Genç kadın duyduğu telefon sesi ile uykusundan uyandı. Başında zır zır çalan telefona bakınca Barbaros'un aradığını gördü ve heyecanla anında ayılıp hala çalmakta olan telefonu cevapladı."Efendim?"
"Uyuyor musun? Güzelim geç kaldın o zaman çünkü saat on." Hazan hemen duvardaki saate baktı on olduğu gördü. "Ah! Kahretsin. Kimse de uyandırmadı beni."
Yatakta doğrulup başlığa yaslandı ve yüzünü ovaladı. Sonra Barbaros'un o gün geleceğini hatırladı. "Geldin mi?" Bir anda sesini yükselterek hevesle sormuştu ama Barbaros'un sessizliğini duydu sadece.
"İşim uzadı. Burada kalmak zorundayım. Bu akşama kadar bitirmeye çalışacağım. Bu sefer söz vermek istemiyorum ama yarın umarım orada olurum." Barbaros'un sesi bıkkın geliyordu. Anlaşılan o da orada bu kadar kalmaktan memnun değildi. Evet, Hazan'ı ve bebeğini özlemişti. Onlardan ayrı kalmak istemiyordu ama... Ama sanki başka bir şey vardı. Barbaros büyüdüğü ve yaşadığı şehri seviyordu. Buna rağmen bu kadar bıkkın olması doğal mıydı?
"Tamam Barbaros sorun yok. Yani, aksilikler insanın peşini bırakmaz ki." Sinirlenmişti evet. Ama adamda başka bir şey vardı. Sesinden anlamıştı genç kadın. Bu yüzden daha anlayışlı olmaya çalışıyordu.
"Sesin bir tuhaf. Orada her şey yolunda değil mi?" Barbaros seslice nefesini verip birkaç saniye sessiz kaldı.
"Ufak tefek sorunlar Deniz Kızı. Ben hallediyorum sen merak etme. Hadi, kahvaltını yap işe git. Sonra arayacağım."
"Tamam. Görüşürüz o zaman." Telefonu kapatıp yataktan kalktı ve elini yüzünü yıkadı. Üzerine pantolon ve tişört geçirdi. Bir de deri ceketini giyinip annesinin yanına gitti. Kadın evi süpürmüş daha yeni oturmuştu. Hazan yanına gidip oturdu.
"Günaydın anne. Neden beni uyandırmadın?"
"Dün gece geç geldin kızım. Hamilesin sen uykuya ihtiyacın var."
"Neyse tamam. Ben kafeye gidiyorum. Bir şey ister misin? Akşam gelirken alayım."
Annesi bir şeyin lazım olmadığını söyleyince evden çıktı. Bir taksiye atlayıp kafeye gitti. Nil ile Ali çalışıyorlardı. Direkt kasa kısmına geçti ve ceketini çıkarttı.
"Hoş geldin. Kahvaltı yaptın mı?" Nil'in yanına gelmesi ile gülümsedi. "Yapmadım. Ama şu an bir şey yiyesim yok. Öğlene az kaldı zaten o zaman yaparım." Nil onu onayladı ve bir masanın hesabını hazırlayarak yanından ayrıldı.
Öğlen vakti Hazan kahvaltısını yaptı ve saat üçe kadar çalıştı. Cemre ile Kerem gelmiş, Nil İstanbul'a gitmişti. Ali ise arkadaşları ile buluşmaya gitmek için çoktan çıkmıştı. Hazan ona izin vermişti ve okulları açılmadan ailesini görmeye gitmişti. Ama Kerem hiç mutlu görünmüyordu. Hatta bazen dalıp gidiyor, Cemre onun açığını kapatıyordu.
Hazan Kerem'i yanına çağırdı. Genç adam yanına gelip bir sandalye çekti ve oturdu. "Efendim patron?"
"Bir sorun mu var Kerem?"
"Yok, hayır. Ne sorunu olacak ki?"
"Çok dalgınsın. Cemre masalara yetişmeye çalışıyor, sen ise alık alık camdan dışarı bakıyorsun." Kerem sıkıntılı bir nefes verdi.
"Nil ile tartışmıştık. Üstelik bu vardiya değişimi yüzünden de birbirimizi göremiyoruz bir de. Ben suçluyum, aptal gibi davrandım. Şimdi de İstanbul'a gitti. Ama daha geçen hafta ailesi buradaydı. Benim yüzümden gitti." Şimdi anlaşılmıştı. Bu fırlama Nil'i çok seviyordu belliydi, gözlerinden okunuyordu ama odunlukta da üzerinde yoktu. Ama Hazan onları çok seviyordu. Çalışan mı? Hayır. Bu dört genç dostlarıydı. Ailesiydi. Bu yüzden onların üzülmesi Hazan'ı da üzüyordu.
YOU ARE READING
SANDAL +18 (TAMAMLANDI)
General Fiction"Bir sandal mı? Yani her tarafı çürümüş tahta parçası bir sandal mı bizi kurtaracak? Boş versene." Genç kadın başka bir çıkış yolu düşünmeye başladı. Ona neden katılıyordu ki! Bunun aptalca bir hata olduğunu kabullenmek istemese de, durumun gerçekli...