Bölüm 2

8.5K 490 7
                                    

Alex ve Martin'in içinde olduğu siyah Range Rover ani bir frenle 520 Park Bulvarı 60. Sokak üzerindeki Christ Kilisenin önünde durdu. Martin şoförüne bir küfür salladı ve kapısını açıp indi. Manhattan trafiği gelinliğiyle inen Alex'e acımasızca bağırtılar ve korna sesleriyle karşılama hazırlamıştı. Normalde yeminden önce birbirlerini görmemesi gereken gelin damat sabahın erken saatlerinden beri birbirlerine katlanıyorlardı. Alex'in gelinliğinin kuyruğunu toplamak yine Martin'e düşmüştü. Kızın elinden tutup koşar adım müstakbel karısının akrabalarının yanına bırakmıştı. Nedimeler hep topu dört kişi olmalarına rağmen onu gözleriyle çiğ çiğ yiyorlar gibi hissetmekten kendini alamadı. Martin saçlarını milyonuncu kez eliyle geriye taradı ve babasının yanına doğru yürüdü.

-Bu lanet fotoğraf işini neden önceden yapma gereği duyduğunuzu bir türlü anlamıyorum!" diye konuştu Morgan Greenwood. Martin iç geçirdi. Adam kilisede küfür ettiğinin pek farkında değil gibiydi. "Bilirsin uğursuzluk getirir."

Martin babasına bunun için çok karşı çıktıysa da hiç tanımadığı bir kadınla -bir çözmezle- evlenmekteydi. Alex'in babası pis işlere bulaşmış beceriksiz bir kumarbazdı ve hiç düşünmeden her şeyini ya harcamış ya da ipotek ettirmişti. Morgan'a bir vefa sözü karşılığında yine hiç düşünmeden kızını sunmuştu. Martin Greenwood'un ilerleyen yaşı ve sorumluluk sahibi olmaması yüzünden Morgan bu teklifi deyim yerindeyse havada kapmış ve hemen nişanlanmalarına karar vermişti. Kızla nişanında karşılasan damat adayı metresleriyle kavga gürültü ayrılmış, babasıyla uzun süre kavga etmişti. Fakat babası kararından vazgeçmemiş kızı karga tulumba kollarına bırakıvermişti. "Bu senin sorumluluk bilincini geliştirmen için bir fırsat, Martin. Okulda sana verilen yumurta gibi düşün. Kırmasan iyi edersin evlat." Martin okuldan da o saçma sorumluluk bilincini aşılayacağını düşündüğü yumurtadan da nefret etmişti. Kendisine teslim edilen yumurtayı daha eve gitmeden çöp kutusunun içine fırlatmıştı. Babasına cevap vermek yerine susmayı tercih etmişti. Saatine baktı. Düğününe sadece on beş dakika vardı.

Alex aynanın önünde, hala yüzüne daha fazla bir şey sürmesi için uyaran annesinin sesini kesmesini söylememek için dişlerini sıkıyordu. Alex'in babası aynadan onu izlerken cebinden bir matara çıkarıp birkaç yudum içti. On yıl kadar önce canını İtalyan gangsterlerin elinden güç bela kurtaran Morgan'a teşekkür için verdiği kızını inceliyordu. Alex inatçı bir ifadeyle kaşlarını çattı. Bu evlilik iki tarafın da yararınaydı. Alex bunu anlamıyor, daha doğrusu umursamıyordu. Parlak bir geleceği olan bir bilgisayar mühendisiyken babası onu apar topar evlendirmeye kalkmıştı ama bundan zerre pişmanlık duymuyordu. Martin ona bakardı. Nedimeler yerlerine geçmek üzere odada çıkmadan Alex'e iyi dileklerini sundular ve öptüler. Odada sadece annesiyle kalan Alex gittikçe artan klostrofobisini yenmeye çalışıyordu. Annesi ellerini omzuna koydu. Gözlerindeki yaşlar yanaklarına süzüldü.

-Benim küçük kızım evleniyor. Ah Tanrım!" dedi. Bir hıçkırık ağzından kaçıverdi. Alex ağlama krizine girmemek için kendini zor tutuyordu. Onu zorla evlendiriyorlardı, Tanrı aşkına! Annesi kızının duvağını güzelce örttü.

-Anne izin verirsen birkaç dakika Tanrı'ya evliliğimi kutsaması için dua etmek istiyorum." Dedi fısıldayarak. Annesi mutlulukla iç geçirdi. Sonunda onun karşı çıkmaktan vazgeçtiğini düşünüyordu. Kapıyı arkasından kapatırken Alex avuçlarını birleştirmiş gözlerini kapatmıştı.

Herkes yanılıyordu.

Kilise korosu müziğe başlarken Alex'in babası Samuel, bir gün her kız babasının yapacağı gibi kızına eşlik etmek için odasına doğru seğirtti. İçtiği viski yüzünden hafif çakırkeyf olan adam düzgün bir biçimde yürümek için gözle görülür bir çaba harcıyordu. Kızının itirazlarına başka türlü katlanabileceğini sanmıyordu.

-Sen burada ne arıyorsun, Minerva? İçeride misafirlerin yanında olman gerekiyordu." dedi Samuel kapının önündeki karısına. Kadın adamın nefesindeki içki kokusunu alınca soylu burnunu kırıştırdı. Elinde dertop yaptığı peçeteyle son kez gözlerinin altını sildi ve küçümseyici bakışlarla yanından yürüyüp geçti.

-Kadınlar... " diye iç geçirip kapıyı tıklattı." Alex? " Cevap gelmedi. Tekrar güçlü bir şekilde tıklattı." Alex? Meleğim? " Yine sessizlik. Son dakika heyecandan tuvalete gittiğini düşünüyor ve endişelenmemeye çalışıyordu. Kız intihar etmiş olamazdı, herhalde." ALEX! " Sesi kilisenin içinde yankılandı. Koro solisti sesini daha da yükseltti. Adam kapıyı açmaya çalıştı. Açılmadı. Tekrar denedi. Olmadı. Omuzuyla kapıya yüklendi." Alex şu lanet kapıyı aç! "

Salonda yankılanan ses birkaç kafanın o tarafa doğru dönmesine neden oldu. Nedimeler ve sağdıçlar birbirlerine ne olduğunu anlamadıklarını belirtiyorlardı. Martin biliyordu. Martin her şeyin farkındaydı. O dik kafalı kız kaçmış onu Tanrı'nın huzurunda yarı yolda bırakmıştı. Sırıtmasını gizlemeye çalışıyor aksine endişeli ve kızgın görünmeye odaklanıyordu.

Samuel'in arkasından gelen Morgan öfkeyle homurdandı ve o da sarhoş arkadaşıyla birlikte kapıya yüklendi. Kapı çıtırtıyla menteşelerinden ayrılarak savruldu. Oda boştu. Bomboş.

-Anlaşılan müstakbel gelinim Tanrı'nın gazabından korkup kaçmış."

Alayla öfke arasındaki bu sözler üzerine Martin babasının yanına geldi. Düşünceli bir şekilde başını salladı. Öfkeli görünmeye çalışmaktan karnı ağrıyordu.

-O sürtüğü bir elime geçirirsem! " diye haykırdı Samuel. Minerva oturduğu kilise sırasında nefesini tuttu. Kızının kaçmış olduğunu anlamış olan bir o değildi. Kilisede korkunç bir kakofoni başladı. Müzik kesildi. Morgan, Samuel, Martin ve sağdıçları kiliseyi ikiye ayıran koridordan koşar adım çıktılar.

-Toplantı pek istediğiniz gibi geçmemiş anlaşılan, Bay Cylton." dedi Oliver'i şoförü dikiz aynasından patronuna bakarken.

-Olması gerektiği gibi geçti, John.

Sesi kayıtsız olmasına rağmen içinde fırtınalar kopuyor, öfkesi köpürüyordu. Üstüne üstlük araba trafiğin tıkanmasıyla olduğu yere çakılıp kalmıştı. Sinirle iç geçirdi ve Times'ını dizlerinin üzerinde açtı. Ekonomi sayfasında boy boy resimlerinin çıkması ve övgülerle dolu bir yazının çıkması an meselesi olabilirdi ama engel çoktu. Yıllardır bu şirkette en doğru kararı vermesi gereken babası hep kötü tercihler yapıp hayatını cehenneme çevirmişti. Şimdi de büyük bir ihtimalle ona karşı olan yönetim kurulunu tutacak, asla şirketi ona devretmemesi gerektiğini söyleyecek, genç adamın zorla kazandığı itibarı çöpe atmak için elinden geleni yapacaktı. Onun da kendisi gibi battığını görmek istediğini düşünüyordu Oliver. "Senin burnun sürtülmeli, genç adam!" demişti yaptığı ilk işten kazandığı parayla yeni aldığı evi dostlarıyla kutladığı gün. Acımasız eleştirisi kalbine saplanan bir bıçak gibi etki etmiş, babasıyla o günden sonra tartışmak dışında hiç bir şekilde iletişime geçmiyordu. Şimdi kendi evine giderken o zamanı hatırlıyor içindeki öfke çığ gibi büyüyordu.

-Neden bu kadar uzun sürdü?" dedi ekonomi sayfasını sinirle çevirirken.

-Bir kaza olmuş efendim. Başka bir yoldan gidelim arzu ederseniz?

-Nasıl biliyorsan öyle yap.

Şoförü John küçüklüğünden beri yanındaydı. Onu okuldan evine götürürken hep Bryant parkın yanından geçer, o küçük çocuğun hayranlıkla orayı anlatmasını, ders çalışmak için hep orayı tercih etmesinin nedenlerini dinlerdi. Büyüdükçe çok katı bir adama dönüşse de onun çocukluğundan şimdiki haline kadar yakından tanıklık eden John, içinde bir yerlerde hala o eski neşesini sakladığına inanıyor ya da en azından umuyordu.

Aniden önüne fırlayan gelinlik içindeki kızı fark ettiği an frene asıldı.

-Ne oluyor? " diye bağırdı genç adam. John kendini toparlarken cevap vermedi. Sol tarafına doğru koşmaya devam eden kız görüş alanından çıkmıştı.

-Bilmiyorum efendim. Bir çeşit şaka sanırım.

Oliver kaşlarını çatarken şaka bir anda kapıyı açıp arabanın içine düştü.

FİRARİ DUVAKWhere stories live. Discover now