Âdem

By birharfbekcisi

38.7K 1.5K 1.8K

Adını söylemekten korkuyorum. Adını işitince kalbim acıyor âdem. İşte sırf bu yüzden "âdem" diyorum sana. İns... More

âdem?
mühim bir duyurudur
1. Bölüm: Bekleyişler
2. Bölüm: Buruk Bir Sevinç
3. Bölüm: "Şefkat"
4. Bölüm: "Yanık"
5. Bölüm: "Öfke"
6. Bölüm: "Senden Çok Korkuyorum"
7. Bölüm: "Özür Dilerim"
8. Bölüm: "Senden Ayrılıyorum"
9. Bölüm: Seni Sevmiştim
10. Bölüm: Azap
11. Bölüm: Bir Hayalle Avunmak
12. Bölüm: Tâlip
13. Bölüm: Görüşme
14. Bölüm: Yanımda Olsan
15. Bölüm: Geç Kalmak
16. Bölüm: Bağışla
17. Bölüm: Alışveriş
19. Bölüm: Sana Geç Kalmak İstemiyorum
20. Bölüm: [Final]
Duyuru

18. Bölüm: Taziye Evi

263 36 72
By birharfbekcisi

"Başıboş bir kamaya saplanmışım gibi
Çizilmiş bir yaşama atanmışım gibi
Kaskatı bir esirliğe çöktürülmüşüm gibi
Yüreğim bögürmek üzere gibi"

-Cahit Zarifoğlu

***

"Sen delirdin mi Meryem! Bu iş oyuncak mı sanıyorsun? Ev tutuldu, perdeler, halılar bile alındı."

Meryem'in uzattığı yüzüğe ve bileziğe kızaran gözlerle bakan annesi, eliyle "git" işareti yapıp: "Aklını başına topla da öyle gel!" dedi. Gözleri adeta öfke saçıyordu.

Meryem, ömrü boyunca çoğu kez onun istediği gibi kararlar vermekten dolayı yorgun hissediyordu. Evliyken Talha tarafından, boşandıktan sonra da annesi tarafından aşağılanmaya maruz kalmak, sanki buna karşı bağışıklık kazanmasına sebep olmuştu. Artık korkmuyordu bile. Bu evde kendisine bağırılmadan konuşulan bir zamana pek fazla rastlamamıştı. Acaba karşıdan bakılınca nasıl görünüyorum, diye geçirdi içinden. Ve kendini bir ucube gibi hatta duvarla tavan arasına sıkışıp kalmış bir böcek gibi hissediyordu. Sanki varlığı kabullenilmiyor, nereye gitse bir yük olarak insanların sırtına biniyordu. Bu his, boğazına acı yumrular bırakırken annesinin sinirden buruşan yüzüne ve çatık kaşlarına baktı.

"Artık her şey bitti anne. Yüzüğü ve hediye ettiği bileziği almasını söyledim. Bu akşam iş çıkışı gelip alacak."

Annesi, elini dizine vurup dudaklarını ısırdı. Dolu gözleriyle yüzüğe ve bileziğe bakıp: "Beni yine konu komşunun diline düşüreceksin." diye fısıldadı. "Bir kez de şu annenin başını yere eğme. Bir kez de beni şaşırt!"

Meryem, gözlerini sıkıca yumup ağlamamak için kendini sıktı.

"Ben hiçbir zaman başını yere eğdirecek bir şey yapmadım."

Kırgınlık yüklü sesiyle bunu dedikten sonra yüzükle bileziği koltuğun kenarına bırakıp küçük odaya geçti. Yer yatağına çökerek sırtını duvara yasladı. İki elini yüzüne bastırıp zayıflayan bedeniyle duvara daha çok sindi. Annesi hâlâ sesini ona duyurarak bağırıyor ve ağlayıp sızlayarak vicdanına irili ufaklı darbeler indiriyordu.

Bu evde hiç var olmadın, diye içten içe söylendi ve yüreğinin ateşini daha da harladı Meryem.

Küçüklüğünden beri kenara atılmış bir çöp gibi muamele gördün. Ne zaman evlendin, ancak o zaman insan gibi davranıldı sana. Varlığın yalnızca bir başka adamın varlığının yanında anlam kazandı. Fakat o adam da seni annenden farklı görmedi. Hatta seni hiç görmedi bile. Sanki tuhaf bir yaratıkmışsın gibi tiksinerek bakardı sana. Belki o kadından daha güzel olmadığın için... Güzelliklerinizi kıyaslayınca onun yanında sönük kaldığın için... Bir keresinde çiçeklerini okşayıp onlarla sohbet ederken seni duymuş ve: 'Aynı çocuk gibisin!' diye alayla gülmüştü. Şaşkınca ona bakmış ve afallamıştın. 'Evcilik de oyna istersen onlarla' deyip elindeki kahveyle çalışma odasına geçmişti. Sen ise arkasından dolu gözlerle bakıp sandalyeye çökmüştün. Belki, demiştin... Belki biraz olsun konuşsaydın benimle, çiçekleri dert ortağım yapmazdım. Ama sen yoksun ve ben, artık görünmez gibi olan bu silik varlığıma baktıkça delirecek gibi oluyorum. Bu yüzden ya çiçeklerle ya da duvarlarla konuşuyorum...

Ve ağlamıştın uzun uzun...

Bir başka defasında eve keyifle gelmişti ve 'bugün çok mutlu' diye düşünüp bir cesaret: 'Beni kitap fuarına götürür müsün?' diye sormuştun. Fakat mutluluğunun senden kaynaklanmadığını bilememek, pahalıya mâl olmuştu sana. Belki sade bir "hayır" cevabı almak kırmayacaktı seni. Fakat siyah iri gözleriyle dik dik bakıp: "Baban mıyım ben Meryem?" dediğinde kastettiği şeyi tam olarak anlayamamıştın. Cümlesini: "Kendin de gidebilirsin, bebek değilsin" diye tamamlamıştı hemen sonra. Ve sen, evliliğinin henüz üçüncü ayında yüreğine çarpan yüzlerce yaralayıcı cümleden biri olarak alıp saklamıştın onu da kalbinin kuytu bir köşesine. Ara ara çıkarıp bakardın o cümlelere, bakıp bakıp ağlardın.

Yine bir gün banyo ettikten sonra pijamalarını giyip odana doğru giderken koridorda seni durdurup giydiklerini incelemiş ve gülerek: "Herhalde" demişti. "ben de evlenmezsem kimse evlenmezdi seninle." Önüne gelen ıslak saçlarını utançla kulağına sıkıştırıp oradan geçip gitmek istemiştin fakat o, daha da yaralamak ister gibi kolundan tutup rahatsız edici bir biçimde incelemişti seni. Bir malı inceler gibi sağa sola çevirerek. Ve bozulmandan memnun kalır gibi dudakları daha çok kıvrılmıştı. "Bir oyuncak ayın eksik. Cidden, annem evlendirecek başka birini bulamadı mı? Çocuk bakıcısı gibi hissediyorum yemin ederim." Kolunu ondan kurtarıp koşar adımlarla odana giderken bir yandan ağlıyordun fakat o, ne gözyaşlarını ne de acını görüyordu. Aynaya gidip bakmıştın. Ve ilk defa bekarlığından beri severek giydiğin, pembe karpuz dilimi baskılı pijamalarını çıkarıp bir daha da asla giymemiştin. Onun gülerek baktığı pijamaların, senin her baktığında kalbini acıtan iğrenç bir detay oluvermişti o günden itibaren.

Sonra uzun bir zaman geçti, ailenin yanına geldin. Fakat değişen pek bir şey olmadı. Bu sefer Talha'nın rolünü annen oynuyordu sanki.

"Kadın olmayı beceremedin ki..." diye az azarlanmamıştı seni. Bir kere bile 'acaba bu adamın bir suçu olamaz mı' diye düşünmemişti.

İşte sen busun Meryem. İnsanların sırtındaki bir yük. Kenara köşeye fırlatılıp duran değersiz bir eşya. Varlığı fark edilmeyen, fark edilse dahi kıymet verilmeyen bir yaratık.

Meryem, en acılı cümlelerle yaraladı kendi kalbini. Şuurunu yitirmiş gibi beyninden bir sürü hakaret cümleleri sıralıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Öyle ki artık annesinin hakaretlerini bile işitmiyordu. Kendi kendini aşağılamayı çoktan öğrenmişti ve başkasınınkileri duymaya ihtiyacı yoktu.

***

"Beni affet...

Hep başkalarının gözünden baktım kendime.

Başkalarının mihengine vurup öyle ölçmeye çalıştım değerimi.

Öyle ki varlığımın gayesiz, kıymetsiz ve gereksiz olduğu vehmiyle durmadan kendime eziyet ettim.

Oysa Sen'din beni yokluktan varlık sahnesine çıkaran. Varlığımı yokluğuma tercih eden... Ne fâniliğe mahkum bir adam ne annem ve ne de babam... Hiçbiri değildi, Sen'din...

Ne zamanki Senin yaratılış amacına değil de başkalarının beni gördüğü yere diktiysem gözümü, orada hep elem buldu beni. Onları razı etmek için kendimi dahi yok saydım. Belki varlığımı biraz olsun görünür kılarım diye, belki biraz olsun onların sırtlarındaki bir yük olmaktan kurtulurum diye...

Fakat olmadı Rabbim.

Senden gayrı olarak edindiğim her niyet beni aynı noktaya getirdi.

Artık sabrımın taşmaya başladığı bir noktada ise yardımını istemeye geldim.

Yoruldum...

Öyle yoruldum ki ağlayamaz oldum günlerdir. Yorgunluktan ağlayamamak nedir, onu öğrendim.

İyileştir diye geldim. Çünkü yapamıyorum ben. Neye dokunsam elimde kalıyor sanki, ne söylesem yerine ulaşmıyor kelimelerim. İşte, ben de Sana geldim.

Bu hayatta sevildiğimi tam mânâsıyla hissedemedim. Yalnızca bir kere hisseder gibi oldum, o kişiyi de ben sevemedim. Ve şimdi yine horlanıp azarlandığım bir günün sonunda Sana geldim. Kanayıp duran yaramla, kalbime batıp saplanan o acıyla, kederim ve hüznümle Sana geldim.

Rahmet yağmurlarında ıslat diye, bunca sevgisizliğin arasında sevgin beni sarsın diye geldim. Düşe kalka yaptığım kullukta nice eksiklikler olsa da âcizliğimi bağışlayacağını umarak ve eğerek başımı; işte Sana geldim.

Bu derdi Sen verdin.

Dermânı da Senden isterim.

Hüsnüzannım Sanadır. Çevremdeki herkesten kestim umudumu da öyle geldim.

Beni affet...

Geç kalışlarımı, düşüşlerimi ve âcizliğimi...

Beni sev...

Belki o zaman yeşerir kuraklaşan kalbim.

Belki o zaman teselli yağmurlarında yıkanır ve çatlar içindeki tohumlar; renk renk çiçekler fışkırır..."

***

Masanın üstü kitaplarla ve not kâğıtlarıyla doluydu. Bilgisayarının parlak ekranında gezinen gözleri sabahtan beri makaleler arasında gidip geldiği için kızarmış, göz altlarında mor halkalar oluşmuştu. Bir hafta sonra doçentlik komisyonunun karşısına çıkacaktı. Annesinin masaya bıraktığı karpuz dilimleriyle dolu tabağa hiç dokunmamış, sadece şekersiz Türk kahvesini telvesine kadar içip kendine gelmeye çalışmıştı.

Annesi, elindeki tesbihi ağır ağır çekerken biraz sabırsız bir ifadeyle Talha'ya baktı.

"Ne zaman gideceğiz oğlum?"

Talha, gözlerini bilgisayardan ayırmadan önce imleci kaldığı satıra getirdi. Kızaran gözlerini ovuşturup sırtını sandalyeye yasladı.

"Birazdan gideriz inşallah."

"Geç kalmayalım, hukukumuz oldu kaç yıl Sıdıka Teyze'nle..."

Talha, başını sallayarak: "Haklısın" dedi. "Kasım Amca küçükken bizimle çok ilgilenirdi..." Laptobu uyku moduna alıp burukça tebessüm etti. "Yazın bahçesinden erik toplayıp tek tek verirdi mahallenin çocuklarına. Bahçesinden dışarı sarkan erikleri aşıran çocuklara da hiç kızmazdı. Çok merhametli biriydi. Rabbim de ona merhametiyle muamele etsin..."

Annesi, oğlunun anlattıklarıyla bir an geçmişe giderek: "Âmin" dedi. "Yattığı yer nur olsun..."

Talha, hızlıca ayaklanıp odasına girdi. Uyku akan gözlerini son kez ovuşturup tişörtünü ve pantolonunu giydi. Üzerine de kısa kollu siyah gömleğini giyip aynanın karşısında dağınık dalgalı saçlarını taradı. Tarağı henüz elinden bırakmamıştı ki Meryem'i düşündü. Onunla karşılaşmaktan çekindiği için bugün cenazeye gitmemeyi bile düşünmüştü. Fakat oraya gitmemeyi bir vefasızlık olarak addedip bu düşünceden hızlıca vazgeçmişti. Belki evlendi bile, diye geçirdi içinden. Boğazında acı bir yumru hissetti. Belki de şu an başka birinin karısını düşünüyorsun Talha...

Aklına gelen bu ihtimal üzerine dehşete düşerek yutkundu. Elindeki tarağı usulca bırakıp bir süre öylece kalakaldı. Annesinin: "Geç kalacağız oğlum..." diyen sitemli sesini işitene kadar hareket edemedi. Ne zaman ki o sesi duydu; hayal âleminden sıyrılarak arabasının anahtarlarını şifonyerin üzerinden çekti ve cebine koydu. Salona girdiğinde annesini pardösüsünü giymiş, ayakta dikilir hâlde buldu.

Evden çıkıp arabaya doğru ilerlerken, arabayı çalıştırıp yolda usul usul ve düşünceli bir şekilde ilerlerken ve nihayet eski komşularının kapısının önünde durmuş kapı ziline basarken birbirine zıt birçok düşüncenin tesiri altında kalbi sızlıyordu. Bu mahalle, çocukların şen kahkahalarının yankılandığı bu sokak, Meryem'in evlerine çok yakın olan bu müstakil ev zihninde bazı çağrışımlar meydana getiriyordu. Bu çağrışımlar, başını yere eğip bir daha da kaldırmama arzusunu kuvvetlendiriyordu.

Biraz sonra kapı açıldı. Sıdıka Teyze'nin elli yaşlarındaki kızı, kızarmış gözlerle kendilerine bakıyordu. Talha, başını yere eğip beklemeye koyuldu. Annesi, titrek bir sesle baş sağlığı diledi:

"Allah rahmet eylesin Ayşe, başınız sağ olsun..."

***

Meryem, sabah saatlerinden beri mutfaktan çıkmamıştı. Ara ara mutfağa Sıdıka Teyze'nin yaşlı oğlu giriyor ve erkeklerin olduğu yere götürmek üzere pide, ayran veya çay alıp geri dönüyordu. Meryem, bu sebeple peçesini de çıkarmamış ve zaten kalabalık olan mutfakta iyice bunalmıştı. Mahallelerinde taziye evine gelenlere pide-ayran ve helva ikram etmek artık gelenekselleşmişti. Hatta öyle ki bu bir görev olarak telakki edilir; böyle yapmayan kişi maddi durumu kötü olsa bile hoş karşılanmazdı. Sırf bu algı yüzden borca girmek zorunda kalan bazı komşularını bile anımsıyordu.

Ölümü tefekkür etmesi gereken yerde pidesine sıkmak için limon isteyenlere içten içe bir kırgınlık duyuyordu bu yüzden. Kırgınlığı buraya gelip yemek yiyenlere değildi esasında, gelen de mecburen yiyordu zaten. Bazılarının çekine çekine yediğini, bazılarının ise yemek istemediğini ama ısrarlara dayanamayıp kırmamak için birkaç lokma aldığını biliyordu. Fakat limon istemek, çayı demli bulup daha açık olmasını rica etmek gibi şeyleri sindiremiyor, bunu acılı aileye karşı haddi aşmak olarak yorumluyordu.

Geldiğinden beri -her taziye evinde yaptığı gibi- ağzına tek lokma atmamış, sadece ev halkını biraz olsun rahatlatmak için durmadan yenisi çıkan bulaşıkları yıkayıp durmuştu. Elindeki son tabağı da duruladıktan sonra musluğu kapatmadı. Sıdıka Teyze'nin kızı, köpüklü ellerini yıkamak için ellerini suya uzatmış, o da biraz geriye çekilerek onun hüzünlü yüzünü seyre dalmıştı.

"Sen dinlen biraz Nimet Abla. Sabahtan beri ayaktasın, çok yoruldun... Ben yaparım işleri."

Tam cevap gelecekken mutfağa elinde çay bardaklarıyla giren Hasan Amca: "Şunları doldursana Nimet..." dedi.

Abisini başını sallayarak onayladıktan sonra ağlar gibi bir yüz ifadesiyle: "Nasıl dinleneyim Meryem?.." dedi yorgun kadın. Meryem, onun ağlamaya bile vakit bulamayışına, acısını yaşamak için kenara köşeye gitmeye bile fırsat verilmeyişine tekrar üzüldü. Çayları doldurduktan sonra yanına gelip kulağına eğilen Nimet Abla'ya tüm dikkatini verdi.

"Önceden taziye evlerine giderken cenaze yakınlarının ne hissettiğini anlamıyormuşum. Babam ölünce anladım, nasıl bir acıymış..."

Bunu dedikten sonra ağlamamak için dudağını ısırıp iki elini mutfak tezgahına yasladı. Meryem, onun sıcaktan terleyen yüzüne, gelişigüzel bağlayıp kenarlarından saçlar çıkan eşarbına ve kalbine bastırdığı ellerine dikkat kesildi. O an yüreğinde büyük bir merhamet çağıldadı. Hiç düşünmeden elini komşusunun omzuna koyup ardından hızlıca ona sarıldı.

"Sıkma kendini. Ağla Nimet Abla... Sabahtan beri kendini tutuyorsun."

Sarıldığı iri beden, sanki bu anı bekliyormuş gibi önce sarsıldı. Çok geçmeden bir hıçkırık sesi doldu mutfağa. Sabahtan bu yana ağlamalara ve iç yakan görüntülere alışkın olan mutfaktaki diğer hanımlar, komşularına acıyarak bakmakla yetinip işlerine geri döndüler. Birisi helvayı kavuruyor, diğeri çocuklarıyla ilgileniyor, bir başkası ise kuruttuğu bulaşıkları yerine yerleştiriyordu. Meryem, kollarını sardığı kadının yanında küçücük kalan bedenini hiç hareket ettirmeden uzun süre sarıldı komşusuna. O kollarını çekene kadar geri çekmedi kendini. Biraz zaman geçince belindeki kollar gevşedi, komşusu iç çekip iki eliyle sertçe ıslak yanaklarını silerken teşekkür edercesine gülümseyerek baktı gözlerine. Meryem de buruk bir tebessümle karşılık verip elini o sarsak bedendeki omuza götürdü ve sıvazladı.

"Sağ ol Meryem... Allah razı olsun. Bugün yaptıklarını hiçbir zaman unutmayacağım... Bizim için koşturup durdun."

Meryem, komşusunun mahcubiyetini gidermek için bir şeyler söyleyecekti ki mutfakta işittiği o tanıdık sesle birlikte tüm kelimelerini yutuverdi. Başını sağ tarafa, kapıdan içeri giren kadına çevirdi.

"Başınız sağ olsun Nimet..."

Halime Teyze'nin buraya geleceğini tahmin etmiş olsa da birden karşısında görmeyi ummadığı için şaşırmaktan kendini alıkoyamadı ve tezgâha tutundu. Aklına o son görüştükleri an gelmiş, yüreğini o tanıdık sızı sarmıştı yeniden. Eskiden kayınvalidesi olan şimdi ise sadece geçmişteki komşuları olarak buraya taziyeye gelmiş bulunan yaşlı kadına baktı. O da kendisini görünce şaşırmış ve bir an duraksayarak diyeceği tüm kelimeleri yutmuştu. Fakat çok geçmeden ikisi de toparlandı.

"Gözüm seni arayıp durdu. Mutfakta, dedi ablan. Gitmeden seni de bir göreyim dedim... Allah rahmet eylesin Nimet..."

Meryem, bir yılı aşkındır görüşmediği Halime Teyze'ye bakmaya çekinerek tabak çanakla uğraşmaya başladı. Böyle yaparak son derece âşikar olan varlığını gizlemeye çalışıyordu.

"Allah razı olsun Halime Teyze... Hiç beklemediğimiz bir anda oldu işte... Ölüm, Allah'ın emri..."

Meryem, çok yakınından kendine ulaşan sesleri dinlerken az önce Sıdıka Teyze'nin oğlunun getirdiği çay bardaklarını yıkamaya hazırlandı. Birkaç damla bulaşık deterjanı döküp avcunun içinde sıktığı süngeri bardağa yaklaştırdı. Talha da geldi mi acaba, diye geçirdi içinden... Bu ihtimal, kalbinin atışlarını göğüs kafesinde hissettirecek kadar heyecanlandırdı onu. Aynı zamanda o tanıdık acıyı da ağır ağır yudumladı.

"Mekanı cennet olsun... Rabbim size de sabırlar versin Nimet'im..."

"Sağ olasın Halime Teyze. Ben bir içeriye bakayım ne lazım diye..."

Meryem, Halime Teyze'nin karşısında nasıl hareket edeceğini bilemez bir hâlde köpük dolu süngerle bardakları ovmaya devam etti. Arkasını dönmemesi ve sanki o yokmuş gibi işine devam etmesi ayıp mıydı? Bir an bunun üzerine düşündü. Fakat bir güç, arkasını dönmeye ve onunla yüzleşmesine engel oluyordu. Kendi içinde bu hesaplaşmaları yaparken hiç beklemediği bir anda onun sesini duydu:

"Meryem, kızım..."

Oysa o, gideceğini düşünmüştü. Çekinip hiç görmemiş gibi kendisinden uzaklaşacağını... Fakat tam tersine o el, tam olarak şimdi, tıpkı eski günlerde olduğu gibi bir anne şefkatiyle omzuna dokunuyordu.

"Nasılsın kızım, görüşmeyeli?"

Süngeri ve bardağı lavabonun içine bırakıp musluğu açtı. Ellerini köpükten arınana kadar yıkadı ve avuçlarını mutfak önlüğüne silip derin bir nefes aldı. Sağ tarafına, kendisine dikkatle bakan Halime Teyze'ye dönerken: "Sağ ol... Halime Teyze..." diye cevapladı titrek bir sesle onu. "İyiyim. Sen... Sen nasılsın?"

Yüzüne bakmaya çekindiği için gözlerini Halime Teyze'nin pardösünün düğmelerinden ayırmıyordu.

"Hamdolsun kızım her hâlimize..."

Aralarında bir müddet sessizlik oldu. Meryem'in kaçıp saklanmak istediği, rahatsız edici bir sessizlik... Ne diyeceğini, nasıl davranacağını bilemediği için susup öylece bakıyordu o düğmelere. Neyse ki biraz sonra kendisini bu gerginlikten kurtardı yaşlı kadın. Fakat bu sefer farklı bir duygunun kucağına bırakıverdi:

"Annenden duydum, nişanlanıp ayrıldığını..."

Etraftakilerin duymasından çekinir gibi kısık bir sesle bunu söyleyen Halime Teyze'ye sadece: "Evet..." diyebildi. O esnada annesinin daha başka şeyler de demiş olduğundan adı kadar emindi. Bu yüzden büyük bir utançla ısındı yüzü.

"Hakkında hayırlısı olsun kızım. Yemin ederim ki hep mutluluğun için dua ediyorum... Siz ayrıldıktan sonra aramaya çekindim, doğru olmaz belki dedim... O yüzden hiç elim gitmedi telefona... Ama duam hep seninleydi. Bunu bilmeni isterim."

Meryem, başını sallayarak: "Allah razı olsun..." dedi. Parmakları tezgahın üzerinde gezinirken yüreğinde de binbir duygu hareket hâlindeydi. Yine de gözlerine yansıtmamaya çalıştı bu duyguları... Korkuyordu. Sanki karşısındaki bu yaşlı ve tecrübeli kadın, gözlerine bakacak ve o gözlerde oğlunu görecekti... Bunun ihtimalinden bile ölesiye utanıyordu. Bir an, Talha'nın kendisine yeni bir hayat kurmuş olabileceği aklına geldi. Saatlerdir bir kere bile aklına gelmemiş olan bu ihtimal, buradan çekip gitme arzusunu daha da kuvvetlendirdi.

Halime Teyze'nin elini tekrar omzunda hissettiğinde ona sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlamak istedi. Fakat bu tuhaf ve uygunsuz isteği hemen kalbinin arka odalarına gönderdi. Bir cesaret, yaşlı kadının hüzünlü gözlerine çevirdi bal rengi gözlerini. O gözlerdeki duyguları okumaya çalıştı ama cesaret edemeyip tekrar pardösünün düğmelerine indirdi gözlerini.

"Kendine dikkat et kızım. Allah'a emanet ol..."

Continue Reading

You'll Also Like

2.2M 108K 40
Hatay kızı ve doktorun hikâyesi. Kısa hikâye tarzındadır. *** Başlangıç tarihi: 16.08.2019 Rastgele #1 = 19.04.2020 Kısahikaye #1 = 14.09.2020 Romant...
5M 196K 73
Sevdaya tutulmuş iki yüreğin hikayesi.
2.6K 329 10
Jungkook'dan hamile olan omega Taehyung ve bebeği de Taehyung'u da istemeyen alfa Jungkook.
574K 42.3K 34
"Cehennemine hoşgeldin, katilin kızı!" İtalyan ve Katolik bir adam... Türk ve Müslüman bir kız... İslâmî bir aşk romanı...🦋 →Tıp fakültesinden yeni...