16-Savaş alanı

220 16 9
                                    



**
  Hareket etmeyi kesti ve yüzünü tam yüzümün önüne getirdi. Gözleri arzudan kararmış ve göz bebekleri büyümüştü. 

Sesi boğuk ve hırıltılı çıkıyordu. "Görünüşe bakılırsa kaybeden tek kişi sen değilsin." 

Söylediği şey ile ellerimi yatağın başlığından kurtarmayı başardım. Bunu o kadar hızlı yapmıştım ki, başlık sertçe duvara çarptı. Şaşkınlığından faydalanarak onu omuzlarından kavradım ve altıma aldım. Sertliğini hissettiğimde inlememek için dudağımı ısırdım ve kafamı istemsiz olarak geriye attım. Hareketsiz kalmaya çalışmak zordu ve bu his bana çok yabancıydı. Fakat yaşadığım her şeyden daha güzeldi. 

Ne yapacağımı bilmiyordum. Devam etmeyi deli gibi istiyordum, evet. Ama bunun yanında korkuyordum ve ona teslim olmak istemiyordum. Hala tuvalette duyduğum konuşmanın anlamını çözememiştim. Bu da onun oyunlarından biriydi belki de. Belime koyduğu elleri ile bütün düşüncelerim durdu. Zaman durdu. Ben de durdum. 

O ellerini yavaşça kalçalarıma indirirken bütün irademi toplayarak kucağından kalktım ve hızlıca yataktan indim. Yattığı yerde dirsekleri üzerinde doğrularak bana baktı. Hiçbir şey söylemeden kapıya doğru ilerledim. Buradan çıkmam gerekiyordu. Daha fazla dayanabileceğimi sanmıyordum. 

Kapı kolunu kavradığım sırada elimin üzerine kapanan eli hafifçe aralanmış kapıyı sertçe geri kapattı. Ensemde hissettiğim sıcak nefesi kalp atışlarımı hızlandırırken, kalçama dayadığı sertliği bile beni boşalmanın eşiğine getirebiliyordu. Bacaklarım beni taşıyamayacak duruma gelmek üzereydi ve ayakta durmamı sağlayan tek şey dayandığım kapı koluydu. Kulağıma bastırdığı dudaklarının arasından fısıltı ile çıkan adım beni mahvetti. Daha önce kimse beni bu hale getirmemişti. Onun ise, sadece adımı söylemesi yetiyordu. 

"Luhan..." 

Kulak mememi dişledi ve kendini hafifçe geri çektikten sonra daha sert bir şekilde bana doğru itti. İkimizde aynı anda inledik. Tanrım, onu tam kulağıma doğru inlerken duymak... Galiba boşalmak üzereydim. 

"İstediğin bu değil mi?" Onu ilk defa böyle konuşurken duyuyordum. Sesi yalvarır gibi çıkıyordu. Yine de o muhteşem gururundan vazgeçerek kalmamı istediğini söyleyemiyordu. Gözlerimi yumdum ve kendimi zorlayarak konuştum. 

"Ben istediğim şeyi biliyorum. Sorun senin ne istediğini bilmiyor oluşum." 

Hiçbir şey söylemedi. Elimin üzerindeki elinin uyguladığı baskı azalınca kapıyı tekrar açtım ve ondan kurtularak koridora doğru ilerledim. Bir köşede durup kendime dokunmamak için zor dayanıyordum. Koridorlar boş olduğu için şükrettim, gerçi şu anda birinin beni bu halde görüp görmediği umurumda olacak son şeydi. 

Hızlı adımlarla odama ulaştığımda kapıyı sertçe çarparak tuvalete girdim. Eşofmanımı boxerımla birlikte aşağıya indirdim ve sağ elime sabırsızca tükürdüm. Tek elimle duvardan destek alırken, diğer elimle aletimi kavradım. Hissettiğim temas ile ortaya sesli bir inleme bırakmıştım. Gözlerimi kapatınca gördüğüm tek şey Sehun'du. İnleme sesini tekrar kulaklarımda, nefesini ensemde, dudaklarını boynumda hissettim. Öyle bir andaydım ki, bitsin istemiyordum. Fakat ne yazık ki daha fazla dayanamayacağımı anladım. 

Kendimi çekmeye devam ederken bunu yapanın o olduğunu hayal ediyordum. Sona geldiğimde sadece onu düşünerek boşaldım. Birkaç saniye öylece kalakaldım. Zihnimdeki her şey beni terk etmişti. Bildiklerim ya da bildiğimi sandıklarım artık yoktu. Sadece yorgun hissediyordum. Hem de çok yorgun. 

**

"Ananı sikeyim ya. Düzgün oynasana şu oyunu." 

Topu sürmek her şeyden daha zor geliyordu. Yarışmadan daha bugün dönmüştük ve ben istemediğim bir şeyi yapmak zorundaydım. Her pas verdiğimde, düşüncelerim de birinden diğerine atlıyordu. Minsung'a büyük bir farkla yenilmek üzereydim. 

SATRANÇ/HUNHAN Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin