1. Bölüm: ''Lahza''

4.8K 352 224
                                    

Burayı genişletin!

Bence yeni kurguya merhaba hediyesi olarak oylar ve yorumlarla gelin bana...
İyi okumalar.

1. LAHZA

Ölmeliydim.
Takla attığımız gün ölmeliydim.
Ağır bir şekilde yaralanmalı, birkaç gün stabil kalp atışlarımla hastane koridorunda bekleyen aileme umut olmalı ve sonrasında da aniden ölmeliydim.
Ama ölmedim fakat hayatta olduğum gerçeğini de aldığım soluklardan başka bir şey kanıtlamıyordu.

Uzandığım yatakta doğrularak duvara baktım ardından gözlerim tavanım boyunca kaydı ve yerdeki beyaz ama üzerinde mavi kelebeklerin olduğu halımı takip ederek yatağımın üzerine, ayaklarımın üstünde durdu.
Boğazım düğümlendi, soluklarım bütün yaşamıma kinlendi ve ciğerlerimi kavurdu.

Çaresizlik.
Acı.

Bu iki kelime aynaya düşen yansımamı her izlediğimde, ayaklarıma her baktığımda kulaklarımın içinde defalarca kez çınlıyordu ve son on bir aydır hayatımın kilit kelimeleri olmuştu. Oysa çok fazla gülen, neşeli bir hayatım vardı.

Şimdi ise yaşantım sadece yatağım ve yemek masası arasında geçiyor. Hastaneye, misafirliğie ya da babamın zorlamaları haricinde evden dışarıya çıkmıyordum. Hastaneye gitmemin sebebi tamamen fizik tedavi ve psikolojik destek amaçlıydı. Fizik tedavim için gittiğim yere benimle normal bir arkadaşmış gibi konuşabilecek bir psikolog getiriliyordu.
Fakat ben ağzımı bile açmıyordum.

Kazadan hemen sonra ambulans gelmiş ve apar topar hastaneye gitmiştik. Tomogrofi ve bir sürü testler yapıldıktan sonra ayak bileğimde nadir görülen bir kırık olduğu ortaya çıkmıştı.

Talus kemiği kırığı.

Talus kemiği aslında tamamen kemikten değil, yüzde altmış kadarlık bir kısımıda kıkırdak içeriyordu. Talus ayak  ve bacak arasında köprü görevi gören savunmasız ve incinmeye, kırılmaya ya da zedelenmeye müsait olan bir yapıydı. Bunun için ayağımın ekstradan testlerden geçmiş ve kırığımın derecesini incelemişlerdi.

Tedavim dört ay kadar sürmüş, ayağım için çeşitli ameliyatlara girmiş, ayak bileğime bir sürü vida ve demir çubuklar takılmıştı. Dört ayın sonunda ise hepsinden kurtulmuştum ama arkamda bıraktığım kocaman ve yıllarımı alan bir şato vardı.
Bu olaylarla beraber de o şatonun demir kapısını kapatmış ve arkama bakmadan onu zamanın esiri yapmıştım.

Bale.

Yıllardır benimle beraber büyüyen bir spor dalıydı. Beni büyüten bir hobiden daha fazlasıydı. Şimdi ise benden oldukça uzaktı.

Çünkü ölmemiştim, ölmekten beter olmaya mahkûm edilmiştim. Bütün hayatım bu dalın üzerine kuruluydu ve bu dal da tek seferde bir kazayla kesilmiş, yere düşmeme izin verilmişti. Bale yapmam yasaklanmıştı, nedeni ise Talus kırığından sonra ayakta gerçekleşebilecek anomalilerin olmasıydı. Bunların yanı sıra artık sağ ayağım yaptığım bale hareketlerinin hiçbirisini kaldıracak ve onlara uyum sağlayacak kadar esnek bir yapıda değildi. Ayağım, kemiğin kırığının iyileşmesiyle eski yapısına göre daha farklı şekilde kaynamıştı bu da ayak bileğimde beni kıvrandırabilecek kadar güçlü sinir sıkışmalarına, kas kasılmalarına, eklemlerimde hareket kısıtlılığına ve yürüme zorluğuna neden oluyordu. Bunların yanı sıra tam on bir aydır bale yapmıyor, yatıyordum. Bedenim, kaslarım ve kemiklerim uyum sağlayabilecek düzeyde değillerdi.

Hayatım, karşıdan gelen arabanın sırf birisini sollamak amaçlı ters şeride geçmesiyle koca bir boşluğa sürüklenmişti.
O boşluğun içerisinde çıkış yolu ararken daha çok kaybolmuştum. Şimdi ise zamanın üzerime bulaştırdığı zehirle, o boşluğa alışmayı seçmiştim. Zaman bana, çaresizliği enjekte etmişti. Bense o zehirden nasibini çoktan almış olan on dokuz yaşında bir genç kızdım.

Zaman SancısıWhere stories live. Discover now