Akın bu kez asıl noktayı anlamış gibi bakıyordu, hiçbir şey söylemeden başını yavaşça salladı.

"Ege'ye ve ailesine zarar verdiğinde... Babam böyledir, önemsemez, değer vermez. Sana neden Londra'ya gittiğimi de anlatmadım, nedenlerden biri babamın tüm yıkımın yaratıcısı olmasıydı. Biraz kendimi, biraz onu cezalandırmak istedim bir yerde. O andan sonra da asla toparlanmayacak bir noktaya ulaştı ilişkimiz."

"Yani diyorsun ki," dedi Akın şaşkın ama alaylı bir tavırla. "Ege için babamı sildim, Ekin için seni harcarım?"

Bunu böyle söylediğinde içimde huzursuz edici bir his belirmişti. Akın'a haksızlık etmek istemiyordum. Beni tutmuştu, yanımda durmuştu. Ona değer veriyordum. Yanında kalmak, her kim isem o olmaya devam etmek istiyordum. Ama işte az kalsın Ekin'e vuracak olduğu gerçeğini göz ardı edemiyordum. Ekin'e vuramazdı, elinden kaptanlığı alamazdı, onu üzecek herhangi bir şeyin ortasında bulunamazdı. Bu da Akın'ın hayatıydı, Akın böyle yapmak isterse o zaman ben yanında duramazdım.

Ne kadar kızgın, kırgın ya da uzak olduğumun bir önemi yoktu. Ekin Göksoy benim en yakın arkadaşımdı. Eskiden bulunduğum yerde durmuyor oluşum hiçbir şeyi değiştirmezdi...

"Öyle demiyorum," dedim sabit tuttuğum sesimle. "Senden rica ediyorum, Ekin'in karşısında durma."

Başını yavaşça salladı. Kızmış mıydı yoksa geçiştirmeye mi çalışıyordu anlamıyordum. Yüzünde dalgalı, hoşnutsuz bir ifade vardı.

"Durmam," dedi bastırarak. "Seni seçim yapmak zorunda da bırakmam, tarafın yeterince belli zaten."

Dudaklarımı araladığım an arkasını dönerek hızlı adımlarla salona doğru ilerledi.

Artık ifadesini çözmeme gerek kalmamıştı, tavrı açıkça kızgın olduğunu ortaya sermişti. Ellerimi belime yaslayıp nefes verdim.

Kendi korunaklı köşemde durmak daha rahattı. Sahte de olsa bir denge, bir düzen oluşturmuştum. Öylece duruyordum. Yine tutmuş çekmişlerdi beni karmaşık, karışık bir kalabalığın içine.

Bir avuç insanı önemserken bile hayat nasıl bu kadar zor olabiliyordu?

Maça dönmek yerine kafeteryaya doğru ilerlemek o an için daha mantıklı geldiğinden telaşsız adımlarımı o tarafa yönelttim.

Salonun kapısından geçmeden önce maçtan çıkmadan önce konuştuğum kızın orada durduğunu fark ettim. İki elini birden ensesine yaslamış göğsünü derin bir nefes ile doldurmuş ve belli ki sakinleşmeye çalışıyordu.

"Göksu?" dedim başımı yana doğru hafifçe eğerek.

Bakışları beni bulduğunda ellerini ensesinden çekip şaşkın bir ifadeyle baktı.

"İyi misin?" diye sordum, sorduğum an ise asıl mevzuyu kavradım. O da birinin iyi olup olmadığını merak ediyordu. Ekin için telaşlanması sonucunda maçta olan durumu fark ettiğim anı hatırladığımda ona yaklaştım.

Elini göğsüne bastırıp birkaç kez nefes aldı. "Bazen oluyor," diye açıkladı eli hala göğsündeyken.

"Dışarı çıkmak ister misin?"

Başını hızla iki yana salladı. "Geçer şimdi," dedi arka arakaya büyük nefesler almadan önce.

"Ekin iyi," dedim, nedense bunun sorunu çözeceğine inanarak. "Yani, daha iyi olduğu zamanlar olmuştu ama bir şeyi yok."

Gözleri kısıldığında başını önüne eğip elini göğsünden çekti.

"Teşekkür ederim," dedi mırıltıyla.

İLKYAZWhere stories live. Discover now