SUYUN VALSI

By kitaplardakiefsun

4.3K 637 712

Bir yoktan vâr olma hikayesi. "Eksik olmak diğer insanlardan farklı olmaktı bizim lügatımızda. Farklı bir soy... More

•°1°•
KARAKTERLERİMİZ🍃
•°2°•
3°•°°
5°•°Akşam Yemeği•°•
6°•°Eğitim•°•
7°•°Prens Viridian•°•
8.Olcayto
9.Sırlar
10.Sorular
11.Ardent
12.Atış Talimi
13.Geleneksel Saray Kutlamaları
14. Suyun Ve Rüzgarın Dansı
15 Rüyaların Gerçekliği
16. Mecburi İdman
17. Beklenti
18.Gizli Ziyaret
19. Çizimlerin Gizemi
20. Hayat Veren
21. Nü Çizim
22.Yakınlaşma
23.Yolculuk
24.Sarhoş
25.Deniz Canavarı
26.Birlikten Kuvvet Doğar
27.Prensin Öpücüğü
28.Kontrol
29.Kaçış
30.Dönüş Yolu
31.Yangın
32.İntikam Yemini
33.Yeni Kral
34.Dunya'nın Hanı
35.Uyarı
36.Kayıp Harita

4•°Saray•°

202 31 61
By kitaplardakiefsun

**

Mesafeler birer ağ gibidir; her ağ ona ulaşmana engel olan, sonu olmayan bir kördüğümdür.
Ona giden yollar birbirine dolanır ağlardan ilham alarak ve kördüğümün sonuna geldiğin zaman en zor yollardan geçip emeğinin en güzel kavuşmasını yaşarsın, tâ ki o ana kadar çözmen gereken binlerce kördüğümün içindesindir.

Düşünmekten, inkâr etmekten, yaşanıldığına inancım olmayan o büyülü anı zihnimde sorguya çekmekten bitap düşmüş en sonunda sızmıştım. Uyandırıldığımda daha ne olduğunu anlamadan beni bir at arabasına bindirdiler. Geceden kalan enkazı askerler ellerinden geldiğince toparlamaya çalışıyorlar, geceden beri boş durmuyorlardı. Beni ise komutan Pixis'in çadırında sabaha kadar tutmuşlardı, kapıda nöbetçiler beklerken. Değerliydim. Öyle diyorlardı benim için. Arkamdan konuşulanları duymuyormuş gibi yapıyordum ama kulaklarım olması gerekenden iyi çalışıyordu. Olcay'dan ise iyi olduğu dışında hiçbir haber alamamıştım. Onunla, aslında hiç kimseyle görüşmeme izin vermiyorlardı. At arabasına binmeden Olcay'ı görmek için kaçmaya çalıştım, yalvardım yine de izin vermediler. Yaralıydı, bayılmıştı kollarımda onu en son gördüğümde.

Arabaya binerken arabanın arkasındaki küçük camdan bakarken bile onu bekliyordum, onu mutlaka görmeli, iyi olduğunu kendi gözlerime kanıtlamalıydım. At arabası hareket ederken tam umutlarım tükenmişti ki küçük camın arkasından onu gördüm. Gövdesini sadece omzundan beline dolanan beyaz sargı bezi örtüyordu.

At arabası hızlanmaya başladı. Arabayı durdurmaları için cama vuruyor bağırıyordum ama beni umursamıyorlardı.

"Olcayto!"

Olcayto tüm gücüyle arabanın peşinden koşuyor, bana yetişmeye çalışıyordu. Yaralıydı, her zamanki hızıyla koşamıyordu. Her bir adımda acı çekiyordu ama yüreğinin acısı daha nefes kesiciydi tıpkı benimki gibi.

"Elafer! Elafer!"

Göz yaşlarıma hakim olamadan cama son kez vurdum. "Olcay!" Ordudan sesimizi duyanlar birkaç dakikalığına tiyatro oyunu izler gibi hiçbir şey yapmadan bakıyorlardı bu pandomime. Bizlerse tiyatronun pandomim oyuncuları olarak kimseye sesimizi duyuramıyorduk. Oysa davranışlar ve bakışlar sözlerden daha çok ses getirmeliydi dünya, insanlar bu kadar acımasız olmasaydı.

Ve adım adım uzaklaştı benden. Zamanın amansız kumlarına mahkum aramıza zalim kilometrelerin dikenli yolları girmiş uzaklaşıyorduk birbirimizden. Ne o arabayı çeken atlara yetişmeye çalışmaktan ne de ben durmaları için elimden geleni yapmaktan vazgeçtim. Ta ki bir toz bulutunun dumanıyla birbirimizi gözden kaybedene kadar. Ağlamama engel olamıyordum. Ben kahraman olmak, ünlü olmak, tanınmak, şatolarda lüks içinde yaşamak istemiyordum. Ben o çok kıskanılan prenses olmak istemiyordum. Ben sadece kelimelere ihtiyaç duymadan her dilde konuşabilen kalbin sesiyle beni duyabilen birisini istiyordum: Olcay'ı. Ama kimse bunu anlamıyor, anlamak için çaba sarf etmiyordu. Herkes lüksün göz kamaştırıcı ışıltısında ruhunun temiz ışığını kaybetmiş kör bir şekilde yürüyordu.

**

Saray... İhtişamın gerçek yüzüydü adeta. Etrafı surlarla çevrili, surların etrafı ise bir derenin muhteşem görüntüsüyle örülü.. Ejderhaların saldırılarına karşı derenin suyunu kullanmak için yapılmış su sistemleri... Her şey muhteşemdi ama eksikti; bu sarayda beni anlayan kimse yoktu. Dünyada Olcay dışında yuvam diyebileceğim kimse yoktu.

Sarayın görkemli kapısında bir müddet durup bahçesine girdik. Arabadan indiğimde beni sarışın bir genç karşıladı. Gülüşü gamzelerle süslenmiş, saçları alnına dökülüyordu. Giyimi tam bir prens gibiydi. Kibar bir şekilde elini uzattığında sorgularcasına baktım. Bu onu daha da gülümsetmişti. Neyse ki birisi kulağıma elimi uzatmamı fısıldadı. Sarışın genç elimi uzatınca nazikçe parmaklarımdan öptü.

"Sizinle tanışmak bir onurdur. Lütfen kendimi tanıtmama izin verin. Ben prens Moltaine."

Şaşkınlıkla elimi çektim. Karşımda resmen bir prens vardı. Hızlıca eğilip selamladım. "Ah, kusura bakmayın majesteleri."

"Buna hiç gerek yok, lütfen ismini bahşeder misin?"

"Ben 5.kolordu gözcüsü Elafer Sally Efendim."

Belimden nazikçe tutarak saraya doğru yönlendirdi beni. "Efendim gibi gereksiz hitaplara gerek yok aramızda Elafer. Hadi gel sohbet ederken sana hem sarayı gezdireyim hem de odanı göstereyim. Yorulmuş olmalısın."

"Çok naziksiniz Efen.." prensin gülümseyen bakışını görünce hemen düzelttim. "Prens Moltaine."

Gülerken inci gibi dişleri gözüküyordu. "Sadece Moltaine."

Gülümsedim. "Nasıl isterseniz Moltaine. "

Merdivenleri çıkarken gözlerini devirdi ama gülümsüyordu. "Ah, hâlâ siz ekini atamadık ama bu da bir gelişmedir."

Sarayın sadece üçte birini görmeme rağmen kilometrelerce yürümüş gibi yorulmuştum. Sarmal merdivenlerle her biri bağlantılı ihtişamlı kapılar birer ağ gibi sarayı sarmıştı. Beynimin yolu bulmamda beni yalnız bırakmasından korkuyordum bu lüks labirentte.

Prens Moltaine diğerlerine benzer bir kapının önünde durdu. "Evet, burası senin odan. Umarım beğenirsin." Yavaşça kapıyı açtı.

Şaşkınlıkla baktım prense. Ben sıradan bir askerdim. Hatta bir Ylve'dim. Ve şu an karşımda prenseslere layık bir oda duruyordu; İki geniş penceresi olan, geniş yatağı süslü tüllerin arkasında saklı bir oda. Makyaj masasından çalışma masasına kadar her şeyiyle kalite ve ihtişam kokan bir oda. İnanmazcasına prense döndüm. "Bu oda nasıl benim odam olabilir? Ben, ben... Sadece bir Ylve'm."

Ellerini nazikçe omuzlarıma yerleştirip gözlerimin içine baktı. "Hayır, sen sadece bir Ylve değilsin. Sen Suyun Sesisin. Bizi Geçilmez Ormandan kurtarabilecek tek kişisin."

Mümkün olamayacak bu gerçeği gözlerimi kapatarak reddetmeye çalıştım. Başımı ısrarla inkâr edercesine iki yana salladım, sanki zihnimden o ânı söküp atabilirmişim gibi. "Hayır, hayır prensim. Ben o kişi değilim. Yanlış kişiyi..."

Cümlemi tamamlamama izin vermeden omuzlarımdan sarstı beni. "Sen o' sun. Kabul et bunu; soyun, ırkın hiçbir şey bunu değiştiremez. Sen efsanelerde anlatılan kurtarıcısın. Bu oda senin bizim için yapabileceklerinin yanında hiçbir şey."

Gözlerimi açıp prensin gözlerinde sözlerinin gerçekliğini aradım. Söylediklerine inanıyordu, belliydi. Başımla anladığımı belirttim ve omuzlarımda tüm insanlığın yüküyle bu görkemli odaya girdim.

***

"Hahaha şuna bakın, şu kulaklara bakın! Onun gibileri asmalı."

"Selam, ben Ol-olcayto. Te.. teşekür ederim benden diğerleri gibi iğrenmediğin ve iyi davrandığın için."

"Lütfen efendim, onu da Çocuk Çiftliğine alın. Belli ki kimsesiz. Onun için iki katı fazla çalışırım, hem o da çalışır ama lütfen burada kalsın gidecek hiçbir yeri yok."

"Böyle yapmaya devam edersen onları haklı çıkarırsın Elafer."

"Şuna bakın! O bir Suyun Sesi!"

"Efsaneler doğruymuş!"

"Sen sadece bir Ylve değilsin. Sen Suyun Sesisin. Bizi Geçilmez Ormandan kurtaracak tek kişisin."

"Sen efsanelerdeki kurtarıcısın. Bu oda senin bizim için yapabileceklerinin yanında hiçbir şey."

"Olcayto, hayır! Uzaklaş oradan hemen!"

Bataklığa girmiştim, etrafımı kara bir örtü gibi saran sesler beni bataklığın daha da dibine çekiyordu. Alnım sırılsıklamdı. Ateş gibi yanıyordum. Gözümün önünde Olcay vardı; kollarımda ve yaralı. Etrafımdaki sesleri bir kükreme delip geçti. Sesin ruhumda hissettirdiği tek bir şey vardı; dehşetli bir korku. Fakat kendim için korkmuyordum. Kollarımdan ejderhanın birer hançer gibi olan pençeleri tarafından çekilip kopartılan dostum içindi tüm korkum. Ruhumun ızdıraplı sesi olan çığlığım diğer tüm sesleri susturmuştu. "Olcayto!"

"Elafer! Elafer!" Omuzlarımda hissettiğim yoğun baskıyla çığlıklar içinde bataklığa tamamen gömüldüm. Parmaklarım yeryüzüne damla damla kan ağlayan gökyüzünün derinliğinde kaybolan ejderhaya uzandı.

"Elafer! Kendine gel!"

Dehşetle gözlerimi açtım. Göz pınarlarımdan dolup taşan yaşlar çenemden boynuma yol aldı. Karşımda masadaki mumun turuncu ışığı altında Moltaine vardı. Omuzlarımdan tutarak beni zapt etmeye çalışıyordu. Bakışları endişe yüklüydü. "Sakin ol Elafer, benim. Sakin ol lütfen."

Kabus görmüştüm, gördüklerim gerçek değildi evet ama hissettirdikleri gerçekti.

Bugünün kabusu dünün gerçeğiydi.

İpeklere bürünüp lüks ve şatafatlı hayata hızlı Bir giriş yapmam orada yaşananları değiştirmiyordu.

Hıçkırıklarım gözyaşlarımla ve acımla paralel olarak artarken ellerimle yüzümü örttüm. Titrememe engel olamıyordum. Prens Moltaine beni kendine çekip kollarını omuzlarıma doladı. "Şşt, tamam geçti." Açılıp kapanmasını bilmeyen çeşmem tuzlu yaşlarımla gömleğini ıslatıyordu. Şuan yanımda olan kişinin Olcay olmasını hayal ettim, sapasağlam ve sağlıklı bir şekilde, o her zamanki gülümsemesiyle yanımda olmasını diledim. Fakat kollarını bana sarıp teselli eden kişi o değildi; henüz yeni tanıştığım bir prens, bir yabancıydı.

Eğer sıradan bir asker olsaydım aynı şekilde davranır mıydı bana? Yoksa herkes gibi aslında hiçbir zaman eksik olmayan eksikliklerimi mi görürdü sadece? Yavaşça geri çekildim, beni teselli edebilecek bir şey varsa o da Olcayto'yu görüp iyi olduğunu bilmekti.

"Kusura bakmayın, sadece bir kabus gördüm."

"O gün orada yaşananları gördün değil mi?"

Başımı salladım. "Bir nevi."

"Arkadaşın... Seni uyandırmaya çalışırken adını sayıklıyordun. Olcay, Olcayto... ona ne oldu?"

İsmini duymamla gözlerimin yeniden dolması bir oldu. Dudağımın kenarını ısırarak kendimi tutmaya çalıştım. "Beni kurtarmak için kendisini tehlikeye attı ve yaralandı."

"Peki şimdi nasıl?"

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Bilmiyorum, onunla bir daha konuşamadım. En son beni buraya getirirlerken gördüm."

"Eminim iyidir."

"Umarım..."

***

"Komutanım, lütfen."

Komutan Pixis elini masaya sert bir şekilde vurdu. Artık sabrı taşıyordu. "Olmaz dedim sana Olcayto. Elafer'i göremezsin, kimse göremez. Şuan sarayda ve oraya kimsenin girmesine müsaade etmezler."

"Hiçbir yolu yok mu peki? Beni çok merak etmiştir."

"Yeter! O bir Suyun Sesi. Kimse. Onu. Sana. Göstermez. Anladın mı beni?"

Olcayto başını hüzünle eğdi. Elleri sımsıkı yumruktu gözleri çaresizliğin acı hüznüyle dolu doluyken.

.🌊🌀🌊.

.
.
..
💙Yıldızımızı patlatmayı ve yorumlarımızı şenlendirmeyi unutmayın Suyun Sesleri..🌊💙

Continue Reading

You'll Also Like

46.6K 2.2K 29
#yalicapkini #afrasaracoglu #mertramazandemir #seyfer #antepli
39.3K 4.4K 62
Taylan, on dört ciltlik bir fantastik romanın son cildini bitirince büyük bir hayal kırıklığına uğrar ve ufak bir sinir krizinden sonra geçirdiği ufa...
33.8K 2.1K 22
Levent ve kedi sandığı ama kedi olmayan kedisi Çakır'ın hikayesi 🌈
1.1M 27.4K 65
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...