GİRİŞ

1.1K 52 12
                                    

"Neredesin sen?"

Öfkeli sesine tezat yüz ifadesi durgundu. Ama sessiz kalışımla bu ifadesi de değişeceğe benziyordu. Sinirlenmesi umrumda dahi değildi şu an. Susmaya devam ettim.

"Yine o eve gittin değil mi?"

Diye tekrar kükrercesine soru sorduğunda, en azından eve girmemize biraz olsun sevinmiştim. Daha zile basmadan kapıyı açıp hesap sormaya başlamasıyla apartmandaki herkesin duyduğuna emindim çünkü. Kulakları kapı ardında, dedikodu için bekleyen 'komşularımıza' daha fazla rezil olmak istemiyordum. Çantamı partmantoya asıp salona geçtim. Kavga etmeyecektim. Ne yapıp edip yine beni kırıyordu çünkü. Belki eve çabuk gelişimle biraz da olsa sakinleşir zannediyordum ama beni bir anda tutup çevirmesiyle bu önermem de boşa çıktı.

"Sana bir soru sordum!"

Kolumu sıkı sıkıya kavrayan elinin üzerine elimi koyup baş parmağımla hafifçe okşadım.

"Sakinleşir misin biraz?"
"Cevap ver bana!"
"Ya unuttum işte. Bilerek gitmedim. Senelerdir aynı yere gidiyorum ben. Her gün önünden geçiyorum evimin. Dalgındım gittim. Neden anlamıyorsun?"
"Orası artık senin evin değil, sen neden anlamıyorsun?"

Kolumu bırakıp kendini koltuğa bıraktı. Kafasını geriye atıp ince uzun parmaklarını saçlarına geçirdiğinde sakinleşmeye çalıştığını anladım. Karşısındaki koltuğa da ben oturdum. Bacaklarıma kollarımı sarıp kafamı dizlerime koydum. Şu an öyle ağlamak istiyordum ki, bunu yapamamak ölüm gibiydi.

"Sen artık evlisin"

Önüme koyulan ayrı bir neden. Ben evliyim. Ben evliyim. Ben evliyim.

"Biliyorum"

Mırıltılı çıkan sesim titremişti. Ağlamamak için direniyordum. Ama nafileydi. Bacaklarımı çözüp ona sırtımı dönerek uzandım. Artık onu görmüyordum. Kendimi iyice gömüp küçüldüğümde hissettiğim acziyet gözlerimdeki yaşların akmasına neden olmuştu. Gün içinde yaşadıklarım da eklenince sessiz hıçkırıklara boğulmam kaçınılmazdı zaten.

Aradan geçen 10-15 dakika sonunda gözyaşlarım dinmiş ve gözlerim ağırlaşmaya başlamıştı. Koltukla bütünleşen yüzümü serbest bırakmak adına döndüm. Döndüğüm gibi de onun kısık ama naif bakan gözleriyle karşılaştım. Gözlerine yerleşince dinmez bir okyanusu andıran lacivert hareleri beni huzura davet ediyordu şimdi. Gözlerine daha fazla bakamayıp gözlerimi yumdum.

"Kapama gözlerini"

Omuz silktim. Uyumak istiyordum. Burnumun dibinden gitse iyi olurdu.

"Uyuyacağım. Gitsene sen"
"Demek öyle küçük hanım?"
"Öyle"

Diye mırıldanıp tekrar ona sırtımı döndüm. Bana bağırmıştı. Onunla bugün konuşmayacaktım. Benden uzak durmasını dileyecekken birden bire havalandım.

"Odamızda uyuruz o zaman"
"Hayır!"

Beni kollarıyla sıkıştırıp aşağıya salınan saçlarımdan çekiştirdi.

"Ya bırak, acıyo!"
"Karşı gelme o zaman"

Oflayıp kollarımı boynuna sardım. Odaya geldiğimizde dahi bana sarılmaktan vazgeçmedi. Üzerimizi örtüp dudaklarını boyun girintimde sakladı. Bu yaptıklarından huylansam da sesimi çıkarmadım. Fakat uyumak üzereyken sesini işittim.

"Beni bir daha sana bağırmaya zorlama!"

Göğsündeki elim ince t-shirtünü kavrayıp sıkarken dudakları dans edercesine hareketlenip hafif bir öpücük kondurdu. Tenime değen nefesini hücrelerime katmaktan geri durmuyordu. Aynı anda belimde konumlandırdığı eli belimde hoş bir his bırakıyordu. O an hissettim. Bu adam her şeyiyle içime işlemekten hiç çekinmiyordu.

"Ve sana bağırdığım için özür dilerim.."

FAİL-İ MEÇHULWhere stories live. Discover now