9. Bölüm

1.8K 129 18
                                    

Evlendikten sonra tanışmıştı Adile Kasım ile. Bu sebepten evlendikten sonra sevdiler birbirlerini. Belki böylesi daha heyecanlı ve daha sevgi dolu olmuştu onlar için. Yemek esnasında yahut bir toplum içindeyken kaçamak birbirlerine bakış atarak gülümseyip, akşam olsa da Kasım işten gelse diye bekleyip, geldiğinde ise uyku vakti olsa da herkes odasına geçse diye daha fazla beraber vakit geçirebilmek için sabırsızlandıkları cicim aylarını geçirdiler.Kayınvalidesi,kayınpederi, kayın ve görümceleri ile yani iki aile bir evde yaşıyorlardı. Cicim ayı dedikleri olayı anca bu şekilde geçirebilirlerdi.

Hemsiye bir torun istemeye çoktan başlamıştı. Evleneli henüz dört ay olmuştu fakat Adile'ye kısır muamelesi yapıyordu. Başka torunları vardı elbet lakin bahçelerinde büyüyen ilk torunlarını kucaklarına almak istiyorlardı. Adile pek razı gelmedi. Kasım evliliklerinden mürekkep bir meyvenin bahçelerinde koşuşturmasını çok istediğini dile getirdiğinde onun da hoşuna gitmiş kabul etmişti. Evlendikten 4 ay sonra gebe olduğu haberini verdi eşine. Bu ilk bebekleriydi ve tüm aileye mutluluk getirdi. Kayınvalidesi de konuşup durmayacaktı böylelikle.

Onların düğününden evvel Kasım'ın kız kardeşi Saadet köylerine gelen yakışıklı bir gence gönül vermiş, genç de onu sevmiş bir kaç kere köyün çıkışında bir yerde buluşup konuşmuştu. Bu haber Kasım'ın kulağına gittiğinde çok sinirlenmiş, durumu kendine yediremeyip sakin kalmaya çalışarak "istemeye gelsinler verin gitsin" diye bir neticeye varmış böylelikle Saadet'in de düğünü alelacele gerçekleşmişti.

Sıra kardeşi Ahmet'teydi. Ahmet Kasım'ın bir küçüğüydü. Bu köye geldiklerinde daha bir yaşındaydı. O da Çukurhisar'da büyümüş şimdi serpilip bir delikanlı oluvermişti. Kasım'a nazaran daha gür saçlı, kara kaşlı, boyu ondan biraz daha uzun yağız bir delikanlıydı.

Annesi Hemsiye onun için bir aday çoktan seçmişti bile. Erzurum'da köylerinde uzak akrabalarından bir mollanın kızını görmüştü. İsmi Hediyeydi. O zamanlar iki yaşındaydı, siyah kıvırcık saçlı, sevimli bir çocuktu. Nereden bilebilirdi yıllar sonra onu gören kadının gelini olacağını.

Molla Abdullah tam otuz sene Semerkant'ta medrese eğitimi almış, öğrendiği tüm ilmi her mezhepte farklı olmasına rağmen dört mezhebtende ezberlemiş, ilmi çok, hemen hemen ülkenin her ilinde vaaz vermiş, mütevazi ve ağır başlı bir imam efendiydi. Herkes kendisine çok hürmet eder, asla saygıda kusur etmezdi. Bir çok il gezdikten sonra tayini çıktığında Manisa'nın bir köyünde durabilmişti.

Hemsiye'nin yıllar sonra mollanın kızları olduğu  aklına gelmiş ve Hediye'yi istemek için evvela haber göndermiş,çağırdıklarında ise eşiyle gidip görüşmüştü. Daha önce Ahmet ile hiç birbirlerini görmedikleri için yüzük takmaya Ahmet'i de götürdüler.

Hediye on altı yaşında zayıf, uzun boylu, siyah saçlı, kara kaşlı, buğday tenli, zarif ve güzel bir kızdı. İlkokulu bitirmiş,babasından ötürü dini eğitimini de tam almıştı. Arada arkadaşları ile konuştuğu sıralar herkes hayallerinden evlilikten bahsettiği zaman o "Asla evlenmem ben, evlenmek istemiyorum" diyip dururdu sürekli. Belki büyük konuştuğundan olsa gerek o kızlardan önce ilk kendisi gelin gidecekti.

Hediye mavi robalı bir elbise ve üzerine krem rengi oyalı örme yelek giymiş, başına da beyaz bir yazma takmıştı. Heyecanlıydı istemeye geldikleri ve yüzükleri takılacağı için. Evleneceği adamın sadece adını biliyordu; Ahmet. Acaba nasıl birine benziyordu, yakışıklı mıydı, iyi bir adam mıydı, onu beğenecek miydi, yan yana durduklarına yakışacaklar mıydı? bunları düşünüyordu.Mutfakta kuzenleri ve diğer kızlar da aynı şeyi merak ediyordu bu konu hakkında konuşup gülüşüyorlardı.

Ahmet içeri girdiğinde ilk oradaki kızlardan biri görmüş "Aaa seninki geldi Hediye bir baksana" demişti. Hediye'nin yıllar sonra anlattığına göre Ahmet bir takım elbise giymiş ama kolları ve paçaları kısacık, sanki makineye atmış da çekmiş gibi komik duruyordu üzerinde takım. Boynuna da uzun bir sarı atkı geçirmiş, yine uyumlu olsun diye ayaklarına sarı çorap giymişti.

İlk bu şekilde gördüğünde giyimini aşırı tipsiz bulmuştu. Hoş kapıdan içeri seksenlerin sevgilisi Tom Cruise'un girecek hali yoktu elbet normal bir insan gelecekti fakat Ahmet'i o tip ile gördüğünde hayal kırıklığına uğramıştı. Her ne kadar şimdi o renkli çorap,uzun atkı ve kısa pantolonlar moda olsa da o zamanlar gülünç gelmişti göze.Hatta içerideki kızlar oğlana çok gülmüş ve Hediye ile çok dalga geçmişlerdi.

Ahmet boylu poslu olduğu için ne giyse yakışırdı. Ucuz bir parça dahi üzerinde taşısa gayet fiyakalı gösterirdi fakat o zamanlar durumları pek yoktu, bir kere giyecekleri kıyafeti almak özel gün dahi olsa fuzuli gelirdi aileye. Aslında Hediye'nin onu ilk gördüğü takım elbise Kasım'ın damatlığı idi. Evde sadece bir takım vardı o da Kasım'a aitti. O giydiği zaman üzerine tam otururdu. Haliyle Ahmet giydiğinde kısa ve küçük durur, bir diğer kardeşleri olan Adem giydiğinde ise büyük dururdu.

Onlar için büyük mizahi bir hatıra olarak kalmıştı o kılıklı atmosfer ve yıllar boyu gülerek anacaklardı. Yakın zaman içinde onların da söz nişan ve düğün aşamaları gerçekleşti. Adile'ye takılan altınlar bu sefer Hediye'ye takıldı. Hediye ta Manisa'dan gelinliğini diktirip getirmişti fakat ona da gelinliğini giydirmediler, sade beyaz bir elbise giymek durumunda kaldı.

Adile'ye arkadaş olmuştu en azından Hediye. Evlendikten sonra onlarda aynı ev içinde diğer bir odada yaşadılar. Aileleri yanında aynı sofrada dahi oturtulmuyor, gelinler mutfakta yiyordu yemeklerini. Gün içinde eşleri ile pek bir araya gelemiyorlardı. Zaten birbirleri ile yeni tanışmış ağız tadı ile dolu dolu vakit geçirememişlerdi. Evli olmalarına rağmen kaçamak sevgililer gibi yaşamak zorunda kalmışlardı.

Kasım sabah annesinin gözü önünde "Hadi selametle, ben işe gidiyorum" diye çıkıp herkesi gittiğine ikna ettirdikten sonra Adile ile olan odasının camından gizlice geri içeri girerdi. Az beraber vakit geçirip, karısı ile saatlerce sohbet edip gülüştükten sonra yine gizli camdan çıkıp giderdi işe.

Ahmet ise Hediye bahçeyi süpürme bahanesi ile dışarı çıktığında ortadan kaybolur, bahçenin arkasındaki çömlek fırına gidip oradan fısıltı ile seslenip Hediye'yi çağırır, tandırlıkta buluşup vakit geçirirdi karısı ile. O da bu görüşmeler ardından giderdi gizlice işe.

Onların cicim ayları böyle geçti.

Bir gün akşam yemeğine hamur çorbası yapmaya karar verdiler. Çorba için yeşil mercimek gerekiyordu. Hediye erzakları stokladıkları dama gidip çuvalı açıp leğene yeşil mercimlekleri doldururken o çuvalın içinde bir mektup buldu ve okuduktan sonra onu derhal ortadan kaldırdı. Kimsenin görmediği gizli bir zamanda usulca yaktı kağıdı.

Cevizli köyünde çalışırken Kasım'ın o zamanlar sevdiği kızın yazdığı mektuptu bu. Mektupta Kasım'ı ne kadar çok sevdiğini, fakat ailesi kızlarını uzağa vermek istemediğini ama ona kaçabileceğini yazmış, çeyizini bohçasını hazırlamış bir hafta sonra cuma günü onu kaçırmasını istemişti.
Belki Kasım bu mektubu o zamanlar okusa, nişanı bozup kaçırabilirdi fakat kader ona bu kağıdı göstermemiş, nasibini gönlüne razı etmesini istemişti.

Elbette kulun bilmediği hayırlı olayların sırrını Allahu Teala bilir ve vakti geldiğinde ona farkettirirdi. .

ANNEMİN HİKAYESİ 🥀 (Gerçek Yaşanmış)Where stories live. Discover now