18. Bölüm: Taziye Evi

162 26 69
                                    

"Başıboş bir kamaya saplanmışım gibi
Çizilmiş bir yaşama atanmışım gibi
Kaskatı bir esirliğe çöktürülmüşüm gibi
Yüreğim bögürmek üzere gibi"

-Cahit Zarifoğlu

***

"Sen delirdin mi Meryem! Bu iş oyuncak mı sanıyorsun? Ev tutuldu, perdeler, halılar bile alındı."

Meryem'in uzattığı yüzüğe ve bileziğe kızaran gözlerle bakan annesi, eliyle "git" işareti yapıp: "Aklını başına topla da öyle gel!" dedi. Gözleri adeta öfke saçıyordu.

Meryem, ömrü boyunca çoğu kez onun istediği gibi kararlar vermekten dolayı yorgun hissediyordu. Evliyken Talha tarafından, boşandıktan sonra da annesi tarafından aşağılanmaya maruz kalmak, sanki buna karşı bağışıklık kazanmasına sebep olmuştu. Artık korkmuyordu bile. Bu evde kendisine bağırılmadan konuşulan bir zamana pek fazla rastlamamıştı. Acaba karşıdan bakılınca nasıl görünüyorum, diye geçirdi içinden. Ve kendini bir ucube gibi hatta duvarla tavan arasına sıkışıp kalmış bir böcek gibi hissediyordu. Sanki varlığı kabullenilmiyor, nereye gitse bir yük olarak insanların sırtına biniyordu. Bu his, boğazına acı yumrular bırakırken annesinin sinirden buruşan yüzüne ve çatık kaşlarına baktı.

"Artık her şey bitti anne. Yüzüğü ve hediye ettiği bileziği almasını söyledim. Bu akşam iş çıkışı gelip alacak."

Annesi, elini dizine vurup dudaklarını ısırdı. Dolu gözleriyle yüzüğe ve bileziğe bakıp: "Beni yine konu komşunun diline düşüreceksin." diye fısıldadı. "Bir kez de şu annenin başını yere eğme. Bir kez de beni şaşırt!"

Meryem, gözlerini sıkıca yumup ağlamamak için kendini sıktı.

"Ben hiçbir zaman başını yere eğdirecek bir şey yapmadım."

Kırgınlık yüklü sesiyle bunu dedikten sonra yüzükle bileziği koltuğun kenarına bırakıp küçük odaya geçti. Yer yatağına çökerek sırtını duvara yasladı. İki elini yüzüne bastırıp zayıflayan bedeniyle duvara daha çok sindi. Annesi hâlâ sesini ona duyurarak bağırıyor ve ağlayıp sızlayarak vicdanına irili ufaklı darbeler indiriyordu.

Bu evde hiç var olmadın, diye içten içe söylendi ve yüreğinin ateşini daha da harladı Meryem.

Küçüklüğünden beri kenara atılmış bir çöp gibi muamele gördün. Ne zaman evlendin, ancak o zaman insan gibi davranıldı sana. Varlığın yalnızca bir başka adamın varlığının yanında anlam kazandı. Fakat o adam da seni annenden farklı görmedi. Hatta seni hiç görmedi bile. Sanki tuhaf bir yaratıkmışsın gibi tiksinerek bakardı sana. Belki o kadından daha güzel olmadığın için... Güzelliklerinizi kıyaslayınca onun yanında sönük kaldığın için... Bir keresinde çiçeklerini okşayıp onlarla sohbet ederken seni duymuş ve: 'Aynı çocuk gibisin!' diye alayla gülmüştü. Şaşkınca ona bakmış ve afallamıştın. 'Evcilik de oyna istersen onlarla' deyip elindeki kahveyle çalışma odasına geçmişti. Sen ise arkasından dolu gözlerle bakıp sandalyeye çökmüştün. Belki, demiştin... Belki biraz olsun konuşsaydın benimle, çiçekleri dert ortağım yapmazdım. Ama sen yoksun ve ben, artık görünmez gibi olan bu silik varlığıma baktıkça delirecek gibi oluyorum. Bu yüzden ya çiçeklerle ya da duvarlarla konuşuyorum...

Ve ağlamıştın uzun uzun...

Bir başka defasında eve keyifle gelmişti ve 'bugün çok mutlu' diye düşünüp bir cesaret: 'Beni kitap fuarına götürür müsün?' diye sormuştun. Fakat mutluluğunun senden kaynaklanmadığını bilememek, pahalıya mâl olmuştu sana. Belki sade bir "hayır" cevabı almak kırmayacaktı seni. Fakat siyah iri gözleriyle dik dik bakıp: "Baban mıyım ben Meryem?" dediğinde kastettiği şeyi tam olarak anlayamamıştın. Cümlesini: "Kendin de gidebilirsin, bebek değilsin" diye tamamlamıştı hemen sonra. Ve sen, evliliğinin henüz üçüncü ayında yüreğine çarpan yüzlerce yaralayıcı cümleden biri olarak alıp saklamıştın onu da kalbinin kuytu bir köşesine. Ara ara çıkarıp bakardın o cümlelere, bakıp bakıp ağlardın.

ÂdemTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon