Dışarı çıktığım an bahçeden yayılan hafif müziğin sesi artmıştı. Merdivenleri indiğimde davetlilerin düşündüğümden daha erken geldiğini fark ettim. Elbette kimsenin kaçırmak istemeyeceği bir an gerçekleşiyordu.

"Nora," dedi, evin giriş katından gelen ses.

Anthea tam karşımda durduğunda üzerine yapışarak inen beyaz zarif elbisenin içinde sakladığı ruhun çıkarcılığı gözlerimi devirmek istememe neden olmuştu.

"Tatlım, arkadaşların geldi."

Kaşlarımı hafifçe kaldırdım. Yüzüme midemi bulandırdığını hissettireceğine emin olduğum sahte bir gülümseme yaydım.

"Arkadaşlarım?"

"Evet, şu sarışın yakışıklı olan ile kıvırcık saçlı bir kız ve oğlan."

Başımı hafifçe salladım. Merdivenlerin önünden ayrılıp bahçeye ilerleyeceğim sırada bileğimi tuttu.

"Sana hediye ettiğim kolyeyi takmamışsın. Anneannenindi, söylemiştim ya."

Yüzümdeki gülüşü sildim. Sahte bile olsa herhangi bir pozitif tepkiyi hak etmiyordu.

"Tanımadığım birinin yani."

"Nora'cığım, bak ben seninle iletişim kurmaya çalışıyorum."

İletişim kurmaya falan çalışmıyordu. Beni kontrol altına alıp gerekli anlarda ona destek çıkmamı sağlamaya çalışıyordu. Kasasının şifresinin bile kendi ile ilgili olan bir adama karşı ben asla avantaj sağlayabileceği biri olmazdım. O zaten avantajı yıllar önce sağlamıştı. Terk edilmesine rağmen tekrar karısını kabul eden kaç adam vardı bilmiyordum ama Bülent İlgen kesinlikle herhangi birine benzemezdi. Onun da bu işten büyük bir çıkarı olmalıydı.

"İzin verirsen," dedim kibarlığımı gözünü sokarcasına. "Arkadaşlarımın yanına gideceğim."

Bir şey daha söylememiş, geçmem için kenara çekilmiş ve öylece bahçeye ilerlememi izlemişti. Aynı yerde bulunuyor olmamız, aynı adamla bir şekilde bağımızın olması ve aynı soyadını taşımamız iletişim kurmak zorunda olduğumuz anlamına gelmiyordu. Ona baktığımda hissettiklerimden hoşlanmıyordum. Kesinlikle ev işini hızlandırmamız ve eksikleri hemen tamamlamamız gerekiyordu.

"Sarışın," dedi, en az benim kadar sarışın olan kişi.

"Canım." Kollarımı ona uzattığımda hemen bana doğru gelmiş ve kocaman sarılmama fırsat sağlamıştı.

"Prenses gibi olmuşsun," dedi, pembe elbisemin omzuna çenesini yasladığında.

"Pembelere gizlendim," dediğimde küçük bir kahkaha atmıştı.

Ben de aslında uzun, sivri bir cadı şapkası takmak isterdim ama onun yerine inci işlemeli pembe taç takmıştım. Kahkahamı ise bugün yaratacağım kargaşadan sonrasına saklıyordum.

"Ege nerede?" diye sordum, Ekin'inden ayrılıp Mert'e sarıldığımda.

"Gelecek birazdan, yoldaydı." Mert'in yanağına büyük bir öpücük kondurup Çisil'e sarılmıştım.

"Çok kalabalık," dedi Çisil, kocaman yeşil gözlerini daha da kocaman açtığında.

"E," dedi Ekin abartılı bir omuz hareketiyle. "Koskoca Bülent İlgen evleniyor, daha basın dayanacak kapıya."

"Ne?" Çisil merakla bana dönmüştü. "Gerçekten mi?"

"Evet, Mert ile yakalanmak istemezsen ayrı ayrı çıkın bahçeden," dedim gülerek.

İLKYAZWhere stories live. Discover now