SUYUN VALSI

By kitaplardakiefsun

4.1K 621 703

Bir yoktan vâr olma hikayesi. "Eksik olmak diğer insanlardan farklı olmaktı bizim lügatımızda. Farklı bir soy... More

•°1°•
KARAKTERLERİMİZ🍃
•°2°•
3°•°°
4•°Saray•°
5°•°Akşam Yemeği•°•
6°•°Eğitim•°•
7°•°Prens Viridian•°•
8.Olcayto
9.Sırlar
10.Sorular
11.Ardent
12.Atış Talimi
13.Geleneksel Saray Kutlamaları
14. Suyun Ve Rüzgarın Dansı
15 Rüyaların Gerçekliği
16. Mecburi İdman
17. Beklenti
18.Gizli Ziyaret
19. Çizimlerin Gizemi
20. Hayat Veren
21. Nü Çizim
22.Yakınlaşma
23.Yolculuk
24.Sarhoş
25.Deniz Canavarı
26.Birlikten Kuvvet Doğar
27.Prensin Öpücüğü
28.Kontrol
29.Kaçış
30.Dönüş Yolu
31.Yangın
32.İntikam Yemini
33.Yeni Kral
35.Uyarı

34.Dunya'nın Hanı

44 5 2
By kitaplardakiefsun

Atımı hızlı sürüp bir an önce Viridian ile yüzleşmek mi yoksa yavaş gidip kendime düşünebilmek için zaman mı vermek istiyordum hâlâ karar vermiş değilim. Hayat zaten yeteri kadar zor değilmiş gibi bir de birbirimiz için daha da zorlaştırmamız anlamsızdı. Yaptığım hatanın farkındaydım ve nasıl düzelteceğimi düşünüyordum. Belki de en doğrusu en baştan bağlanmamaktı. Ama artık onun için çok geçti. Birbirimize birimizin parmağına diken batsa acısını hissedecek kadar aşina olmuştuk. Anlamadığım şey bir insanın karşısındakini bu denli anlayabiliyor olmasına karşın, niçin hâlâ anlamsız sebepler ve anlaşılmazlıklar nedeniyle birbirini kırmasıydı. Sanırım  bunun cevabı da cümlenin kendi içinde barınıyordu. İnsan olmak...

İnsan olmak bir lanet miydi yoksa lütuf mü? İki kişinin anlamsız kederlerle yüklü yeryüzü üzerinde birbirini bulmasının sebebi de kıymetini bilmemesinin nedeni de aynı kapıya çıkıyordu. Karanlık olmadan ışık olmuyordu. Kendi karanlığımızı birbirimizin ışığıyla aydınlatırken gaflete düşmememiz gerekirdi. 

Yolun hırpani bir sessizlik içinde ne kadar uzun ya da kısa olduğunun bir önemi yoktu. Er geç bitmişti. 'Dunya'nın Hanı' tabelası asılı olan hem resepsiyon hem de han olan yere geldiğimizde Benton'un yol boyu üzerimde olan bakışlarını yoğun olarak hissediyordum. İç çekerek attan atladım. Ve tüm güzel yaratıklarda olduğu gibi onun da beni anladığını hissederek başını okşadım. 

"Olcay demişti." 

Bunca zaman süren sessizliğin bozulmasına şaşırarak arkama döndüm. Konuşan Benton'du. Gülümsedim. Ordudaki anılara gitmişti aklım. "Neyi?"

"Hayvanlarla çok iyi anlaştığını. Bir gün orduya dağlardan vahşi bir at inmiş. Ben o zamanlar orduya alınmamıştım, serserilik peşinde karnımı doyurmaya çalışıyordum. O gün atı bir tek senin sakinleştirebildiğini söyledi. Anlattıkları çok etkileyiciydi. Vuracaklarmış hayvanı, sen engel olmuşsun."

O günü hatırlamıştım, orduda henüz yeniydik ve diğer tüm fazlalıklarımız dışında yaşımızla da ciddiye alınmıyorduk. Vahşi bir at, muhteşem bir güzellikteydi, biz daha ne olduğunu anlamadan çadırların arasına dalmıştı. Ve kalabalığı görünce ürkmüştü. Kimse tutamamıştı atı, az daha vuracaklardı. Okun önüne atlamış engel olmuştum. Ve atı sakinleştirmem için onunla konuşmam ve sakince yaklaşıp başını okşamam yeterli olmuştu. 

"Harika bir hayvandı... Nadir rastlanan vahşi bir güzelliğe ve hıza sahipti."

Gülümsedi. "O zamanlar Olcay'ın ne demek istediğini şimdi anlıyorum. Yola çıktığımızdan beri atınla müthiş bir uyum içindesin."

Sahip olamadığım tüm sevgileri içime çeker gibi nefes aldım. "Olcay'ı çok özledim."

"Ben de." 

Gün batımının oynaşan son ışıkları altında hana girdik. Bizi rezervasyon yerinde tombul ve bakımsız bir kadın karşıladı. Ağzındaki sigarayı memnuniyetsiz bir tavırla çıkardı ve tek kaşını kaldırdı. "Buyurun?" 

Bir adım öne çıktım. "Buraya bizden önce bir misafir daha gelmiş olmalı." 

"Buraya her gün onlarca kişi geliyor." Tahammülsüz bir tavırla bunu dedi ve bizimle alakadar olmayı keserek önündeki kağıtlarla ilgilenmeye başladı. 

Parmak uçlarımda yükselerek masanın arkasındaki kadına doğrudan tepeden bakarak seslendim. "Burası nasıl bir pansiyon böyle!"

Kadın masadan destek alarak öfkeyle ayağa kalktı, benim en az iki katımdı. "Beğenmiyorsan çeker gidersin."

"Bana bırak Sonya'cığım." Orta yaşlı ve oldukça çekici bir kadın gülümseyerek Sonya'nın omzuna elini koymuştu. "Misafirlerimizle ben alakadar olurum."

"Ben Dunya, hanın ve pansiyonun sahibiyim. Sonya da kız kardeşim." 

Elini bize uzattığında biraz da şaşırarak karşılık verdim. "Elafer."

Yamuk bir gülümsemeyle başını eğerek arkamdaki Benton'a baktı ve uzunca bir süre süzdü. Benton rahatsız olarak kıpırdanmaya başlamıştı ki Dunya elini uzattı. Benton'la el sıkışması benimle olan merasiminden çok daha samimi ve uzun sürmüştü. "Siz de Benton olmalısınız." 

"E-evet." 

Böyle şeylere alışık olmadığı için tedirgin olmuştu ve benden yardım bekliyordu, araya girmem de işine geldi. "Bizi nereden tanıyorsunuz?"

Dunya bakışlarını güçlükle Benton'dan ayırıp bana döndü. Kırmızı dudaklarını kaplayan gereksiz bir neşeye sahip gülüşü ve beni daha yeni fark ediyormuş gibi baştan aşağı incelemesi oldukça rahatsız ediciydi. Sanki gördüğünden memnun olmamış ve beklentilerini karşılamamışım gibi tek elini beline dayayarak konuştu. "Sizi yukarıda bekliyor."

Tek kaşımı kaldırdım. "Anlamadım, kim?"

Berrak bir kahkaha. "Viridian'ın anlattığına göre seni daha zeki sanırdım tatlım. Buraya hangi yakışıklı için geldiyseniz ondan bahsediyorum," Tek eliyle uzanıp resepsiyonun arkasındaki birkaç anahtar arasından iki anahtarı aldı ve bize verdi. "Bunlar da sizin anahtarlar."

Anahtarları aldım. "O nerede?"

"Numara 14. Selamımı söylersin." Göz kırpıp yeni gelen müşterilerle ilgilenmeye gitti. 

Benton seslenene kadar gözümü kadına dikmiş suratımı asarak pür dikkat izlediğimin farkında değildim.

"Kralı merak etmiyor muydun?" Benton gülmemek için kendini zor tutuyordu. Bir süredir beni izlediğinin ayırdımına vardım. 

"Ne var?" Ters ters baktım. "Ayrıca bana ne, ne merak edeceğim. Baksana merak edeni var zaten." 

Arkamdan gelip gelmemesini umursamadan kullanılmaktan eskimiş ve rengi koyulaşmış tahta merdivenleri çıkmaya başladım. Dunya'nın gülüşünün tekrar tekrar zihnimde canlanmasına engel olamıyordum. Sonunda iki kat çıktıktan sonra oda numaralarını incelemeye başladım. 12, 13,14... 

"13 numaralı oda benim sanırım. Dinleneceğim."

Hiçbir şey söylemeden Benton'a anahtarını verdim. Benimki de 15 numaralı odaydı fakat düşündüğüm şey bu değildi. Viridian'ın nasıl olduğunu zihnimden çıkaramıyordum. 

Benton odasına girip kapıyı örttüğünde bile hâlâ 14 numaralı tahta kapının önünde kıpırdamaksızın duruyordum. 

Kaç dakika öylece durdum ve ne zaman kapı sessizce arkadan açıldı bilmiyordum. İçeri adım atma cesareti gösterdiğimde duygularım karmakarıştı. İçimde bir ifadesizlik kol geziyordu. İfadenin yoksunluğu benim hissettiğim noksanlığı tamamlıyordu. Hatalı olmanın bilinçli hüznünün ve pişmanlığının yanındaki öfke de neyin nesiydi? Peki ya yaptığım hatadan sonra silinip gittiğini zannettiğim bu kızgınlık? Hayır, bu öfke ve kızgınlık tamamen farklıydı. Bir dolmuşlukla alakası yoktu. 

"Yaşadığın duygu karmaşasını tek başına çözmeye çalışmak yerine içeri girip doğrudan bana anlatmaya ne dersin?"

Odaya tam girmemiştim, eşikte duruyordum. Karanlığın içinden bir yüz belirdi ve bu tekinsiz bir sakinliğe sahip bakışların sahibi kişi haklıydı. Milyonuncu kez 'acaba dışarıdan neler düşündüğüm bu kadar belli oluyor mu?' diye düşünmekten vaz geçip Viridian'ın dediğini yaparak içeri girdim. Ben girince Viridian varlığını bile fark ettirmeden kapıyı örtüp gaz lambasını yakarak odanın aydınlanmasını sağladı. Ben yokken karanlıkta tek başına ne yaptığını merak ettim ve sakin kişiliğinin sade bir karanlığa ihtiyacı olabileceğini hatırladım. 

Bana kilitlenen bakışlarına karşılık veremiyordum. "Özür dilerim." 

"Dileme." 

Şaşkınlıkla bakışlarımı kaldırdım, ama hatalıydım?

"Ne kadar pişman olduğunu gözlerinde görebiliyorum. Ve bu ağzından çıkacak herhangi bir özürden daha kıymetli." 

"Kapıda beklediğimi biliyor muydun?"

"Evet, hem de geldiğin ilk andan itibaren." 

"Ama sessizdik. Bunu bile duyabilecek kadar net mi işitiyor kulakların?"

"Senin varlığını fark edebilmek için sesini duymama gerek yok. Bazen kokun, bazense varlığın sebepsizce kendini öylece seni fark etmeme yetiyor."

Elimde olmaksızın gülümsedim. Ve bunu saklamak için artık çok geçti.

"Ne oldu?"

"Söylediklerin bir şeyin tanımı çağrıştırdı," Meraklı bakışları altında boğazımı temizleyip sakin olmaya çalışarak devam ettim. "Aşkın." 

Dudaklarının şekli bu zamana kadar ondan görebildiğim en geniş gülümsemeyi aldığında bunu beklemiyordum. "Olabilecek en doğru tanımı yaptın."

Dürüstlüğü karşısında bir kez daha şaşkınlığa uğradım. "Ama sana hakaret ettim? Hem de bir kral olmana rağmen ve haksızdım."

"En çok bu huyunu seviyorum ya ben de-"

"Dunya sana göz kamaştırıcı bir çekicilikle selam söyledi. Altında birçok anlam barındırdığına eminim." Ne söylediğimin ben bile farkında değildim.

Aniden araya girip aklıma ilk gelen, belki de hiç çıkmayan, şeyle saçmalamam Viridian'ı şaşırtmıştı, kaşlarını çattı. "Ne?"

Bakışlarımı tavana çevirdim. "Yaşını göstermeyen oldukça güzel ve alımlı bir kadın. Gülüşünün de birçok kişiyi etkilediğine emini-"

"Dunya'yla evvelden beri tanışırız, güvendiğim bir arkadaşım. Neyden bahsettiğin hakkında en ufak bir fikrim yok." 

Ellerimi arkadan kavuşturdum ve öne sakarca bir adım attım. Niçin bu kadar rahatladığımı anlamamıştım. "Şey sanırım gitmem lazım, affedildiğime göre gidebilirim. Zaten saçmalamaya başladım. Sana iyi geceler lordum." 

Viridian'ın gözlerine tekrardan bakamıyordum. Kolumdan tutup gitmeme engel oldu ve beni kendine çevirdi. Gözlerine bakamadığım için yüzünün alt kısmına odaklanmıştım ve bilmiş gülümsemesi dudaklarını etkileyici bir şekilde kapladığında yutkundum. Her şeyi anlamıştı. 

"Kaçmaya çalışıyorsun, değil mi?"

Anlamamış gibi yaptım. "Neden kaçayım ki?"

"Gerçeklerden. Benden."

Kolumu ondan kurtarmaya çalıştım. "Bir şeyden kaçtığım yok. Gitmem lazım."

Beni daha sert çekerek gözlerine bakmanın kaçınılmaz olduğu bir konuma getirdi. "Sana aşkımı itiraf etmek üzereyim ve sen de bundan kaçmaya çalışıyorsun," Bıkmışçasına iç çekti. "Her zaman yaptığın gibi. Ama bu sefer izin vermeyeceğim."

Araya girmeye ve nefessiz kalacak kadar hızlıca konuşarak buna engel olmaya çalıştım. "Biz farklıyız. Sen bir kralsın, bense sıradan bir asker."

"Kral olmam umurumda değil. Sen de sıradan bir asker değilsin zaten."

Yutkundum ve çaresiz bir şekilde gözlerimi kaçırmaya çalıştım. "Hem karakterlerimiz de bambaşka. Benzer özelliğimiz yok denecek kadar az-"

"Birbirimizi tamamlıyoruz."

"Hem seni kırıyorum, asabiyim, inatçıyım, burnumun dikine giderim, bazen aklımı değil duygularımı dinlerim-"

"Seni bu yüzden seviyorum."

Diyecek kelime bulamayınca şaşkınlıkla baktım yüzüne. O ise devam etti. Tacını, sarayını, hükümdarlığını ve sessizliğini bir kenara bırakarak.

"Ben duygularımı belli etmem ve saklarım ama sen onlar için savaşırsın," Güldü. "Aramızdaki bu şey için benim bu konuda senden daha cesur olduğumu kabul ediyorum."

Gülümsememe engel olamadım. Artık olay kontrolden çıkmıştı ve ben de teslim olmaya karar verdim. "Ben de bir itirafta bulunayım öyleyse," Derin bir nefes aldım. "Korktum. Senden değil başındaki taçtan, sorumluluklarından ve olmama ihtimalinden. Gerçi sen bunların hepsini biliyorsun."

"Elbette biliyorum," Geride bırakamadığı emrivaki konuşmasıyla kaşlarımı kaldırdım. "Ama senden duymak beni rahatlattı. Ayrıca senin benim yapamadığım bir şekilde sevdiklerin için her şeyi yapabilme cesaret ve azmine hayranım. Onlar için tüm dünyayı karşına almaya hazırsın."

Araya girdim. "Onların içinde sen de varsın. Hem de oldukça da fazla yer kaplıyorsun." 

Neşesizce güldü. "Bunu duyduğuma sevindim. Bir an bana aşık değilsin diye ödüm kopmuştu." 

Buna karşı çıkmadım, artık karşı çıkmak ve inkar etmek gereksiz gelmeye başlamıştı. "Ama bir konuda yanılıyorsun. Sevdiklerin için hiçbir şey yapmadığın konusunda. Askerlerin için gözünü kırpmadan can verirsin. Ve buraya peşimden bir kral olarak ölmek uğruna geldin. Her şeyi arkanda bırakarak ve karşılığında da hiçbir şey beklemeyerek." 

"Haklı olabilirsin ama bunca zaman kardeşimin ölümünü sineye çektiğim gerçeğini değiştiremezsin."

"Hayır," Elimi göğsünün sol tarafına koydum, tam kalbinin üzerine. "Sineye çektiğini sanıyorsun fakat o küçük çocuk büyüyüp bir yetişkin olana kadar burada kardeşinin acısını taşıdı. Hâlâ da taşımaya devam ediyor. Kaç yaşındaydın? O öldüğünde."

Alnını alnıma dayadı ve derin bir nefes aldı. Tek elini de göğsünün üzerindeki elimin üzerine kapamıştı. "12. O da 9 yaşındaydı, gökyüzünden bir canavar gelip onu pençeleri arasına alıp götürene dek hep yanımdaydı..."

Gözlerimi kapattım. "Artık ben varım." Diye mırıldandım.

Güldü. "Aşkımı kabul ediyorsun yani?"

Geri çekilirken ben de gülüyordum. "Hatta size kendi aşkımı lütfediyorum lordum." 

Başını 'asla uslanmayacaksın' dercesine iki yana salladıktan sonra kendimi dudaklarının yumuşak dokusuna bıraktım.

*

*

*

Continue Reading

You'll Also Like

1.1M 69.4K 85
Hiç bilmediğiniz bir yerde, tanımadığınız varlıkların arasında bir şeytana bağlı olduğunuzu öğrenseniz, ne yapardınız? Üstelik tüm varlıkların soyu s...
273K 18.5K 32
"Sakın onun adını anma." "Neden?" "Eğer yaparsan sana sonsuza kadar sahip olur." ~~~~ "Büyü zayıflıyor Aria. Sen ölmek istesen bile o buna izin verme...
33.3K 436 23
Zehra ile yolları ayrılan Emir, kendini kabus gibi bir ortamda bulur. Acımasız kadınların elinde oyuncağa döner ve tek isteği bu kabustan uyanıp eski...
296K 25.8K 46
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...