#44

74 7 2
                                    

Evin eksikleri için alışveriş yapıp evime döndüm. Temizlik yapmayı her ne kadar sevmesemde, kafamı dağıtmak için iyi bir yöntem olacaktı.
Berkay ile aramızda bir şeylerin geçmemesi beni sevindirmişti. Ama bu gerçek neyi değiştirirdi ki artık. Belki kendimden nefret etmememi sağlar.
Kendimden nefret etmek için yüzlerce sebebim varken, sadece bu konu, kendimi sevmemi sağlamayacaktı elbette.
Süpürgeyi çalıştırıp mümkün olabilen her yeri Hulk edasıyla süpürürken, aklımda ki sesleri bastırmaya süpürgenin sesi bile yetmiyordu.
"Onunla da bir geleceğin olmayacak."
Demişti Berkay.
Bayan uzun bacağın hamileliğini öğrendiğimden beri bildiğim bu gerçeği başka birinden duymak bana kendimi kötü hissettirmişti. Ne bekliyordum ki? Ortada bir bebek varken onu bırakıp benimle mi olacaktı yani? Böyle saçma bir ihtimal tabi ki söz konusu değil.
Halbuki ne kadar çok isterdim yeniden biz olabilmeyi.
Çok yol katettiğimi sanıyordum ama her seferinde aynı noktaya geliyordum.
Başladığım yerdeydim yine...
Süpürgeyi bitirdikten sonra her yeri silmeye başladım. Evin kokusu değişmişti birden. Keşke kafamın içini temizlemem de, evi temizlemek kadar kolay olsaydı.
Viledayı kovaya daldırıp kovanın içinde aşağı yukarı dans ettirirken telefonum çaldı.
Arayan Esin'di.
"Naber bebek?"
Esin'in sesi her zaman ki gibi hayat doluydu. Enerjisi telefonun öbür ucundan bana ulaşmış ama ruhsuz bedenime çarparak geri dönmüştü.
"İyi... Senden?"
"Davetiyelerle uğraşıyorum. Bu hafta sonu bu işi Londra'da bitiriyoruz. Biletini alsan iyi olur."
"Bu hafta sonu mu?"
Esin'in düğünü aklımdan tamamen çıkmıştı.
Hala hiçbir hazırlık yapmadığımı duysa kim bilir ne düşünürdü.
"Sakın bana unuttuğunu söyleme. Aylardır bu konuda başının etini yiyorum biliyorsun."
"Bunlar tatlı telaşlar. O kadar da olsun."
"Seni özledim Kumsal. Müsaitsen kahve içelim."
Bir aynada ki paspal halime bir de halâ elimde tuttuğum viledaya baktım.
"Bugün pek uygun bir zaman değil. Temizlik yapıyorum da."
"Bundan iyi zaman yok, yardıma edeceğim. Sen kahveleri hazırla, yanına yiyecek bir şeyler alıp geliyorum."
Bir şey söylememe fırsat olmadan telefonu kapattı. Bulunduğum odayı silip, her yerinin tozunu aldıktan sonra kapısını kapattım.
Ben buranın işini bitirene kadar Esin gelmişti.
"Merhaba seni küçük dertli yer fıstığı."
İçeriye girer girmez elinde ki poşetleri mutfağa bırakıp sandalyeye oturdu.
"Ayaklarıma kara sular indi. Sabahtan beri davetiye dağıtıyorum. Al bakalım bu da senin."
Bana davetiyemi uzattı.
Beyaz fon üzerinde gümüş işlemeleri olan kartta her davetiyede yazan klasik cümleler vardı.
"Demek o büyük gün geldi."
"Gerçek olduğuna inanamıyorum Kumsal. Kafede konuştuğumuz o gün halâ dün gibi. Yeliz ile ayrıldıklarını sana söylediğim günü hatırlıyor musun?"
O güne dair hatırladıklarım arasında yalnızca Ares'e ile yalnız başına geçirdiğimiz ilk hafta sonundan kalma düşüncelerim vardı.
Kahvelerimizi yapıp Esin'in karşısına oturdum.
Getirdiği kurabiyelerden bir tanesini iştahla ısırıp kahveden bir yudum aldı.
"Biliyor musun? 3 kilo vermişim. Bu zamanlarda kilo verdiğini söyleyenleri daha iyi anlıyorum."
Esin'in şu durumda bana iyi gelmeyeceği kesindi. Bana her şey Ares'i hatırlatıyorken onun anlattığı şeylerle bu durum daha da zorlaşıyordu.
"Neyin var senin?"
Bir saniyeliğine göz göze geldiğimizde ağlamaktan korkarak yerimden kalktım ve pencereyi açtım.
"İçerisi çok havasız değil mi ya? Her taraf deterjan kokuyor."
Esin şüphelenmesin diye kendim bile inanmak istemeyeceğim bir açıklama yaptım.
Serin havanın yüzüme çarpmasıyla rahatlamıştım.
"Yoruldum biraz, dün gece uyuyamadım. Ve delirmiş gibi temizlik yapıyorum."
"Bunlar normal değil."
"Ne demek istiyorsun?"
"Son durumlar nedir?"
İşte başından beri sırasının gelmesini istemediğim konuya geldik. Keşke hep evlilik heyecanından bahsetseydin bana Esin.
"Neyden bahsettiğini bilmiyorum."
"Elbette biliyorsun Kumsal. Hadi anlat bana neler oldu? Ares ile aranız nasıl?"
Artık kendime hakim olmaya yetecek gücü kendimde bulamıyordum.
Ağlamaya başladım. Hatta o an istediğim tek şey, ona olan hislerimi içimden atana kadar ağlamaktı.
*       *        *
Yazardan<

Bahçe yabani otlarla çevrilmişti ve iyi bir temizliğe ihtiyacı vardı. Ayaklarına dolanan otların çıkarttığı sesler kulaklarına dolarken anahtarını çıkartıp anahtar deliğine sokmaya çalıştı.
"Hadi ama."
Kapıyı açmak neden her seferinde bir eziyet oluyordu onun için...
Anahtarı avucunda sıkarak duvara yaslandı.
Derin bir nefes alarak gökyüzüne baktı. İçeriden sesler geliyordu ama kapıyı çalmak istememişti. Yeniden kapıya dönerek anahtarı iki eliyle tuttu ve deliğe soktu.
İçeriye ağır adımlarla girip kapıyı sessizce kapattıktan sonra sesin geldiği yöne doğru ilerledi.
Salonunda yabancı bir adam vardı.
Angele ile hararetli bir konuşma içindeyken tartışmaları onun gelmesiyle bölünmüştü.
"Yanlış eve mi geldim acaba?"
"Ares, welcome."
Angele Ares'e sarılıp yanındaki adamı işaret etti.
"Orlando is my friend."
Ares, Angele ile olan bu saçma ilişkilerini nasıl sonuca bağlayacağını düşünürken, genç kadının hiçbir şey belli değilken yakın arkadaşlarını da evine getiriyor olması onu hem biraz kızdırmış hem de Angele'nin rahatlığına şaşırmıştı.
"Konuşmamız gerekiyor."
"Konuşalim."
"Yalnız."
"Orlando benim yakin arkadaş."
"Evimde bir yabancının ne işi var?!"
"Ahh sorry, I'm Orlando."
"Evet şimdi tüm sorun ortadan kalktı."
"Darling, I don't understand you."
Ares saçlarını karıştırıp derin bir nefes aldı.
"Leave my home immediately!"
(Derhal evimi terk et.)
"Ares!"
"Tek kelime edersen sende onunla beraber gidersin."
"Okey bro, keep calm."
Orlando ceketini alıp hızlı adımlarla evi terk ettikten sonra Angele şaşkın bir ifadeyle Ares'e baktı.
"Why did you do this?"
(Bunu neden yaptın?)
"Bana bir kanıt göstermezsen sende gidedeksin!"
"What?!"
Ares üzerinde ki gömleğin düğmelerini açarak kendi odasına çıkarken Angele arkasından bağırdı.
"Wait! I've been waiting for you for a long time!"
(Bekle! Seni uzun zamandır bekliyordum.)

Peşinden koşarak onun odasına girdi ve kapıyı kapamasını engelledi.
"Benimle konuş, neden böyle davranıyorsun?"
"Angele lütfen dışarı çık."
"Seni seviyorum."
"Angele, canını acıtmak istemiyorum ve sen beni zorluyorsun."
Angele, Ares'i dinlemeyerek aralarında ki mesafeyi kapattı ve ani bir hamleyle onun dudaklarına ulaştı.
Ne olduğunu anlayamadan onu kendisinden uzaklaştıran Ares öfkeyle dudaklarını sildi.
"You will go to the hospital tomorrow and do that fucking test!"
(Yarın hastaneye gidip o lanet testi yapacaksın!)
"Then?"
(Sonra?)
"Then, you will go your home!"
(Sonra, evine gideceksin!)
Angele elleriyle yüzünü kapatarak yatağa oturdu.
"Bizi istemiyorsun."
"O benim çocuğum değil."
"Stupid! You dont this remember!"
(Aptal! Bunu hatırlamıyorsun!)
"But, I know. I feel."
Ares, Angele'nin elini kalbinin üzerine koydu.
"Bana bunu yapma Angele, lütfen."
Elini hızla çekerek gözündeki yaşları sildi.
"Do you have feels? You have a stone heart Ares! You are leaving us."
(Hislerin var mı? Senin taş bir kalbin var! Bizi terk ediyorsun.)
Ares, Angele'nin çenesinden tutarak ağlamaktan kızarmış gözlerine baktı.
"Look at my eyes and tell the truth. Is he my son?"
(Gözlerime bak ve doğru söyle. O benim oğlum mu?)

♠️S A R M A Ş I K /2 ♠️ Tahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon