SUYUN VALSI

By kitaplardakiefsun

4.1K 634 703

Bir yoktan vâr olma hikayesi. "Eksik olmak diğer insanlardan farklı olmaktı bizim lügatımızda. Farklı bir soy... More

•°1°•
KARAKTERLERİMİZ🍃
•°2°•
3°•°°
4•°Saray•°
5°•°Akşam Yemeği•°•
6°•°Eğitim•°•
7°•°Prens Viridian•°•
8.Olcayto
9.Sırlar
10.Sorular
11.Ardent
12.Atış Talimi
13.Geleneksel Saray Kutlamaları
14. Suyun Ve Rüzgarın Dansı
15 Rüyaların Gerçekliği
16. Mecburi İdman
17. Beklenti
18.Gizli Ziyaret
19. Çizimlerin Gizemi
20. Hayat Veren
21. Nü Çizim
22.Yakınlaşma
23.Yolculuk
24.Sarhoş
25.Deniz Canavarı
26.Birlikten Kuvvet Doğar
27.Prensin Öpücüğü
28.Kontrol
29.Kaçış
30.Dönüş Yolu
32.İntikam Yemini
33.Yeni Kral
34.Dunya'nın Hanı
35.Uyarı

31.Yangın

31 6 0
By kitaplardakiefsun

Metanet denen şey bir kelepçe misali içimizde sıktığımız duyguları dışarı yansıtmama gayretimizle erdemli davranışlarımızdı. Ve bu erdemi bir zamanlar benim yaşadığım gibi, Viridian'da da görüyordum. Sevdiklerini kaybetmiş olabilme olasılığı bir mengene gibi boğazından tutup sıkıyor, onu boğuyordu. Ama metanetli olup insanlar üzerindeki sorumluluğunu hatırlama gerekliliği daha ağır basıyordu. Ne de olsa o bir komutan ve bir veliaht prensti. Kendisi ne kadar güçlü durursa diğerleri de peşinden gelirdi.

Ricasız bir gayretle ona elimden geldiğince destek olmaya çalışıyordum. Zira sarayın hali içler acısıydı. Anne ejderha dediğini yapmış, sarayı yerle bir etmiş olmalıydı. Bu öyle bir karmaşaydı ki saraya altı atlı dörtnala girmemize, prenslerinin aramızda olmasına rağmen kimse bize dikkat etmemişti.

Viridian yanımızdan geçip gitmekte olan yaralı bir erkek guf askeri at üstünden atlayıp kolundan tuttu. Asker kendisini görünce farkındalıklı bir şaşkınlık yaşadı. Askeri pozisyona geçiyordu ki Viridian buna engel oldu. "Rahat ol asker. Şimdi bana neler olduğunu tek tek anlat."

"K-komutanım." Askerin sesi oldukça titrek ve korkmuş çıkıyordu, neyse ki konuştukça sesindeki titreme de azaldı. "Her şey bir anda oldu. Büyük bir ejderha gelip tüm sarayı alevlere boğdu. Karşı çıkmaya çalıştık, engel olmaya. Fakat mümkünü yoktu. Nereye kaçacağımızı bilemedik. Ejderha daha önce sarayda hiç görmediğim birini alıp gitti."

Atımı askere doğru sürdüm ve ben de Viridian gibi eyerden atladım. "Kimi alıp gitti?"

Gereğinden fazla heyecanlı çıkan sesim askeri korkutmuştu. Bir adım geriledi. "B-bilmiyorum kim olduğunu."

"Tarif edebilir misin?" Viridian askerin üzerine duyduğum endişeyle farkında olmadan gittiğim için kolunu aramıza soktu ve beni belimden iteleyerek geri çekti.

Askeri tam manasıyla korkuttuğum için bülbül gibi takılmadan şakımaya başladı bildiklerini. "Sarışına kaçan kumral, dalgalı saçları vardı. Bakımsızdı, yüzü tıraşsız saçları uzundu. Sol gözünü çevreleyen bir morluk vardı. Gözleri de maviydi. Bir de..."

"Bir de ne?!" Viridian an sonunda önüme geçmiş beni tutuyordu. Zihnimde canlanan görüntünün sahibi beni her saniyede o olmaması için yalvardığım kişiye götürüyordu.

"Bir de sırtındaki gömleğin arka kısmı yırtılmıştı ve yara izleri vardı." Ellerini öne uzatıp benden uzaklaştı. "Yemin ederim tüm bildiklerim bunlar komutanım!"

Viridian beni tutmaya devam ederek askere döndü. "Gidebilirsin Crus. Yaranı bir şifacıya göstermeyi ihmal etme."

Crus ellerini iki yanına bastırıp başıyla selam verdi ve hızla uzaklaştı. Muhtemelen kulağına isabet eden bir parça kulak memesini delmişti ve kanıyordu.

Viridian'ın elinden kurtulup ellerimi delirmemeye çalışarak anlıma koymuştum. "Ben daha ne kadar bu acıyla imtihan olacağım?" Diye kendi kendime fısıldadım. Ejderhaları komuta etmenin verdiği ketumluk bu noktada son bulmuş, kontrol endişelerim ve elimde olmayan şeyler için duyduğum öfkeye geçmişti. Etrafımda bana söylenen sözleri, telkin edici dokunuşları duymuyor bilhassa bunlardan kaçınıyordum.

Veliaht prens en sonunda anlıma dayadığım ellerimi sertçe tutup çekti. Ellerimi ondan kurtarmaya çalıştım fakat mümkünatı yoktu. "Bırak!"

"Bırakmıyorum! Kendine gel."

Yeşil bir uhveyi anımsatan gözlerine baktım. Bu gözlere bakmayalı, bu dokunuşa aşina olmayalı sanki çok çok uzun zaman geçmiş gibi geliyordu. Oysa birkaç günden, belki de sadece bir haftadan ibaretti bakışlarımızın ve tenimizin ayrılığı.

"Anlamıyor musun?" Anlayacağını biliyordum fakat elimde olmadan yalvarırcasına konuşuyordum. "Olcay tekrardan avuçlarımın arasından kayıp gitti. O askerin bahsettiği kişi o, biliyorum. Ben her şeyi onun için yapmışken tekrardan bir bilinmezliğe, bir tehlikeye gitti. Yine-"

Viridian omuzlarımdan tutup beni sarstı. "Kendine gel Elafer," Diğerlerine el hareketiyle geride durmalarını işaret etmişti. "Bana bak."

Başımı kaldırıp dediğini yaptım ve hiçbir şey demeyerek aslında ne çok şey demek istediğini anladım. Bakışlarında rastladığım şey benim bakışlarımdakilerle aynıydı. Aynı acı, aynı keder, aynı endişe.

Utançla başımı eğdim. Onun evi, sarayı yerle bir olmuş ve ailesinin, askerlerinin, sevdiklerinin ne durumda olduğunu bile bilmezken ben burada durmuş mızmızlık ediyordum.

"Özür dilerim." diye fısıldadım.

"Hayır, dileme. Olcay için şu anda elimizden bir şey gelmez ama sana söz veriyorum onu bulmak için elimden ne geliyorsa yapacağım. Sadece şu an gidip sarayın ne durumda olduğuna bakmamız gerekiyor."

Saraya yaklaştıkça yıkımın ne denli büyük olduğu ve saraya ne denli karmaşanın hakim olduğu daha da gözler önüne seriliyordu. Her bir adımda bir yaralı ve belki de bir ölü bulmak mümkündü. Etrafımıza endişe dolu gözlerle bakıyor, tanıdık yüzler arıyorduk. Viridian birkaç korkmuş konuşmuş, malumat almıştı.

İleride göze çarpmaması mümkün olmayan bir yapıya sahip esmer birini gördüm. Bir anda oraya doğru hızlanmam diğerlerinin de ilgisini çekmişti ve peşime takıldılar. Ben ise gördüğüm kişinin tahmin ettiğim kişi olup olmadığına dair tüm şüphelerimi gidermiştim. Yüzünü bizden tarafa dönünce bunun Benton olduğunu anladım. Beni görünce şaşırdığı ve sevindiği her halinden belli oluyordu. Koştum ve aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi de aşarak boynuna sarıldım. O da aynı şekilde karşılık verdiğimde göz yaşlarıma hakim olamadım. "İyi olmana sevindim Benton."

Ayrıldık, beni incelemeye başladı. "Ben de Elafer, ben de senin iyi olmana sevindim. Olcay olsaydı da seni görseydi, bunun için neler vermezdi!"

"Olcay'a ne oldu?" Viridian araya girince Benton o tarafa döndü.

"Ejderha kaçırdı lordum." Sıradan kıyafetleri içinde de olsa prensini tanımıştı.

"Sizin burada ne işiniz vardı?" Bu soru Berla'dan gelmişti. Her zamanki meraklı kibriyle olan biteni öğrenmeye çalışıyordu. Neyse ki olaya Viridian el attı.

"Berla, sen Ardent'i ve kardeşleri al kral ve kraliçeyi bulmaya çalışın. Moltaine'i de görürsen bana yolla."

"Emredersiniz, lordum." Berla her ne kadar bu durumdan memnun olmasa da emre itaat etti.

Ardent Berla'yla gitmeden önce gelip bana sarıldı. "Dikkatli ol."

"Sen de."

Benton'a döndüğümde Viridian ile ben kalmıştık. "Sizi kral mı saraya getirtti? Neler oldu?"

"Evet, kral bizim peşimize birilerini takmış. Bizi buraya getirip esir tuttular."

"Yumurta? Ona ne oldu peki?" Viridian kaşlarını çatmış düşünüyordu.

Benton önce bana sonra prense baktı. "Bilmiyorum. Yumurta Olcay'daydı. Sonra peşlerine takılan adamlar ondan almış."

Şu an yumurta veya bir başka şey umurumda değildi. Tek düşündüğüm can dostumdu. "Ejderha Olcay'ı neden götürdü? Aklım almıyor."

"İnan ki ben de anlamadım Elafer. Tüm sarayı kül ettikten sonra tek hedefi Olcaymış gibi peşine takıldı ve onca kişinin arasından alıp götürdü." Bakışlarımdaki endişeli korkudan sorumu anlamıştı ve ağzımı açmama müsaade etmeden cevapladı. "Durumu iyiydi. Birkaç ufak sıyrıktan başka yarası yoktu, merak etme."

"Onu aramaya gitmeliyiz. Ejderha muhtemelen onu Geçilmez Ormana götürmüştür."

"Ben de sizinle geleceğim."

Benton biraz şaşkınlık biraz da böyle bir şey beklememenin verdiği şokla Viridian'a baktı. Ben ise bu beklendik teklif karşısında şaşırmamıştım.

"Size burada, sarayda ihtiyaç var."

"Saray işlerini pekala, Moltaine de yürütebilir."

"Ama durum farklı, Moltaine bu durumun üstesinden gelemeyebilir. Halkın kral ve kraliçelerine ihtiyacı olduğu gibi askerlerinizin de veliaht prenslerine, komutanlarına ihtiyaçları var."

Viridian'ın gözlerinde gördüğüm şey boşuna uğraştığımı anlatıyordu. Kendisi de bunu dile getirmekten çekinmedi. "Hayır, Elafer. Seni oraya tek başına göndermiyorum. Evet, Benton da yanında olacak ama ben olmadığım sürece gidemezsin."

Bakışlarımdaki inatçı ısrarın farkındaydım, ki o da bunu fark etmişti. Bana bir adım yaklaştı. "Ve eğer benden gizli gitmeye kalkarsan yemin ederim peşine düşerim," Bir adım daha attığında artık aramızda mesafe kalmamıştı. "Gece gündüz, dinlenmeden at sürer gerekirse dünyadaki tüm rüzgarı arkama alır ve sana yetişirim."

Kulağıma doğru eğildiğinde nefesimi tuttum. "O yüzden beni arkanda bırakmayı aklından bile geçirme."

Kabul etmekten başka şansım yoktu, gerçi başka seçenek de sunulduğunu düşünmüyordum. Prens geri çekildiğinde güçlükle konuştum, gözlerine sebepsiz bir şekilde bakamıyordum.

"Emredersiniz, lordum."

"Buradaki işimi hallettikten sonra yola çıkarız o halde."

Benton dili tutulmuş gibi bizi izliyordu. Belki de Olcay'ın kaçırılmasından daha çok onu şaşırtan şey prensin ısrarı olmuştu.

 Saraya doğru ilerlemeye başlayan Viridian'ın peşinden seğirttim.

 "Bekle! Bari ben de sana yardım edeyim." 

Sarayın bir kısmı hâlâ yanmaya devam ediyordu ve muhafızlar taşıdıkları su kovalarıyla bu yangını söndürmeye muktedir olamıyorlardı. Sarayın geri kalanı zaten kül ola ola kendini söndürmüştü. 

"Yanmaya devam eden yerin hemen altında kütüphane var."

Yanan kısmı incelediğimde gerçekten de kütüphanenin çatısı olduğunu anımsadım. Yangın kitaplara ulaşmadan veya ulaştıysa bile daha fazla zarar vermeden söndürülmesi gerekiyordu. 

 "Nasıl söndüreceğiz?"

Prens bana döndüğünde bakışlarında bir şey vardı, buna beklenti denilebilirdi fakat benim tercih edeceğim kelime bu olmazdı. Ben buna kendinden emin olma derdim. Ve benden. 

"Bulutlar neyden oluşur Elafer?"

Hüküm süren karmaşanın ortasında öylece durmuş, her şeyden habersiz iki felsefeci gibi gökyüzüne ve saraydan yükselen dumanlara bakıyorduk. "Su ve rüzgardan."

"Peki bu sana bir şey çağrıştırıyor mu?"

Bakışlarımı gökyüzünden indirdim ve Viridian'a baktım. Konuştuğumda sesim ilahi söylüyormuş gibi çıkmıştı. "Onlara şekil verebiliriz." 

Bana yüzünde takdir dolu bir gülümsemeyle baktı. "Aynen öyle."  

Yapılamaz denileni yapmış ve birkaç dakikalık çabanın sonunda sarayın üzerine yapay bir yağmur yağdırmayı başarmıştık. Her ne kadar kendisini sevmesem de ilk bindiğimiz geminin kaptanının sözleri kulaklarımda çınlıyordu. Birlikte ne kadar da kuvvetlisiniz. Siz beraberken karşınızda kimse duramaz. 

Her geçen gün karşılaştığımız güçlüklerin üstesinden beraber gelmemiz bunu kanıtlar nitelikteydi. 

Bardaktan boşanırcasına yağan ve topu topu birkaç dakika süren yağmur dumanı henüz sönmemiş yerlerde ilk olarak ocağa düşen su damlası gibi etki yaratmış hemen ardından alevleri ve sıcaklığı henüz gitmemiş olan yanmış bölgeleri sakinleştirmişti. Planımız işe yaramıştı. Artık olası bir sıçramayla oluşabilecek yeni yangınlar da söz konusu değildi. 

Yanımıza büyük bir kötülüğün habercisi gibi koştur koştur gelen Berla'ya korkuyla döndüm. O ise doğrudan veliaht prensle ilgilenmiş söyleyeceği şeyin ağırlığıyla yutkunmuştu.

"Neler oluyor Berla?"

"L-lordum..." Yine büyük bir yutkunuş. "Babanız, Kral Zadok ölmüş." 

 *

*

*

Oylarınızı ve değerli yorumlarınızı eksik etmeyin dostlar. <3





Continue Reading

You'll Also Like

7.2M 644K 72
Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler...
337K 5.3K 28
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...
274K 18.6K 32
"Sakın onun adını anma." "Neden?" "Eğer yaparsan sana sonsuza kadar sahip olur." ~~~~ "Büyü zayıflıyor Aria. Sen ölmek istesen bile o buna izin verme...
194K 15.9K 41
Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar için bir zevk ve güç gösterisi olan bu oyu...