Güzel Ruh

By mcflyb

500K 28.7K 10.5K

Berra'ya göre güzellik hiç de öyle göreceli bir kavram falan değildi. Herkesin güzel bulduğu insanlar vardı... More

Tanıtım
Giriş
-1-
-2-
-3-
-4-
-5-
-6-
-7-
-8-
-9-
-10-
-11-
-12-
-13-
-14-
-15-
-16-
-17-
-18-
-19-
-20-
-21-
-22-
-23-
-24-
-26-
-27-
-28-
-29-
-30-
-31-
Mektup
-32/Final-

-25-

1.5K 238 208
By mcflyb

İthafı yine yorumlardan seçeceğim, bu bölümde olmayan şeyler için üzülmeyin, diğer bölüm kısa sürede gelecek zaten :)

"Gerçekten sevdiğim pek az insan var; hele saygı duyduğum daha az insan var. Dünyayı tanıdıkça hoşnutsuzluğum daha da artıyor; her geçen gün insan karakterinin tutarsızlığına ve akıllı, duygulu görünenlere bile güvenilmeyeceğine olan inancım güçleniyor."

Doğrusunu söylemek gerekirse, en sevdiğim kurgu karakterlerden biri olmasına rağmen Elizabeth Bennet'in bu sözlerini ilk okuduğumda hafiften kibirli bulmuştum. Oysa ki bu yaşımda, bu düşünce yapımla tekrar okuduğumda sözcükler ne kadar da farklı bir kapıya çıkıyordu.

Sevdiğim kitapları tekrar tekrar okumaktan en çok da bu yüzden hoşlanıyordum zaten; her okuyuşumda farklı anlamlar bulmak, bazı şeyler üzerine yeniden düşünmek iyi geliyordu.

Ms. Bennet'a katılmamak elde değildi; benim de her geçen gün insan karakterinin tutarsızlığına ve akıllı, duygulu görünenlere bile güvenilmeyeceğine olan inancım güçleniyordu. Özellikle de bazı yargılarımda ne kadar yanıldığımın ortaya çıktığı bugünlerde...

Düşüncelerim arasında kaybolduğumda kaldığım satırı da karıştırdığımı fark edince kitabı komodinin üzerine bıraktım ve sıkıntıyla iç geçirerek karnıma çektiğim yastığıma sarıldım.

Kendimi savunmasız hissettiğim böyle bir dönemde sevdiğim bir kitaba sığınmak beni rahatlatır diye düşünmüştüm. Bir nebze işe de yaramıştı bu; ancak seçtiğim kitap, şu anda hayatımla fazlaca ilişkilendirebildiğim bir kitap olunca... Eh, içime su serptiğini söyleyemezdim kısaca. Yine de inzivada geçen bir günün ardından biraz daha sakinleşmiştim.

Hala Mert'le yaptığımız konuşmayı ve ondan da çok Eray'a olan hislerimi sindirmekte zorlanıyordum ama en azından ilk baştaki o post-apokaliptik panik havası yerini düşünceli bir sükunete bırakmıştı - ki Balım bu halimi "içi geçmiş kız kurusu" olarak nitelendiriyordu.

Mert'le geçmişimiz hakkında ortaya çıkanlardan sonra muhakeme gücüme olan güvenim azaldığından süngüm büyük ölçüde düşmüştü. Kendimi birle on arasında bir skalada değerlendirirsem on bir ölçüsünde aptal hissediyordum.

Eray'ı kibirli olmakla itham edip durmuş, arkamdan söyledikleri yüzünden ona düşman kesilmiştim ancak şimdi fark ediyordum ki; ben ondan da beterdim. İlk izlenimlere sonuna kadar inandığımı her fırsatta söyler, herkes ve her şey hakkında bilmiş bilmiş yorumlar yapar ve millete lakaplar takarken her şeyden ne kadar bihaber olduğumu görmek beni kahrediyordu.

İyimser Berra'dan birkaç rahatlatıcı cümle duymak istiyordum ancak o bile bu karanlık ahval ve şeraitte iyi bir yön görmeyi başaramamıştı -ki bu çok nadiren olurdu.

Hemen karşımdaki yatakta uzanmış telefonuna bakan Balım'ın sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım.

"Miray dışında kimse bir şey paylaşmamış. O da zaten Kadınlığın Sırrına Vakıf Olmak diye bir kitabı atmış hikayesine." Telefonu evirip çevirdikten sonra ekledi: "Şuradan bakınca bir erkek bacağı görünüyor sanki ama kim çözemedim."

Miray'ın adını duymak bana Balım'dan sakladığım sırları -ki artık onların ne kadarına vakıf olduğumdan da emin değildim- hatırlatarak midemin ekşimesine neden oldu.

ÇınHaz'ı Balım'dan saklamam yetmiyormuş gibi, şimdi de Miray'ın söylediklerini gizliyordum. Önce bunu Balım'la açık açık konuşmayı düşünmüştüm ancak nasıl bir tepki vereceğini kestiremediğimden bu düşünceden çabucak vazgeçmiştim. Balım'ın Çınar'a olan ilgisi şu an normal seyrediyordu ancak bu konuyu açarsam iyice hırs yapmasından ve Çınar'ın peşini bırakmamasından korkuyordum. Normalde Balım hiç böyle biri değildi ama Fanfirifon Çınar'ın dengesiz tavırları onun da ayarlarını bozmuştu anlaşılan.

Neyse ki Çınar'ın kendisini kıskanmaması nedeniyle feci halde hayalkırıklığına uğrayan Balım, şu meşhur üç aşamalı planının "gözden uzak" başlıklı ikinci aşamasına geçmişti. Bu aşama kapsamında, ortalıkta olmayarak mümkün olduğunca gizem yaratacak ve Çınar'ın kendisini merak etmesini sağlayacaktı. Bu nedenle de bugün o da sahile inmemişti ve bu da benim hayli işime geliyordu.

İyi, güzel, hoştu da maalesef stresten iyice bana sarmıştı.

"Berra sana diyorum, duymuyor musun?" diye bağırdı odanın karşısında değil de dev bir stadyumun öteki ucundaymış gibi.

"Duymamak mümkün mü ki?" diye mırıldandım.

"Ne diyorsun kendi kendine ya?" diye mızmızlandı. "Baksana şuna -telefon ekranını gözüme sokmuştu bu esnada- sence kimin bacağı olabilir?"

"Ne bileyim Balım ya," dedim ekranı iterken. "Birini bacağından nasıl tanıyabilirim Allah aşkına?"

Sadece bir tutam mantık ya, çok şey istemiyorum.

Balım ise ince ayarı yapılmadığından frekansları bir türlü tutmayan bir radyo gibi istasyondan istasyona atlayıp duruyordu.

"Bizimkilerden biri mi sence?"

"Sanmıyorum, yarınki final öncesi dinleneceğiz demişti bizimkiler, hatırladın mı?"

"Şu Miray'a da ayar oluyorum, var ya," dedi sevgili kuzenim beni tamamıyla duymazdan gelerek.

"Valla ben de hayranı sayılmam," diye katıldım ona ancak daha fazla yorum yapmaktan kaçınmak için hızlıca ekledim: "Ama onu da öyle kabul etmek lazım."

"Sence Çınar beni merak etmiş midir?"

Miray'ın söylediklerinden sonra bundan şüpheliydim ancak bir de Burak ve Balım'a bakışları vardı. O bakışlar, soğuma ve umursamazlığın tam tersiydi. Eski Berra olsa hemen bir teori üretiverirdi ama şimdi bu konularda kendime güvenim epey azalmıştı. Spowitz beynimin bir köşesinde uyuklamaktan başka bir şey yapmıyordu.

"Bilemedim Balım," dedim dalgınca. "Hayırlısı diyelim."

"Hayırlısı derken yani, bir umut var mı yok mu sence?"

"Kısmet."

"Sence niye kimse bir şey paylaşmıyor peki?"

"Bilemedim."

"Offf Berra ya," diye patladı birden. "Şu son bir günde iyice içigeçmiş kızkurularına döndün. Tam evde takılalım dedik bir gün, dünyanın en sıkıcı insanı olasın geldi."

"Ben de böyle bir insanım demek ki..." dedim bir iç çekerek. Onunla tartışacak kadar bile halim yoktu, buna pek yüzüm de yoktu doğrusu. "Beni de böyle kabul etmek lazım."

"Mert'le neler olduğunu anlatmıyorsun. Eray konusunda ağzını bıçak açmıyor. Çınar ile ilgili sorularıma cevap vermiyorsun. Tek söylediğin hayırlısı, kısmet. Erdin mi nedir anlamıyorum ki..."

Derin bir nefes aldıktan sonra, "Balımcım ermedim ama ben artık hayatımda daha az drama istiyorum," dedim. Ardından tekrar elime aldığım kitabı ona doğru gereksizce salladım. "Hem bak, kitap okumaya çalışıyorum, rahat verirsen tabii."

"Sen zaten burnunu o kitaplara gömüp dünyayı unutuyorsun," diye sözümü kesti. "Benim mutluluğum hiç umurunda değil."

Bazen tam bir drama kraliçesi oluyordu bu kız.

"Senin şu üç-beş aşamalı planın başarı garantili değil miydi?" Hangi satırda kaldığımı hatırlamak için gözlerimi sayfada gezdirirken dalgınca ekledim: "Başarıya ulaşacağından şüphem yok."

"Üç aşamalı," diye düzeltti beni hemen. "Ayrıca başarıya ulaşacağım falan yok. İkinci aşamanın sonundayım, daha bir gelişme yok."

"Öyle deme, o gün nasıl kıskandı seni Çınar." dedim onu biraz da olsa neşelendirme umuduyla.

Ona ne ÇınHaz'ı, ne de Çınar ile bir araya gelememelerinin sebebinin Eray olduğunu... Ondan birşeyler saklamak beni çıldırtsa da böylesi onun için en iyisi olacaktı, bu yüzden de ne kadar az konuşursam o kadar iyiydi. Onu daha fazla üzmek istemiyordum. Hem planı başarısız olursa belki o da durumu kabullenirdi. Şu Çınar mevzusu da kapanır giderdi artık.

"Yapma Berra ya," dedi nazlı nazlı ancak yine de Çınar'ın onu kıskandığını duymanın hoşuna gittiğini gizleyememişti. Fakat bir an sonra gülümsemesi soldu ve yüzü tekrar düştü. "Ama ondan asıl beklediğim Eray'ın tepkisi gibi bir şeydi. Böyle kolumdan tutup beni uzaklaştırması..."

O anı hatırlayınca kan yüzüme hücum etti. SEADP belirtileri kendini göstermeye başlarken sakin kalmak için yutkundum. Başka şeyler düşünmeye çalıştım ama sonrasında konuştuklarımızı hatırlamak durumu besbeter etti.

Kafamı iki yana sallayarak istenmeyen düşüncelerden kurtulmaya çalıştım, şu anda bunları düşünemezdim.

"Kitap okumaya çalışıyorum Balım," dedim kabaca, bunun başımdan gitmesi için yeterli olmasını umuyordum.

Balım oflaya puflaya odadan çıkarken rahat bir nefes aldım. Bana olan siniri onu bir süre benden uzak tutardı ve ben de bu sırada dikkatimi kitabıma verebilir ve_

Telefonumdan art arda gelen bildirim sesleriyle kafamı yastığıma gömmemek için kendimi zor tuttum. Seslerin kesildiği bir iki saniye boyunca sonunda rahat bırakıldığım gibi yersiz bir umuda kapıldım ama tabii ki bu umut, telefonun durmamacasına çalmaya başlaması ile boşa çıktı.

Ekranı çevirip baktığımda arayanın -sürpriz- The Yakalayıcı olduğunu gördüm.

Zaten Balım olmasa Kaan ya da Hazal arıyor, mesaj atıyor ve hiçbir şekilde rahat bırakmıyorlardı beni.

"Efendim Kaan?" diye açtım telefonu.

"Yaz bitiyor olabilir ama ne bu acele kuzum?" dedi eski Türk filmlerinin TRT dublajlajlarını hatırlatan bir tonlamayla. "Daha Eylül'e bile gelmedik, sen sezonu kapattın. Ne'n var?"

"Efendim Kaan?" dedim tekrar sıkkın bir şekilde.

Sesimin tonundan modumda olmadığımı anlamış olacak ki sadede geldi. "Ortalıktan kayboldun iyice, artık mesajlara da dönmüyorsun. Bir ton mesaj attık gruba, görmedin mi?"

"Yok," dedim kısaca. 

"Bir baksana hızlıca."

"Onun yerine sen söylesen?"

"Oku Berra," dedi alışık olmadığım ölçüde sert bir sesle. "Önemli."

Kaan'ı hoparlöre alarak, Hazal, ben ve Kaan'dan oluşan üçlü gurubumuza girdim. Mesajlara şöyle bir göz gezdirdim.

Hazal: Bize gelsenize, size söylemek istediğim bir şey var

The Yakalayıcı: Üçlü ve Güçlü Konsey'in toplanma vakti geldi demek *gülümseyen şeytan emojisi

The Yakalayıcı: Kopup gelin, sahilde buluşalım

Hazal: Bu sıcakta hiçbir güç beni klimanın altından çıkaramaz valla 

The Yakalayıcı: İyi, sana geliyoruz o zaman

The Yakalayıcı: Börek çörek hazırla bari, açım ben

The Yakalayıcı: *pasta emojisi *limonata emojisi

Hazal: Bir kere de aç olmasan şaşırım

Hazal: Di mi Berra?

Hazal: Annem bir şeyler hazırlıyor şu an

The Yakalayıcı: İşte bu be!!1!

Hazal: Berra? Orada mısın?

The Yakalayıcı: *göz deviren emoji x3

"Sence Hazal bizimle parti gecesini mi konuşacak?" dedim telefonu tekrar kulağıma götürürken.

"Bence öyle," dedi Kaan, telefonun öbür ucunda suratında Miskin Sid gibi sırıttığına yemin edebilirim ama kanıtlayamam. "Hadi hazırlan, beş dakikaya sizin evin önündeyim."

"Ama ben bugün biraz kitap okumak ve dinlenmek istiyordum..." diye itiraz edecek oldum.

Beni anında susturdu: "Bunları emekli olduğunda yaparsın. Oyalanma hadi, çıktım ben."

Cevabımı beklemeden telefonu kapattı. Bireysel isteklere saygı falan sıfırdı.

Ee ne demiş  Rock müziğin kraliçesi Şebnem Ferah? İyi dostlar biriktirdim, hepsi ailem oldu.

Bir yandan oflaya puflaya giyinirken bir yandan da Balım'a durumu nasıl açıklayacağımı düşündüm. Kaan ve Hazal onu davet etmemişti ve belli ki özel şeyler konuşulacaktı ama onu evde yalnız bırakmak da istemiyordum. Gerçi son konuşmamızın ardından benden kurtulmaya can atıyor da olabilirdi.

Tam saçlarımı tarama aşamasına geçmişken kapı güm diye açıldı ve içeri Balım girdi. Yüzünde şaşkınlıkla karışık garip bir ifade vardı.

"Balım iyi misin? Ne oluyor?" dedim panikle.  Mantıksız da olsa aklıma gelen ilk ihtimal, Balım'ın bir şekilde ondan gizlediğim her şeyi öğrendiği oldu ve bu olasılık nefesimi kesti. Ancak neyse ki bu an çok kısa sürdü.

"İşe yaradı Berra," dedi heyecandan büyümüş gözleriyle. "Plan işe yaradı."

"Plan mı?" dedim rahatlamamı gizlemeye çalışarak, şimdi rahatladığım için olayın detaylarını öğrenmek istiyordum. "Ne oldu tam olarak anlatsana."

"Az önce Çınar aradı. Son günlerde aramızın bir garip olduğunu ama artık bunu düzeltmek istediğini söyledi. Sahilde beni bekliyormuş, başbaşa gonk istmş..."

Neşeli kahkahası cümlenin sonunu boğsa da sanırım ne dediğini anlamıştım: Çınar, Balım'la başbaşa konuşmak istiyordu.

Çınar'ın ani tavır değişikliği beni afallatsa da kuzenimin neşesine gölge düşürmek istemediğimden söyleyeceklerimi ve bütün şüphelerimi yuttum. Zaten Balım'ın da beni görecek gözü yoktu. Nükleer riski altında olduğunu söylesem bile yine de o buluşmaya gitmeye kararlıymış gibi görünüyordu.

Her sabah evde oturacak dahi olsak bir yerlere gidecekmiş gibi giniyip hazırlandığından zaten yapması gereken bir şey yoktu, her an çıkmaya hazırdı. Herhalde biraz da aşırı heyecandan yerinde duramadığı için kısa sürede çıkıp gitti. Onun hemen ardından ben de çıkıp bahçe kapısının önünde beni bekleyen Kaan ile buluştum.

"Balım az önce yanımdan geçti," dedi gülümseyerek. "Selam verdim ama sanırım beni görmedi."

"Evet, Çınar'la buluşacaklarmış da," Kaan'a yan yan baktım, bir şeyler biliyor olabilir miydi? "O, eee, konuşmak istemiş de..."

"Aralarını düzeltmek için," diye tamamladı bilmiş bilmiş başını sallayarak. "Nihayet ya, artık saçma bir hal almaya başlamıştı durum."

"Sen nereden biliyorsun?" diye sordum yürümeye başladığımızda.

Bana şöyle bir bakıp göz kırptı: "Çünkü ben Yakalayıcı'yım, The Yakalayıcı."

"Bir gün sorduğum bir soruya senden başka türlü bir cevap alacak mıyım merak ediyorum," dedim iç geçirerek.

"Alabileceğini sanmıyorum," dedi kocaman bir sırıtışla. Ama ona dik dik bakmam üzerine kısaca açıkladı: "Balım'ı o kadar mutlu görünce tahmin ettim ya, çok da zor değildi."

Tahmin mi, eskiden ben de yapardım öyle şeyler.

Halbuki kimileri her geçen gün insan karakterinin tutarsızlığına ve akıllı, duygulu görünenlere bile güvenilmeyeceğine olan inancı güçlenerek yargılarına olan güvenini kaybediyor, dedi İyimser Berra da.

Eh, ne diyebilirdim ki?

***

Hazal'ın bize ne anlatacağı konusunda yol boyunca fikir yürütüp durduk ancak hepsi eşit derecede mantıklı ve bir o kadar da mantıksızdı. 

Sonunda Hazallara vardığımızda bizi yine annesi kocaman bir gülümseme ile karşıladı ve salona yönlendirdi. Neyse ki bu defa bir sürprizle karşılaşmadık -daha ne kadarını kaldırabilirdim bilmiyorum artık- Hazal bizi salonda yalnız başına bekliyordu. Gerçekten de burası klimanın etkisiyle yazın sıcağından son derece izoleydi.

Hazal bizi görünce ayağa fırlayıp ikimize de sarıldı. Son günlerde moralinde gözle görülür bir düzelme söz konusuydu.

Biz çene çalarken Hazal'ın annesi orta sehpanın üzerini tam da Kaan'ın istediği türden atıştırmalıklarla doldurdu. Kaan ona bolca sevgi gösterisi ve iltifat ile teşekkür ederken, Hazal bana bakıp gözlerini devirdi. Ben de onların bu tatlı ve komik hallerine gülümsemekten kendimi alamadım.

"Anneme olan aşkını bir an olsun bastırabilirsen," dedi Hazal annesinin odadan çıkmasının ardından. "Size önemli bir şey söyleyeceğim."

"Kıskandın mı yoksa?" dedi Kaan sırnaşık bir tavırla yanağından bir makas alarak. "Benim ilgim hepinize yeter tatlım."

"Off Kaan," dedi Hazal başını yana çevirip aralarına mesafe koyarken ama bir yandan da gülüyordu.

Dedikodunun lezzeti, Kaan'a onunla uğraşmaktan daha cazip gelmiş olacak ki nihayet ellerini kızın üzerinden çekip yanıma oturdu. 

"Parti akşamında neler olduğunu merak ediyordunuz," diye girdi söze Hazal.

Kaan ile bakıştık. Aklımızdan aynı şeyin geçtiği açıktı: Biliyordum!

"Gökhan ile dans etmiştik o akşam, biliyorsunuz. Danstan sonra o sigara içmek istediği için biraz daha kuytu bir köşeye geçtik. İşte orada bana çok güzel olduğumu falan söyledi," Bu noktada utanarak gözlerini bizden kaçırdı. Ancak sessizliğimiz onu cesaretlendirmiş olacak ki devam etti: "O an bana ne olduğunu bilmiyorum ama pat diye öptüm onu. Sonra o beni öptü. Çok mutluydum ve her şey iyi gidiyordu ancak yarı kapalı gözleriyle 'Her kimsen fena çarptın beni' dedi."

Kaan gülmemek için kendini zor tutuyormuş gibi görünüyordu. Ben ise durumu gülünç bulmaktan son derece uzaktım. Hazal'ın hislerini anlayabiliyordum. Son derece incitici bir durumdu.

Hazal üzgün bir şekilde iç geçirirken ona çaktırmadan Kaan'a uyaran bakışlar attım. O da dudaklarını birbirine bastırarak karşılık verdi; sessiz kalacaktı.

"Ben ilk öpücüğümüzün harika olduğunu falan düşünürken, o benim kimin olduğumun bile farkında değildi anlayacağınız. Baya bozuldum tabii öyle olunca. Onu orada bırakıp uzaklaştım, ağladım biraz." Son kısımlar önemsiz birer detaymış gibi omuz silkti. "Külkedisi bendim yani anlayacağınız."

Kaan ile bir kez daha göz göze geldik. Bu defaki bakışmamız Hazal'ın gözünden kaçmadı.

"Tahmin etmiştiniz değil mi?" dedi bize şüpheyle bakarak.

Suçlu bir şekilde gülümsedim. "Akla uzak bir ihtimal değil gibi gelmişti."

"Bunu bize anlatman niye bu kadar zaman aldı ki?" dedi Kaan gülerek.

Hani-gülmeyecektin gibilerinden bir bakış attım ona ama omuz silkti.

Hazal'ın bir an ona parlayabileceğini düşünsem de neyse ki böyle bir şey olmadı. Hatta utangaç bir şekilde gülümsedi. "Bu kadar saçma bir şey yüzünden üzülmek beni utandırmıştı. Bir de o aptal gidip o saçmasapan şarkıyı yazınca... Ne bileyim işte, kendimi küçük düşmüş hissettim."

Kaan ile bir ağızdan itiraz ettik: "Saçmalama, senin hiçbir suçun yok ki küçük düşesin."

"Aslında bir kabahatim var," dedi itiraf etmek onu zorluyormuş gibi rahatsız bir ifadeyle. Bakışları benim üzerimdeydi. "O akşam beni uyarmaya çalıştığında seni dinlemem gerekiyordu. En azından terslememeliydim. En çok sana karşı mahcup hissediyorum Berra."

"Sana daha önce de söylemiştim," diye karşılık verdim. "Ben de benzer bir süreçten geçtim. Nasıl hissettiğini anlıyorum. Mahcup olmana falan gerek yok."

Bana minnettar bir şekilde gülümsedi. "Anlayışlı olacağını biliyordum. Eray demişti..."

Adını duymamla birlikte midem ters düz oldu. Bendeki fiziksel değişikliklerin farkına varmayan Hazal ise devam etti:

"Ona sana söylediklerimden dolayı ne kadar pişman olduğumu söylediğimde, seninle bu konuyu konuşmam gerektiğini, senin anlayacağını söylemişti."

"Sağ olsun," diye mırıldandım, başka ne diyeceğimi bilemeyerek.

Sağ olsun iki gözümün çiçeği? diye önerdi İyimser Berra.

Ona gözlerimi devirme zahmetine bile girmedim.

"Bizden önce Eray'a mı söyledin yani?" dedi Kaan müthiş alınmış bir ifadeyle. "Yas sürecin boyunca yanında biz vardık. Sana moral sepeti bile hazırladık ama sen olayı ilk Eray'a anlattın, öyle mi?"

Hazal, Kaan'a laf anlatmaya girişmişti ki bir detay dikkatimi çekti: Eray, Hazal'ın Gökhan'dan hoşlandığını biliyordu. Böylece benim daha önce kurduğum Eray'ın, Hazal'ın Çınar yüzünden üzüldüğünü zannederek bu işe dahil olması teorisi de geçerliliğini yitirmiş oluyordu. Buna hiç şaşırmamıştım, bu aralar ne kadar yanıldığım düşünülürse...

Ancak bu durumda, Eray'ın neden Çınar ile Balım'ın birlikte olmasını istemediği hala gizemini koruyordu. Keza Çınar'ın neden Balım'ı arayıp konuşmaya çağırdığı da...

"Çınar da Balım'ı çağırdı bugün kumsala," dedim birdenbire.

Bu konuyu bilerek açmıştım; soru işaretlerime az da olsa faydası dokunacağını düşünüyordum ancak kısa sürede ikisinin de benden fazla şey bilmediğini anladım.

"Oh be sonunda," dedi Hazal, oldukça samimi görünüyordu. "Neden bir türlü olamadı onların arası hiç anlamadım ben."

"Artık olurlar herhalde," dedi Kaan da ağzına bir parça kek atarak.

Demek Miray ikisinin de bir şey bilmediği konusunda doğruyu söylemişti.

"Olsunlar valla ya, yakışıyorlar." diye katıldı ona Hazal da. "Ama ben bir şey mi kaçırdım, en son Balım, Burak ile görüşüyordu sanki?"

"Öylesine bir şeydi o ya," dedim kayıtsız görünmeye çalışarak. İkisine ne kadar güvensem de kuzenimi utandırabilecek bir şey söylemek istemiyordum. "Çınar'ın sonunda işleri netleştirmesi güzel oldu."

"Başka şansı da kalmamıştı ya neyse," dedi Kaan gülerek. Her zamanki şapşal Miskin Sid gülümsemesi değildi bu. Biraz gizemli görünüyordu. 

Hazal aklımdan geçen soruyu ikimizin yerine sordu: "Neden?" 

"Benden duymuş olmayın da..." dedi Kaan ondan beklemediğim ölçüde ciddi bir ifadeyle. "Geçen gece baya kötü kavga ettiler Eray'la. Daha doğrusu Eray, Çınar'a bağırdı. Konunun ne olduğunu tam bilmiyorum ama Balım hakkında olduğunu tahmin ediyorum. Bugün olanlar da göz önünde bulundurulursa..."

Bu sözlerin üzerimdeki etkisi ani oldu. Hani şu otomatik araç yıkamada arabanın üzerine önce köpük, sonra tazyikli su, en son da kurutucu gelirdi ve tüm bunlar dakikalar içinde olurdu ya, benim duygu değişimlerim de aynen öyle oldu işte. Önce köpük, sonra tazyikli su, en son da kurutucu... Pırıl pırıl bir kafa...

"Nasıl?" diye fısıldadım yüreğim ağzımda.

"Çınar'ın kafası çok karışıktı sanki." diye devam etti Kaan. "Eray da ona bu işi daha fazla uzatmamasını söylüyordu. Bir ara Çınar ne dediyse Eray baya kızdı. Ona bir tane patlatacak diye düşündüm hatta. Ama sonra, Eray biraz sakinleşti ve dedi ki: 'Onu üzme sakın.'"

"Onu üzme sakın?" diye tekrarladım şaşkınca. "Öyle mi dedi tam olarak?"

"Bu kısmı çok net duydum."

Eray, Balım'ı Çınar'a karşı savunmuş muydu? Daha önce yaptığımız konuşmalarda Balım'ı Çınar'a uygun bulmadığını ima edip durduktan sonra... Son zamanlarda ne kadar fazla yanıldığımı anımsayınca duraksadım. Bu konuda da yanılmış olabilir miydim? Eray başından beri onu yanlış anladığımı söylüyordu ama bu kadar yanlış anlamış olmam mümkün müydü gerçekten?

"Dur biraz," dedi Hazal yüksek sesle. Dikkatim aniden ona yöneldi. "Ben de buna benzer bir şeye şahit oldum. Miray'ın geldiği gün Kadir Ağabey'in yerinde oturuyorduk hani hatırlıyor musun?" Kaan başını evet anlamında sallayınca devam etti. "Çınar, annesinin çağırdığını söyleyip ortadan kaybolmuştu. Sonra da Selda Teyze'nin bizimkilerle olduğu ortaya çıkmıştı. Çınar baya bir zaman geçtikten sonra yanımıza dönmüştü. Eray da ona fena patlamıştı."

"Antrenmanı kaçırdığı için kızdığını sanmıştım," dedi Kaan o günü hatırlamak ister gibi kaşlarını çatarak.

"O da vardı," diye onayladı Hazal. "Ama sonrasında 'Artık aklını başına topla yoksa bu işin sonu kötü bitecek' demişti. Bence voleybolu kast etmiyordu."

Miray'ın şahit olduğu konuşma bu olabilir miydi?

"Kast ediyor da olabilir ama," dedi Kaan. "Hani bir antrenmanı daha ekersen kazanamayız gibi?"

Beynim deli gibi hızlı çalışıyordu. İçerde hareket eden dişlilerin sesini bile duyuyordum. Ancak hiçbir teori yerine oturmuyordu. Ya da belki ben artık kendime ve yaşlı dedektif dostum Spowitz'e o kadar da güvenmiyordum.

"Senin bu konuda bilgin var mı Berra?" diye sordu Hazal. "Balım sana bir şeyler söyledi mi?"

"Yok," dedim dalgınca. "İlginçmiş ama."

Kaan ve Hazal benim sessizliğim eşliğinde teorileri tartıştı bir süre daha. Ancak onların teorileri de çelişkilerle dolu olduğundan kafamızı daha fazla karıştırmaktan başka işe yaramadı. Ardından Kaan tuvalete gitmek için kalkınca Hazal yanıma geldi.

"Seninle konuşmak istediğim bir şey daha var Berra," dedi hafiften çekingen bir ifadeyle. "Voleybol maçına ve ateşbaşına birlikte geldiğin çocuk, Mert, bana daha önce bahsettiğin çocuktu değil mi? Senin Gökhan'ın?"

Hüzünlü bir gülümsemeyle baktım ona. "Evet, oydu."

"Tahmin etmiştim," dedi o da halden anlar gülümsemeyle. "Peki, sizin aranızda işler yolunda mı?"

"Pek sayılmaz," Olanları hatırlayınca yüzümü buruşturdum. "Uzun hikaye ama kısaca; geçmişin geçmişte kalması bazen çok daha iyi oluyormuş. Üstelik hiçbir şey de göründüğü gibi değilmiş, ben dersimi aldım yani. O da gitti zaten."

Hazal pek de anlamamış gibi görünmesine rağmen başını sallayarak onayladı beni. "Bu konuda sana tamamen katılıyorum. Geçmiş, geçmişte kalmalı."

Kısacık tereddütlü bir anın ardından tekrar o mahcup ifade belirdi yüzünde. "Aslında sana bir şeyi daha itiraf etmek istiyorum. Belki bunu çoktan duymuşsundur da... Hani sana ilk kez bir arkadaşıma aşık olmadığımı söylemiştim. O kişi Çınar'dı, onunla  ben bir dönem sevgiliydik."

En azından bunu doğru bilmişiz, dedi İyimser Berra üstüne düşeni yapmakta gecikmeden.

Eh, bu konuda haklı çıkmak elbette keyfimi yerine getirmemişti ama en azından gafil avlanmamak hoş bir değişiklik olmuştu.

Ona rol yapacak değildim.

"Biliyordum," diye itiraf ettim. "Tahmin etmiştim."

Hazal mahcup bir gülümsemeyle hızlıca ekledi: "Çok aptalca bir şeydi bu arada. Çocuk sayılırdık. Zaten Çınar beni iki gün içinde falan aldatmıştı, tam bir şıpsevdiydi o zamanlar."

Kalbim ve beynim son bir saatte olanlar yüzünden bitap düştüğünden halsizce gülümsedim.

"Balım'dan dolayı sana söylemekte tereddüt etmiştim ama şimdi her şeyi paylaştığımıza göre epey rahatladım," diye devam etti Hazal.

Gerçekten yüzünde inanılmaz rahatlamış bir ifade vardı.

Öte yandan ben, kısacık vakitte öğrendiğim onca şeyi sindirmeye çalışırken, başta kuzenim olmak üzere herkesten bir şeyler gizleyen ikiyüzlü biri gibi hissediyordum ve bu beni hasta ediyordu.

***

Akşama doğru eve giderken içim içimi yiyordu. Hazal ve Kaan'la tartıştığımız teoriler yüzünden kafam karmançorman olmuştu. Balım'dan bir şeyler öğrenerek düğümlerin en azından biraz çözülmesini diliyordum.

Eve vardığımda beni neyse ki ağzı kulaklarına varan bir Balım karşıladı. Kapıdan adımımı atmamla birlikte tam da tahmin ettiğim gibi beni kenara çekti. Teyzemle eniştem duymasın diye hemen aşağı inip odamıza geçtik.

Ben kapıyı kapatırken, Balım hülyalı bir ifadeyle kendini yatağına bıraktı. "Berra sana anlatmam gereken öyle çok şey var ki!"

En azından kuzenimin sonunda mutlu olmasının verdiği rahatlıkla ben de gülümsedim. Ancak aklım hala soru işaretleriyle ve orada hiç olmaması gereken biriyle, Eray'la, dolu olduğundan biraz yarım yamalak bir gülümseme olmuştu bu.

"Hımm bir düşüneyim," dedim tahminde bulunmaya çalışıyormuş gibi. "Sanırım Çınar sonunda ilişkinizin adını koydu."

"Aynen öyle," dedi Balım çocuk gibi ellerini birbirine çarparak. "Öncelikle beni Burak ile görmenin onu ne kadar delirttiğini söyledi. Ardından da şu bir günde beni çok özlediğini ve aklının hep bende olduğunu..."

Belli ki Çınar, kıskandırma oyununa yeterince şiddetli bir tepki vermediği için hayal kırıklığına uğrayan kuzenime bu sözlerle kendini affettirmeyi başarmıştı.

"Harika," dedim samimiyetle. İçimde kopan fırtına yüzünden bunu yapmak dünyanın en zor şeyi gibi gelse de başardım. "Nasıl birdenbire seninle konuşmaya karar vermiş peki?"

"Birdenbire değil ki Berra," dedi Balım ayıplarcasına. "Dinlemiyor musun beni? Burak'la beni birlikte görmek onu delirtmiş ve bu bir günde beni özlemiş. Bu ne demek?"

"Ne demek?" dedim ona boş boş bakarken.

"Bazen ne kadar saf oluyorsun!" dedi hafiften sabırsızlıkla.  Sonra da çok bariz bir şeyden bahsediyormuş gibi ekledi: "Planım işe yaradı işte. Hem de ne işe yaramak... Üçüncü kısma bile gerek kalmadı."

"Ah, tabii, plan," dedim gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutarak. 

Ancak bu işin Balım'ın üç aşamalı planından çok Eray'ın Çınar'la yaptığı konuşmalarla alakası vardı, bundan emindim.

Sadece şöyle ufak bir detay vardı, nasıl bir alaka olduğuna dair en ufak fikrim yoktu.

Continue Reading

You'll Also Like

418K 4.4K 29
"Bu saatten sonra yer mekan fark etmez yüzbaşım." Yetişkin içerik !
182K 9.5K 14
Karşımda DNA testi ile ilgili zırvalayan doktora hiç dikkat kesilmedim.Bir anda kızın sevinç nidaları ile abime sarıldığını duydum.Abim ise beni yumr...
56.3K 2.8K 22
Hayatımdaki şanslarını hepsini kullanmış olabilirim.Çünkü bunun bir tek böylece açıklması olabilir!. Sıkıntıdan telefonumdan rastgele numara sallarke...
180K 4.2K 14
Gizem Gerilim #3 Yaşanmışlıklar keskin bir kılıca büründü, ruhum ortadan ikiye bölündü ve ortaya ağlak bir tablo çıktı. Melek SÖZERİ.