Âdem

By birharfbekcisi

38.8K 1.5K 1.8K

Adını söylemekten korkuyorum. Adını işitince kalbim acıyor âdem. İşte sırf bu yüzden "âdem" diyorum sana. İns... More

âdem?
mühim bir duyurudur
1. Bölüm: Bekleyişler
2. Bölüm: Buruk Bir Sevinç
3. Bölüm: "Şefkat"
4. Bölüm: "Yanık"
5. Bölüm: "Öfke"
6. Bölüm: "Senden Çok Korkuyorum"
7. Bölüm: "Özür Dilerim"
8. Bölüm: "Senden Ayrılıyorum"
9. Bölüm: Seni Sevmiştim
10. Bölüm: Azap
11. Bölüm: Bir Hayalle Avunmak
12. Bölüm: Tâlip
13. Bölüm: Görüşme
14. Bölüm: Yanımda Olsan
15. Bölüm: Geç Kalmak
16. Bölüm: Bağışla
17. Bölüm: Alışveriş
18. Bölüm: Taziye Evi
20. Bölüm: [Final]
Duyuru

19. Bölüm: Sana Geç Kalmak İstemiyorum

293 28 90
By birharfbekcisi

"Konuştun güneşi hatırlıyordum
Gariptin yepyeni bir sesin vardı
Bu ses öyle benim öyle yabancı
Bu ses saçlarımı ıslatan sessiz bir kardı"

-Sezai Karakoç

***

Çalışma masasındaki makalelerin, kitapların ve not kâğıtlarının ortasında ara ara okumak için bıraktığı bir kitap duruyordu. Geceleri uykusuz bırakan, derin düşüncelere dalıp bazen uzun bir hüznü bazense dipdiri bir ümidi taşımasına vesile olan bir kitap... Hamit'in tavsiyesiyle aldığı bu kitap, Kur'ân'dan sonra yıllardır ruhunda oluşan boşlukları dolduruyor gibiydi. Sanki kaybettiği şeyi bulmuş, ulaşmak istediği hedefe dair bir yol haritası edinmişti.

Süheyl b. Amr'ı, Hâlid b. Velid'i ve İkrime b. Ebî Cehl'i oradan öğrenmişti. (radıyallahu anhum ecmain). Küçüklüğünde bile duymadığı, duymuş olsa bile hatırlamadığı nice hicret ve nice hidayet hadisesini yeni yeni öğreniyordu. Özellikle tövbe ile ilgili kısımları daha bir dikkatle okuyor, şirkten ve küfürden dahi keskin bir dönüşle dönüp İslâm'a hizmet ederek yıldızlar seviyesine yükselen zâtların hayatından kendi hayatına bir ümit ışığı taşıyordu. Yüzüne yapışan buruk bir tebessümle belki de beşinci kez okuduğu ancak okumaktan bıkıp usanmadığı o pasajı yeniden okudu:

Hz. Peygamber İkrime'ye, 'Bugün benden ne istersen -eğer gücümün yettiği bir şey ise- sana vereceğim', dedi. İkrime, 'benim senden istediğim şudur. Sana karşı ne kadar düşmanlık yapmışsam, seninle savaşmak için ne kadar adım atmış ve ne kadar kılıç sallamış isem ve senin hakkında ister yüzüne, ister arkadan olsun ne kadar kötü söz söylemişsem bütün bunlar için bana Allah'tan mağfiret dileyesin.' Hz. Peygamber de, 'ey Rabbim! Bana ne kadar düşmanlık etmişse, senin nurunu söndürmek için ne kadar adım atmışsa ve her ne isyanda bulunmuşsa ve benim hakkımda -gerek yüzüme gerek arkamdan olsun- ne kadar kötü söz söylemişse hepsini affet', diye dua etti.

Hz. Peygamber bunları söyledikten sonra İkrime, 'ey Allah'ın Rasûlü! Buna razı oldun' dedi. Sonra İkrime, 'şahit ol ey Allah'ın Rasûlü! Ben Allah'ın yolundan insanları menetmek için ne kadar çaba harcamışsam onun iki mislini Allah yolunda harcayacağım. Allah'ın yolundan insanları caydırmak için yaptığım savaşın iki mislini Allah yolunda yapacağım' dedi ve sonra şehid düşünceye kadar İslâm'da cihadlara katıldı.*

Kitabın arasına boş bir not kâğıdı koyup kapağını usulca kapattı. Uzun uzun düşündü. O asırda yaşadığını ve Resûlullah aleyhisselâmın huzuruna varıp Allah'tan kendisi için bağışlanma dilemesini istediğini hayal etti. Nice kimseyi kabul etmiş, diye düşündü. Kendisine karşı yıllarca savaşanları iman etmeye geldiklerinde geri çevirmemiş... Gelenlere hep açmış kapısını... Ben de çok kötü şeyler yaptım. Eğer ben gitseydim beni de geri çevirmezdi. Ve benim için Allah'tan af dilerdi.

Ben de geri döndüm Rabbim. Affedilip affedilmediğimi bilmiyorum. On yılın hesabını verirken Sana, hâlim nice olur hiç bilmiyorum. Fakat Sana, Sen'den başka gidecek hiçbir kapısı olmayan fakir biri gibi geldim. Bilirim ki Kerîm'sin. Kapına geleni geri çevirmezsin. Gelene ikram edersin. İşte bu ümitle Sana geldim...

Nedense böyle düşünmek yüreğindeki karamsar duyguları dağıtan, yerine ümit tohumları eken güçlü bir etki bıraktı yüreğine. Vücudunda bir ürpertinin gezindiğini, çocuksu saf ve temiz bir heyecanın kalbinde kıpırdadığını hissetti. Neredeyse bu duyguların tesiri altında, durmak bilmeyerek ağlayacaktı. Fakat kapısının üç kez tıklatılması üzerine içinde bulunduğu hâlden sıyrılarak yüzünü ovuşturdu.

"Müsait misin oğlum?"

Sırtını sandalyeye yaslayıp ellerini masasına koydu. Saatlerdir oturarak çalıştığı için beli müthiş bir ağrıyla sızlıyordu. Yüzünü buruşturdu.

"Gel annem, gel."

Kapı açıldı. Annesi, elindeki tesbihi avcunun içine alıp gülümseyerek yanına yaklaştı. Masanın üzerindeki dağınık kitap ve kâğıtlara kısa bir göz gezdirip oğluna döndü.

"Yemek hazır, haydi kalk da bir şeyler ye. Sabahtan beri çalışıyorsun."

Annesinin rica değil de emir ifade eden cümlelerine karşı gülümseyerek başını salladı. Laptobunu kapatıp masasına hızlıca çeki düzen verdi.

Sandalyesini geriye itip ayağa kalktığı sırada annesi: "Oğlum..." dedi heyecanlı bir sesle. Bu ani ve yüksek sesli çıkışın sebebini anlayamayan Talha, bir an duraksadı. Hiçbir şey demeden şaşkınca annesinin aydınlık yüzüne baktı.

"Aylar önce..." diye açıklama yaptı annesi. "Aylar önce Meryem nişanlanmış."

Talha, bu konunun açılmasını beklemediği için ilk önce afalladı, ardından yutkunarak gözlerini annesinden kaçırdı. Aylar önce af dilemek için Meryem'in kapısına gittiğini ona anlatmadığı için bu durumu bildiğini belli etmek istemiyor, yalan söylememek için ise şaşırmış gibi yapmaktan özellikle kaçınıyordu. Annesi, derin bir iç çekince ardından gelecek olan cümleyi sezer gibi oldu. Eli birden yumruk hâlini almış ve kaşları refleksle çatılmıştı. Bir süre kalbi ağzında o cümleyi işitmeyi bekledi. Fakat annesinin uzun süren sessizliği karşısında dayanamayarak: "Evlenmiş mi?" diye sordu.

Bunu sorarken üç gün önce taziye evine gittiği o anı anımsadı. Orada Meryem'in babasıyla da karşılaşmış fakat sessiz ve soğuk bakışlarına maruz kalmak dışında başka hiçbir iletişimleri olmamıştı. Zaten kimseden bir şey duymamak için orada çok fazla durmadan eve dönmüşlerdi. Şimdi aradan üç gün geçtikten sonra annesinin bu konuyu açması ona nedense pek hayra alamet gibi gelmiyordu.

"Hayır..." dedi neşeli bir sesle annesi. Talha'nın şaşkınlıktan dudakları aralanmış ve iri gözleri birden annesinin gözleriyle buluşmuştu.

"Yakın bir zamanda nişanı atmışlar."

Duyduğu şeyin gerçekliğini idrak edemeyen Talha, gözlerini annesinden kaçırarak bedenini tekrar sandalyeye bıraktı. Elini alnına dayayıp af dilemek için kapısına vardığı o anı düşündü. Neşeyle gülümseyen o genç adamı, Meryem'in şaşkınlıkla kendisine çevrilen, ardından da yaşlar akan gözlerini düşündü. Sonra kendi hâlini canlandırdı gözlerinde. Elindeki çiçeği düşürüp koşar adımlarla orayı terk edişini... Kalbinin şiddetli depremlerle sarsılmasını... Sanki o anları tekrar tüm tazeliğiyle yaşıyordu. Her detayı bir çiviyle aklına kazınmış gibiydi. Aylar geçmesine rağmen hâlâ etkisini üzerinden atamadığını yeni yeni fark ediyordu.

"Eğer hislerim doğruysa o kız hâlâ seni seviyor Talha. Nişanı onun attığını söyledi annesi. Hatta senden ayrıldığından beri iyi olmadığını da belirtti. Git, gerekirse seni affedene kadar kapısında nöbet tut. Ya da anlat ona tüm pişmanlığını, hayatında yeni bir sayfa açtığını... Ama bir şekilde al gönlünü... Meryem merhametlidir, kin tutmaz. Yaptığının ağırlığı kadar büyük bir özür dile ondan... Eğer böyle yaparsan seni affeder inşallah."

Talha, iki yıl boyunca ona çektirdiklerini, son aylarda Meryem'in her şeyi öğrendikten sonra kendisine olan nefret dolu bakışlarını anımsadı. Alnını daha sert ovuşturup başını daha çok masaya eğdi. Af dilemek için kapısına gittiği o ilk gün, zihnindeki tüm sesleri susturmayı becerebilmişti. Oysa şimdi sanki tüm cesareti sarsılmış gibi hissediyor ve onunla yüzleşmekten korkuyordu. Ona bakınca kirli geçmişi tekrar yüzüne çarpacak ve af dilemeye bile yüzü olmadığını sezecekti. Bunu hissediyordu.

Annesi, korkularını sezmiş gibi: "Talha..." dedi. "Onu unutamadığını biliyorum. Eğer acele etmezsen yarın çok geç olur. Sonra pişman olsan da bir işe yaramaz..."

***

Yer yatağını katladı. Buraya ilk geldiği zamanlar annesinin naftalin kokulu çeyiz sandığından üzeri dantelli beyaz bir örtü çıkarmışlardı. Yatağın üzerine seriyordu bu örtüyü. Bir yıldır ara ara yıkayarak hep aynı örtüyü kullandığı için epey yıpranmıştı. Onu da güzelce katlayıp yer yatağının üzerine koydu. Küçük el bavuluna birkaç parça eşyasını koyup fermuarını kapattı. Bu evden biraz uzaklaşmak, ablasının yanında nefes alacak bir an bulmak istiyordu. Annesi artık Ali'yi değil Talha'yı öne sürerek kendisine laf sokuyordu. Taziye evinde Halime Teyze ile karşılaştığından beri bu laf sokmalar şiddetini giderek artırmıştı.

Oysa bu evde yüreğinin gizini kimse bilmiyordu. Neden boşandıklarını, yüreğinin neden durmadan kanadığını ve Ali'yle neden devam edemediğini Allah'tan başka kimse bilmiyordu. Bu yüzden sadece azarlanıyor, her şeyin suçlusu oymuş gibi, hatta boşanılmayı hak eden bir kadın gibi muamele görüyordu. Oysa evdeki varlığını kabul ettirebilmek ve onlara yük olmamak için eline doğru düzgün kitap bile almıyor, eskisi kadar sohbet bile dinlemiyordu. Tüm günü temizlik, yemek ve oradan oraya koşturmakla geçiyordu. Buna rağmen özellikle de annesi yaptığı çoğu şeyi beğenmiyor, kendisini sürekli eleştiriyordu. Bu yüzden onunla farklı dilleri konuşuyor gibi bir yabancılık hissediyordu. Saygısızlık yapmaktan yahut Allah'ın razı olmayacağı ağır bir sözün dudaklarından firar edip annesine ulaşmasından endişe ettiği bir noktadaydı. Bu yüzden ablasında birkaç gün de olsa kalmanın ilaç gibi olacağına karar vermişti.

Bu böyle nasıl sürecek, bilmiyordu. Ne zamana kadar dulluğu bir hakaret gibi yüzüne çarpılacak, ne zamana kadar Talha'dan boşanmış olmalarının tüm suçu kendisine yıkılacak; hiç bilmiyordu. Bu yüzden son birkaç gündür dualarına bu durumdan hayırla kurtulmayı da ekliyordu. Yıkıntılar altında kalmış gibi ağır ve ezici bir duyguyla başa çıkmaya çalışmak zorundaydı. Üstelik bu duygu hem ruhunu hem de bedenini çok yormuştu. Zaten zayıf olan bedeni daha da zayıflamış, yüzü çok fazla üzülmekten dolayı iyice solmuştu.

El bavulunu elinden bırakmadan dolap olarak kullandığı plastik sebzelikten peçesini çıkarıp hızlı adımlarla banyoya girdi. Eşarbının üzerinden dikkatlice bağladı peçesini, gevşeyip çıkmasın diye sertçe bastırarak düğüm attı.

Banyodan çıkarken annesiyle yüz yüze geldi. Minik bir el havlusuyla elini kurularken bir yandan da uyarılarda bulunuyordu.

"Çok kalma, üç günü geçmesin. Ablana yardım et, o iş yaptırmasa da sen boş durma orada."

Meryem, donuk bir: "Tamam" sözünden öte bir şey demeden kapıya doğru yürüdü. Şu an bile annesine sert çıkışmamak için kendini çok zor tutuyor, onun gözünde hâlâ bir şeyden anlamayan biri gibi görünmek canını sıkıyordu. İçeride, kapının hemen yakınlarında bulunan ayakkabılıktan spor ayakkabılarını çıkardı. Burada giyecek olsa annesinden azar işiteceğini bildiği için kolunu kapı kulpuna bastırarak hızlıca açtı kapıyı. Fakat birkaç adım ötesinde elinde çiçekle bekleyen adamı görünce ayakkabıları ve el bavulu yere düştü. Dudakları arasından istemsiz bir: "hııhh!" sesi yükselip birkaç adım geriye doğru gitti. Sırtı annesinin göbeğine çarpınca duraksayarak: "Talha..." diye mırıldandı. Sesi öyle güçsüzdü ki duyulup duyulmadığından emin dahi olamadı. Daha önce bu anın çok benzerini yaşadıkları için şimdi içinde bulunduğu bu zaman dilimi ona gerçeklikten uzak gelmişti. Sanki bir düş görüyor yahut kafayı yiyor gibi garip bir his duyuyordu.

Annesi de en az kendi kadar şaşkın olmalı ki uzun bir süre sessizce bakakalmıştı. Fakat kendini toparlayabildiğinde eliyle içeriye işaret ederek: "Talha... Geç oğlum," diye samimi bir ifadeyle onu içeri davet etmişti. "geç geç, ayakta kaldın."

Meryem, annesinin heyecanlı sesini işitince bir düş görmediğini, her şeyin en az içinde kıpırdanıp duran binbir tezat duygu kadar gerçek olduğunu fark etmişti. Onu bu kadar uzun bir sürenin ardından, üstelik kırgınlığı en üst seviyelerde yaşadığı bir günde görmek zihnini allak bullak etmişti. Annesi, kulağına eğilip de: "Kenara çekil de geçsin adam..." deyince bir rüyadan uyanır gibi irkilmişti. Öyle ki kolundan tutup kenarı çekilmese belki de orada dikilmeye ve darmadağınık olan zihnini toparlamaya çalışmaya devam edecekti. Fakat Talha, içeri geçip de dar koridorda ağır adımlarla ilerlerken annesinin ne yaptığını yeni yeni keşfediyormuş gibi kaşları çatılmış, onu hiç tereddütsüz eve almasına içerlemişti.

***

Meryem, aylar önce Ali'nin oturduğu sandalyede şimdi Talha'nın oturacağını asla hayal edememişti. Onun karşısında kalbinin yerinden çıkacakmış gibi atmasını, sanki hiç aldatılmamış ve iki yıl boyunca acı çekmemiş de ilk kez görüşüyorlarmış gibi tuhaf bir his duyacağını ise aklının ucundan dahi geçirmemişti. Fakat sessizlik uzayıp da Talha'nın gerginliği neredeyse somutlaşacak hâle geldiği bir sırada kendi kendini kınadı. Böyle hissetmek istemiyor lakin buna engel de olamıyordu.

"Meryem..."

Çok uzun bir sürenin ardından onun dudakları arasından kendi ismini işitmek, ağlama isteğini tetikledi. Adamın kendisine yaşattığı acı şeyleri anımsayıp bu durumdan kurtulmaya çalıştı. Onun karşısında daha fazla gözyaşı dökmek istemiyordu. Gözyaşı dökmek, acısını somutlaştırıp da ona sunmak gibi ürkütücü geliyordu. Evli oldukları iki yıl boyunca, döktüğü hiçbir gözyaşı için içi sızlamayan adamın karşısında ağlamak, ona acizlik gibi geliyordu. Fakat itiraf edemese de onu özlediğini -hem de gelişiyle tüm duygularını alt üst edecek kadar çok özlediğini- kalbinin derinliklerinde yatan kızgınlıkla beraber fark ediyordu.

"Hiç hazırlık yapmadan geldim... Ne demeliyim, nereden başlamalıyım; inan bilmiyorum."

Adam konuşmaya devam edince ağlamamak için kendini sıktı, sıktı. Dizlerini stresten sallayıp duruyor, ara ara başını tutarak ağrısının dinmesi için dua ediyordu.

"Günahlarımı ya da sana ettiğim zulümleri saymama gerek yok esasında... Hepsi ortada. Hepsinin acısı eminim ki hâlâ dipdiri yüreğinde. Onları sayıp da yaranı daha fazla deşmek istemiyorum. Ama..."

Meryem, daha fazla dayanamadı. Gözleri artık yanmaya başlayınca sıcak yaşların peçesinden akıp gitmesine izin verdi. Sadece sesi çıkmasın diye dudaklarını ısırdı. Gözlerinin hâlinin belli olmasından çekinerek başını yere eğdi.

"Sana şimdi sadece tövbemden bahsedebilirim. O da Allah katında kabul edilmiş bir tövbe mi, bilmiyorum. Kolay olmadı. Yılların kirini bir anda nasıl söküp atacaktım? Hâlâ da bir şey olmuş ya da bir şey bulmuş iddiasında değilim. 'Ne oldu' diyecek olursan: 'Bir yola girdim,' diyebilirim ancak... Eskiden gittiğim yolun tehlikelerinden arınmış bir yola... İşte o yolda düşe kalka yürüyorum."

Meryem, aylardır içinde biriken duyguların; kızgınlığın, öfkenin, özlemin ve hasretin bir patlamasını yaşıyor gibi ağlıyordu. Artık gözyaşlarını durdurmanın mümkün olmadığı o vahim noktadaydı. Aldattığı için af dileyeceğini tahmin etmişti ancak geçmişine tövbe ettiğini, üstelik bunu da o eski kibirli Talha olarak değil de başı yere eğilen bir Talha olarak yapacağını asla tahmin etmemişti. Çünkü onu gördüğü en son Talha kendini hep haklı bulan, yaptığı hatalara bile kendince mantıklı kılıflar bulabilen, gözleri hep mağrur bakan bir Talha'ydı. Şimdi ise sanki o Talha ölmüştü de bambaşka biri dikilivermişti karşısına. Belki de en çok buna ağlıyordu. Hissettiği şeyi tam olarak tanımlayamıyordu: Mutluluk? Kırgınlık? Özlem? Hasret? Hayret? Sanki hiçbiri içinde bulunduğu durumu tam olarak anlatamıyordu. Hissettikleri şuna benziyordu: Sanki bu duyguların hepsi birbirine karışmış ve ardından da çözülmesi zor bir düğüm haline gelmişti.

Gözyaşlarının şiddeti azalana kadar Talha onu bekledi. İncitmekten korkar gibi her cümlesini zorlukla kurmak istiyor, stresten terleyen ellerini durmadan dizlerine siliyordu. Kadının gözlerindeki yaşlar şiddetini azaltınca yeniden söze girdi:

"Sana; 'Geçmişi unut, yeni bir sayfa açalım' demeyeceğim Meryem. Bir zamanlar yüreğine yara açmak için girmiş gibiydim hayatına... Sana acıdan başka bir duygu yaşatmadım. Şimdi ise... Eğer kabul edersen açtığım o yaraları iyileştirmek istiyorum. Bunu salt hissettiğim vicdan azabı sebebiyle de istemiyorum."

Meryem, gözlerindeki yaşları silip çok kısa bir an Talha'ya baktı. Aynı anda bakışları birbirine çarpıp aynı anda hızlıca ayrıldı birbirinden.

"Vicdan azabım dinsin diye gelseydim sadece af dilemeye gelirdim. Ama ben, yüreğimde yarım kalmış bir hikâyenin acısını duyarak buraya geldim. Şimdi o yarım kalan hikâyeyi Allah'ın razı olacağı bir hitâma erdirmek istiyorum. Ben aslında af dilemenin yanısıra belki de en çok bunun için geldim."

Meryem, ümitle korkunun kanat çırpıp durduğu yüreğini dinlemeye çalıştı. Ancak ikisi de öylesine güçlü kanat çırpıyordu ki birini diğerine tercih edemedi. Talha, elindeki menekşe ekili saksıyla beraber ayaklandığında Meryem iki elini kucağına bırakıp derin derin nefesler aldı. Talha, kendisine doğru her adım atışında daha çok heyecanlanıyor, bir yandan da bu duyguyu hissettiği için utanıyordu.

Biraz sonra adam, çok yakınında durup elindeki menekşeleri kucağına doğru uzattı.

"Sen gittikten sonra evde baktığın tüm çiçekler kurudu."

Adam, buruk bir tebessümle bunu söyleyince ve kendisine yalvarırcasına bakınca o ellerden çiçekleri almak zorunda hissetti. Bunu öyle ani ve kendinden geçmiş bir şekilde yapmıştı ki çok geçmeden pişman olup yutkunmuştu. Elindeki bir saksı mor menekşeyi utançla göğsüne bastırdı. Adam, birkaç adım gerisinde ara ara titreyen o tok sesiyle konuşurken onun önünde oturuyor olmak tuhaf hissettirdi. Elindeki çiçekle beraber ayağa kalkıp sandalyeyi itti ve birkaç adım daha geriye giderek Talha'yı ayakta dinlemeye devam etti:

"Seninle yeni bir yuva kurmak istiyorum. Kuruyan çiçeklerin yerine yenilerini yeşertmek..."

Meryem, elindeki çiçeği daha çok göğsüne bastırdı. Yaşlı gözlerini sımsıkı yumup açtı. Talha'nın çehresine bakmaktan özellikle kaçınarak mor menekşelere dikti gözlerini. O konuştukça alışkın olmadığı bir duygunun baskısı altında kaçıp saklanmak istiyor, sıcak bir utancın yüzünün her zerresinde gezindiğini hissediyordu. Talha, başını yere eğip sesini kıstı.

"Senin kalbin çiçeklerle dolu yemyeşil bir bahçe gibiydi. Ama ben orayı bile talan ettim. Hepsini kuruttum. Şimdi o kalbi birlikte yeşertelim istiyorum. Eğer kabul edersen..."

Gözlerini tekrar sıkıca yumdu Meryem. Yaşadığı hiçbir şeyi unutmamasına rağmen ona duyduğu bu özleme bir mânâ giydiremiyordu. Öyle ki eğer boşanmamış olsalar göğsüne sığınıp orada saatlerce ağlayabilirdi. Fakat yüreğinin kuytu köşelerine gizlediği bu istekten müthiş bir hicap duyuyordu. Sanki gayri ahlaki bir şey hissediyor gibi yahut bir suç işlemiş gibi; Talha'ya bir adım atmasını engelleyen birtakım kuruntuların tesirinde kalmıştı. Göz kapaklarını tekrar araladığında Talha'nın çatık kaşlarla yere baktığını fark etti. Adam, uzun sayılabilecek bir sessizliğin ardından: "Ben..." diye tekrar söze girdi. Meryem, onun ne kadar zorlandığını odanın içinde gezinip duran gözlerinden anladı. Sonra uzun bir süredir onu izlediğini fark edip gözlerini tekrar elindeki çiçeklere çevirdi.

Adam, içinde bir güç bulmuş gibi eskisinden daha net ve kararlı bir ses tonuyla son cümlesini söyledi:

"Kalbimde sevgin büyüyüp dururken sana daha fazla geç kalmak istemiyorum Meryem."

Continue Reading

You'll Also Like

1K 276 22
Bir külkedisi masalı...
84K 6.2K 32
Afitap:Bana bak pide hırsızı! Afitap:Ben o pide kuyruğunda kaç saat bekledim biliyor musun? Afitap:Şu mübarek Ramazan ayında hırsızlık yapmaya utanmı...
499K 36.9K 35
Antep'in ihtişamlı konaklarından birinde, aşk acısını sır gibi saklayan Üsteğmen Zeyd ve sevdiği adamı ölmeden yüreğindeki mezara gömen Katre'nin hik...