9

476 102 16
                                    


Her zaman ki seans saatimizi geçeli çok olsa bile, o gece tekrar sana dönmüştüm. Hala içeride olup olmadığını bile bilmiyordum ama kapının önündeki sandalyelerden birine oturmuş, duvardaki tablolara bakıyordum sakin ve sessiz ama içinde büyük fırtınaların gürültüsü ile uğraşan bir adam gibi. Beni tam olarak neyin beklediğinden habersiz öylece seni bekliyordum. Bir an için bu bile bana hastalıklı bir davranışmış gibi gelmişti.

Kapı açıldığında koluna astığın paltonla çıkmak üzereydin. Beni görünce duraksadın. Her zaman ki ses tonunla, "Merhaba Sehun," dedin. Bana her zaman ismimle sesleniyordun, ilk tanışmamızdan beri. Boğazımı temizleyerek ayağa kalktım ve yine benim için açtığın yolla içeriye girdim. Odanın ışıkları tekrar açılırken o an bu saatte seni alıkoymanın ne kadar da kaba bir hareket olduğunu fark ettim. Buraya niye tekrar geldiğimi biliyordum ama yaptığım hareketin bencilliğinin de farkındaydım. Bunu sorun etmemiş olman, hatta tam aksine beni gördüğün için memnun olmuş olman beni cesaretlendirmeye devam ediyordu. Sorun sadece ben de değildi.

Ellerim ceketimin cebinde kalmaya devam ederken odanın ortasına doğru yürümeye devam ettim. Arkandan beni takip eden ayak seslerini dinlerken, "Katili yakaladık," dedim.

"Yakalayacağınızı biliyordum."

Durduğumda ayak sesleri de benle beraber durmuştu. Sana doğru döndüm. Paltonu koltuğun kenarına koymuş ve tekrar masana yaslanmıştın. Gözlerin benim üstümdeyken hem kendimi çıplak ayakla dikenlerin üzerinde yürüyormuş gibi hem de rahat bir yatağa uzanmışım gibi hissediyordum. Bu iki duygunun zıtlığı beni daha da tedirgin ediyordu. Sende farklı olan bir şeyler vardı ve ben her seferinde buna takılmadan edemiyordum. Kafamdaki tüm düşünceleri dağıtmak istermiş gibi iki yana sallarken birden, "Onu vuran bendim," deyiverdim. "Benden başkası yoktu ve ben de ona ateş ettim."

Kaşlarını kaldırdığında alnında iki çizgi oluşmuştu. "Onu öldürdün mü?"

"Hayır, sadece omzundan vurdum."

Bu sefer yüz ifaden daha düz olurken, "Onu vurduğunda kimi gördün?" diye sordun. Tekrar başa döndüğümüzü düşünüyordun, aynı şeyleri konuşacağımızı. "Kyungsoo'yu görmedim." dedim boşluğa bakarken. Sesim sakin çıkmış olsa bile gizlediği bir hırçınlık vardı. Fırtınanın geleceğini hisseden bulutlar gibi, yavaş yavaş kararmaya başlamıştı.

"O zaman sana dadanan Kyungsoo'nun hayaleti değil, değil mi? Bir insanın öldürmenin verdiği hissin kaçınılmaz gerçeği bu."

"Kyungsoo'yu öldürmek adalet hissi verdi."

"İşte bu yüzden Baekhyun'u öldürmesine engel olup sana o katmış olduğu canlılık hissini aldığın için buradasın."

Limon yemişim gibi yüzümü buruşturdum. "O adamı vurduğumda canlılık falan hissetmedim."

"O adamı öldürmedin," dedin daha keskin bir şekilde.

Derin bir nefes aldım. Arkamı sana dönmüş ve gözlerimi yukarıdaki kitaplığa çevirmiş gibi yapmıştım ama aslında olan şey; gözlerimi kapatarak karşılaştığım karanlıkta beni bekleyen hayaletime bakmaya çalışmaktı. Fakat karanlık sadece koca bir hiçlikti. "Öldürmeyi düşündüm," diyerek itiraf ettim. Bu gerçek tüylerimi diken diken ediyordu. "Niyetimin tetiği çekmek olduğundan hala tam olarak emin değilim."

"Niyetin onu öldürmekten yanaysa, yapması gerekenleri neden yaptığını anlıyorsun. Bir bakıma harika aslında, sözü edilmeyecek şeyleri dışa vurmak."

Sana doğru dönerken sanki omuzlarıma birkaç beton daha koymuş gibiydim. Her bir ağırlıkla sırtım kamburlaşıyor ve ben yavaş yavaş altında kalıyordum. "Tekne motorlarını tamir etmeliydim," dedim yenilmişlikle. Böylece her şey daha kolay olurdu.

Masandan ayrılarak koltuğa geçtiğinde bakışlarını tekrar bana çevirdin. Seninle ilgili fark ettiğim bir başka ayrıntıydı bu. Her zaman benle göz teması kurmaya çalışıyordun ama bu sanki zorla değil de doğal bir şekilde gelişiyordu. İlk tanışmamızda da bu konu üstünde durman bu konuya takılı kaldığın izlenimi verse de istemsiz benle göz göze olma ihtiyacı hissediyormuşsun gibiydi. Sol bacağını sağ bacağının üstüne atarak ellerini birleştirdin. Düşünceli bir sesle, "Tekne motoru bir makinedir, sorunu tahmin edilebilir ve basit çözümü vardır," dedin. Sağ dudağın hafif bir şekilde yukarıya kıvrılmışken konuşmaya devam etmiştin. "Eğer başaramazsan teknenin kürekleri var. Kyungsoo konusundaki küreklerin nerede senin?"

Ben de karşındaki koltuğa geçerken, "Küreklerim olma görevini senin yapman gerekiyor" demiştim. Ortamı göstermek istermiş gibi ellerini kaldırdın. "Yapıyorum da." Dudaklarımı birbirine bastırarak başımı eğdiğim de kısa bir sessizlik oldu. Kolumdaki saat gece yarısını çoktan geçtiğini söylüyordu ama biz yine de burada 'terapi' yapıyorduk.

"Seni o hale getiren Kyungsoo'yu öldürmen değildi, değil mi?" diye sorduğunda başımı kaldırdım ve yine bakışlarımız kesişti. Bana o kadar derin bakıyordun ki açık denizde kaybolduğumu ve duygularımın suyun üstünde yüzdüğünü hissettim. Hislerimle beraber tamamen çıplak kalmıştım.

"Onu öldürme hissinin çok iyi olmasından dolayı gerçekten korktun mu?"

Hiç çekinmeden üstüme geliyordun. Benden cevap alana kadar da durmayacaktın. Bunun işe yaramadığını söylesem büyük bir yalan olurdu. Sen baskı kurdukça kelimeler ağzımdan çıkmak için daha çok kıvranıyordu. Sanki odada bizden başka birileri varmış gibi beklediğin o cevabı sessizce fısıldayarak vermiştim.

"Kyungsoo'yu öldürmek hoşuma gitti."

Terlediğimi, heyecanlandığımı ama en çok da korktuğumu hissettim. Dilinle alt dudağını yaladığında, "Öldürmek Tanrı'ya da hoş geliyor olmalı, her zaman bunu yaptığına göre," dedin. Bacaklarını düzelterek bu sefer öne eğilmiş ve ellerini birbirine bağlamıştın. "Bu resmi aklımızda canlandırmıyor muyuz?"

Boğazıma dayanan yumruğu yok etmeye çalıştım. "Kime sorduğuna göre değişir."

Dudaklarından keyifli bir gülümseme belirdi. "Tanrı çok iyi. Geçen çarşamba bir kilisede ibadet eden 34 kişinin üzerine çatıyı yıktı."

Rahatsızca oturduğum yerde kıpırdanırken, " Ve Tanrı bu konuda hoşnut mu hissetti?" diye sordum kararsız bir sesle. Sen benim aksine rahat bir şekilde arkana yaslanmış ve başını yanağa eğerek bana incelenmesi gereken bir tabloymuş gibi bakmıştın.

"Kendini güçlü hissetti," dedin duygusuz bir sesle.



Trompe L'oeil // sekaiWhere stories live. Discover now