Affet [+18]

By _Aytac_

16.9K 1.4K 1.3K

Zehra Balaban sevdiği herkesi kaybetmişti. Beş yaşındayken babası, on yaşındayken annesi, on dört yaşındayken... More

Giriş
Söz
Çocuk
Şefkat
Umut
Kedi
Anne Kokusu
Liste
Özlem
Yanlış Anlaşılma
Hatıralarda Yaşamak
Tek Suçsuz
Aile
Tamamlanmak
Aşık Olmak
Korkmak
Yaraları Sevmek
Emine Balaban
Özür Dilerim
Zehir
Sevgilim
Kirli Sır
Sevilmek
Gerçek Kişilik
Tehdit
Kimsesiz
Seni Seviyorum
Madem
Teslimiyet
Affet

Sınırlar

613 50 53
By _Aytac_

Zehra Balaban

Mutfağa girerken sessiz olmaya özen gösteriyordum. Saat on bir olmak üzereydi ve çocuklar çoktan uyutulmuş, diğerleri de odalarına geçmişlerdi. Kimin uyuduğunu, kimin uyanık olduğunu bilmediğimden ses çıkarmamaya çalışıyordum. "Ne arıyorsun?" diyen sesle korkudan yerimden sıçradım.

Saçlarımı geriye tarayıp elimi korkudan hızlanan kalbime bastırdım. Sessizliğe öylesine odaklanmıştım ki, birinin mutfağa gelebileceği aklıma gelmemişti. Serdar kapıya yaslanmış halde beni izliyordu. "Ben mi uyandırdım?" dediğimde onu rahatsız etmiş olma ihtimalim yüzünden utanmış, yanaklarım alev almıştı. Şimdiye kadar kendi evim dışında bir yerde kalmadığımdan hareketlerime ekstra dikkat ediyordum. Üstelik buradaki insanlara yabancıydım. "Üzgünüm."

"Uyumuyordum, Zehra. Ne arıyorsun?"

Utandığım zamanlarda yaptığım gibi saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırarak sorusunu cevapladım. "Kahve yapmak istiyordum ama cezveyi bulamadım." Bakışlarımı sürekli etrafta dolaştırıyor, Serdarın yemyeşil bakan gözlerinden kaçırıyordum. Nedensizce dünkü konuşmamızdan sonra ne zaman karşı karşıya gelsek geriliyor, ne yapacağımı şaşırıyordum.

"Bu saatte kahve içersen uyuyamazsın."

Aklımdan geçeni söyleyip söylememek arasında kalsam da ilk andan beri olduğu gibi dürüst davranmayı seçerek "İçmezsem aklımda kalır, hiç uyuyamam," dedim. Hissettiğim gerginlikle beraber neden Serdara karşı tamamen açık olduğumun da nedenini bilmiyordum. İçimden bir şeyleri saklamak gelmiyordu.

Serdar aklına bir şey gelmiş gibi gülümsedi. "Peki daha lezzetli ve uyku kaçırmayan bir şey içsen?" Hissettiğim merak yüzünden gözlerimin parladığını tahmin ediyordum. Ablam hep bir şeyleri merak ettiğimde gözlerimin parladığını söylerdi.

"Neymiş o?"

Serdar mutfaktaki bar taburelerinden birini çekerek "Otur," dedi. Ardından tezgahtaki çaylardan birini alarak demlemeye başladı. Dirseklerimi tezgaha, çenemi de birleştirdiğim ellerime yaslayarak onu izliyordum. Sürekli takım elbiseyle gezen birinin mutfakta çalıştığını izlemek eğlenceliydi. Aklıma rendeyle verdiği mücadele gelirken gülmemek için alt dudağımı ısırdım. "Ağrın var mı?"

"Yok. Bazen gözlerim kararıyor ama ilaçlar sayesinde hızlı toparlıyorum."

Çayın hazırlanmasını beklerken sırtını tezgaha yaslayıp yeniden gülümsedi. "Gitmek için acele etmemeni istesem sınırlarını aşmış olur muyum?" Sorusuna kendisi de benim kadar şaşırmıştı sanki.

"Neden?" Hissettiğim şaşkınlık yüzünden sesimin çatladığını fark edince bir an duraksadıktan sonra sorumu farklı şekilde yineledim. Gerginliğim arttıkça kalp atışlarımın hızına yetişmekte zorlanıyordum. "Yani neden bunu istiyorsun? Akşın için mi?"

"Bana karşı hep dürüstsün, değil mi? İstemediğin halde hem de?" Kısacık bir an düşündükten sonra başımı olumlu anlamda sallamamla derin bir nefesi ciğerlerine doldurdu. "O zaman izin verirsen ben de dürüst olacağım. Elbette yeğenime iyi geldiğin, hatta ablanla birlikte iyi geldiğiniz için mutluyum ama gitmek için acele etmemeni istememin nedeni tamamen bencilce. Seni biraz daha tanımak istiyorum."

"İyi de... Neden?"

Arkasını dönüp çayı bardaklara doldurdu. Birlikte mutfak masasına geçene kadar sessiz kaldık. "İç hadi. Bakalım beğenecek misin." İkimiz de büyük bir yudum alırken gözlerimin aldığım zevkle kapanmasına engel olamadım. Tadına bayılmıştım.

"Çok güzel. Ellerine sağlık."

"Beğenmene sevindim. Birkaç yıl önce Kıbrısta kaldığım otelde bu çay servis ediliyordu. Çok sevdiğim için o zamandan beri eve de alıyorum ama bizimkilerden beğenen olmadı. Sadece ben içiyorum. Az önce sana bakarken sevebileceğini düşündüm. Haklıymışım."

İkinci bardağa geçene kadar sessiz kalıp çayın tadını çıkardık. Doldurduğum bardaklardan birini önüne bıraktıktan sonra kalktığım yere geri oturdum. Serdar masanın baş köşesindeki sandalyede, ben de hemen yanındaydım. "Nedenini söyleyecek misin?" diye sorarken yine bakışlarım ondan başka her noktaya değiyordu. Şu anda fark ediyordum. İnsanlarla konuşmak bile bana yabancıydı. Genellikle çalışma arkadaşlarımla iş hakkında, Zarifeyle ablamla ilgili, Boncukla ise onun istekleri doğrultusunda konuşurdum. Kendi düşüncelerimle, hissettiklerimle, istediklerimle ilgili son konuştuğum kişi Emineydi, on dört yaşındayken.

"İlgimi çekiyorsun." Serdarın söylediği şeyle elimde olmadan irkildim. Dürüstlük işini abartıyorduk sanki. "Ruhun küçük bir kız çocuğuyla olgun bir kadının arasında sıkışmış gibi bakıyorsun, davranıyorsun. Bazı hareketlerin gözümün önünde büyüyen yeğenlerimi hatırlatıyor. Bazense öyle davranıyorsun ki, sanki yaşını başını almış, dünyadan umudunu kesmişsin. İşin garip tarafı iki halin de gözüme çok güzel görünüyor."

Kesinlikle duymayı beklemediğim cümlelerin ardından yanacak oluşumu umursamadan bardağı tek dikişte içip yenisini doldurmak için ayaklandım. Yeniden yemyeşil gözlere bakmak istiyorsam ondan uzakta derin nefesler almalı, hızlanan kalbimin ritmini yavaşlatmalı ve kesinlikle kıpkırmızı olan yanaklarımı da normale döndürmeliydim.

Geri yerime dönsem de aramızdaki sessizlik bir süre daha varlığını sürdürdü. Bu tarz konularda o kadar deneyimsizdim ki, ne söylemem gerektiğini kestiremiyordum. Serdarın dudaklarından dökülenlerin fazlasıyla hoşuma gittiğini inkar edemezdim. Ekstra dikkatli olmamın nedeni de buydu. Yanlışlıkla söyleyeceğim herhangi bir kelimenin Serdarı uzaklaştırmasını istemiyordum. "Kendimi acındırıyor gibi görünmek istemiyorum," derken sesimin titremesi de bu yüzdendi. "Zor bir hayatım oldu. Yıllardır ablamla ilgilenmek dışında hiçbir şeye vakit ayıramadım. Söylediklerine karşılık olarak ne demem gerektiğini bilmiyorum."

"Seninle ilgileniyor olmam seni rahatsız etti mi?" Bakışlarımı kaçırarak başımı olumsuz anlamda salladım. "Mümkünse bunun cevabını sesli olarak söyleyebilir misin? Bu tarz konular fazlasıyla hassas, Zehra. Herhangi bir yanlış anlaşılma olmasını istemiyorum."

Yanaklarımdaki sıcaklık azalmak yerine anbean artsa da hızlıca "Hayır, rahatsız olmadım," diyerek sorusunu cevapladım. Serdarın yumuşacık sesinin, şefkat dolu bakışlarının üzerimde öyle bir etkisi vardı ki, buradan gidecek olsam bile bunu kaybetmek istemiyordum. Dilimi ısırdıktan hemen sonra söylediklerim de bu yüzdendi. "Hatta bu tarz bir şeyi duyduğum için ilk kez mutlu hissettim."

Serdarın "Çok masumsun, Zehra," fısıltısı ürpermeme neden oldu. Sakin olmak istesem de söylediği kelimeler kalbime sakinleşmesi için fırsat vermiyordu. "Bu yüzden acele etmeni istemiyorum işte. Şimdiye kadar elbette ilişkilerim oldu ama ilk kez birini bu kadar çok tanımak istiyorum. Nasıl bir hayatın olduğunu öğrenmek istiyorum. Kayıplarının seni nasıl etkilediğini, dertlerinle nasıl baş ettiğini, kendinden büyük birini çocuğunmuş gibi yetiştirirken nelerden vazgeçtiğini, hangi hayallerinin sorumluklarının ardında kaybolduğunu, neleri sevdiğini, nelerden hoşlanmadığını bilmek istiyorum." Gözlerim yağacak yağmurun habercisi bulutlar misali dolarken Serdar bakışlarını saçlarımın başlangıcındaki yara izine çevirdi. "Görünen, görünmeyen yaralarının yerini bilmek ve nasıl oluştuklarını senden dinlemek istiyorum." Ellerini saçlarıma uzattı. Saçlarımın okşanmasına bayılıyordum fakat bundan mahrum bırakılmıştım. Tüm sırtımı kaplayacak kadar uzun tutamların bir kısmını parmaklarının arasına alıp başlangıcından bitiş noktasına kadar yavaşça okşadı. "Seni gerçek anlamda tanımak istiyorum, Zehra. İnsanlara gösterdiğin güçlü seni değil, kırgınlıklarla dolu ruhunu, kalbini tanımak istiyorum."

Bu kez söylenenlerin etkisinin geçmesini beklemek için çay doldurmayı bahane ederek kalkan Serdar oldu. Hatta çaydanlığın dibini gördüğümüzden yenisini deme koyduğu süreyi de düşüncelerimi toparlamak adına kullandım. Serdar geri yerine oturana kadar bakışlarını benden uzak tuttu. Mavisini kaybetmiş gözleri elimdeki bardağı ilk kez görüyormuşum gibi izleyen bana değdiği zaman derin bir nefes alma isteğiyle dolmuştum.

Tedirgin bakışlarım bardaktan Serdarın gözlerine kayarken pijamamın sağ kolunu kıvırdım. Gece birkaç kez ablamı kontrol etmem gerektiğinden Pınardan gecelik yerine pijama takımı istemiştim. Şansıma ölçülerimiz aynıydı ve verdiği takım en sevdiğim renkteydi. Mor renginin hakim olduğu her şeye bayılıyordum. Serdar kaşlarını çatarak hareketlerimi izlerken açığa çıkan tenimde gördüğü yara iziyle rahat bir nefes aldı. Cevabım sağ kolumun üst kısmındaki yara izini göstermekti.

"On sekiz yaşına gelene kadar ablamı doktora götürememiştim. Zaten o kadar para da kazanmıyordum. Bu yüzden şimdiki halinden daha kötüydü." Emineden sonra olanlar gözlerimin önüne gelirken duraksadım. Ağlamak için kendime sadece yalnız olursam izin veriyordum. Boncuk bile yanımdayken gözyaşlarımı yutuyorken yabancı birinin yanında ağlayamazdım. "Bazen hafızasını kaybediyordu. Hangi güne gittiğini anlayamazsam, ona ayak uyduramazsam o günkü krizinden daha şiddetlisini geçiriyordu. Bu da öyle günlerden birinden kalma," derken Serdarın başını sola doğru eğdiğini fark edip bakışlarımızı buluşturdum. Gözlerinde soru dolu bir ifade vardı fakat ne demek istediğini anlayamayacak kadar anılarımda kaybolmuştum. Şanslıydım çünkü benim aksime Serdar sorusunu sesli dile getirmesi gerektiğini gözlerimden okuyabilmişti.

"Dokunsam rahatsız olur musun?"

Serdar Kılıçaslan

Sorumu olumsuz anlamda başını sallayarak cevaplayınca ileri uzandım. Bir elim sağ elini kavrarken diğerinin işaret parmağıyla yara izini okşadım. İdare ettiğim kumarhaneler yüzünden hayatımın tehlikeye girdiği anlar olmuştu. Bu sayede de yara izlerinin görünüşünden neyle oluştuğunu anlayabiliyordum. Zehranın kolundaki bıçak yarasından geriye kalan bir izdi. Dokunmanın zamanında çektiği acıyı ondan almayacağını bilsem de bir eksikliği kapatacağıma inanmak istiyordum. Hikayesinin başını dinlemek bile yarayı oluşturanın Boncuk olduğunu anlamama yetmişti. Büyük ihtimalle kardeşinin saçlarını okşamayan kadın açtığı yarayı da sarmamıştı. Geç de olsa hak ettiği ilgiyi göstermek istiyordum. "Devam et lütfen."

"O gün dokuzuncu yaş gününe gitmiş. Babamın hayatta olduğu son doğum günüydü. Evde ne bulduysa kullanıp sofra kurmuş. Yaşım çalışmaya uygun olmadığından, yani resmi çalışan olmadığımdan patronum çıkış saatimi keyfine göre ayarlıyordu. O gün eve geç gitmiştim. Ablam dokuzuncu yaş gününde olduğu gibi annemin, babamın, Emine ablamın, benim sürpriz yapacağımı sandığından eve yalnız geldiğimi görünce en şiddetli krizini geçirdi." Sanırım Boncuk'un o günkü hali gözlerinin önüne geldiğinden ürperdi. Elini tutuşumu sıkılaştırıp yara izini okşayan parmağımın baskısını da artırdım, yanında olduğumu, yalnız olmadığını fark ettirmek adına. "Onun artık ablam olmadığını anladığım gün o gündü. Annem, babam, ablalarım... Beni göz bebekleri gibi büyütmüşlerdi. Canımı yakabilecek son kişi bile değillerdi ama Boncuk ablam o gün bana bıçak çekti." Serçe parmağımı zorlukla hissedilecek şekilde tuttu. "On altı yaşındayken ablamın beni bıçaklamak isteyeceğini asla tahmin edemezdim, biliyor musun? Refleks olarak kollarımı yüzüme siper edince de bu oldu işte," diyerek okşadığım yara izini işaret etti.

Zehranın dolu gözleriyle durmadan dudaklarını ısırdığını görünce içimden geleni yapmak için harekete geçtim. Tuttuğum eli kendime çekerek dudaklarımı yara izine bastırdım. Yine nefesini tuttuğunu fark etmiştim. Geri çekilip bakışlarımızın buluşmasını sağladım.

"Pamuk şekeri elinden alınan çocuğun ağlamaya da mı izni yok, Zehra?"

Gözyaşlarını engellemek için dudaklarını kanatan Zehra buruk bir tebessümle "İşte bu sınırlarımı aşmak olur," dedi. Şu an bunun mümkün olmadığını anladım. Evet, aklından geçeni açıkça söylüyor, benden hiçbir şeyi saklamıyordu ama hayatın, yalnızlığının onu alıştırdığı şeylerin değişmesi de kolay değildi. Baş ve işaret parmağımla çenesini tutarak kanayan alt dudağını dişlerinin arasından kurtardım.

"Bir adam hoşlandığı kadının gülümsemesinin nedeni olmak için çabalar. Anlaşılan ben gözyaşlarını saklamadığın gün sendeki yerimi anlayacağım."

Söylediklerim üzerine Zehra kahkaha attı. Kahkahası kısık sesli gülüşlere dönerken "Tanımaya başlamışsın," dedi. Bakışlarım dudaklarında, yani gülüşündeydi. Daha çok gülmesi gerekiyordu.

"Ne?"

"Beni tanımak istiyordun ya. Normal olmadığımı anlamışsın."

Ona küçük bir gülümseme sunduktan sonra çayları yenilemek için ayaklandım. Masadan uzaklaşmadan önce elimde bardaklarla beni meraklı bakışlarla izleyen kadına doğru hafifçe eğilerek "Tüm normalliklerden daha güzelsin, Zehra," deyip göz kırptım. Bu kez Zehra kızaran yanaklarına rağmen peşimden geldi.

Zehra Balaban

Serdar çayları doldururken buzdolabından akşam üzeri yaptığımız kurabiyeleri çıkardım. Akşın saat yedi gibi yanıma gelmiş, yeniden mutfağa inip inemeyeceğimizi sormuştu. Elbette kabul etmiştim ama kurabiyeleri yaptıktan sonra küçüğün söyledikleri kalbimi sızlatmıştı.

Akşın yine baş parmağının kenarını tırnağıyla aşındırırken "Annem ben çok küçükken gittiği için onunla hiç yemek yapamadık," demişti, kurabiyelerin soğumasını beklediğimiz zaman. Mutfakta yalnız çalışmak istediğimizden Şeymaya dinlenmesini söylemiştik. Bu yüzden çocuklara sütü ısıtan da bendim fakat küçüğün konuşmasıyla tüm dikkatimi ona yönlendirmiştim. "Bakıcılar da hep yaşımın uygun olmadığını söyleyip beni mutfaktan uzak tutuyorlardı. Senin yaptıkların çok lezzetli. Bana yemek yapmayı öğretir misin, Zehra?" Yeşillerindeki heyecan canımı yakmıştı çünkü ardında annesiyle yaşayamayacağı her şeyin geride bıraktığı burukluk vardı. "Dayılarım hep annemin yemeklerinin çok güzel olduğunu söylüyorlar. Ben de onun gibi mutfakta iyi olmak istiyorum."

"Zehra, duyuyor musun beni?"

Gözlerimin önünde sallanan el ile düşüncelerimden sıyrıldım. Gözlerimi kırpıştırarak merakla beni izleyen adama baktım. Çay bardaklarını masaya bırakmıştı. Ben ise elimde kurabiye dolu tabakla buzdolabının önünde duruyordum. Akşının annesizliğinin acısına öylesine odaklanmıştım ki, bulunduğum andan kopmuştum. İyi olduğumu belirtmek için başımı sallayarak masaya geçtim. Yeni demlenen çayın ikinci bardağına geçene kadar yine sessiz kaldık ama yeniden çay doldurup Serdarın yanına oturduğum zaman kendimi tutamayarak "Akşının annesinin nasıl öldüğünü sorsam sınırlarını aşmış olur muyum?" diye sordum.

"Kocası öldürdü," dedikten sonra kısacık bir an sessiz kaldı. Kardeşinin ölümüyle ilgili konuşmanın onun için ne kadar zor olduğunu görebiliyordum. "Resulün, yani kocasının karanlık işleri vardı. Yeşim aşık olduğunu, onunla olduğu sürece her şeye razı olduğunu söyleyip evlendi ama Akşın dünyaya gelince durum değişti. Kendisi karanlık işlerin tehlikesini göze almıştı. Bebeğini kollarının arasına aldığında ise onu tehlike içinde büyütmek istemediğini fark etmeye başladı. Birkaç yıl Resulü bu işleri bırakması için ikna etmeye çalıştı, evliliklerini sürdürdü. Yapmayacağını anlayınca da boşanmaya karar verdi."

Konuşmaya başladığımızdan beri yemyeşil bakan gözlerinin anbean maviye dönüşünü izlerken şaşkındım. Tanıştığımız andan itibaren gözlerine baktığım her anı düşünürken vardığım sonuç kafamı karıştırdı. Ne zaman öfkeli olsa ya da hoşlanmadığı bir şeylerden bahsetse, bahsedilse iki rengin karışımı olan gözlerinde mavi yoğunlaşıyordu. Sevdiklerine bakarken ya da endişeliyken ise mavi tamamen yok oluyor, yeşil belirginleşiyordu. Bunun mümkün olduğunu düşünmesem de bizzat şahit oluyordum. Şimdi de kardeşini öldüren kişiyle ilgili konuştuğu için masmavi bakıyordu. Onun kadar cesaretli olmadığımdan elini tutmak yerine az önceki gibi serçe parmağını tuttum. Yanında olduğumu bir şekilde hissettirmek istiyordum.

"Akşın beş yaşındaydı. Yeşim Resulün hem işleri bırakmayacağını hem de anlaşmalı şekilde boşanmayacağını anlayınca Akşını da alıp evi terk etmek istemiş. Adamları haber verdiği için kardeşim evimize gelemeden yolunu kesmiş. Gözü o kadar kararmış ki, silahla tehdit etmiş Yeşimi. Üstelik bunu yaparken Akşın da yanlarındaydı." Öfkesi her kelimesinden sonra arttığından bazen susuyor, sakinleşmek için kendine zaman tanıyordu. Sanırım serçe parmağını tutuşum yeterli gelmediğinden diğer eli yeniden sağ kolumdaki yara izine dokundu. Sadece birbirimizin yaralarını tanımıyor, onlardan güç de alıyorduk. "Resule güvenmediğim için adamlarının arasına bana casusluk yapacak birkaç kişi yerleştirmiştim. Yeşimin peşinden gidince casusluk yapanlar da bana haber verip Resulü takip etmişler. Ben yanlarına gidene kadar adamları Resule silah çekmişlerdi. Sonuçta onların işi Yeşimle Akşını korumaktı. Ben daha arabadan inemeden... Resul ateş etmeye başladı. Karısının, kızının olduğu yerde ne olursa olsun o tetiğe basmamalıydı."

Serdarın daha fazla konuşamayacağını anlayınca serçe parmağını tutmayı bırakarak elini kavradım. Kardeşinin gözünün önünde vurulmasını anlatmanın ona iyi gelmeyeceğini biliyordum. Bu yüzden devamını tahminlerime göre kendim getirdim. "Yeşim Akşını korumak için kızına siper oldu. Böylelikle babasının silahından çıkan kurşun Akşını değil, Yeşimi öldürdü." Gözlerini sıkıca kapatarak başını sallamasıyla titrek bir nefesi ciğerlerime doldurdum. Çok acıydı. O gün ne olursa olsun anne ve kızdan biri hayatını kaybedecekti. Kayıp her türlü kayıptı ama eğer kurşun Yeşime değil de Akşına isabet etseydi... İşte bu acıyı atlatmanın yolu yoktu. Belki Serdar ve Çetin göz bebeklerini kaybetmişlerdi fakat en azından bir çocuk hayatta kalabilmişti. Zaten hayatta kalan Yeşim olsaydı da kızının ölümü onu da öldürmüş olacaktı. Düşüncemin yanlış olup olmadığını bilmesem de bana göre Yeşim ölümün en güzel halini seçmişti. Canından kızı uğruna olmuştu. "Başın sağ olsun. Kardeşin için çok üzgünüm, Serdar."

Serdar mavinin yanına eklenen yeşillerle birlikte gözlerini aralayıp "Biliyor musun?" dedi çatlayan sesiyle. "Ben üzülmeye bile hakkım olmadığını düşünüyorum. Koruyamadım. Yeşim en küçüğümüzdü. Annemle babam onu bana, abime emanet etmişlerdi. Biz ise bunca güce rağmen kız kardeşimizi koruyamadık. Sen olmasan... O gün parktayken Akşını fark etmesen belki de kardeşimizin emanetini de koruyamayacaktık."

Tam hiçbir gücün ölümü engelleyemeyeceğini söylemek üzereyken bahçe kapısından mutfağa giren adamla sessiz kaldım. Korumalardan biriydi. Serdarın anında değişen ruh hali karşısında şaşkınlıkla tek kaşımı kaldırdım. Benimle konuşan şefkatli, kardeşinin ölümünden bahseden acılı adam gitmiş, yerine ifadesiz, biraz da sert bakan biri gelmişti. Anlaşılan bu çalışanlarına gösterdiği yüzüydü. Çünkü benimle konuşurken yumuşacık çıkan sesi bile "Evin içine girmenizin yasak olduğunu unuttun sanırım, Turgut," derken korkutucu derecede tehditkardı.

"Efendim, saat dörtte gelip sizi uyandırmamızı söylemiştiniz. O yüzden geldim. Özür dilerim."

Serdarın kaşları duydukları karşısında çatılırken bakışlarını mutfaktaki saate çevirdi. "Dört mü?" Akşam on bir gibi mutfağa geldiğimi hatırlıyordum. Şimdiyse saat tam da Turgutun dediği gibi dörttü. Sabah olmak üzereydi. Şaşkınlığının sesine yansımasına engel olamadan "Tamam, birazdan çıkacağız. Çocuklara söyle hazırlansınlar," diyerek çalışanına geldiği kapıyı işaret etti. Turgutun gidişiyle yine tanıdığım Serdar olmuştu. Mahcup bir gülümsemeyle "Üzgünüm," dedi. "Güya uykun kaçmasın diye kahve içmene engel oldum ama bu kez de ben uyutmadım. Saatin farkında değildim."

Serdarın yüzündeki mahcubiyete gülerken sohbetimizin başlangıcını hatırladım. Birbirimize karşı istemediğimiz halde dürüst olduğumuzu söylemiş, böyle devam etmek istediğimizi açıkça dile getirmesek de belli etmiştik. Hem birbirimizi tanımak istiyorduk. Bu yüzden aklımdan geçeni direkt söylemek için dudaklarımı araladım. "Genelde uykusuzluğumun nedeni ablam ya da geçmişin unutmak istediğim anları olur," dediğimde benim yüzümde buruk, Serdarın yüzünde ise şefkat dolu bir gülümseme vardı. "Keyifli bir sohbet için uykusuz kalmak güzelmiş. Üzgün olmana gerek yok."

Serdar derin bir nefes alarak saatlerdir tuttuğu elimi yeniden kavrayarak dudaklarını yüzük parmağıma bastırdı. Geri çekilip bakışlarımızı buluşturduğunda "Hadi, git uyu sen," deyip şefkatle gülümsedi.

Karşılık olarak hala Serdar tarafından tutulan elimle onun elini sıkıp "Kendine dikkat et," dedim. Benim için birinin yanında ağlamanın erken oluşu gibi, onun için de karanlık tarafını konuşmanın zamanı değildi. Yine de bir çok şeyin farkındaydım. Bu saatte gittiği işinin sıradan olmadığını tahmin edebiliyordum. Kardeşiyle evlenen adamın karanlık tarafından bahsetmişti. Onun yanına casus sokacak, sonra da yeğenini alıp babasından uzak tutarak büyütecek birinin ondan daha da karanlık olması gerekiyordu.

"Sen de döndüğümde burada ol."

✂️

Sanırım ilk kez düşündüklerimi, hissettiklerimi umursayan biriyle tanıştım, ablam. Neyi fark ettim biliyor musun? Anlatmayı unutmuşum. İş için resmi, ablam için endişeli olmaya öyle alışmışım ki... Keyif alarak sohbet ederken sesim kendime yabancı geldi.

Doğru yapıp yapmadığımı bilmiyorum. Bana insanlara güvenmemem gerektiğini sen söylemiştin. Gitmeden sadece üç saat önce bunu söylemiştin, ablam. Bu yüzden bunu aklımdan hiç çıkarmıyorum ama onunla konuşurken kendimi sansürleyemiyorum da. Kızma, olur mu?

Tavsiyene uyarak devam edeceğim. Sadece birkaç gün. Birkaç gün biri tarafından önemsenmenin tadını çıkarmak istiyorum. Zaten sonra eski hayatıma geri döneceğim. Hem kızmazsın sen, biliyorum. Bu hayattan sadece birkaç gün alıyorum kendime. Sonra Boncuk ablamın kardeşi olmaya geri döneceğim. Söz.

Düşüncelerinizi yorum olarak bırakmayı unutmayın. Emeğe saygı duyup değerlendiren herkese sevgilerle...♥

Continue Reading

You'll Also Like

223K 12.2K 42
"Bana düşman mı olacaksın? Ol! Bugün seni öldürür, bir saat sonra adını unuturum! Yolda ayağıma takılan küçük çakıl taşından başka bir şey olamazsın...
2.5M 134K 15
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.
6.4K 331 17
AŞK İNSANI NE KADAR YAKARDI? Beni yakmıştı. Ben kaçarken tutulmuştum ona, zihnimin her köşesinde tekrar eden ismi kesiyordu nefesimi. İmkansızlığı...
MAHİ By s

Teen Fiction

14K 1.4K 28
"Biz, birbirimizin hikâyesiyiz." Onu gördüğüm ilk günden beri şafak kalbimde söküyordu. Onu ilk sevdiğimden beri bir ateş parçası uykularımda kol gez...