Âdem

By birharfbekcisi

38.7K 1.5K 1.8K

Adını söylemekten korkuyorum. Adını işitince kalbim acıyor âdem. İşte sırf bu yüzden "âdem" diyorum sana. İns... More

âdem?
mühim bir duyurudur
1. Bölüm: Bekleyişler
3. Bölüm: "Şefkat"
4. Bölüm: "Yanık"
5. Bölüm: "Öfke"
6. Bölüm: "Senden Çok Korkuyorum"
7. Bölüm: "Özür Dilerim"
8. Bölüm: "Senden Ayrılıyorum"
9. Bölüm: Seni Sevmiştim
10. Bölüm: Azap
11. Bölüm: Bir Hayalle Avunmak
12. Bölüm: Tâlip
13. Bölüm: Görüşme
14. Bölüm: Yanımda Olsan
15. Bölüm: Geç Kalmak
16. Bölüm: Bağışla
17. Bölüm: Alışveriş
18. Bölüm: Taziye Evi
19. Bölüm: Sana Geç Kalmak İstemiyorum
20. Bölüm: [Final]
Duyuru

2. Bölüm: Buruk Bir Sevinç

362 27 11
By birharfbekcisi

"Sen sevgileri göğüsle ve ne olur anla."

-Cahit Zarifoğlu

***

Ankara

Adam, kendisine sarılan kadının gözlerine bakıp saçlarını okşarken aklında ne karısı vardı, ne annesi ne de başka bir şey. Bu beyaz ve ufak yüzün her zerresini, bu ela gözlerin içindeki her bir renk tonunu, bu kaşları, bu güzel başın üzerindeki güzel siyah saçları; kısacası onu, sadece onu, tüm benliğiyle seviyordu.

"Seni özlemişim."

"Ben de..." diye karşılık veren kadın iç çekerek, "Ama..." dedi. Adam, onun yine hangi konuyu açacağını bildiği için gergin ve biraz da bıkkın bir ifadeyle konuşmasını bekledi.

"Bu kaçamaklardan bıktım ben... Lütfen anla beni. Fakültede anlayanlar olacak diye ödüm kopuyor. Eğer biri duyarsa, senin de adın lekelenecek. Kimse; 'evli öğretim görevlisi aynı odadaki öğretim görevlisi arkadaşıyla flört ediyor' diye adının çıkmasını istemez..."

Sesine biraz kırgınlık yükleyerek konuşan sevgilisine biraz daha yaklaşıp, "Şunu düşünüp durma artık." dedi. "Korkuyla yaşanmaz."

"Dönemin başından beri aynı şeyi söylüyorsun." diyen Sena, biraz da sinirli bir edayla yerinden doğruldu.

Adam, gözlerini devirip ofladı. O anda aklına, karısının siyahlar içindeki hâli geldi. Sanki bu zamana ait değildi de bundan birkaç yüz yıl öncesinden fırlayıp gelmişti. O dümdüz sade gelinliğinin üstüne bile, içine üç kişinin sığabileceği, bol bir ferace giymişti. Bu yüzden yaşantı olarak da onunla aralarında aşılamaz bir mesafe olduğunu düşünüyordu.

Doğruldu ve sevgilisinin koltuğun kenarında kırgınca gezinen ellerini tuttu.

"Bana bak Sena."

Kız, gözlerini ellerinden ayırmadan, "Yine aynı şeyleri mi söyleyeceksin?" diye sitem etti. Adam, nefesini bıkkınca dışarı üfleyip sevgilisinin çenesinden nazikçe tuttu ve başını kaldırdı. Âşık olduğu ela gözler, yüzüne güven duymayarak baktığı için, kararlılığını göstermek amacıyla gülümsedi.

"Annemi es geçemeyeceğimi bilerek bana gelmedin mi?"

"Artık yoruldum..."

"O kadını sevmiyorum Sena." Yüzüğünü işaret edip, "Bak..." dedi. "Bu yüzük, bir gösteriden başka bir şey değil."

Karşısındaki sorgulayan bakışlara karşı bir süre sessizce onu izledi. Biraz sonra sevdiği kadının yanaklarını kavrayıp tüm kararlılığıyla gözlerine baktı.

"Bu, içinin rahat olması için yeterli değil mi?"

Sena, ondaki bu kararlılığı görünce memnuniyetini belli eden bir gülümseme eşliğinde ona sarıldı.

"Seni seviyorum..."

Bir süre hiç konuşmadan sadece birbirlerine sarıldılar. Sena, birkaç dakikanın sonunda derin bir iç çekti. Ardından başını adamın göğsünden çekip önüne gelen saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı.

"Galiba yoruldum ben... Yani... Bu kaçamaklardan, seninle bir kere bile bir cafeye ya da bir restoranta gidip baş başa özel bir gün geçirememekten... Hayallerim var ikimize dair. Yolda özgürce dolaşmak, ellerinden tutmak, sana fakültede bile rahatça "canım" diye hitap edebilmek... Hiçbir zaman, odada yalnız kaldığımız zamanlarda bile, rahat değiliz. Biraz gülüşecek olsak beni uyarıyorsun. Biraz sarılmak istesem beni kendinden uzaklaştırıyorsun. Artık çok yoruldum, sinirlerim bozuldu... Seni üzmek istemiyorum ve evet her şeyi kabul ederek geldim. Ama işte..."

Adam, kadını kendine çekerek sarıldı ve: "Şşş..." diyerek devam etmesini engelledi. "Tamam Sena, biliyorum. Ama daha zamanı var. Bir şekilde annemle konuşmaya cesaret bulana kadar bu durum devam etmek zorunda."

Kadının iki omzundan tutup kendisine bakmasını sağladı. Ardından yüzüne dikkatlice baktı. Sol elini kaldırıp yüzüğünü gösterdi ve gülümsedi.

"Bir gün bundan kurtulacağım. İşte o zaman gizli kapılar ardında olmayacağız. O zaman evli bir çift olarak özgürce her yerde bulunacağız."

***

Bursa

Meryem, penceresinin bitişiğindeki fesleğenlerini ve sümbüllerini sulayıp hepsinin yapraklarını okşadı. Ona göre bu bitkiler de sevgiye açtı. Konuşulmaya, okşanmaya ve sevgi dolu gözlerle bakılmaya... Onlara ilgi gösterdiğinde sanki renkleri daha bir canlı olur, kokuları daha bir keskinleşip insanı kendinden geçirirdi. Bir elini yanağına koyup burukça tebessüm etti. Diğer eliyle de çiçeklerin yapraklarını okşayıp derin bir iç çekti.

"Kaç aydır gelmedi..."

Bunu der demez bal rengi gözleri doluverdi. Bilincinde olduğu bir durumu dillendirmek, bazı gerçekleri daha sert yüzüne çarpıyordu.

"Kapının önüne erkek ayakkabısı koymaktan yoruldum. Hem artık ablama da gidemiyorum sık sık... Kimseye yük olmak istemiyorum. Bazen korksam da, en ufak bir tıkırtı işittiğimde yüreğim yerinden çıkacak gibi atsa da, alıştım. Acıya alıştığım gibi korkuya da alıştım. Bunun ne demek olduğunu biliyor musun?"

Sıcacık bir yaş, esmer yanağından süzülüp masaya damladı.

"Seni hiç sevmemiş olan bir adam için ağlamaya değer mi, deme. Zaten bu duygu akılla kontrol edilseydi çoktan vazgeçerdim ondan. Ama öyle değil... İnsan, ne kadar uğraşsa da yüreğine söz geçiremiyor. Bunu, o bana defalarca kez 'seni sevmiyorum' dediğinde anladım. Bana bir düşmanmış gibi bakan o gözlerin ağırlığı altında ezilirdim. Bir insan tüm nefretini gözlerinde toplayabilir mi? O, toplayabiliyor..."

Artık gözyaşlarını durdurmaya çalışmıyor ve ıslak yanaklarını silmeye yeltenmiyordu.  Kolunu masaya koyup yüzünü de kolunun üstüne bıraktı. Sarsıla sarsıla ağlarken, çaresizliğin o keskin acısını kalbinin her zerresinde hissediyordu. O kalbe zehirli bir diken batıyor gibiydi. Bazense yanıyor gibiydi. Yanıp yanıp sönmüyor gibi...

Aklına binbir görüntü gelip dolaşıyordu. Hepsi de onun kendisine olan soğukluğu ve hatta nefretine dair kısa ama oldukça sarsıcı zaman dilimleriydi. Bir şey söyleyecek olduğunda, "hemen konuya geçer misin" dediği bir anı hatırlıyordu sözgelimi. Dışarıda yürüdükleri zaman kendisinden (veya kıyafetlerinden) utanır gibi aralarında uzak bir mesafe bırakmasını... Odada tek başına uyurken hiç açılmayan o kapıyı... Yalnızlığını... Gittikçe büyüyen, gittikçe tüm evi kaplayan bu hazin yalnızlığını...

Hıçkırıklarının arasından "pat" diye bir ses duyduğunda öyle bir irkildi ki başını hızla kaldırıp arkasını döndü. Kendini bütün kötü ihtimallere hazırlamıştı ama buna hazırlamamıştı. Kızaran gözleri ve ıslak yüzüyle nasıl göründüğünü bile düşünmeden karşısında duran adama uzun uzun baktı. Öyle şaşkındı ki belki de bir dakika boyunca hareketsizce ona baktı. Şoku atlatmaya başladığında bakışlarını ondan ayırıp yanındaki siyah el valizine baktı.

Aylar sonra gelmişti... Hem de el valiziyle... Bu da demek oluyordu ki bir süre evde kalacaktı. Yalnızca çok nadiren evde kalırdı. O nadir anlarda da kalbini kırmak için kalırdı sanki. Nice yara birikmişti o kalpte. Daha birini saramadan başka bir yerinde yeni yaralar açılıyordu üstelik...

Yine de her şeye rağmen içinde hem bir korku hem de buruk ve gizli bir sevinç yeşerdi o an. Fakat adamın kendisine nefretle bakan o siyah gözlerini görünce acıyla yutkundu. Yeni yeni yeşeren o ufacık sevinç de bu bakışla beraber kurumaya yüz tuttu. Tuhaf bir ürpertiyle titreyen bedeni sarsak bir şekilde ayaklandığında, hırkasının yeniyle ıslak yüzünü sildi.

"Ho-hoş geldin..."

Sesi sanki çatlayıp kırılacak gibi kısık ve kararsız çıkmıştı. Titreyen utangaç ellerini nereye koyacağını bilemeyerek, sırf bir şeyle meşgul olmak için saçını kulağının arkasına sıkıştırdı. İçinde öyle bir hasret birikmişti ki daha önce bir kere bile sarılamadığı bu adama şimdi sımsıkı sarılmak için yoğun bir his kendisini dürtüp duruyordu. Neyse ki bu hisse de alışmıştı. Bu yüzden kendisini rezil olacak bir duruma düşmekten koruyabiliyordu.

Adam, siyah deri ceketini çıkarıp yatağın üzerine attı. Yere çöküp bavulunun fermuarını açarken gözlerini karısına çevirmeden, "Çok kalmayacağım." dedi. Sesi o kadar soğuktu ki, Meryem iliklerine kadar üşüdüğünü hissetti.

"Ne için geldiğimi biliyorsun."

Valizinin içinden kitaplarını çıkaran adamı seyredip başını salladı. Annesi için gelmişti. Birlikte onun yanına gidecekler ve mutlu bir aile tablosu sergileyeceklerdi. Bunu yapmaktan o kadar yorulmuştu ki... Artık koca bir yalanın tam merkezinde bulunmak istemiyordu. Oraya gittiklerinde eşinin kolunu sırtına koymasını, onu kendisine çekip sahte sevgi gösterilerinde bulunmasını istemiyordu. İstemediği her şeyi yaşamak zorunda mıydı? Esasında mecbur değildi. Ama ne kendisini sevmeyen bu adama karşı içindeki sevgiyi öldürebiliyordu ne de boşandığı takdirde ne yapacağını kestirebiliyordu.

Bu saatten sonra kimsenin sırtında bir kambur gibi yaşamak istemiyordu. Belki de kimse böyle düşünmeyecekti. Ama o böyle hissetmekten kendini alıkoyamıyordu. Ara ara ablasına gidip birkaç günlüğüne kaldığında bile, çok güzel ağırlanmasına rağmen, bir süre sonra kendini orada bir yük gibi görüp hemen eve dönüyordu. İçinde bulunduğu çaresizlik belki de bu yüzden çok derindi. Ne karşı koymaya gücü yetiyordu ne de bir çıkış yolu aramaya... Elinden gelen tek şey duaydı. Dili dudağı kuruyana kadar, gözleri yaş dökmekten yorulana kadar dua... Belki bir gün bir çare... Kalbini serinleten, zihnini arındıran bir çare bulurdu. Belki bir gün...

Onu girdap gibi içine çeken düşüncelerden birden irkilerek ayrıldı. Karşısındaki adamın kayıtsızlığı öylesine büyüktü ki karşıdan ne kadar acınası göründüğünü merak etti. "Ben sana yemek hazırlayayım." deyip odadan çıkarken kocası ona engel olmadı.

Belki de birlikteyken en mutlu olduğu zamanlar, yemek yediği zamanlardı. Çünkü eşi bir tek o zamanlar ona küçümseyerek bakmazdı. Küçüklüğünden beri yemekleri o yaptığı için elinin lezzeti çok güzeldi. Eşi, belki memnuniyetini dile getirmiyordu ama Meryem ona kaçamak bakışlarla baktığı zaman yemeklerinin sevildiğini anlardı. Hatta bazen eşi kendisini bile görmez, hızlı hızlı yerdi. Fark ettiği bu küçük detaydan tarifi imkansız bir mutluluk duyuyordu. Fakat bugün, aynı mutluluğu yaşayacağına dair ciddi tereddütleri vardı. Mutfağa gidip iç çekerek buzdolabını açtı. Dün, marketten aldığı tavuğu çıkarıp kollarını sıvadı.

Her şeye rağmen içinde ufak, ufacık bir sevinç kırıntısı vardı. Tüm acısına, kırgınlığına rağmen o minik sevincin kalbinde pır pır edip oradan oraya uçuştuğunu seziyordu. O, birkaç gün evde olacaktı. O kadar uzun zamandır evde yoktu ki... Onu çok özlemişti. Yalnızlığı, gözyaşları ve korkusu birkaç gün de olsa azalacak, kendi köşesine sinecekti. Belki o gözlerin kendisine nefretle baktığını her gördüğünde canı yanacaktı, evet... Ama yalnız değildi ya... İşte bu, ona teselli veriyor; geriye kalan olumsuz şeyleri sineye çekmesine sebep oluyordu.

Giderek büyüyen bir yalnızlığı ağırlamak ne zor, diye düşündü tavuğu kesme tahtasına alırken. O şimdi çalışma odasına eşyalarını yerleştirirken kendisi burada, yemekleri dışında hiçbir şeyini beğenmeyen, o adam için özenerek bir şeyler hazırlıyordu. Oysa birbirlerini seven bir çift olarak bu evde bulunmayı ne çok isterdi... Bazen yemek yaparken böyle hayaller kurardı. Sanki o adam birazdan gelecek ve ona sarılacaktı. Gününün nasıl geçtiğini soracak, onunla uzun uzun sohbet edecek, yokluğunda onun özlemiyle dolduğunu anlatıp duracaktı.

Sadece hayali bile yüzünde buruk bir tebessüm bırakıyor, gözlerinde farklı bir ışıltı meydana geliyordu.

"Yalnızca bir hayal..." diye içten içe kendine söylendi. "Kendini çok fazla kaptırma Meryem..."

Tavukları küp küp doğradı. Son darbeyi de tavuğa indirdikten sonra ancak fark ettiği bu minik hata karşısında kaşlarını çattı.

"İlk soğanları doğrayacaktım ya... Aklın nerede Meryem!..."

Acele davranarak soğan ve biberleri de ince ince doğradı ve tavayı ocağa aldı. Bu geniş mutfakta bile bazen eli ayağına dolaşıyor ve çok iyi bildiği şeyleri bile nasıl yapacağını şaşırıyordu ya, kendisine bazen inanamıyordu. Annesinin evindeki o dar mutfakta bile 1-2 saat geçmeden çok güzel şeyler ortaya çıkarıyordu. Eşi için bir şeyler hazırlarken ise bu geniş mutfak bir anda daralıyor, olmadık sakarlıklar yapıyor ve neyi önce neyi sonra yapacağını kestiremez hâle geliyordu.

Yıllar yıllar önce bile böylesi büyük ve lüks sayılabilecek bir eve gelin gideceğini tahmin etmezdi. Zaten kendisinin böyle bir hayali de hiç olmamıştı. Hep daha sade, daha mütevazı evlerin hayalini kurmuştu. Fakat kendisi ve eşinin dışında kimsenin bilmediği bir şey vardı: Bu evin ve eşyaların her detayı eşinin hayaline göre dizayn edilmişti. Ne kendisine bir fikri danışılmış ne de "şurası da senin zevkine göre olsun" diye bir teklif almıştı. Bu bile bir yara olarak kalmıştı yüreğinde. Mesele eşya seçmesi de değildi. Mesele biraz olsun değer görme isteğiydi.

Taa o zamanlar anlamalıydım, diye geçirirdi bazen içinden... Lakin nişan sürecinde de, düğün sürecinde eşinin zihninden geçenlere dair bir tahmin yürütememişti. Sadece onun dışarıda sessiz, soğukkanlı bir yapıda olduğunu ve evlendiklerinde kendisine sıcak bir yuva olacağını hayal ediyordu. Aslında ilk başta o da annesinin zoruyla evlenmeyi kabul etmişti. Yine de zamanla ona alışmış ve zamanla onu her gördüğünde kalbinin ritmi biraz daha değişmeye başlamıştı. Belki de bu yüzden normal evli bir çift olmanın dışında aklına başka bir ihtimal gelmemişti. Bu adamın onu sevmeyeceği ve bir evde iki yabancı gibi duracaklarını hiç tahmin etmemişti.

Yemeği pişirirken geçmiş ve şimdi arasında hızlı gitgeller yaşayıp durdu. Kâh üzüldü kâh şaşırdı kâh dehşete kapıldı. Mercimek çorbası ve salata yaparken de aynı hisler içinde nice görüntüyü ağırladı zihni... Belki de bu yüzden yemek yapmayı bitirdiğinde ölesiye yorgun hissediyordu. Sadece beden yorgunluğu değildi bu. Düşüncelerinin ağırlığıydı onu bu hâle getiren...

Banyoya girip ellerini yıkarken abdestli olmasına rağmen tekrar abdest almak istedi. Birazdan öğle ezanı okunurdu. Elbisesinin kollarını sıvarken aynadaki yansımasına uzun uzun baktı. Mutfaktayken derin düşüncelerin tesiri altında ara ara gözleri dolmuş ama taşmamıştı. Bu yüzden bal rengi gözlerinde hâlâ kızarıklık vardı.

İki elini banyo tezgahının üzerine koyup, "Ne yapacağım..." diye mırıldandı. "O bana nefretle bakarken, ben ne yapacağım..."

Continue Reading

You'll Also Like

2.4M 126K 75
Az önce Eylül'ün tuttuğu boşta kalan elini yeşil kalın askeri kemerinin üzerine koyup lafa girdi. " Gel ben sana espriyi göstereyim."dedi. Elini ke...
3.5M 200K 36
Kız kardeşinin hatası yüzüden ceza alan ve ailesinden veto yiyen Rojbin, parasız pulsuz bilmediği bir şehre sürgün edilir. Tabi bu sürgüne ek deli do...
105K 3.5K 21
Diğer hastalarımı kontrol edip abim yanına aşağı indim. Beraber çardağa oturup çayımızı yudumluyorduk. " Gördün mü?" " Evet" " Konuştun mu?" dediğ...
574K 42.3K 34
"Cehennemine hoşgeldin, katilin kızı!" İtalyan ve Katolik bir adam... Türk ve Müslüman bir kız... İslâmî bir aşk romanı...🦋 →Tıp fakültesinden yeni...