Güzel Ruh

By mcflyb

500K 28.7K 10.5K

Berra'ya göre güzellik hiç de öyle göreceli bir kavram falan değildi. Herkesin güzel bulduğu insanlar vardı... More

Tanıtım
Giriş
-1-
-2-
-3-
-4-
-5-
-6-
-7-
-8-
-9-
-10-
-11-
-12-
-13-
-14-
-15-
-16-
-17-
-18-
-19-
-20-
-22-
-23-
-24-
-25-
-26-
-27-
-28-
-29-
-30-
-31-
Mektup
-32/Final-

-21-

1.4K 207 113
By mcflyb

Uykusuzluktan çökmüş gözaltları, kan çanağı gözler ve kafama yapışmış, baş döndürmekten uzak sönük saçlar... Şampuan reklamlarında sağlıkla parlayan genç hanımların antidotu gibiydim şu an resmen.

Bunalım kelimesi canlanıp bir surete bürünse eminim aynen böyle görünürdü, dedi İyimser Berra da bana hak vererek.

İster istemez alınmıştım. En azından onun "hiç değilse hala saçların var" minvalinde bir şeyler söylemesini beklerdim.

İnan bana canım, şu anda elimden gelenin en iyisi bu.

Bir yana yatmaktan ağrıyan kaslarımı rahatlatmak için biraz esneyip gerindikten sonra dönüp yüzüstü uzandım. Tavana yakın küçük pencereden içeri sızan ışığın giderek kaybolmasından anladığım kadarıyla akşam oluyordu. Yazın havanın ne kadar geç karardığını da hesaba katarsak saat 20.30'u geçiyor olmalıydı.

Kafamın içindeki bunun-için-fazla-yaşlıyım dedektifin, piposundan çıkan dumanların ardından başını uzattığını görür gibi oldum. Yine iş başındaydı.

Odanın kapısı ani bir şekilde açıldığında irkildim. Refleksleri doğru düzgün çalışan bir insan olsam yataktan fırlamıştım ancak şu anda insandan çok bir tren kazasına yakın olduğum için herhalde ne aniden açılan kapılar, ne de biricik kuzenimin burnumun dibine kadar girip "ne bu hal" demesi pek de etkili olmuyordu.

"Ne, ne bu hal?" gibi oldukça saçma ve anlamsız bir cümle kurdum.

"İki gündür bu odadan hatta bu yataktan çıkmadığının farkında mısın acaba?"

"İki gün mü olmuş?" diye mırıldandım şaşkınca. Öyle ya, bana asırlar geçmiş gibi gelmişti. Hatta bir ara kendimi eski romanlardaki kadın karakterler gibi hissetmeye başlamıştım.

Sahildeki o günden sonra Eray'ı bir daha hiç görmedim. Belli ki onun gökyüzünde benim yerim, toprağında benim evim yoktu. Aradan yıllar geçti ve bu karanlık odada öylece yaşlandım. Tavan arasında unutulmuş eski eşyalar gibi... Eray ise upuzun bacaklı bir sarışınla evlenip iki çocuk sahibi olarak İskandinav genlerini gelecek nesillere aktardı.

Balım bana şöyle bir baktıktan sonra başını iki yana salladı. "Oho, iyice uçmuşsun sen."

Tabii ki bunların hiçbiri olmamıştı. Benim gerçeklik algımda ne olursa olsun, "gerçek" gerçeklikte sahilde yaşananların üzerinden yalnızca iki gün geçmişti. Tüm cesaretimi toplayıp ona en güvendiğim anda, Eray'ın beni geri çevirmesi ve akabinde onu orada bırakıp kaçmamın üzerinden yalnızca iki güncük geçmişti ve ben bu süre boyunca odamda saklanmak dışında hiçbir şey yapmamıştım.

O anı hatırlamanın verdiği utanç ve acı, derimin altında kıymıklar varmış gibi hissettiriyordu. Rahatsızca kıpırdandığımda kıymıklar tenime daha da battı.

"Berra o gün ne olduğunu anlatacak mısın artık bana?" Balım'ın suratına boş boş baktığımda onu duymadığımı zannetmiş olacak ki tekrar konuştu. "Anlatman lazım bana, meraktan çatlayacağım yoksa."

"Dedim ya, canım çok sıkkındı," diye başladım robotik bir sesle. Aynı hikayeyi zilyonuncu kez anlattığımdan artık otomatiğe bağlamıştım. "Ben de düşünmek için biraz sahilde yürüyüş yapmaya inmiştim. Eray da şansa oradaymış. Biraz yürüdük, sohbet ettik ve sonra ben eve döndüm. Öyle işte."

Hakikati zorladığım söylenemezdi; yalnızca detaylardan arındırılmış ve sadeleştirilmiş versiyonunu anlatmayı tercih ediyordum.

Balım da aynı şeyleri duymaktan otomatiğe bağlamış olacak ki bezgince, "Bu hikaye o gün saatlerce ortadan kaybolmanızı ve üzerinde çiçekli bir elbiseyle iki gözün iki çeşme ağlayarak eve dönmeni açıklamıyor ama..." dedi.

Kayıtsızca omuz silktim. "Sen hep alışveriş insana iyi gelir demez misin? Ben de kendime bir elbise aldım işte."

"Öyle olsun," Hikayemi zerre inandırıcı bulmamış gibi görünse de neyse ki üstelemedi. Bir şey söylemeden bana arkasını dönüp üzerindeki tül elbiseyi çıkardı. O elbisesini yatağa fırlatırken rahat bir nefes almıştım ki usulca şöyle dedi: "Eray'ın anlattığı hikaye daha farklı ama..."

İstemsizce doğruldum. "Ne?"

Bana dönüp zafer kazanmış gibi, "Aha," dedi. "Biliyordum."

Şok etkisi reflekslerimi bir anda harekete geçirmiş olmalıydı. Eray'ın o gün yaşananları birilerine anlattığı düşüncesi yüreğimi ağzıma getirmişti. "Eray ne anlattı?"

"Rahatla, hiçbir şey anlatmadı," dedi beni sakinleştirmek ister gibi sakince. "Seni denemek için yaptım. Bana anlattığından fazlası olduğunu biliyorum çünkü."

İtiraz etmek ister gibi ağzımı açtım ama beni durdurdu. "Ama merak etme, daha fazla soru sormayacağım."

"Cidden mi?" derken şüpheyle baktım ona. "Anlat anlat diye başımın etini yemeyecek misin artık?"

"Cidden," diye lafı ağzıma tıktı. "Belli ki bir şeyler olmuş. Eray'ın yüzü beş karış, senin de ağzını bıçak açmıyor. Ama istemediğin sürece bana asla anlatmayacağını biliyorum, o yüzden sormayacağım."

Tam konuşup konuşmak istemediğime karar verme aşamasındayken kuzenimin anlayışlı olası gelmişti. Biraz daha ısrar etse açılacaktım belki de...

Nazlanmasaydın o zaman o kadar, dedi İyimser Berra.

Bir süre içim içimi yiyerek oturduktan sonra daha fazla dayanamayarak sordum: "Balım, sana bir şey sormak istiyorum."

"Tabii."

Balım'ın bir şeyler anlama olasılığı vardı ancak artık bu riski göze almam gerekiyordu. Normal düşünebilen ve bu tür durumları doğru değerlendirebilen birinin bakış açısına ihtiyacım vardı.

"Okuduğum bir kitapta... Erkek karakterle kadın karakter bir an yaşıyorlar, özel bir an. Ve kadın karakter, bu anın verdiği cesaretle erkek karaktere yaklaşıyor. Sanki onu öpmek istiyormuş gibi görünüyor. Bunu neden yaptığını bile bilmiyor aslında ama karşı tarafa onu öpmek istediği mesajını veriyor yanlışlıkla. Halbuki niyeti asla bu değil, kesinlikle değil."

Balım kaşlarını çattı. "Hangi kitap bu böyle?"

"Çavdar Tarlasında Çocuklar," dedim aklıma gelen ilk kitabı söyleyerek.

Balım'ın kaşları iyice çatıldı. "Kulağa pek de aşk kitabı gibi gelmiyor."

"Değil zaten," dedim hemen. "Öyle bir an yaşanıyor işte. Kısa ama etkili. Delice bir an."

"Sonra ne oluyor peki?"

"Sonra şey oluyor..." Ne diyeceğimi bilemeyerek rahatsızca kıpırdandım. Açık vermeden nasıl toparlayacağım bu hikayeyi bilmiyorum. "Erkek karakter birden geri çekiliyor. 'Bunu yapamam, doğru olmaz' falan diyor."

"Zaten kadın karakterin de böyle bir niyeti yoktu ama değil mi?"

"Tabii canım, hiç yoktu hem de. Ama erkek karakter belli ki öyle bir niyeti olduğunu düşünüyor. Gerçi erkek karakter de kendini geri çekse de sonrasında üzgünmüş gibi görünüyor. Sence buradan ne anlam çıkarmak gerekir?" Hemen düzelttim. "Yani kadın karakterin ne anlam çıkarması gerekir?"

Balım elini çenesine koyup beni çıldırmanın eşiğine getirecek kadar uzun bir süre düşündükten sonra, "Normalde bir erkek asla böyle davranmaz," dedi. "Gerçek hayatta asla böyle bir şey olmaz yani."

Tek söyleyeceğin bu mu diye bağırmak istesem de kendimi tuttum. "Ya, öyle olduğunu düşünürsün, değil mi?" diye mırıldanmaktan kendimi alamadım yine de.

"Bu kadar ince düşünmek bir erkeğin yapacağı şey değil demek istiyorum." Biraz daha düşündükten sonra omuz silkerek ekledi. "Gerçi çok seviyorsa ve arada kadın karakterin bilmediği bir engel varsa... Belki de yapabilir, emin değilim. Bilemedim ya."

"Sağ ol Balım," dedim oflayarak. "Çok yardımcı oldun gerçekten."

"Yazarın kafasında ne olup bittiğini nereden bileyim Berra?" diye çıkıştı o da bana. "Zaten sadece kurgu. Neden bu kadar umursuyorsun ki?"

"Aklıma takıldı işte, boşver."

Bir iki dakikalık sessizliğin ardından sordu: "Çocukluk aşkı mı bunlar?"

"Ne?" dedim boş bulunup.

"Hani kitabın adı Çavdar Tarlasında Çocuklar ya, aynı tarlada büyüyen iki çocuğun aşkını mı anlatıyor kitap."

"Ha," dedim kabaca. Elbette aynı tarlada büyüyen iki çocuğun aşkını falan anlatmıyordu ama en son okuduğu şey Vogue'un Temmuz sayısı olan sevgili kuzenime, Çavdar Tarlasında Çocuklar'ın ergenlik çağındaki baş karakteri Holden Caulfield'ın karmaşık iç dünyasının özetini geçemeyecektim şu anda hiç.

Aklıma başka bir kurgu da gelmediğinden, "Evet, aynen." diye kabul ettim.

Ciddi bir ifadeyle, "Berra," dediğinde kalbim duracak gibi oldu.

Anlamayacağını düşünüp böyle bir risk alarak aptallık mı ettim diye düşünüp kendime işkence etmeye başlamama ramak kalmıştı ki...

"Kitabı ödünç alabilir miyim? Konusu baya ilgimi çekti de."

Derin bir rahatlamanın ardından gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Yıllardır önerdiğim hiçbir kitaba ilgi göstermeyen Balım, Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabının benim tarafımdan çarpıtılmış versiyonunu okumak istiyordu demek. İlginç.

"Tabii," dedim mümkün olduğunca kayıtsız bir şekilde. Kitabı okumayacağından ve aradan biraz zaman geçerse bu meselenin tamamen aklından çıkacağından emindim.

"Sen burada daha ne kadar saklanmayı düşünüyorsun peki?"

"Saklanmıyorum," diye yalan söyledim.

"Tabii tabii," dedi Balım bilmiş bilmiş. "Ben de Çınar'ın ilişkimizi resmileştirmesini beklemiyorum zaten."

Konuyu değiştirme fırsatına balıklama atladım. "Hala resmileşmediniz mi?"

Tatsız bir gülümsemeyle baktı bana. "Yakınından bile geçmedik."

Peşinde yüzlerce erkek olan güzeller güzeli kuzenimi ilk defa bir erkekten bu bir şeyler beklerken görüyor olmak beni şaşırtıyordu. Önceleri ilişkimizin-adını-koyalım takıntısı olduğunu bilmezdim. Genelde hayranları onun sevgilisi olma şerefine nail olmak için birbirleriyle kapışır, Balım ise çoğunlukla hiçbirini önemsemezdi. Ancak Çınar söz konusuyken işler değişmişti anlaşılan.

"İyi de siz zaten sevgili gibisiniz," dedim biraz da onu rahatlatmak için. Çınar'ın bu konuda kaçamak davranması beni de şüpheye düşürüyordu ama Balım'ın bu konuya kafayı daha da takıp iyice çıldırmasının iyi sonuç vereceğini de düşünmüyordum. "Sabah akşam birliktesiniz, mesajlaşıyorsunuz falan... Grup da aranızda bir şeyler olduğunu biliyor. İlle benimle çıkar mısın demesine gerek var mı?"

"Ah, benim saf Berra'm..." dedi başını iki yana sallayarak. "Tuğla gibi kitaplar okuyabiliyorken, bu konularda nasıl yenidoğmuş bebek gibi olabiliyorsun, aklım almıyor."

İnsan ilişkilerinde beceriksizliğimin yüzüme vurulmasına içerleyerek, "Gene niye saf ilan edildim ben acaba?" diye sordum kinayeli bir tonla.

"Berracım, Çınar'ın dizlerinin üzerine çöküp bana çıkma teklifi etmesini beklemiyorum ben. Ama aramızdakinin adını koymazsak flört dönemi olarak kalır ve aramızda ne geçerse geçsin ciddiyeti ve geçerliliği olmaz, kapiş?"

Bu odada tek başıma fazla mı zaman geçirdim bilmiyorum ama bu kızın söyledikleri gerçekten mantıklı gelmeye başladı bana.

"Yani mesela..." dedim merakla. "El ele tutuşsanız, sarılsanız ve sana 'ben senin gözyaşlarını saklarım' dese... Ellerini sırtında gezdirip seni müthiş güvende hissettirse bile... İlişkinin bir adı olmadığı sürece hepsi havada mı kalır?"

Balım'ın garip bakışlarıyla karşılaştığında gereksizce kitaba işaret ederek hızlıca ekledim. "Çavdar tarlasında da böyle oluyor da..."

"Acayip romantikmiş ya..." dedi Balım ilgiyle. "Kesin okumam lazım bu kitabı."

Sinirle burnumdan kıh kıh şeklinde bir ses çıktı ancak nenim sinir krizinin eşiğinde olduğumu anlamak şöyle dursun, hangi akla hizmetse neşelendiğimi sanan sevgili kuzenim, "Ha şöyle, yüzün gülsün biraz." dedi.

Gerçekten en ufak fikri yoktu.

***

Bugünü de odamda geçirme hayalleri kuruyordum ancak gözümü açtığım anda Kaan ve Hazal'dan gelen mesajlarla bu hayallerim önce suya düştü, sonra da Balım'ın kahvaltı masasının ortasına bıraktığı bomba ile su geçirmez olmadıkları ortaya çıktı.

"Babacım biz bugün Berra ile voleybol turnuvasını izlemeye gideceğiz, haberin olsun."

Voleybol turnuvasının neredeyse son ayağına gelmiştik. Kaan ve Hazal'ın söylediğine göre, bugün finale kimin kalacağının belirleneceği önemli bir maç gerçekleştirilecekti. Bu maç yan sitede yapılacaktı ve Kaan'dan alıntılarla açıklamam gerekirse; "iyi arkadaşlar" olduğumuzdan "mahallemizin takımını" yalnız bırakmamız "kabul edilir şey" değildi.

Kaan'a katılmama ve onları desteklemeyi yürekten istememe rağmen malum sebepten ötürü gitmeye gönülsüzdüm. Malum sebebin kim olduğunu hepimiz biliyoruz.

Tam itiraz edecekken Balım'ın susturucu özellikli bakışlarıyla karşılaşınca boş boş ağzımı açıp kapattım. Balım'ın nadiren üzerimde kullandığı bu bakışında öyle bir efsun vardı ki sesim içime kaçmıştı resmen.

"Nerede?" dedi eniştem, teyzemin ona uzattığı kızarmış ekmeği alırken.

"Yan sitede, bizim arkadaş grubuyla gideceğiz."

Eniştem gözlüklerinin üzerinden Balım'a şöyle bir baktı. Sonra bana baktı. Ardından tekrar Balım'a döndü. "Çimen denen şu zırtapozla yani?"

Çınar'dan pek de hoşlanmayan eniştem, tanıştıkları akşamdan bu yana ismini ısrarla yanlış söylemeye devam ediyordu. Üstelik teyzemin aksi yöndeki tüm çabalarına rağmen -ya da belki de söz konusu çabalardan ötürü- çocuğa büsbütün düşman kesilmiş, "zırtapoz," "zibidi" ve "fanfirifon" gibi sevimli sıfatlar da eklemeye başlamıştı özenle yanlış söylediği ismin başına.

Balım babasının huyunu iyi bildiğinden onu düzeltmeye yeltenmedi bile. "Aynen, diğerleri de orada olacak."

"Fanfirifon Çolpan ve saz arkadaşları," gibi bir şeyler mırıldandı eniştem.

Hakkını vermeden edemedim, isimler ve sıfatlar konusunda giderek daha da yaratıcı oluyordu. Bu sonuncusundan çok güzel bir çocuk masalı çıkabilirdi hatta.

"Babacım ne konuşmuştuk seninle?" dedi Balım melodik bir tınıyla. Bir yandan da son derece sıradan bir muhabbetin ortasındaymış gibi ekmeğinin üzerine çilek marmeladı sürüyordu.

Bu kızın bu rahatlığı beni öldürecek bir gün, demedi demeyin.

Eniştem de benimle benzer hisleri paylaşıyormuş gibi oflayıp poflasa da konuşmayı uzatmadı. Her ne kadar eniştemin yaratıcılığının sınırlarını merak ediyor da olsam bu gergin konuşmanın bir tartışmaya dönmeden sona erdiğine memnundum.

Kahvaltı sonrası teyzem, eniştemin fikrinin değişmesinden korkuyormuş gibi bizi evden postaladı. Teyzemin kışkışlamaları arasında ben anca mayomu ve şortumu giymeyi, her yerimi güneş kremine bulamayı başarmıştım, bizim süslü ise giyinmek ve saçlarını topuz yapmanın yanı sıra "duştan-yeni-çıkmış-havası-veren-fresh" olarak tanımladığı makyajı bile halletmişti. Altın halka küpelerini de taktığında her zamanki "zahmetsiz" şıklığını yakalamayı başarmıştı.

Makyaj yapma fırsatı bulamasam da bugün ben de fena görünmüyordum. Tokamı bulamadığımdan saçlarımı toplayamamıştım ama neyse ki bugün "o şanslı günler"dendi. Saçlarım duş sonrası normalde olduğu gibi kabarmamıştı, dalgalarım epey hoş görünüyordu. Tenim de birkaç gündür güneşten kaçınmamın sonucunda kırmızılığını kaybetmiş, hafiften bronz bir görünüme kavuşmuştu. Balım'ın zorla sürdürdüğü parlatıcı da renksiz dudaklarımı biraz da olsa canlandırmış ve onlara sağlıklı bir görünüm kazandırmıştı.

Balım'ın plaj çantasını alıp gelmesini beklerken hava almak için kendimi bahçeye attım. Elimi yelpaze gibi kullanarak kendimi serinletmeye çalışırken biraz düşünme fırsatı buldum.

Eray ile o gün panayırda olanların ardından ilk kez yüzyüze gelecektik. Bu konuda hayli isteksiz de olsam kendimi yüzleşmeye hazırlamaya çalıştım. Sonuçta buradan ayrılmama daha üç hafta kadar vardı ve burası oldukça küçük bir yerdi: bugün olmasa bile bir gün illa ki karşılaşacaktık ve eh, bugün planlı bir karşılaşma, herhangi bir gün tesadüfen burun buruna gelmekten çok daha iyiydi, orası kesin.

Planım hazırdı: Eray'ı görmezden gelecek, hiçbir şey olmamış gibi davranacak ve arkadaşlarıma bolca tezahürat yapacaktım. Hem zaten Eray da maçla meşgul olacağı için fazla bir arada bulunma imkanımız olmayacaktı. Hatta belki de benimle konuşmaktan bilinçli olarak kaçınacaktı.

Kafamda bir arka plan müziği gibi dolanıp duran düşünceler eşliğinde, İyimser Berra'yı bile kıskandıracak bir performansla kendi kendime olumlama yapmaya başladım. "Bugün şanslı günümdeyim ve her şey güzel olacak."

Bununla birlikte keyfim biraz yerine gelir gibi oldu. Ancak bahçe kapısını açıp da Mert'i karşımda bulduğumda zorlukla toparladığım moralim anında buharlaştı.

Güneş gözlüklerini hafifçe burnundan aşağı kaydırıp bana çekici bir bakış gönderdikten sonra, "Selam!" dedi enerjik bir şekilde. "Nasıl gidiyor?"

Ben söz konusuyken çekim yasası ancak baş belalarını çekmeye yarıyordu anlaşılan ya da evren benden gelen olumlamaları sessize falan almış olmalıydı.

"Habersiz gelmemen konusunda anlaştığımızı sanıyordum," diye terslendim Mert'e.

"Ben de iyiyim, sağ ol." dedi sırıtarak.

"Karşıma damdan düşer gibi çıkınca nezaketimi takınamadım, bağışla lütfen," dedim iğneleyici bir şekilde.

"Senden bir türlü ses çıkmayınca merak ettim, ne yapayım." dedi omuz silkerek. "Hem seni özledim, belki bugün birlikte biraz vakit geçiririz dedim."

"Çok kötü bir gün seçmişsin o zaman," dedim dik dik. Beni onca karmaşanın içine soktuktan sonra ona karşı kibar olacak enerjiyi toparlayamıyordum açıkçası. Eray ile yaşananların bile sorumlusu o sayılırdı ne de olsa.

İyimser Berra'nın öhöm öhöm sesini duyduğumda yüzümü buruşturdum. Mert mi sana Eray'ın dudaklarına yapış dedi.

İşte! Hoşuma gitmeyecek bir şey söyleyeceğini biliyordum.

Mert olmasa o sabah sahile inmez, Eray ile hiç karşılaşmaz ve asla o hale gelmezdik, diye söylendim ona içimden. Hem sen kimin tarafındasın Allah aşkına!

Ben yalnızca gerçeğin yanındayım, dedi İyimser Berra dramatik bir edayla.

Onu duymazdan gelerek dikkatimi Mert'e vermeye çalıştım.

"Neden?" diye soruyordu bana. "Neden kötü bir gün seçmişim?"

"Çünkü bugün arkadaşlarımızın maçını izlemeye gideceğiz. Başka karşılaşmalar da olacak... Yani sanırım..." Bu konuda bilgim epey kısıtlıydı. Yine de onu başımdan savabilmek için devam ettim. "Bütün gün sürecek, hiç vakit olmayacak yani."

"Mavicup Voleybol Turnuvası'ndan mı bahsediyorsun?"

"Aynen," dedim hafif bir şaşkınlıkla. "Nereden biliyorsun?"

"Cık cık," dedi gıcık bir ifadeyle. "Nasıl bilmem, dünyanın en önemli turnuvası sonuçta."

"Ha ha," dedim kollarımı göğsümde birleştirirken.

"Kaldığım pansiyon da dahil olmak üzere her yerde afişleri var. Bir de her yerde konuşulan konu buydu kaç gündür. Burası epey küçük ve sıkıcı bir yer sanırım."

Tamamen aynı fikirde olsam da ondan bunları duymak beni sinirlendirmişti. İster istemez savunmaya geçtim. "Hiç de öyle değil."

"Berra, yaş ortalaması 70 olan bir yerden bahsediyoruz. Bahse varım, senenin tek heyecanlı olayı bu turnuvadır."

"Hiç de öye değil," diye ısrarla savundum. Tamam, haksız sayılmazdı; burası emekli cenneti diye nitelendirilebilecek bir tatil beldesiydi. Ve gerçekten de sezonun en heyecanlı olayı bu turnuvaydı. Yine de onun alaycı yorumları hoşuma gitmemişti.

"Ne zamandır buranın ateşli bir savunucusu oldun? Normalde yazları buraya gelmekten pek de hoşlanmazdın."

"Söylenirdim," diye kabul ettim söylediklerinin bir parçasını. "Ama hoşlanmıyor değildim."

Belli ki uzatmamaya karar veren Mert, "Ee peki," dedi. "Voleybola ne zamandan beri ilgi duyuyorsun? Nefret ederdin eskiden."

Buna itiraz edemezdim işte. Tamamen doğruydu.

"Hala ediyorum," diye itiraf ettiğimde güldü. "Bizimkileri desteklemek için gidiyoruz Balım'la."

"Bizimkiler derken?" dedi inanmazcasına.

"Arkadaşlarım," dedim kısaca. "Bir arkadaş grubumuz var."

"Senin burada bir arkadaş grubun var ve onlarla eğlenceli şeyler mi yapıyorsun?"

Şimdi fena alınmıştım işte. Kollarımı göğsümde kavuşturdum. "Ben eğlenceli şeyler yapamaz mıyım?"

"Yok canım, yaparsın tabii de..." Ellerini deniz şortu olduğunu fark ettiğim turuncu şortun ceplerine sokarak duruşunu hafifçe değiştirdi. Şimdi yüzünde hafiften mahcup bir ifade belirdi. "Senin insanlardan fazla hoşlanmadığını sanıyordum. İyi bir kitabı, bir oda dolusu insana tercih edeceğini söylerdin hep."

"Eh, bu eskidendi," dedim tam anlamıyla dürüst davranmayarak. "'Yeni ben'i tanımıyorsun işte."

Bir süre ne diyeceğini bilemiyormuş gibi baksa da çabuk toparlandı. "Seni yeniden tanımanın ne kadar zevkli olacağına dair bir kanıt daha... Bugünü yeni sen ve arkadaşlarınla geçirmek ilginç olacak."

"Ne?" dedim ona boş boş bakarken. Ben bunu kastetmemiştim ki.

"Mert! İnanmıyorum!"

Sevgili kuzenim neyse ki ortaya çıkmak için tam da o anı seçmişti de alık balık ifademi saklama fırsatı bulmuştum. Mert haylaz gülümsemesini üzerimden çekip Balım'a el salladı.

"Naber Balım?"

"İyilik ya, sen nasılsın asıl?" dedi Balım ona kısaca gülümsedikten sonra. Yüzüne imalı bir ifade hakimdi şimdi. "Hangi rüzgar attı seni buralara?"

Kuzenim yüzündeki saçma ifadeyi silmesi için ona attığım bakışları tamamıyla görmezden gelirken, Mert de ayağına gelen pası en iyi şekilde değerlendirerek imalı imalı bana baktı.

"Mevsim rüzgaları diyelim."

"Bence biz artık Mert'e 'güle güle' diyelim ve yola çıkalım. Geç kalıyoruz çünkü," dedim sağ kolumdaki olmayan saate vurararak. Kahretsin, odada unutmuş olmalıyım.

"Söyledim ya Berra, ben de geliyorum."

"Saçmalama."

"Harika."

Balım ile birbirimize baktık. Sanırım kimin neyi söylediğini tahmin etmişsinizdir.

Bakışlarıma "ne yapmaya çalışıyorsun sen" sorusunu yüklemeye çalışarak Balım'a baktım. O da bana-güven diyen bakışlarla karşılık verdi. İtiraza kararlı şekilde bir kez daha ağzımı açtım ancak Balım'ın susturucu bakışı beni tüm gücüyle çarpınca kelimelerim boğazımın gerisinde boğulup gitti. Zaten sonrasında da teklifsizce hep birlikte yürümeye başladık.

Biraz uzaktan göz kırpan maviliğe doğru yürürken çok uzun bir gün olacağını şimdiden hissedebiliyordum.

Continue Reading

You'll Also Like

266K 14.4K 40
Siz: Selamünaleyküm beyefendi Hayırlı Doktor Kısmet: Aleykümselam, kimsiniz? Siz: Teravihte annenizin numaranızı verip, doktor oğlum diye övdüğü kişi...
430K 4.6K 29
"Bu saatten sonra yer mekan fark etmez yüzbaşım." Yetişkin içerik !
2.8M 211K 38
*14 Kasım 2023 güncellemesi* İlerleyen bölümlerde yorumlarda birçok spoi ile karşılaşabilirsiniz. Her ne kadar uyarı geçsem, o yorumları silsem de ma...
139K 6.1K 37
KLASİK BİR GERÇEK AİLE/ABİ KİTABI (Küfür yok) Berbat bir hayat yaşayan İlgi başka bir kızla karıştığını öğrenirse ve tek kız olursa ne olur?