20

12K 782 336
                                    

"NOT : Konuşmalarda, kalın yazılanlar ateş , italik olanlar da deniz .."

Tüm geceyi, balkonumdan yıldızları izleyerek geçirmeye karar verdim. Çok az huzur için, yapmayacağım şey yoktu. Bu gece, benim cenazem kaldırılmıştı. Bedenen değil belki, fakat ruhum gerçekten ölmüştü.

Bu gece, sevdiğim adamın parmağına takılan yüzük, boynuma geçirilmiş, kanlı bir urgan misali nefesimi kesmişti. Yakında evlenecekti. Sanırım en dayanılmaz olan şey buydu benim için. Mevcut vaziyet, hayatımın tek rutini olan adamı, aklımdan çıkartmak dışında şans tanımıyordu bana.

Belki de boyumu aşacak oyunlara girmemeliydim, onca zaman bir şekilde dayanacak gücü bulmuştum. Fakat bundan sonrası için aynı şeyi söyleyemezdim.

Belki de ateşle konuşmalıydım. Sözleşmeden kalan senelerin parasını ödemeye hazırdım. Kredi çeker, borç alır bir şekilde öderdim. Sonrasında ne yapardım, neye tutunurdum, bilmiyordum. Belki de ailemin yanına taşınırdım. Dünya pek benlik değildi açıkçası. Onların yanına gitmek çokta kötü bir fikir sayılmazdı.

Yorulmuştum, çünkü bu hayat beni ateşin arkasından, havalimanında ağlatmıştı. Yollarda ağlatmıştı. Sokakta ağlatmıştı. Adliyenin kirli tuvaletlerinde ağlatmıştı. Kaldırıma çöküp ağlatmıştı. Suyun altında ağlatmıştı, Uykudan uyandırıp ağlatmıştı. Ağlamaktan uyuyamadığım gecelerim olmuştu benim.

Düşününce, başından beri zayıf ve güçsüz davranmış olmak, ağrıma gidiyordu, öylesine her şeye ağlayan biri değildim, sadece onun aşkıma yaptıkları çok ağırdı.

Bilmiyordu. Hiç düşünmemişti yaptıklarını. Ya da bile bile yapıyordu. İçimde ki çığlığa kulak vermemişti. Aşkımı görmemişti. Ağzımdan kaçan hıçkırıkları umursamamıştı. Gözlerimde ki kanlar sorun değildi onun için. Sağırdı. Kördü. Dilsizdi. Bir bana kördü. Bir benimle konuşmuyordu. Bir yandan kaçıp öte yandan ona sığındığımı göremeyecek kadar hem de.

Beklentim yokmuş gibi davranıp, içime dünyaları sığdırmıştım. Bu benim suçumdu.
Bu dünyaya adapte olmaya çalışmak benim kanserimdi. Kafamda susmaları için yalvardığım sesler vardı sürekli. Ve ben onları susturmaya çalışmaktan yorulmuştum. Birazda sağırlaşmıştım.

Albert camus'un hayranı olduğum bir sözü vardı, "bazen günün sonun da insanın başardığı en büyük şey, intihar etmemiş olmasıdır. "
Ben bu gün çekip kurtarmadıysam ruhumu, içi çürümüş bedenimden, tüm hayatımın başarısı sayılırdı bu.

Çünkü kimse nelerle başa çıkmaya çalıştığımı, neleri yenip yenemediğimi, kimin yanında olmak için yanıp tutuştuğumu onun için nelere katlandığımı, başımı neyin ağrıttığını, masumiyetimi nasıl kaybettiğimi, hissettiklerimi, hissetmekten korktuklarımı, kayıplarımı bilmiyordu. Bir ben biliyordum. Dışardan parlayan bedenimin içinde ki, ağlayan zavallı ruhumu. Belki birazda darw tahmin yürütüyordu. O kadar.

Uzunca bir süre kaldım yıldızların aydınlattığı, gök kubbenin altında. Telefonumun aşinası olduğum zil sesi kulaklarımı tırmalayana dek, biraz da olsa kendi kendime kalmış, toparlamıştım. Lakin arayan kişi toparlayabildiğim çok az enerjinin içine bırakılmış zehir gibi yayıldı her yere.

Ateş kişisi arıyor...

-Efendim.

-Deniz ?

-Ateş ?

-Evdesin değil mi ?

-Bir sorun mu var ? Saat gecenin üçü.

Uzak Dur [bxb]Where stories live. Discover now