18

13.5K 753 507
                                    

3 sene sonra..

Zaman, uyuşturucu gibiydi. Yaşanan şeylerin üzerinden geçtikçe, belirli bir hissizlik veriyordu bedene. Lakin hissedilen acının geçmiş olması, acının çekilmiş olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Zihin bir şekilde kaydediyor, bir zaman ne denli kalp sancısı hissettiğinizi hatırlatıp duruyordu. Ve kesinlikle emin olduğum bir diğer şeyse, eğer işler sizin için başından itibaren iyi gitmiyorsa, sonuna kadar öyle devam ediyordu. Bir anda yaşadığınız tüm talihsizliklerin semeresini, alamıyordunuz hayattan. Karma gerçek değildi. İyi niyet yanında iyilik getirmiyor, sevgi bir halta yaramıyordu. Hayat gerçekten boktan bir şeydi. Hayalleriniz, umutlarınız.. aşklarınız hepsi bomboktu.

Başımdan aşağı dökülen ılık su, bu güne kadar ki hayatımın, kısa bir özeti gibiydi. Tüm heveslerim, içimde yaşattığım masum çocuğun hayalleri, birer birer başından aşağı dökülerek, yere nüfuz ettiği an parçalara ayrılıyordu. Bense, o parçaların arasında, kan revan içinde kalmış, çığlık çığlığa yardım dilenen, fakat ağzını bıçak açamayan, yirmi yedisine girecek bir adamdım.

Yaşantımın geldiği noktaya ağlamak istedim bir an. Damarlarımda minik birer solucan misali gezinen boğucu histen kurtulmak istedim. Nefes alamıyordum. Ciğerlerime çektiğim hava kifayetsiz kalıyordu. Sanki, oluk oluk kan akıtıyordu içim. Bacaklarımda oluşan kan göleti ise, bedenimi taşıyamayacak hale gelip titremeye başlamalarına gayet mantıklı bir açıklamaydı.
Kalbim kasılıp gevşerken, göğüs kafesimde ki sızı artmaya başladı. Zaten nefes alamıyordum. Yere yığıldım öylece. Bu hayata karşı dimdik durduğum onca kayıptan sonra ilk yere yığılışımdı.

Duş başlığından akan su, göz yaşlarımı gizliyor muydu, onca olan bitenden sonra dökecek yaşım kalmışmıydı, bilmiyordum. Tek yaptığım nefes alabilmeye odaklanmaktı. Ciddi anlamda nefes alamıyordum. Kabinin kapısını aralayıp, kendime biraz daha hava almak için yer açtım, fakat yeterli değildi. Sürünerek duşakabinden kendimi dışarı attığımda, nihayet ciğerlerime dolan havayla beraber, boğazımda ki yumruyu patlatmak ister gibi hıçkırarak ağlamaya başladım.

Duygusal bir ağrının, fiziksel boyuta dönüşmesi sonucunda, ağlama krizine girmiş, belirli bir sürede, sakinleşememiştim. Toparlamam gerekiyordu. Fakat ayağa kalkma girişimlerim, tamamen hüsranla sonuçlanıyordu. Omuzlarıma uzanan saçlarım hafiften kurumaya başlayana kadar kalkamadım yerimden. Kabinin kapısını kapatmadan kısa bir duş alıp odama geçtim.

Yatağıma oturduğumda kendimden bir kere daha iğrendim. Bir gün yatağıma geleceğini düşünmüştüm. Homofobik değil sanıp, ona olan aşkıma bir ihtimal karşılık verir sanmıştım. Hepsi, koca birer hayal kırıklığıydı. Bana bir kere dahi dokunmamıştı sevdiğim adam. Bir kere bile benim ona baktığım gibi bakmamıştı. Bunlar değildi beni bu denli yıkan. Biraz sonra hazırlanıp, gitmem gereken davetti dünyamı yerle bir eden.

Yörüngem şaşmış, uzay boşluğunda düşmeye başlamıştım. Tek dileğim büyük bir gök taşıyla çarpışıp, tek bir zerremin bile geride kalmayacağı şekilde parçalanmaktı. Nitekim, dünya üzerinde üzerime düşecek bir gök taşı bulamazdım. Kendi başımın çaresine bakmak zorundaydım.

Yavaş yavaş, sakinliğin, hissizliğin, esir aldığı bedenimi dolabıma yönlendirdim. Beyaz bir gömlek ve siyah takımımı çıkarttım. Kıravat takmayacaktım. En sevdiğim, ateşin, bana kazandığım ilk büyük dava sonrası, hediye ettiği gümüş rengi kol düğmelerini taktım. Saçlarımı sıkı bir topuz yapıp, pahalı saatimi de taktım.

Uzak Dur [bxb]Where stories live. Discover now