18. Bölüm: ''Göz Yaşlarından Öpmek''

1.3K 152 128
                                    

Burayı genişletin!

SINIR: 40 OY, 85 YORUM.

Sizi seviyorum, bu yaralı bölümde döktüğüm gözyaşları kadar değerlisiniz.

İyi okumalar...

18. RUH TERZİSİ

Yaralı on sekiz, iyileşmeyen on dokuz.
Yaralar mı daha çok acıtırdı, yaralayanlar mı?

Göğsümde aniden patlayan sancıyla beraber zihnimi, düşüncelerimi ve beni ayakta tutan o ip kesildi.

Zihnim ayrıldı, düşüncelerim porselen bir vazo gibi kırılıp etrafa saçıldığında ayakta duran ben, adımlayarak o kırık porselen parçalarına bastım. Artık ayakta da değildim.

Asla geçmeyen yaralar diye bir şey yoktu, sürekli tekrarlanan yaralar vardı. Tıpkı... Tıpkı küçükken bir sokak arasında arkadaşlarının peşinden koşarken ayaklarının birbirine dolanmasıyla dizlerinin üzerine düşmek gibi. Defalarca düşmek gibi ama her seferinde de koşmak gibi.

Acıları bir olan insanların, merhemleri de bir olur muydu?

İyileştiğini anlamayan bir insana zaman gerçekten ilaç olur muydu?
Tanay öyle demişti. itildiğimiz yer aynı demişti.

Ağlamıyordu, gözleri kızarık değildi veya sesi titremiyordu ama yorgundu, acı yorardı ve bu bile onun canının ne kadar yandığını anlamıştım.

O güçlü kalmak zorunda olduğu için yorulmuştu, asla durmayan kanamasını sürekli sargı bezleriyle sarmaktan yorulmuştu.

O ağlamıyordu ama ben ağlıyordum.
Bir kez daha...

Ama bu sefer daha çok ağladım. Bu sefer, Tanay Akalp için de ağladım.

''Yirmi beş oldum.'' dedi. Sesi ifadesizdi. Gözlerine bakarken kırık bir şekilde güldüm. Gözlerimden akan yaşlar yanaklarımı ıslayıp dudaklarımda kururken onu anlamaya çalıştım.

Düğüm düğüm olmuş boğazım kelimeleri bir kara delik gibi içine çekiyor ve onları parçalıyor olsa da inatla konuşmak için çaba sarf ettim. ''Bugün, yirmi beş oldun.'' bir inci kadar parlak, bir su kadar duru çıkan sesime karşılık kafa salladı. ''Neden üzgünsün?''

Cevap vermedi.

O, şu an liseden belki de üniversiteden arkadaşlarıyla doğum günü kutluyor olmalıydı. Gülmeli, bir kafede yakın bir kız arkadaşının elleriyle ona uzattığı pastayı üflemeliydi.

Bu... Bu, iyileştiğini anlamayan bir insana hâlâ ilaç olan zamanın etkisiydi.
Koltuğumu geriye kaydırıp daha rahat bir pozisyon aldığımda aklımdan hiçbir şey geçirmeden ona bakmaya başladım.

Çok güzel bir adamdı.

Görünür evrenin merkezinde sayılan bedenim, onun görünür evrenin merkezinde olan bedenine hızla çekiliyordu. Birbirine hızla çarpan galaksiler, birbirlerinin içinden geçerlerdi. Bütünleşirler, sonra da birbirlerinden koparlardı.

O, ondan kopmak istemeyeceğim kadar güzeldi.

''Mutsuz musun?'' diye mırıldandım ağır ağır. ''Gülmüyorsun.''
''Sen mutlu musun?'' dediğinde kafamı olumsuz anlamda iki yana salladım. ''Ama bana gülüyorsun.'' dedi.

Kaldım. Öylece yüzüne alık alık bakarken kelimelerim, zihnime çöken karanlıkta etrafa kaçışırken ben ortalık yerde kalmıştım.

Dürüst olsam hangi kelimeleri sarf edecektim ona, yalan söylesem ödeyebilir miydim vebalini?

Zaman SancısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin