Güzel Ruh

Af mcflyb

502K 28.8K 10.8K

Berra'ya göre güzellik hiç de öyle göreceli bir kavram falan değildi. Herkesin güzel bulduğu insanlar vardı... Mere

Tanıtım
Giriş
-1-
-2-
-3-
-4-
-5-
-6-
-7-
-8-
-9-
-10-
-11-
-12-
-13-
-14-
-15-
-16-
-17-
-18-
-19-
-20-
-21-
-22-
-23-
-24-
-25-
-27-
-28-
-29-
-30-
-31-
Mektup
-32/Final-

-26-

1.7K 265 300
Af mcflyb

Sıradaki bölümün ithafı da yorumlara göre seçilecek, sevgiler 💙

Ertesi sabah herkesten biraz önce uyanmıştım.

Güneşin gökyüzünde pırıl pırıl yükseldiği güzel bir gündü ancak benim için pek de "aydığı" söylenemezdi. O yüzden sallana sallana mutfağa gidip kendime normalde final gecelerinin spesiyali olan "ev büyüklüğünde sert kahve" için ısıtıcıyı çalıştırdım.

Normalde sıcak yaz günlerinde soğuk kahveyi tercih ediyordum ama artık son günlerde olduğumuzdan sabahları hafiften serin olmaya başlamıştı ve bugün kesinlikle sıcak kahve günüydü.

Mutfak masasına oturup kupaya iki elimle sarıldım. İlk yudumumu aldığım andan itibaren ağzımın içinde yayılan lezzetli sıcaklık beni kendime getirdi. Şimdiden omuzlarımdaki kasların gevşediğini hissedebiliyordum.

Gece boyu Eray'la ilgili düşünceler beni kemirip durduğundan doğru dürüst bir uyku çekme fırsatım olmamıştı. Üstelik bugün final maçı oynanacağından yaklaşık bir buçuk saate tam kadro sahilde buluşacaktık.

Gerçi bunca şeyden sonra bugünü heyecanlı bir voleybol maçı izleyerek geçireceğim için minnettar olmalıydım. En azından kendi düşüncelerim arasında boğulmamı önleyecek bir fırsattı. Ancak şöyle de bir şey vardı: Eray orada olacaktı.

Gerçeğin kafamın içinde şimşek gibi çakmasından -Eray'a fena halde aşık olduğumun farkına varmaktan söz ediyorum, ne aydınlanmaydı ama!- sonra ilk kez karşılaşacaktık.

Beynim tam bir eziyet mekanizması olarak en çok kaçınmaya çalıştığım düşünceleri gözümün önünden film şeridi gibi geçirirken ve önce saatler, sonra dakikalar sonra Eray'ı görmek zorunda olduğum gerçeğini sürekli hatırlatırken epeyce stres yapmıştım. Buna ek olarak tüm gece dönüp durmaktan vücudumun her bir noktası ağrıyordu.

Dün olanlardan sonra kendimi güç bela durdurup onu aramamayı veya mesaj atmamayı başarmıştım. Yüzyüze konuşmamız her türlü daha iyi olacaktı. Ancak şimdi de yüzyüze konuşmaktansa keşke ona bir mesaj atıp şu en kötü kısmı, başlangıcı, atlatsaydık diye düşünüyordum.

Uzun zamandır geç saatlerde uyanmaya alıştığından olsa gerek böyle erken bir saatte uyuklayan İyimser Berra'yı şöyle bir dürttüm.

Yok mu bana söyleyecek bir şeyin? Şöyle 'en azından' ile başlayan falan?

Bana kocaman bir horultuyla karşılık verdiğinde bu işte şimdilik yalnız olduğumu kabullendim.

Kahvemden bir yudum daha alırken içim ısındı ancak düşüncelerim çok daha soğuk iklimlerde, Eray Budak etrafında dönmeye başlayınca bu sıcaklık pek de uzun sürmedi.

Onu yeniden görecek olmanın düşüncesi kalbimi tekletiyordu -SEADP'e gelen güncellemelerden biriydi bu. Tatlı bir kıvranma halindeydim - bu da yeniydi. Bir yanım deli gibi onu görmek, onunla konuşmak isterken; diğer yanım ondan kaçmak, örtülerin altına saklanmak falan istiyordu. Ne garip bir ikilemdi bu böyle?

Balım "kuşlar ve kelebekler kadar mutlu bir şekilde" (tamamıyla kendi sözleriydi) mutfağa girdiğinde, pardon, süzüldüğünde, ben çoktan kahvemi yarılamıştım.

Şipşak bir kahvaltının ardından – teyzemle eniştem daha uyanmadığı için bu defa biraz geçiştirmiştik bu adımı- Balım'ın ilginç bir biçimde en az kederli hali kadar rahatsız edici olabilen neşeli tavırları eşliğinde hazırlanmaya başladık.

Aşk sarhoşu kuzenim keyfi aşırı yerinde olduğu zamanlarda hep yaptığı üzere bana sarmıştı. Kendiyle işi bittikten sonra sıra bana gelmiş, Kuğu Operasyonu'nu başlatmıştı (beni ne zaman süslemek istese böyle derdi).

Balım'ın ısrarları sonucunda kendimi "şirin" kırmızı bir bluz ve "muhteşem" bol kesimli bir kot şort içinde, yanaklarım ve burnum "güneşten yanmış havasında" hafifçe renklendirilmiş ve dudaklarım parlatıcıyla renklendirilmiş bir vaziyette buldum. Saçlarım da yine Balım'ın ısrar ve çabalarıyla iri dalgalar halinde göğsüme doğru uzanıyordu.

"Baksana ne kadar güzel oldun!" dedi benimle işi bittiğinde.

Aynadaki aksime bakarken kuzenime hakkını teslim ettim. Gerçekten fena görünmüyordum ve kafamın içindeki fırtınanın dinmeye niyeti yokken en azından dışarıdan hoş görünmenin sakinleşmeme faydası olabilirdi.

Balım'ın heyecanlı ve konuşkan tavırlarıyla sahile inen yol normalden çok daha kısa sürdü sanki. Kaç gündür mutsuz olduğundan bu hali beni mutlu ediyordu. Fakat bir yandan da, kuzenim mutlu ve heyecanlı olduğunda iki kat düşüncesizleştiğinden, benim de ona iki kat daha fazla odaklanmam gerekiyordu. Bu da biraz sinir bozucuydu.

Sahile yaklaştıkça müzik ve kalabalığın birbirine karışan sesi giderek yükseldi. En nihayetinde vardığımızda, kendimizi renkli bir karmaşaya bakarken bulduk.

Voleybol maçları, emeklilerin mesken tuttuğu bu minik tatil beldesindeki en heyecanlı aktivitelerden biriydi. Dolayısıyla bugünkü final maçına ilgi de epey fazlaydı. Hazal'ın söylediğine göre, Yavuz Amca liderliğindeki emekliler lokali turnuvaya sponsor olmuştu.

Sanırım bu özel karşılaşma için yeni ve sağlam bir filenin kurulmasının yanı sıra oturma alanının yeniden düzenlenmesi de bu sponsorluğun sonucuydu. Saha kenarına konumlandırılan iki büyük hoparlörün eşlik ettiği DJ masasının da tabii...

"Vay, bu sene kendilerini aşmışlar," dedi Balım şaşkınlıkla.

Başımı sallayarak onayladım onu.

"Mavi Cup BeachVoley" adını verdikleri bu turnuva her sene özellikle gençler ve kendini daima genç hissedenler tarafından heyecanla bekleniyordu. Bu beklenti de zorlu karşılaşmalar ve renkli ortam sayesinde asla şaşmazdı ancak bu sene DJ masasıyla falan cidden kendilerini aşmışlardı.

Önceki yıllarda Balım'la turnuvayı ve o gürültülü karmaşayı uzaktan izlemekle yetinirdik. Ancak bu sene turnuvanın rüya takımı ile arkadaş olmuştuk ve bunun avantajlarından biri de Kaan'ın deyimiyle "VIP bölüme giriş bileti"miz olmasıydı.

"Bizimkiler orada," dedi Balım, kalabalık yüzünden seçmekte zorlandığım birilerine el sallayarak.

Çınar'a veya hoparlörlere el sallıyor olabilirdi, durduğum yerden hangisi olduğunu söylemek cidden zordu.

Kuzenimin beni kolumdan tutup çekiştirmesiyle iradem dışında hareket etmeye başladım ve ne olduğunu anlamadan kendimi kalabalığın içinde buldum. Elimi Balım'ınkine kenetleyerek kendimi onun yönlendirmesine bıraktım. Birkaç zorlu saniyenin ardından nihayet açıklığa ulaştık.

İnsan yığınından kurtulup temiz deniz havasından bir nefes içime çekmiştim ki bizimkileri tam kadro önümde buldum.

"Nihayet geldiniz!" dedi Hazal bana sarılırken. "Burada kalabalığın içinde bunalmayın. Şuraya geçin de – DJ masasının yanında, sahayı iyi gören ve kesinlikle daha az kalabalık bölümü işaret ediyordu- rahat rahat izleyin maçı."

Tam ona cevap verecektim ki kulağımın dibinde "ıyk" diye bir ses duyarak irkildim. Hemen ardından da omzumda uzun bir kolun varlığını hissettim. Kaan gelmiş ve tembelhayvanvari uzunluktaki kollarından birini omzuma atmıştı.

"Çifte kumruların arayı düzeltmesine sevindim ama bu kadar vıcık vıcık olmak zorundalar mı?"

Biraz ötede sarılan ve koklaşan Balım ve Çınar'a bakıyordu. Yüzünde iğrenmekle eğlenmek arasında gidip gelen bir ifade vardı.

Ona hak vermeden edemeyerek, "Söylemek zor," dedim.

"Nesi zor?" dedi ikisini gereksiz biçimde eliyle göstererek. "Baya bildiğin yapış yapışlar şu anda."

"İşte onu söylemek zor, kuzenim sonuçta. Kötü bir şey demek istemiyorum."

Bunun üzerine Kaan bir kahkaha patlattı ancak benim dikkatim çoktan ondan uzaklaşmıştı. Zira Eray geniş omuzları ve uzun boyu ile görüş açıma arz-ı endam etmiş ve varlığı, vücudumda sihirli düğmeye basılmış gibi SEADP'in aniden devreye girmesine neden olmuştu.

Gözlerimiz hemen birbirini buldu. Dağınık saçları, ciddi ifadesi ve güneşin altında yeşil hareleri belirgenleştiğinden her zamankinden daha açık renk görünen gözleriyle her zamanki gibi etkileyiciydi. Ancak ben her zamanki gibi değildim; bu defa ona dik dik bakmak veya uzunca incelemek yerine bakışlarımı çabucak kaçırdım.

Sonunda Kaan ve Hazal'ın dalgınlığımdan yakınmasıyla kendime geldim. Acilen dikkatimi toparlamam gerekiyordu.

Dikkatini ve Eray'a bakarken yerlere sarkan alt çeneni, diye ekledi İyimser Berra bilmiş bilmiş.

Ona ihtiyaç duyduğum sırada uyuklarken, şimdi konuşmasına sinir olsam da bir şey demedim.

"Daldın gittin, hayırdır?" dedi Hazal kollarını öne doğru uzatıp esnetirken.

"Hiç," dedim gereğinden biraz daha hızlı biçimde.

"Hiç buraya doğru geliyor bu arada," dedi Kaan pis pis sırıtarak.

Ona gözlerimi devirme zahmetinde bile bulunmadım çünkü 1-) her şeye rağmen asaletimi korumam gerekiyordu, 2-) Eray'ın giderek yakınlaşan varlığı beni altüst ediyordu ve 3-) şu noktaya ekstra dikkat çekmek istiyorum ki; ERAY GİDEREK YAKLAŞIYORDU!

Vücudumdaki her zerre varlığının farkındalığıyla alarm durumuna geçerken, olduğum yerde sakinliğimi korumaya çalışıyordum.

Yan bakışlarla tam yanıma geldiğinde duraksadığını gördüğüm Eray, "Ne yapıyorsunuz?" dedi.

"Hiç," dedi Kaan i'yi gereksiz yere uzatarak.

Aklı sıra bana pislik yapıyordu işte.

Ben Kaan'a ters bakışlar atarken, o da büyük bir olgunluk örneği sergileyerek dil çıkararak karşılık verdi.

"İyi bakalım," dedi Eray garip bir ses tonuyla. Sesinin tonundan dahi onun da pek serinkanlı olmadığını anlayabiliyordum. Gözlerini üzerimde hissetmemle sorusunu duymam bir oldu. "Sen nasılsın Berra?"

Bununla birlikte bir an yüzüne bakmaya cesaret ettim. Gerçekten de dudaklarında gergin olduğunu ele veren yarım bir gülümseme vardı. Ve önceden olsa mağrur olarak yorumlayacağım bir ifadeyle bana bakıyordu. Ancak bir elini saçlarının arasından geçirdiğinde aslında sadece gergin olduğunu fark ettim. Bunca zaman sonra onu artık tanıyordum, yeşil harelerle bezenmiş soğuk çamur rengi gözlerindeki ifade kibirden ziyade çekingenliğe yakındı.

"İyiyim," dedim kısaca. "Sen nasılsın?"

"İyiyim."

"Güzel o zaman," dedim ne diyeceğimi bilmez halde.

"Aynen, muazzam," dedi o da benzer şekilde.

Bizim için alışılmadık derecede sıradan ve günlük olan bu sohbet Kaan ve Hazal'ı da pek cezbetmemiş olacak ki bize olan ilgilerini yitirip kendi aralarında maçla ilgili konuşmaya başladılar.

Bu anı bekliyormuş gibi görünen Eray ise bana biraz daha yaklaşıp diğerlerinin duyamayacağı kadar alçak bir sesle kulağıma fısıldadı. "Maç bittiğinde beni bekler misin?"

Saçlarımı ve kulaklarımı yalayıp geçen sıcak nefesinin mi yoksa söylediği şeylerin mi beynimi daha çok uyuşturduğunu bilmiyordum.

Şunu ne zaman yapsa iç organlarımın yer değiştirmesi normal mi?

"N-neden ki?"

Duruma son derece uygun, ölçülü ve sofistike bir tepki verdiğim için kendimle sonra gurur duyacaktım.

Mantığımı tekrar kazanmama izin vermeyerek, başını tekrar bana doğru eğdi. "Konuşuruz biraz belki?"

Bu defa geri çekilmeden önce burnu saçlarımda fazladan oyalanmıştı sanki. Kapanmaması için çılgın bir savaşa tutuştuğum göz kapaklarım bu sözleriyle sonuna kadar açıldı. Ben de konuşma taraftarıydım ancak bu teklifin ondan gelmesini beklemiyordum.

Ayrıca, neden burnu ve dudakları saçlarımdan ayrılmaya bu kadar isteksizdi? Ve neden, beni iyice çıldırtmaya kararlıymış gibi kişisel alanımı ihlal edip duruyordu?

Bunların hepsi çok iyi sorulardı.

Geri çekildiğinde beni endişeli denebilecek bir ifadeyle süzdüğünü gördüm. Ters bir şey söylememi falan bekliyor gibiydi.

"Konuşalım," dedim hemen, kendimi de şaşırtan bir kararlılıkla. Benim de ona söylemek istediklerim, cevabını öğrenmem gereken sorular vardı.

"Maç bittiğinde seni buralarda bekliyor olacağım o zaman."

"Güzel, sen buralarda ol yeter, ben seni bulurum."

Bakışlarını ve ifadesini çözemedim. Kendi hislerimin karmaşası ve bütün bunları yüzeyin altında tutmak fazlaca çaba gerektiriyordu. Ancak böyle olmasaydı bile, turnuvanın final karşılaşmasının başlayacağını ilan eden ve takımların yerlerini almasını rica eden anons nedeniyle bakışlarını yorumlamak için fazla vaktim olmazdı.

Bir dahaki sefere artık, dedi İyimser Berra manidar bir sırıtışla.

"Ben kaçayım o zaman yavaştan," dedim sesimin titrememesi için özel bir efor sarf ederek.

SEADP'ın bedenimdeki nüfuzu artar ve semptomlar ağırlaşırken önceden işe yarayan birkaç basit adımı uygulamaya karar verdim. Birinci adım: Bakışlarını Eray'ınkilerden ayır. Çünkü o anlaşılması güç bakışların ve soğuk çamur rengi gözleri üzerinde hissetmenin duruma bir faydası olmuyor. İkinci adım: Ona arkanı dön ve yürümeye başla. Üçüncü adım olan "uzaklaş" yerine ona dönüp son bir bakış attığımda bütün çabalarımı çöpe atmış oldum.

Kendi telaşıma kendim de şaşırarak, "Başarılar," dedim.

"Teşekkürler Berra," dedi gülümseyerek. Hem de o yarım yamalak gülümsemelerinden biriyle değil de daha önce nadiren şahit olduğum gerçek gülümsemesiydi bu.

Tabii, gülümse öyle. Bunun kesinlikle aklı başıma almama faydası olur Eray Budak.

Balım'ın yanındaki yerimi aldığımda bana Eray ile ilgili bir şeyler soracağına dair bir korku vardı içimde ancak neyse ki böyle bir şey olmadı. Sevgili kuzenim, Çınar tarafından öyle bir efsunlanmıştı ki gözü, yeni ve biricik aşkından başka bir şey görmüyordu.

Birkaç saniye içinde altışar kişiden oluşan iki takım da sahada yerini aldı. Birkaç gün önce Kaan genelde plaj voleybolunda takımların iki kişilik olduğunu ama bu turnuvada salon voleybolunda olduğu gibi altışar kişilik takımlarla oynadıklarını söylemişti.

Kaan'ın yaptığı açıklamalardan aklımda kaldığı kadarıyla, Eray takım kaptanıydı, Hazal da libero diye bir pozisyonda oynuyordu. Bir de smaçör, pasör falan gibi mevkiler vardı ve bizim Miskin Sid bunların da hepsini tek tek açıklamıştı ancak daha o sayarken unutmuştum bile. Ne diyebilirim ki, spor dallarının herbirine doğuştan ilgisizdim. Deyim yerindeyse tam bir asportiftim ben.

Bizimkiler sahanın kendilerine ait bölümünde konuşlanırken -muhtemelen taktikleri tartışıyorlardı- dikkatimi Miray çekti. Çınar'ın Balım'dan soğuduğuna dair sözlerinden sonra ikisini birlikte görmek onu şaşırtmış mıydı acaba?

Gerçi Balım ve Çınar demin zamkla yapıştırılmış gibi sarıldıklarında durumu pek de garipsememiş gibiydi. İkisine ilgi bile göstermemişti hatta. Bu arada ilgisizliğinden ben de nasibimi almıştım ve son günlerdeki kardeş kucaklamalarının aksine bugün bana yapmacık bir gülümsemeyle uzaktan el sallamakla yetinmişti.

Sanırım bu kızı asla çözemeyecektim.

Maçın başlamasıyla düşüncelerim sekteye uğradı. Kaan'ın hücumuyla ilk sayıyı bizimkilerin alması hızlı bir başlangıca neden olmuştu. Ben de diğer seyircilere ve Balım'a katılarak kendimi hiç zorlanmadan akışa kaptırdım.

Eray upuzun boyuyla topları duvar gibi karşılasa da Miray'ın ayarsız vuruşları topu birkaç kez dışarı göndererek karşı takıma sayı kazandırdı. Neyse ki Çınar karşı takımın kullandığı servisleri başarıyla karşılayarak en azından oradan sayı almalarını engellemiş oldu.

İlk setin ortalarına doğru maç daha da hareketlendi; iki taraf da kazanmak için oynuyordu. Bir bizimkilerden bir karşı takımdan birileri art arda sayılar kaydederken, servis avantajı da sürekli el değiştirdi. Özellikle file yakınlarında büyük bir mücadele söz konusuydu.

Karşı takımın bir süre savunma yapmayı tercih etmesi nedeniyle top havada uzun süre el değiştirirken, topun bizimkilerin elinden bir türlü çıkamaması nefeslarin tutulmasına neden oldu. Neyse ki buradaki kısır döngü Gökhan'ın block'a yardıma gelerek topu karşı tarafa sertçe göndermesiyle son buldu.

20'li sayılara geldiğimizde çalınan şarkılar ve DJ kabinin önünde maçı haykırarak anlatan sunucunun da katkılarıyla heyecan artık doruktaydı. Bir an için üstünlük onlardayken bir anda bizimkilerin bastırmasıyla durum değişiyordu. Bir an biz öne geçerken, bir diğer an servisten sayı bularak ya da dışarı giden bir topla durum tersine dönüveriyordu.

Kıyasıya rekabetle geçen birkaç dakikanın ardından Eray'ın vuruşuyla bizimkiler set sayısını almayı başardılar.

İki takımın da su içerek ve kendi aralarında fısıldaşarak geçirdiği birkaç dakikalık molanın ardından saha değişimi yapıldı.

Bu sete bizimkiler önde başladılar ancak oyunun ortalarına doğru bir dizi şanssızlık nedeniyle biraz geride kaldılar. Çınar'ın agresifleşmesi oyuna negatif etki etmişti ve dirseğinin iki kere fileye değmesinden dolayı iki sayı kaybettik. Yine Kaan'ın bir anlık dikkat dağınıklığı da uzun süredir havada olan bir topun dışarı çıkmasına neden olarak karşı takıma üstünlük kazandırdı. Üstüne Hazal'ın tehlikeli bir topu çıkarmak için kendini fazla zorlaması nedeniyle az kalsın sakatlık geçirecek olması herkesin yüreğini ağzına getirdi.

Eray onu yerden kaldırırken "dikkatli ol" der gibilerinden omzuna dokundu. Hazal da ona başını sallayarak karşılık verdi.

Eray'ın takımını desteklemesini ve herkesi motive etmesini izlerken göğsümde garip bir duygu kabardı; sanki onunla gurur duyuyormuş gibi... Kulağa saçma da gelse, böyle hissediyordum. Yere düşen Hazal'ı kaldırışında, Kaan'ın sırtını sıvazlayışında, Gökhan, Çınar ve Miray'ı yönlendirişinde etkileyici bir hava vardı.

Selametim açısından dikkatimi daha makul bir yere, oyuna, vermeyi denedim.

Voleyboldan öyle aman aman anlamasam da iki takım da çok iyi olduğundan oyunu izlemek zevkli sayılırdı. Ancak çevremdeki herkes birden "Eray, Eray" diye bağırmaya başlayınca oyuna olan ilgim bir anda tekrar azaldı.

Bakışlarım sahada akıcı şekilde hareket eden Eray'ın üzerindeydi.

Bir ara ona baktığımı hissetmiş gibi o da dönüp gözlerimin içine baktı. Kısacık bir andı ancak dudağının kenarındaki kendinden memnun gülümseme SEADP'in şu ana kadar devreye girmemiş herhangi bir belirtisi kaldıysa onun da aktive olması için yeterli oldu.

Kendi vücudum bile beni delirtmek üzere İskandinav Yarımadası ile işbirliği içindeydi, iyi mi?

İkinci seti de bizimkiler aldı ancak üçüncü seti maalesef kıl payıyla karşı takıma kaptırdık. Son set bu nedenle biraz ağır bir havada başladı. Bizimkilerin motivasyonu biraz kırılmış gibi görünüyordu. Ancak kalabalığın tezahüratıyla biraz kendilerini toparladılar. Servisten sayı kazandıklarında biraz daha kendilerine güvenleri arttı. Hücum şansı yakaladıklarında da farkı nihayet bire indirmeyi başardılar. Bir ara öne bile geçtiler. Ancak sonradan servisi Miray kullandı ve bugünkü servisleri o kadar kötüydü ki, maalesef karşı takımın doğruca geri gönderdiği topu çıkaramadılar ve aradaki fark ikiye indi.

Kaan muhteşem bir savunma ile çok zor bir topu çıkarmayı başardı. Küçük bir şov yapmaktan da geri kalmadı ve bizim olduğumuz tarafa doğru göz kırptı. Block temasıyla sayıyı onlar aldı. Farkı üçe çıkardılar. Ancak hemen sonrasında Miray'ın kurtarışı ve Çınar'ın atağıyla biz bir sayı almayı başardık. Servisten de sayıyı bulunca bizimkiler öne geçmenin verdiği mutlulukla bir araya gelip kısa bir grup sarılmasının ardından tekrar yerlerine döndü.

Ancak kısa sürede karşı takım servis sayısı ve uzun süreli bir mücadelenin ardından da sayı daha alınca durum tekrar eşitlendi. Kıran kırana bir mücadeleydi. Finale kalan iki takım olarak birbirlerine her anlamda denktiler.

Çaprazdaki boşluğu değerlendiren Gökhan bizimkiler lehine sayı kaydetmeyi başardı. Ancak servis dışarı gitti ve diğer takımın başarılı defansıyla durum tekrar eşitlendi.

Son setin sonlarına doğru skorun yakınlığı nedeniyle her şey belirsizdi ve kalabalık, sunucunun yaptığı anonslarla iyice coşmuştu. Herkes deli gibi tezahürat yaparken isimler ve müzik sesi birbirine karıştı. Her iki taraf da son ana dek mücadele etmeye kararlı ve oldukça hırslıydı. Ama hırsın tekniklerinin önüne geçmesine izin vermiyorlardı.

Skorun çok yakın olması iki tarafı da ihtiyata itince topun rallileri uzamaya başladı ve oyun bir süreliğine biraz yavaşladı. Ancak sonuç artık son sayıya kaldığında ihtiyat bir kenara bırakıldı ve iki takım da sert bir oyunla birbirlerini köşeye sıkıştırmaya çalıştı. Karşı takımdan çok sert ve hızlı bir top geldi.

Bir an için neredeyse herkes -ben de dahil- bunun set ve final sayısı olacağına emindi. Ancak Hazal'ın yere yatarak çıkardığı bu zorlu top Eray ve Çınar'ın ustaca vuruşlarıyla karşı tarafa gönderildi. Hazal'ın topu çıkarmasını beklemedikleri için rehavete kapıldığı belli olan karşı takım ise topu fark etmekte gecikti. Top hepsinin üzerinden uçup pat diye ortalarına düştü. Bir saniyelik şaşkın bir bakışmanın ardından maçı kaybettiklerini anladılar.

Düdük maçın bitişini müjdelerken herkes deli gibi sahaya akın edip bizimkilere sarıldı. Karşı takım başka siteden geldiği için onları destekleyen kitle azınlıktaydı.

Neşeyle birbirimize bakıp gülümsedikten sonra, "Biz de gitsek mi yanlarına?" dedi Balım kararsızca.

"Bu kalabalıkta eziliriz, deli misin?"

Her şey baş döndürücü bir hızla ilerliyordu. Sunucunun ricasıyla kalabalık sahanın kenarına çekilirken, MaviCup adını verdikleri büyük kupa getirildi. Kupa, epey terlemiş ve hırpalanmış olsa da muhteşemliğinden hiçbir şey kaybetmemiş ve memnun görünen Eray'ın ellerine teslim edildi. Eray ise kupayı diğerlerinin de tutabileceği şekilde ortaya uzattı ve tüm takım hep birlikte havaya kaldırdılar. Kalabalığın çılgınca alkışlanmasının ardından fotoğraf çekimi başladı.

"Saat kaç olmuş ya," dedi Balım kolundaki beyaz, ince şeritli saate bakarken. "Zamanın nasıl geçtiğini anlamadım."

"Çok geç değil ki," dedim ben de saate baktıktan sonra. "Dörde geliyor."

"Babam bu saatlerde gelin demişti, hatırlasana. Mangal yakacak bugün."

Eniştemin sözlerini hatırlayınca yüzümü buruşturdum. Evet, mangal günleri eve erken gitmemiz ve teyzeme yardımcı olmamız gerekiyordu. Yazılı olmayan bir kuraldı bu.

Öte yandan, Eray'a da onu bekleyeceğime söz vermiştim.

Bakışlarım etrafı büyük ölçüde kızlardan oluşan bir orduyla çevrili Eray'ı buldu. Bunca kızla çevrili olması bir tık moralimi bozsa da muhtemelen onun da bu ilgiden ne kadar rahatsız olduğu aklıma gelince surat asmaktan vazgeçtim.

"Hadi gidelim," dedi Balım üzgün bir ifadeyle. "Bizimkiler epey meşgul zaten, baksana..."

O da benzer şekilde etrafı kızlarla çevrili Çınar'a bakıyordu.

Ancak Eray'ın aksine Çınar, gördüğü ilgiden hayli memnun görünüyordu. Buna epey bozulduğu belli olan kuzenim tek kelime dahi etmedi. Bu konuda söylenmek için evi bekleyeceğini hissedebiliyordum ve bu da eve gitme isteğimi kamçılıyordu (!).

Hareketlenmeden önce sahaya son bir bakış attım. Eray'ın birbirine bastırdığı dudaklarıyla keskinleşen ifadesi ve kızlardan birinin burnunun dibine girmesi üzerine yüzünü iyice buruşturmasını izlerken gülmemek için kendimi zor tuttum.

İşte fazilet, işte feraset, işte mertlik, işte adam gibi adamlık, dedi İyimser Berra.

Doğru söze ne hacet.

"Gidelim o zaman," diye kabullendim.

Bu kalabalıkta değil konuşmak, Eray'ın yanına yaklaşmak bile imkansızdı. Bunu denemek de hayli yararsızdı. Ayrıca eniştem bir kural koyduğunda o kurala uymamanın da fena sonuçları olabilirdi. Bu durumda en iyisi gitmekti. Eray'a da bir mesaj atarak durumu açıklardım artık.

Balım ile birlikte o karmaşanın içinden sıyrılarak, Kadir Ağabey'in kafesinin içinden geçtik ve merdivenleri tırmandık.

Sonunda bizim eve giden yola ayak bastığımızda ikimiz de yorgunduk. Bütün gün güneşin altında olmak, tüm o müzik ve kalabalık, maçın heyecanı ve SEADP tükenme noktasına gelmemize neden olmuştu. Sonuncusu sadece benim için geçerliydi elbette.

Balım ile aheste aheste ilerkerken, bizimkilerin aksine ısrarlı ve hızlı adımlarla birinin bize yaklaştığını fark ettim. Tam omzumun üzerinden kimin geldiğine bakacaktım ki...

"Berra!"

Sesini duymamla olduğum yere çakılmam bir oldu.

"Eray?" dedi Balım benim yerime. Sonra da benim fal taşı gibi açılmış gözlerime bakarak ekledi: "Eray bize doğru geliyor."

Arkama dönüp Eray'ın kocaman adımlarla aramızdaki mesafeyi kapatmasını izledim. Biraz nefes nefese gibi görünüyordu, yüzü hafiften kızarmıştı, ter içindeydi ve saçları darmadağınıktı. Onun bu halini görünce içim bir tuhaf olsa da orada hareketsizce durmaya devam ettim.

Onu duyabileceğimiz kadar yakına gelince bana bakarak, "Beklemedin," dedi.

"Bekleyemedim," diye geveledim. "Yani gitmem gerekti."

Bazen benim insanlarla konuşmama izin verilmemesi gerektiğini düşünüyorum, cidden.

Neyse ki Balım'ın iletişim becerileri benden iyiydi ve zihni de benim şu anki halime zıt biçimde berraktı da ben daha fazla saçmalamadan araya girdi.

"Size ulaşamadık ki Eraycım. Etrafınız kalabalıktı malum."

Eray'ın bakışları kısa bir an ona yöneldikten sonra tekrar hızlıca bana döndü. "Bir anda sardılar etrafımızı," dedi zaten karman çorman saçlarını iyice karıştırarak. "Seni – yani sizi- merdivenlerden çıkarken görünce ben de..."

Onu ilk defa bu kadar dağılmış ve konuşamaz halde görüyordum.

"Sonra da yetişmek için buraya kadar koştun herhalde?" dedi Balım imalı imalı.

"Bize biraz izin versen Balım," dedi Eray, sorusunu duymazdan gelerek. "Çok kısa sürecek."

"Tabii," dedi Balım sırıtarak. "Ben yavaş yavaş yürüyorum, sen bana yetişirsin."

Bana hitaben söylediği bu sözlerin ardından sessizce dudaklarını oynatarak ekledi: "Demiştim."

Eray görmeden ona uygun bir cevap vermem mümkün olmadığından yapmacık bir gülümsemeyle yetindim. Evde nasılsa sorardım hesabını.

Balım yanımızdan uzaklaştığında Eray'ın bakışları bir kez daha benimkileri buldu. "Mert gitmiş duyduğum kadarıyla?

Soru sorar gibi bir tonlamayla söylediği bu cümle beni afallattı. Nereden duyduğunu sormak üzere ağzımı açmıştım ki cevabın çok açık olduğunu fark ettim: Hazal veya Kaan söylemiş olmalıydı.

Başımı sallayarak, "Gitti," dedikten sonra gözlerinin içine bakarak ekledim: "En başından beri olması gereken buydu zaten."

Bir süre birbirimize baktık öylece. Birdenbire neden bu kadar utangaçlaştığımı anlayamıyordum. O da benzer bir durumdaymış gibiydi.

"Balım ve Çınar artık birlikte. Her ne olduysa artık," dedim imalı biçimde. Ardından içimi kemiren soruyu nihayet serbest bıraktım. "Sendin, değil mi?"

Ondan ses çıkmayınca bakışlarımı yukarı kaldırıp gözlerinin içine baktım ve daha açık bir şekilde sorumu tekrarladım. "Çınar'ı aralarındaki ilişkiyi resmileştirmesi için sen ikna ettin?"

"Evet, bendim."

"Biliyordum," diye mırıldandım. "Balım gerçekten çok mutlu."

"Onun için yapmadım aslına bakarsan," dedi önemsiz bir şey dercesine elini havada sallayarak.

Artık onu daha yakından tanıdığım için, eskiden bana kibirli gelecek bu hareket ve tavrının altında yatanın çekingenlik olduğunu anlayabiliyordum. Onu daha fazla zorlamamaya karar vermiştim ki derin bir nefes alıp devam etti.

"Senin için yaptım."

Daha önce hiçbir şeyi bu kadar açık konuşmamıştık. Ve Eray, daha önce gözüme hiç bu kadar sıcak ve erişilebilir görünmemişti.

Bu defa ikimiz de bakışlarımızı kaçırmadık. Bana asırlar gibi gelen yine de doyamadığım bir süre boyunca orada öylece durup birbirimize baktık.

"Teşekkür ederim," dedim en sonunda.

"Teşekküre gerek yok," Boğazını temizledi. "Tamamen bencil nedenlerle yapıldı."

"Demek öyle," demekle yetindim.

"Öyle," dedi o da. Ardından da beklenmedik şekilde ekledi: "Bu akşam seni dışarı çıkarmak istiyorum."

Benimle konuşmak istediğini söylediğinde, her şeyi ama her şeyi duymayı bekliyordum ama bu harbiden sürpriz olmuştu. Buna ek olarak, gözleri dikkatimi öyle bir dağıtıyordu ki 'canına' ve 'vay' kelimeleri beynimin ön tarafına süzüldü ancak hangi sırayla kullanıldıklarını bir türlü hatırlayamadım.

"Nasıl dışarı?"

Belli ki bu şartlar altında doğru düzgün ve zekici bir şeyler söylemem imkansızdı.

Eray da benimle aynı fikirdeymiş gibi görünse ve bakışlarında oyuncu alay pırıltıları -bu defa soğuk değildi en azından- belirse de neyse ki benimle dalga geçmeyecek kadar nezaketli davrandı.

"Evden alırım seni, uygun mu?"

"Beni evden mi alacaksın?" dedim şaşkınca.

Allah'ım, nereden buluyordum bu zeka dolu soruları?

"Bir sakıncası mı var?"

Gülümseyerek sormuştu bunu ancak üzerinde gerçek bir tedirginlik olduğunu da hissedebiliyordum. Gözlerinde öyle çekingen bir bakış vardı ki ona hayır dememden ciddi manada endişelendiği açıktı.

Ne sakıncasından bahsediyorsun, dedi İyimser Berra hülyalara dalmış gibi.

Heh, bir sen eksiktin zaten.

"Yok canım," diyebildim sadece. "Niye sakıncası olsun."

Fakat şöyle ufak bir sakınca vardı aslında: beni evden alırsa, eniştemle tanışması gerekecekti. Ve ikisinin tanışmasının iyi bir fikir olup olmadığı kafamı fena halde kurcalıyordu. Daha önce bunun hayalini kurmak komikti çünkü bu hayalden öteye varmayacak bir şeydi, anlıyor musunuz? Fakat şimdi... Aşırı gerçekçi bir gerçeklikti.

"Güzel, o zaman sekiz gibi hazır ol, olur mu?"

"Sekiz gibi," diye tekrarladım.

Beni başıyla onayladıktan sonra kısa bir tereddüdün ardından hızlıca eğilip yanağıma küçük bir öpücük kondurdu.

Ne olduğunu anlamama bile fırsat kalmadan da "Görüşürüz," deyip sahile doğru yürümeye başladı.

Arkasından öylece bakakaldım.

Elim yanağıma gitti. Bu da neydi şimdi? Benimle konuşmak istediği şey bu muydu? Eray'ın eniştemle tanışması nasıl gidecekti? Ve bunu düşündüğüme inanamıyordum ama hepsinden önemlisi, ne giyecektim?

Ama hiçbiri bile keyfimi kaçırmaya yetmedi.

Midemde ve göğsümde milyonlarca küçük kuş kanat çırpmaya başlamış gibi içim kıpır kıpırdı. Bunun da ötesinde, kuşlar sanki göğüs kafesimden dışarı çıkmak için can atıyorlardı.

Anider her şey ve herkes gözüme muhteşem göründü. Eray'ın akşam tekrar buluşmak üzere benden uzaklaşan sırtı, beni sokağın köşesinde bekleyen canım kuzenim, yapış yapış Ağustos sıcağı, ağaçlar, kuşlar ve böcekler...

Hayat muhteşem değil miydi?

Fortsæt med at læse

You'll Also Like

15.1K 368 5
ESİR YÜREK | JENNIFER ROYCE - Jennifer Royce Hikayeleri Aynı kadere mahkûm olmaları bir tesadüf müydü? Fahid, korsan gemilerinde köle olarak büyümüşt...
40.5K 2.7K 8
。⁠◕Bu his çok tuhaftı onlar benim gerçek ailemdi ama bir o kadarda uzaklardı...◕⁠。
21.2K 2.2K 28
Alavan'ı öldürmüştü. Alavan'ın sağ kolunu öldürmüştü. Bir gerçeği fark etti, varislerden biri hala yaşıyordu. Kendisi, yaşıyordu. Dünyadaki tek Pra...
384K 21.2K 44
Siz: Selamünaleyküm beyefendi Hayırlı Doktor Kısmet: Aleykümselam, kimsiniz? Siz: Teravihte annenizin numaranızı verip, doktor oğlum diye övdüğü kişi...