ZAMAN SANCISI

8.3K 357 128
                                    


Yeni bir hikaye, yeni bir sayfa, yeni bir kalem.
Ama aynı ben, aynı siz, aynı sevgi...
Şimdi elimden tuttunuz, bırakırsanız düşerim.
Elimi bırakmayın, beraber yürüyelim.

Her zaman başarısızlığın, ayaklarına dolandığını hissedenlere ithafen...
Düştüğümüz yerden defalarca kalkıp defalarca düşmeye ama her zaman kazanmaya.

ZAMAN SANCISI

Zaman kirli bir oyundu.
Ellerinize çamur değil, kan bulaştırırdı. Üstümüz ter değil, kin kokardı.
Zaman bölünmezdi ama parçalardı.

Günler aktı, geceler sahil kıyılarına vuran deniz kabukları gibi yıldızlarını gökyüzünün kıyılarına vurdu. Gündüz zamanın koynuna bir leke gibi iz bıraktı. Hayır, iz bırakmadı. Parçaladı, kırdı...

Sessizce oturduğum arabanın içerisinde, pencereden dışarıya bakıyordum. Tekerleklerin altında ezilen yolla beraber, zamanın altında ezilen ama neşeyle sürdürmeye devam ettiğim hayatımı yaşıyordum.

Her şeyin tam da o esnada son bulması gerekirdi aslında. Araba sarsıldı. Babam öfkeyle kornaya basarken ne olduğunu kavrayamamıştım bile. Dudaklarımın arasından boğazımı parçalayacak kadar sert ve tiz çığlık kaçarken, bedenimi kardeşimin üzerine örttüm.Babam kullandığı arabanın frenlerine sert bir şekilde baskı uyguladı. Arabanın frenlerinden gelen acı ses kulaklarımın içerisinde defalarca ve defalarca kez çınlarken, emniyet kemerimin kenarı boğazımı kesmişti. Babam, direksiyonu karşıdan gelen arabadan kurtulmak için refleksle sağa kırarken, ayaklarım annemin oturduğu yolcu koltuğunun altına kayıp koltuğun baskısıyla ezildi. Titreyen bedenim takla atan arabamızın içinde sarsıldı.

Kardeşimin çığlıkları göğüs kafesime dökülürken onu korumaya kendimi o kadar kaptırmıştım ki, tırnaklarım giydiği kazağın üstünden derisine sağlanmıştı.
Camlar parçalandı ve sanki bu anda zaman işlemeyi bırakmış gibiydi. Yüzüme dökülen saçlarıma rağmen tenime süren küçük cam parçalarının sızısını o kadar güçlü bir şekilde hissediyordum ki...

Acıyı hissediyordum. Hayır, acıyı yaşıyordum.

Arabamız sert bir şekilde zemine oturduğunda ayak bileğime büyük bir acı dolandı. Bedenim, ayak bileğimdeki acının yükünü üstlenemediğinde ağzımdan sancılı bir çığlık çıktı. Arabamız, biraz süründükten sonra zeminde sabit kalırken kardeşim kollarımın arasından ayrıldı. Tepetaklak bir şekilde arabanın içerisinde duruyorken ellerimi tavana koyarak duruşumu dengede tuttum.

Patlayan hava yastıkları yavaşça sönerken ''Eslem! Mahperi!'' annemin telaş dolu sesini duydum. Babam hızla arabanın kontağını kapatarak emniyet kemerini çözdüğünde bedeni gürültüyle tavana düşmüştü.

''Anne...'' diye inledi kardeşim. Sesinde korku vardı. ''Anne, ablam.''

Gözyaşlarım yanaklarımdan akıp giderken ayak bileğimdeki yakıcı sızı büyüdü. ''Ayağım...'' diye inledim. ''Anne ayağım çok acıyor ne olursun bir şey yap!''

Oysa annem, öndeki koltukta tavana doğru baş aşağı bir şekilde duruyordu. Babam onu çıkarmak için önce kapısını açtığında ayağımı hareket ettirmeye çalıştım. Bileğimdeki sızı daha da kuvvetlenirken acısı sanki tenimden etlerim cımbızla koparılıyor gibiydi. Bedenime büyük bir zehir sıçramıştı ve bu zehir içimi eritiyordu.

Ayağımı hareket ettirmek için yaptığım hareketle dudaklarımın mührü açıldı, çığlığım tekrardan aşinası olduğu etrafa yayılırken ''Anne ayağım, hareket ettiremiyorum...'' acıyla iç çektim. Boğazıma düğümlenen korkularımın varlığı beni daha fazla tüketirken ''Baba, ne olursun yardım et!'' diye inledim.

Annem arabadan çıkmış ambulansı aramaya koyulurken bedenindeki çizikleri görmüştüm. Babam kardeşimi de kapısını açıp çıkarırken babamın kollarındaki kesikler gözüme takıldı. Babam kardeşimi çıkardıktan sonra arabanın içine emekleyerek girdi. Yüzündeki kanları ve kiri görebiliyordum ama bu kanın ve kirin, gözlerindeki parlayan umudun yanında önemsiz kalışını da görüyordum.

Yaşadığımız için seviniyordu.

''Baba!'' dedim yüzümü çaresizlikle iki yana sallarken. ''Baba canım acıyor!''
''Tamam...'' dedi beni sakinleştirmek istercesine. ''Tamam güzel kızım, hiçbir şey olmayacak. Seni çıkaracağım ve direkt hastaneye gideceğiz.''

''Baba...'' dedim yaşlarım artık aldığım solukları bile engellemeye, ciğerlerimi tıkamaya başlamışlardı. Babam, neden böyle olduğumu ve hissettiğim çaresizliği çok iyi biliyordu.
Çünkü bale benim nabzımdı ve atmazsa, ölürdüm.

''Korkuyorum...'' diye fısıldamamla babam emniyet kemerimi çözdü. Bedenim tavana düşerken ellerimden destek almış düşüşümü yavaşlatmış olsam bile koltuğun altına sıkışan ayağımı kıpırdatmamla, canım daha çok acıdı. Acı içerisinde kıvranırken babamın gözlerindeki hüznü görebiliyordum.

''Çok acıyor!'' diye bağırdım. Sesim kalın ve yalvarırcasına çıkmıştı. ''Baba ayağım!''
''Sağlam ayağını indir,'' demesiyle aramanın içerisinden geri geri emekleyerek çıktı ve benim kapıma dolandı. Sıkışan ve saçlarımın uçlarından, tırnaklarımın uçlarına kadar acısıyla beni kıvrandıran ayağım sağ olması, beni daha fazla korkutuyordu.

Çünkü yaptığım bütün hamlelerim sağ ayağımladı.

Sol bacağımı arabanın tavanına bastığımda, etrafımıza toplanan insanların acıyan mırıltılarını duyuyordum. Yüreğim sancılarla teklerken sağ ayağım havada asılı kaldı, bedenim ayağımın sıkıştığı koltuğa arkası dönükken dizim ve ellerimle destek alıyordum. Kafam öne eğikti.

Kısa süre içerisinde o kadar çok pozisyon değiştirmiş ve hareket etmiştim ki ayağımın acısıyla, can havliyle tırnaklarımı koltuğun deri döşemelerine geçirdim.

''Dizini yavaşça bük.'' dediğinde babamın parmakları ayak bileğimin biraz üzerine hafifçe dolanmıştı. Gözlerim tavana düşmüş pembe pointlerime* takıldığında dudaklarımın arasından kaçan hıçkırığa engel olamamıştım.

Babamın dediklerini yavaşça yaparken ayağımı yavaşça indirdim fakat ayak bileğimi kapsayan hiçbir hareketi yapamıyordum. Sanki bütün sinirlerim, kemiklerimin arasında eziliyormuş gibi kuvvetli bir şekilde ağrıyordu.

Kendimi yere attığımda babam kollarını belime doladı ve beni yavaş hareketlerle çekip arabadan çıkardı. Annem telaşla yanımıza koşarken kardeşim oturduğu yerden ayaklanmıştı.
Dışarıdaki gereksiz kalabalık babamın beni kucağından çıkarmasıyla alkış tutarken, onların sadece buz dağının görünen kısmını izlediklerini çok iyi anlamıştım.

Ağlayarak onlara bakarken göğsümde büyüyen kırık umut tanelerini, kaburgalarımın içerisinde büyüttüğüm hevesli kız çocuğu avuçladı, parmaklarını avuçlarına bastırıp ellerini yumruk yaptığında göğsüme iki damla kan düştü.

İlki ayak bileğimdeki nedenini bilemediğim acıydı.
İkincisi de aklıma gelen ve beni yerle bir eden ihtimaller.

Ve anlamıştım ki zaman işlemeyi hiçbir zaman bırakmamıştı. Zaman bizi yaşatarak öldüren bir katildi ve ben, o katilin kurbanlarından sadece biri olmuştum.

Point: Parmak ucunda dans etmek için giyilen bale patiği. (Pointe olarak da geçiyor.)

Zaman SancısıWhere stories live. Discover now