1.1

107 18 10
                                    

Uykulu gözlerle döndüm rüyamdan. Sana sarı laleler aldım çiçek pazarından.~mazhar alason, sarı laleler.

*Sarı lale umutsuz aşk demektir.*
Her şeyin sonunda derin bir nefes alarak huzur bulmanız dileğiyle...

Acılarla

~~
Aslında, bazen kendi kendime düşünüyorum Natalie. Ben bu hayatı hakedecek ne yaptım?

Her zaman iyi hissetmek istedim. Güzel, sağlıklı, terbiyeli olmak. Herkesin parmakla gösterdiği kişi olmak. Ama sadece istedim.
Gözlerimi açtığımda kanlar içinde yatıyordum. Mutfaktan sesler geliyordu. Yerden kalkmaya çalıştım. Ama başım öyle zonkluyordu ki biraz yerde beklemek zorunda kaldım. İyi olunca yavaşça kalktım ve biraz daha iyi olmayı bekledim.
Yavaş adımlarla mutfağa gittim. Dudaklarım öyle kurumuştu ki hemen bir bardak su doldurdum.

O sırada annemi gördüm.

Annemi.

Doldurduğu birayı yudumlarken üstten bir şekilde bana bakıyordu. Onu hiçbir şekilde önemsemedim ve suyumu içtim.

"Ne oldu sana Angela?" Alaycı sesine karşın ona döndüm ve sadece baktım. Onu mutlu etmemek için odama ilerledim. Acı çektiğimi görmesini istemiyordum.

Hayata son vermek için canını teslim etmen gerekirdi, ara vermek için ise uyuman.

Beni şu anlık iyileştirecek olan şeyi yaparak yatağıma girdim. Gözlerimi kapatırken 'belki de bu sondur' diye umdum. Sonra uyku bedenime girdi.
****
"Bu kıza sırf senin için katlandığımı biliyorsun Lou! Zaten isteyerek olan bir şey değildi. Sen de anla artık!"

Minik kız annesinin dediklerini anlayamayacak küçüktü. Ama onun bağırmasından korktuğu için elindeki ayıcığını alıp masanın altına girdi.

Annesi onun korktuğunu fark etmemişti. Küçük kız ileride anlayacaktı ki, annesi hiçbir zaman onu fark etmemişti.

"Anna,lütfen yapma! O bizim aşkımızın meyvesi. Senin kanından, ona böyle kötü davranma!"

Küçük kız gülümsedi. Babası ona meyve demişti! O meyve yemeyi çok severdi. Sadece kivi yiyemezdi, huylanırdı.

"Kes sesini! Zaten sırf sen istiyorsun diye doğurdum onu! Baksana,bana bir gram benzemiyor!"
Küçük kız tombul parmaklarıyla oynadı. Sonra kendisi gibi minik ayıcığı Şeker'in de korkmuş olabileceğini düşündü. Ayıcığı göğsüne bastırdı.

"Şşşt, sakin ol Şeker. Birazdan buradan çıkarız. Ben sana meyve yediririm. Sen armutu seversin, hem duymadın mı? Babam bana meyve dedi!" Küçük kız kıkırdadı. Babası ile annesinin bağırışmalarını duymuyordu.

"Bitti artık! Seni seviyorum Lou, ama daha fazla dayanamayacağım! Ben gidiyorum!"

Kapı çarpma sesi.

Sessizlik küçük kızı korkuttu. Birkaç saniye sonra babası masanın örtüsünü kaldırdı ve kızıyla göz göze geldi. Kız babasının fısıldadığını duydu.

"Tanrım, bana yardım et."
Babası elini uzattı. Kız zekiydi, onu çağırdığını anladı. Ayıcığı Şeker'i aldı ve örtünün altından çıktı.
Babasının gözleri dolmuştu.
Babası kızını kucağına aldı.

"Baba, annem nereye gitti?"
Babası daha fazla kendini tutamadı ve gözyaşları özgürlük isteyen suçlular misali akmaya başladı.

"Markete kızım. Markete gitti." Kız şaşırmıştı. Babası annesini çok seviyor olmalıydı. Yoksa neden ağlardı ki annesi markete gitti diye?

"Baba."kız babasının yüzünü inceliyordu. Birden kendini tutamadı.

"Ben meyve miyim?" Gözlerinde yaşlar olan babası gülümsedi.

"Sen benim çileğimsin, kirazımsın. Sen benim çiçeğimsin."

Kız mutlulukla babasının burnunu öptü.
Ondan mutlusu yok sanırdı, ileride anlayacaktı ki; kendisi dışında herkes mutluydu.

****
Derin nefesler alarak gözlerimi açtım. Nefes nefese kalmıştım. Yatakta doğrulduğumda yanımdaki komodinden su doldurdum. Yüzümde kuruyan kan ve hala sızlayan yaralarım su içmemi zorlamıştı.

Bir gün annemden dayak yiyeceğim aklıma gelmezdi.
Kimi kandırıyorum? Gelirdi.

Hala ağrıyan yaralarımın üstüne rüyamda gördüğüm geçmiş beni mahvetti Natalie.

Söylüyorum sana, hayat hangi insana güzel gelir ki?

Sokakta milletin karalayıp karalayıp attığı kağıtları toplayanlara mı?
Çocukları aç diye çöpten bulduğu yemekleri pişiren annelere mi?
Peki ya, savaşın ortasında kalmış minik çocuklara mı?
Hayat bir pembe dizi gibi gösteriliyor Natalie. Ve ben pembe dizi izlemekten nefret ederim.

Yataktan doğrulduğumda hiçbir zaman ağrımayan belimi doğrultamadığımı fark ettim.

Yavaş hareketlerle belimi doğrulttum ve tuvalete ilerledim. Kapıya varamadan ayağım kaydı ve yere düştüm. İnlemem evde yankılanırken annemin evde olmadığını, olsa bile gelmeyeceğini anladım.

"Mon pere, nerdesin?" Fısıltımın ardından dudaklarımdan bir hıçkırık döküldü.

Babam bir melezdi. Yani büyük babam İngilizken büyük annem Fransızdı.

Büyükannem ,babam daha bebekken onun kulağına Fransızca kelimeler fısıldarmış.

Aynısını babamda yapmış.

Kendimi kurtaracak kadar Fransızca bilmemi buna borçluyum. Her şeyde olduğu gibi bunu da babama borçluyum.

Kendimi çok çaresiz hissettim. Her zaman böyle hissederdim ama bu farklıydı. Tutunacak hiçbir dalımın kalmadığını fark ettim.
Sonra ağrılarıma aldırmadan ayağa kalktım. Gözyaşımı sildim. Kararlılıkla karşıya baktım.

Tutunacak bir dalım belki yoktu. Ama dalı ben yaratacaktım.

~~~~~
Şu sıralar üzgünüm. Bilmiyorum, sadece ileride açıp okuduğum zaman "aferin be kızım! Sen neleri atlatmışsın? Bunu da yaparsın!" Demek istiyorum kendi kendime.
Tabiki kitap beni anlatmıyor. Ama oraya yazdığım hisler benim hislerim. Şunu hiçbir zaman unutmayalım olur mu?

"En kötü geceni düşün; yine sabah olmadı mı?"
Acılarla kalın...

Natalie.Waar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu