Kahveyi çıkardığım kupaya doldurup salona döndüm. Sabaha kadar notları düzenlemem gerekiyordu. Önceliğim notlardı. Aklımda bunun dışında en ufak bir şey olamazdı.

Kadife koltuğuma yerleştiğimde üzerinde bilgisayarımın durduğu sehpayı kendime çektim. Koltuğun kenarındaki kısma kahveyi bıraktım ve işte hazırdım.

🌸

Kapının vurulma sesi algıma ulaştığında gözlerimi güçlükle araladım. Koltuğun kenarından boynumu kaldırıp ayaklarımı sarkıttım. Ders çalışırken birkaç dakika gözümü dinlendirmek istemiştim ve işte sabah olmuştu. Boynumu iki yanından sıktığımda zil bir kere daha çaldı.

Yerimden kalkıp saçlarımı elimle düzelterek kapıya yürüdüm. Gelen her kim ise hem kapıya vurup hem zili çalıyordu. Saatin kaç olduğuna dair bir fikrim yoktu ama alarm çalmadığına göre henüz 9 olmamıştı.

Kapıyı açtığımda karşımda Sıla vardı. Elinde iki kahve ve bir kese kağıdı ile kocaman kahverengi gözlerini gözlerime dikmişti.

"Sıla?"

"Kahve getirdim," dedi, elindeki kartonu kaldırıp gülümsemeye çalıştığında. Yüzünde daha çok suçlu bir ifade vardı.

"Gel," dedim. Kapının önünden çekildiğimde doğrudan salona ilerlemişti.

Elindeki kahveleri sehpanın üzerine bırakırken "Tabak getireyim," dedim.

Mutfaktan bir tabak alıp hemen içeri dönmüştüm. Sıla tabağı elimden alıp getirdiği sandviçleri ve kurabiyeleri yerleştirdi.

"Böyle çat kapı geldim ama önce benimle konuş, yani önce benden duy istedim."

"Videoyu gördüm," dedim, kadife koltuğa oturduğumda.

Sıla kaşlarını kaldırdı. Önce neyden bahsettiğimi anlamamıştı ama hemen sonra yüzü farkındalık ile kasıldı. "Gördün tabii..." dedi sıkıntıyla.

Koltuğun diğer ucuna oturduğunda bana dönüp bir bacağını koltuğun üzerinde kıvırarak kendine çekti.

Ellerini yanaklarına bastırdı. Derin bir nefes aldı. "Berrak, özür dilerim. Benim aklım yerinde değildi. Ne bulduysam içtim. Bu asla açıklamıyor farkındayım ama özür dilerim, gerçekten aptalca bir şeydi, hiçbir anlamı yok."

Bir anlamı olmadığını biliyordum. Halinden, tavrından da bu açıkça belli oluyordu. Sıla arkadan iş çevirecek insanlardan değildi. Bir kere dürüsttü. Fikirlerini de doğrudan söyleyecek kadar net biriydi. Sıla hakkında düşündüklerimin eşitlendiği biri daha vardı. Bu beni içten içe şaşırtmıştı. Ne çok benziyorlardı.

"Özür dilerim," dedi bir kere daha. "Aybars benim için çok fazla şey yaptı. Sen de öyle... İkinizi de kaybetmek istemiyorum. Nasıl böyle aptalca bir şey yaptım aklım almıyor. Sadece Ekin seni unuturum deyince ben de işte kendimce ona meydan okudum ya da bunun meydan okuma olacağını düşündüm."

Derin bir nefes alıp sıkıntıyla verdi. "Gerçekten kendime tahammül edemiyorum artık."

"Sıla," dedim elimi uzatıp dizine koyduğumda. "Bana açıklama yapmak zorunda değilsin."

"Zorunda olduğum için değil Berrak. Bak ben senin son zamanlarda ne kadar fazla şeyle uğraştığını biliyorum ve tüm her şeyin yanında, sen kabul et ya da etme Aybars sana özel ve ben bir şekilde bu sınırı aştım. Gerçekten çok üzgünüm."

Dün gece saatlerce çalışmış, telefonu tekrar elime almamak için büyük bir mücadele vermiş ve sonunda bir şekilde uyuya kalmıştım ama bu asla huzurlu bir uyku olmadığından başımda ve boynumda yoğun bir ağrıyla uyanmıştım. Sıla'nın kendini kötü hissetmesini istemiyordum ama işte onu aksine inandırmak için söyleyebileceğim tek şeyi de söylemiştim. Sorun değildi. Çünkü daha fazla ne diyebilirdim ki? Aybars bana özel miydi, bilmiyordum. İçimde özel miydi ondan bile emin değildim. Onun karşısına çıkıp Sıla'nın öpücüğünün hesabını soramazdım. Böyle bir hakkım yoktu. Üstelik bunca zamandan sonra, ben ona neyin hesabını soracaktım?

İLKYAZWhere stories live. Discover now