17. Bölüm: Alışveriş

171 24 78
                                    

"Düşlere vedâ edip dağlara bakıyorum
Her görüntü anında bilinmeze açılıyor
Düşüncemin akışına yüreğimi takıyorum ben
Aklın sınırlarını yutan bir atmosferde
Top top elem çiçekleri açıyor"

-Bahaettin Karakoç

***

Elinde sıkıca kavradığı mushafın kapağı üzerinde baş parmağını gezdirdi. Gözleri son bir-iki aydır olduğu gibi yine bir hüzün perdesinin ardından seyrediyordu dünyayı. Öyle ki onun vesilesiyle Kur'ân öğrendiği ve şimdi de birkaç sûre ezberi verdiği Hamit de şimdi Talha'nın gözlerindeki bu hüznü seyrediyor ve aralarında büyüyen sessizliği bozmaktan çekinir gibi elini masanın üzerinde gezdiriyordu.

Talha, bakıp durduğu yer mushaf gibi dursa da aslında çok çok ötelere dikmişti gözlerini: Ötelerdeki kendi hâline. Âkıbetine. Ömrünü seyrediyordu aslında, sonsuzluğa doğru adım adım giden ve gittikçe onu kaygılandırıp yüreğini sıkıştıran ömrünü. Bir tesbihin ipi kopmuştu sanki; bu kopuşla birlikte tesbihin taneleri ardısıra düşmeye başlamış, o ise çaresizce bu düşüşü seyretmeye koyulmuştu. İşte, ömrüydü bu. Doğumuyla birlikte kopmuştu ip. Ve her bir yıl sanki diğerinden daha hızlı kopup gidiyordu. Uzaklaşıyordu kendinden, kaybolup gidiyordu hatıralarının arasına. Fakat korktuğu şey şuydu ki; tesbihin son tanesi ne zaman düşecek, bilmiyordu. Ömrü ne zaman nihâyete erecekti? Her şeyi telafi etmek için, yüreğini ezip pençeleri altında sıkıştıran o mâziyi unutup yoluna bakabilmek için ne kadar vakti vardı?

Mushafı tuttuğu ellerini hiç gevşetmeden ve gözlerini de ondan hiç ayırmadan mırıldanır gibi Hamit'e sordu:

"Kalan yıllara kaç ömür sığar ki?"

Sayıklar gibi yahut bilinçaltındaki seslerin dışa vurumu gibi garip bir sesle bunu söylediğinde Hamit oturduğu yerde kıpırdanıp derin bir nefes aldı. Gözlüğünü düzeltip mushafa baktı uzun uzun. Sanki Talha'nın bakarken gördüğü o gizi görmeye çalışıyor, onu kaçırmamak için gözlerini ayırmadan ve sesini çıkarmadan öylece bekliyordu.

"On yıl ne demek biliyor musun Hamit? On yıl..."

Saymadı günahlarını; kılmadığı namazları, tutmadığı oruçları saymadı. Zifiri karanlıkta bir bataklığa saplanır gibi düştüğü o günahları saymadı. Oysa hepsini düşündü tek tek. Gözünün önünden nice görüntü aktı geçti. On yıl, diye tekrar etti içinden... Her bir yıl, her bir ay, her bir saat hatta her bir saniyeden hesaba çekileceği gerçeğiyle yutkundu.

"On yıl..." diye mırıldandı yeniden.

Geriye dönmenin bir yolu yok mu, diye kurdu kafasında. Mümkün olmayan bir şeyi arzuladığını biliyordu. Fakat durmadan on yıl öncesine gidiyor ve her şeyi yeni baştan yaşıyordu. Namazı terk ettiği o ilk zamana gidiyordu sözgelimi; zamanda biraz daha geriye gidip abdest alıyor ve namazı terk etmiyordu. İlk kez bir kadının elini tuttuğu o anı anımsıyordu, bir kaseti geriye sarar gibi geriye sarıyordu ömrünü ve dokunmuyordu o ellere. Aklını alıp götüren o içkiden ilk yudumu almıyor ve arkadaşlarının kendisini dışlayacağından korkmuyordu.

"Süheyl b. Amr'ı okudum." dedi birden. "Radıyallahu anh."

Hamit, gözlerini mushaftan ayırarak aylardır arkaşlık ettiği Talha'ya dikkat kesildi. Ve o siyah gözlerin çok başka bir diyârın ulvî mânâlarla dolu beldesine göz diktiğini fark edip ürperdi.

"Müslüman olduktan sonra geçmişine hep pişmanlık duymuş. Onun şu sözlerini okurken sanki kulağımla işitmiş gibi sarsıldım..."

Gözleri kızaran, elindeki mushafı masaya bırakan Talha, güçsüz bir sesle devam etti:

ÂdemWhere stories live. Discover now