyeceksin diye." hala salya sümük ağlarken, omuzlarımdan tutup beni kendinden uzaklaştırdı. Yüzünde yorgun ama kazanmış bir huzur vardı. Sonra cebinden çıkardığı bir harita ve silahı masaya koyup;

"Artık bitti. Ailemizi de alıp, buradan gidiyoruz Ema." dedi. O an anladım, Leo bunca acıya bunun için katlanıyormuş. O hep bizim için, ailesi için bir çıkış arıyormuş.

"Ama nasıl?" dedim şaşkınlıkla.

"Ondan bunu öylece alamazdım. Bana iyice güvenmesini bekledim ve zamanı gelmişti."

"Leo bundan emin misin? Dışarıdaki dünyada kimse yok."

"Bunu onlar söylüyor, kendi gözlerimizle görmeden inanamayız. Hem olmasa bile her yer buradan çok daha iyidir. Daha fazla senin ve çocukların acı çekmesini istemiyorum. Çocuklara söyleyelim, yarın gece buradan kaçıyoruz."

O an Leo yanımda olduğu sürece nerede olduğumun önemi olmadığını anladım. Ben ona güveniyordum ve onu izleyecektim ama keşke, keşke o gece onu durdursaydım. Ya da, ya da....

Ertesi gece tüm çocuklara durumu anlatmış, hepsinin onayını almıştık. Gece ortalık sakinleştikten sonra Leo önde biz arkasında çıkmak için doğru zamanı bekliyorduk.

"Ema ben korkuyorum." diyen Jack'e döndüğümde hala yetimhaneden getirdiği oyuncak ayısına sıkı sıkı sarıldığını gördüm.

"Korkmana gerek yok, ben yanında olacağım." dediğim güven veren bir gülümsemeyle. Jack daha rahatlamış göründüğünde sonunda vardiya değişimde oradan çıktık. Leo geceleri soyluya giderken, tüm değişim saatlerini ve vampir olmayan yerleri belirlemiş.

Onu takip ederken, bizi bilmediğimiz bir kanalizasyona soktu. Uzun bir yolun ardından daha temiz ve gösterişli bir yere çıktık.

"Burası benim geldiğim soylunun evi. Şu ana kapıyı geçebilirsen, dışarıdayız. Birazdan nöbetçiler gidecek ve beş dakikalık bir boşluk olacak. Tam o sırada çıkmamız gerek ama unutmayın, sessiz ve hızlı olmalıyız." diyerek hepimizi uyardıktan sonra bana bakıp, uzun zamandır görmediğim ve çok özlediğim o güzel gülüşünü sundu. Tıpkı eskisi gibi. Bu sırada Leo'dan gelen işaretle hızla çıkışa doğru koşmaya başladık. Ben jack'in elini tutarken, Leo da benim elimi tutuyordu.

"İşte orada, kapıyı görüyorum." diyen Alex ile artık bittiğini, özgürlüğe sadece adımlar kaldığını düşündüğümüz anda önümüze çıkan soylu ile kala kaldık. Bu Victor'du. Leo'nun kanını sunduğu soylu.

"Tam da seni sevmeye başladığım anda, beni bırakıp gidecek miydin Leo?" diyerek alay edince, Leo hızla benim ve çocukların önüne geçti. Bende Jack'i arkama saklarken;

"Onların bir suçu yok Victor, bu benim fikrimdi." dedi Leo. Elini tutan elimi sıkarken, onun yanında olduğumu göstermeye çalışıyordum.

"Senin suçun olduğunu biliyorum Leo. Bunun içinde seni cezalandıracağım." der demez daha ne olduğunu anlamadan hızla arkamıza geçip, en arkada duran Jacop'un saçlarından tutup havaya kaldırdı ve anında boğazına yapıştı. Tam ona yardım için adım atacakken, yine göz açıp kapayana kadar Taylor'ı aldı. Gözümüzün önünde boynunu kırarken, ben sıkı sıkı Jack'e sarılıyordum. Bunu görmemesi için gözlerini kapatırken, duyduğum sesle gözlerimi açtım. Lanet vampir şimdide Alex'i almıştı. Hepsinin arasında neredeyse saniyeler vardı. Onu takip edemiyor, çocuklara yardım edemiyoruk. Olivia'nın çığlıklarını hala ilk günkü gibi hatırlıyorum...

"ALEX!!!" sevdiği çocuk için çırpınışlarına Victor son vermiş, sıradaki hedefi o olmuştu. Olivia'nın da boynunu kırıp, bir çöp gibi kenara attıktan sonra sıra ikizlere gelmişti. Onunları ısırmak yerine bulunduğu yerin çok uzağında iki köşeye fırlatmıştı. Kemiklerinin kırılma sesi hala kulaklarımda. Sıra David'e geldiğinde onuda saçlarından tutup havaya kaldırdı ve ısırmadan önce;

"Bunu seni cezalandırmak için yapıyorum Leo. Yaptıklarının bedeli bu, iyi izle." dedi.

"Y-yalvarırım yeter." Leo'nun titrek çıkan sesini ben bile zor duyarken, Victor bizim acımızdan zevk alır gibi buna devam ediyordu. En son ben, Jack ve Leo kaldığında adımlarını bize yönlendirdi. Ben Jack'e daha sıkı sarılırken, Leo önümüze geçti. Dizlerinin üzerine çökerken;

"Yalvarırım yeter, yalvarırım onlara dokunma." dedi. Sesinden ağladığını, deli gibi acı çektiğini hissediyordum.

"Suçun senin olduğunu söyledin Leo, bende sana gereken cezayı veriyorum." dedikten sonra tam Leo'ya yaklaşacakken, hızla Jack'i bırakıp, Leo'nun kolundan tutup kendime çektim ama o da bunu bekliyormuş gibi kollarımın arasından çıkan Jack'i aldı.

"Hayır ona dokunma..." tam ona gidecekken bu seferde Leo beni durdurdu. Hıçkırıklarım, gözyaşlarımla yeri göğü inletirken, o gözümün içine baka baka Jack'i tek kolundan tutup havaya kaldırdı. Diğer elinde hala sıkı sıkı tuttuğu oyuncak ayısıyla bana bakarken;

"Ema..." dedi. Küçük dudaklarından dökülen son kelime adım olmuştu. Benden yardım istiyordu, onu kurtarmamı istiyordu ama ben elim kolum bağlı sadece onun ölümünü izlemekle yetindim. Küçük boynundan akan kanı ve elinden düşen ayıcığının kanının üzerine düşüşünü izledim. Minik ellerinin bana ulaşmak ister gibi uzanmasını ama ona ulaşamamayı izledim. Ölümün tüm sevdiklerimi ellerimin arasından alışını izledim.

"Ne derdin Leo? Bu kadar yeter mi, yoksa devam edelim mi?" Jack'in küçük bedenini yere attıktan sonra adımlarını bize çevirdi. Leo daha da sıkı bana sarılırken,

"Beni al ama ona dokunma Victor." dedi. Asla, asla buna izin veremezdim. Leo'ya baktığım sırada victor beni onun kollarından alıp, kendine çekti. Leo'ya acı vermek ister gibi bu anın tadını çıkarırken;

"Kaç." dedim ona.

"Asla!!" diye bağırdıktan sonra tüm öfkesiyle Victor'a baktı. Bu sırada silahı hatırlayan Leo hemen onu çıkarıp, Victor'a nişan aldı ama daha tetiğe basamadan olduğu yerde kaldı. Kafamı kaldırdığımda gördüğüm şey karşısında tüm bedenim uyuştu. Leo'nun kolunu koparmış ve uzaktan onu izliyordu. O kadar hızlı olmuştu ki, Leo bile acısını çok sonra hissetmeye başlatmıştı. Tam dizlerinin üzerine çökecekken, Victor onu havaya kaldırıp, boğazını sıkmaya başladı.

"Gerçekten o haritayı ve silahı aldığını anlamadığımı mı sandın? Benim bu kadar aptal olduğumu düşünmen sinir bozucu." o an dünyayla tüm bağlantımı koparmış sadece karşımda acı çeken Leo'ya bakıyordum. Sonra yerde kanlar içinde yatan çocuklara ve Jack'e, küçüğüme...

O an başımda hissettiğim müthiş bir ağrıyla dizlerimin üzerine çöktüm. Ben yetimhane bırakılırken, geçmişimi hatırlamıyordum. Ne annemi ne de babamı! Ama o an gözümün önüne gelmeye başlayan görüntülerle, neden hatırlamak istemediğimi anladım. Aynı bugünkü gibi onlarında ölümünü izlemiştim. Bir gece yarısı, sokak arasında yine vampirler tarafından katledilişlerini izlemiştim. Sevdiğim herkesi vampirler tarafından kaybediyordum. Bu sefer olmazdı, bu sefer buna izin veremezdim. Hızla açtığım gözlerimle yerde Leo'nun kopan elinde duran silahı alıp, hiç düşünmeden vampiri kafasından vurdum. Onun dağılan kafasını ve yere düşen Leo'yu görünce hızla yanına koştum. Konuşmakta zorlanıyordu, hatta nefes almakta bile.

"Leo, Leo lütfen beni bırakma. Lütfen..."

"Git buradan Ema. Kaç." kan kusmaya başlamadan hemen önceki sözleri bu olmuştu.

"Seni bırakamam, hani beraber gidecektik buradan? Hani beni bırakmayacaktın? Lütfen kalk Leo, kalk." iyi olan elini zorda olsa havaya kaldırıp, yüzüme dokunurken;

"Kaç buradan aptal. Kaç ki bunca şeyin bir anlamı olsun. Eğer seni de kaybedersem, kendimi asla affedemem. Git buradan Ema. Git..."

"Hayır Le---"

"Git buradan dedim sana, lütfen git. Benim için, bizim için yaşa Ema." onu bırakmak istemiyordum. Onsuz adım atmaya korkarken, onu bırakıp gidemezdim ama haklıydı. Bunca şeyin bir amacı olması için yaşamam gerekti. Yaşamam gerek.

"Seni seviyorum Ema." kanlı dudaklarına son öpücüğümü bırakırken;

"Seni seviyorum Leo, hep seveceğim." dedim. Bana verdiği kolyeyi sıkı sıkı tutarken, Leo'nun gülümseyerek gözlerini kapatışını izledim. Kollarımda son kez onu hissettim.

Duyduğum seslerle hızla kapıya koştum, çıkmadan önce son kez arkama bakmak istedim ama gördüğüm kan dolu vahşet görüntüyle değilde gülümseyen yüzleriyle onları hatırlamak istediğim için bakamadım. Son kez yapamadım.

Kapının aralığından gelen rüzgar ve soğuk havayla nereye gittiğimi bilmeden saatlerce koştum. Karanlığa, ürpertici havaya aldırmadan sadece koştum. Sonunda vücudum ruhumun çektiği acıya yenik düşüp, yere yığıldım. Belki daha da devam edebilirdim ama istemiyordum. O an bile Leo ve diğerlerini geride bıraktığım için acı çekiyordum. Onların ölümün izleyip hala yaşadığım için kendimden nefret ediyordum ve daha o dakikada Leo'yu deli gibi özlemiştim.

"Bakın burada kim varmış?" tam tepemde dikilen biri vardı. Bu oydu hayatımı tamamen değiştirecek ve bana gerçek beni verecek kişiydi. Onu ilk gördüğümde bana söylediği ilk şey buydu? Yavaşça yerimden kalkıp, ona baktım. O vampire değildi. Benden birkaç yaş büyük bir çocuktu. Yere çömelip yüzümü havaya kaldırdı.

"Burada ne işin var ufaklık?" o an sanki birinin beni bulmasını bekliyormuş gibi hiç düşünmeden boynuna atlayıp, en başından beri içimde tuttuğum en büyük çığlıklarımı attım. Bağırıyor, hıçkırıyor, ağlıyordum. Hiç tanımadığım birinin kollarında, tüm acımı, öfkemi, pişmanlığımı kusarcasına ağlıyordum.

Hani derler ya her ne olursa olsun hayat devam ediyor. Aslında devam eden hayat değil, bizleriz. Yaşananlar bizleri olgunlaştırmaz, olmamız gereken kalıba sokar.

Ölüm karanlıktır, soğuk ve acı dolu. Kim olduğumu, ne için yaşadığımı, ailemi, çocukları ve Leo'yu neden kaybettiğimi bilmiyorum. Bilmiyordum...

Ama artık biliyorum. Ben karanlık ölümün aksine onlara ışık getirecek, soğuk dünyalarını yakıp kavuracak ve acıların en büyüğünü tattıracak olan kişiyim. Ben bir daha sevdiklerimi geride bırakıp kaçmayacağım. Bir daha kimsenin ölümünü izlemeyeceğim. Ben;

"En son vampire kadar hepsini öldürmeden durmayacağım."

Continue Reading

You'll Also Like

243K 7K 24
Parmaklarımı birbirine geçirip bakıyorum yürüdüğün yollara. Sesim çıkmıyor,fısıldıyorum sen yine de duymaya çalış: "Vedaları sevmediğimi biliyorsun,h...
8.6M 504K 59
#Wattys2016 Obur Okunan Kazananı 21. yüzyılın peri masalı Türkiye 'ye taşınıyor. İngiltere prensi IV.Charles küçüklüğünden beri çeşitli dilleri öğren...
3M 126K 42
Nereden bilebilirdim ki bir fotoğrafın başıma onlarca iş açacağını? *Basılı eserdir.
147K 12.6K 10
Çikolata Tadında'dan tanıdığımız Aykut Baran'ın hikayesidir. Büşra Köprü