Sıla yanlarına ilerlediğinde Ege çekilip onun sarılması için alan sağladı. Bakışları bana döndüğünde elini uzatıp yanına gitmem için çağırdı.

Bacaklarımı hareket ettirecek gibi hissetmiyordum. Yine de ona doğru bir adım attım. Kalbim hala korkuyla atıyordu. Buradaydı, birkaç metre ilerimde duruyordu ama o korku geçmiyordu.

Sıla kolunu incitmemeye çalışarak sarıldığında Ekin'e bakıp tebessüm ettim.

"Çok korktum," dedi Sıla, yüzünü Ekin'in boynuna saklamıştı.

"İyiyim," dedi Ekin bir kez daha zorlukla.

Öyle görünmüyordu. Kahverenginin bal tonunda bakan gözleri soluktu, parlamıyordu. Ekin böyle bakmazdı. Neşeli şarkılar gibi bakardı o, sürekli dans eder gibi hareket ederdi. Enerjisi bitmezdi, gözleri soluk bakmazdı.

Gözlerimi gözlerinden ayırmadım. Orada yıkılan, parçalanan bir şeyler vardı.

Sıla geri çekildiğinde sıra bana gelmişti, herkes ona sarılmamı ve sorun olmadığını söylememi bekliyor olmalıydı.

Ekin beklemiyordu.

Başımı hafifçe salladığımda anladığımı anlamıştı.

"Kadın nerede?" diye sordu, Ege'ye döndüğünde.

"Hangi kadın?" diye sordu, Sıla, Ege'nin yerine.

"Diğer arabada bir kadın vardı."

"Biz kimseyi görmedik," dedi Ege. Ekin'in omzunu tekrar tutmuş, ona ayakta rahat durabilmesi için destek olmuştu.

"Ben bakarım," dedim.

"Dur sen," dedi Sıla, kolumu tutmuş beni durdurmuştu. "Ben sorarım."

"Nora, siz odaya geçin, ben Sıla ile gideyim."

"Kadının durumunu öğrenin önce, ifademi verdim ben, sonra eve gideceğim."

"İfade mi verdin?" diye sordum, cılız bir sesle.

Başını yavaşça salladığında Ege bana ona dikkat etmemi söyleyen gözlerle bakıp Sıla'nın arkasından gitmişti.

"Sor hadi," dedi, gözleri gibi soluk çıkan sesiyle.

"Çok korktun mu," diye sordum, onun sormamı beklediği sorunun aksine.

Nasıl oldu, neden diye soracak değildim. O arabadan nasıl çıktığını, karşımda nasıl iki ayağının üzerinde durduğunu bilmiyordum. Kalbimin korkudan durmak üzere olduğu gerçeği dışındaki her şeyi önemsiz görüyordum şu an.

Ekin iyi olsun, gerisinin bir önemi yoktu.

"Korkacak kadar vaktim olmadı," dedi, bana doğru yavaş bir adım attığında yüzünü buruşturdu.

"Otur sen, ayakta durma." Kolunu tuttuğumda bana yaslanmasını sağladım. "Yatman lazım aslında... Eve gitmeyelim ama ya bir şey olursa. Burada kalalım."

Kolunu yavaşça kaldırdığında nefesi sıkışmıştı.

"Ne oldu?" dedim, üzerine bakmak için başımı eğerek. Koluna mı değmiştim, neden canı yanmıştı?

"Kaburgam," dedi zorlukla, "İncinmiş."

"Otur o zaman, yok dur oturma canın yanar..." Derin bir nefes aldım. Yatması lazımdı. Neden ayaktaydı?

"Kadının durumunu öğrensinler," dedi, konuşurken de canı yanıyor gibiydi.

Ege yanımıza doğru geldiğinden olduğumuz yerde durmuştuk. Zaten Ekin adım attıkça kötü oluyordu.

İLKYAZDonde viven las historias. Descúbrelo ahora