8

552 100 22
                                    


Seninle konuşmayı seviyordum. Senin yanında rahatlamayı, hiç çekinmeden aklımdan geçenleri söylemeyi de. En çok da aynısını senin de hissetmeni seviyordum. Sohbetlerimiz bazen kendiliğinden gelişiyor ama çoğunlukla bana işimle ilgili yardımcı olmaya çalışıyordun. Sen her zaman nazik bir insandın. Öyle görünmeyi tercih ediyordun çünkü.

Kâğıdı masaya koyduğumda bakışlarını benden kâğıda doğru çevirmiştin. Neler olduğunu anlamayarak kaşlarını kaldırdığında, "Bunu biraz erken imzaladın sanırım," dedim. Psikolojik değerlendirmem için başa dönmekten korksam da işler benim için pek yolunda gitmiyordu. Üstünde her zaman ki gibi giydiğin takım elbiselerinden biri varken omuzlarını düşürdün. Benim yorgun ve bitik halime karşılık çok iyi görünüyordun, sanki benden yedi yaş büyük değilmişsin gibi. Ellerini ceplerine koyarak yanında dikilen bana dönmüş ve kâğıdı tamamen görmezden gelmiştin. "Ne gördün ormandayken?" diye sordun sakin bir sesle.

Senin aksine ben ellerimi sıkıntıyla belime yerleştirirdim. "Kyungsoo'yu." İsmini söylemek bile dilimde acı bir tat bırakıyordu.

"Çağrışım olarak mı?"

"Halüsinasyon olarak gördüm. Başka birinin mezarında yatıyordu."

Bakışların donuklaştı. "Chanyeol'a gördüklerini anlattın mı?" diye sorarken tereddüt etmiştin. Yüzümü buruşturarak başımı hayır anlamında salladım. Chanyeol'a bunu söylesem ilk işi beni bir yere kapatmak olurdu. Ama sen bu meseleyi bu kadar önemli görmemiştin. Kâğıdı bana geri verirken oldukça rahattın bu sefer. "Stresten dolayı. Rapor etmeye değecek bir şey değil."

Sıkıntıyla boynumun arkasını ovuşturdum. Peki, neden bana sadece stresten dolayıymış gibi gelmiyordu? Geceleri yatağının altında hiçbir şey olmasa bile canavar çıkacak diye korkan çocuklar gibiydim. Orada gerçekten olmadığını bilmeme rağmen sanki oradaymış gibi hissediyordum. Kafa karışıklığımın farkında olarak sen de konuşmana devam ettin, beni rahatlamaya çalıştın.

"Kendi kurbanın olarak gördüğün birini başka bir katilinin kurbanı yerine koymuşsun."

Gözlerimi kısarak başımı iki yana salladım. Anlamadığın bir yer vardı. "Kyungsoo'yu kurbanım olarak görmüyorum," dedim kendimden emin bir şekilde. Ama bu söylediklerim senin duraksamana ve gözünü bile kırpmadan bana bakmana sağlamıştı. Kafandaki benle ilgili yargıların iskambil kağıtları gibi etrafa dağılırken, o an bocaladığını ilk kez görmüş ve şaşırmıştım. "Ne olarak görüyorsun?" diye sordun merakla. Bir elini cebinden çıkarmış ve masanın üstüne dayamıştın. Bir an için kararsız kalsam da "Ölü olarak," dedim. Onu sadece ölü olarak görüyordum. Bana zarar veremezdi, ona artık zarar veremezdim ama bir şekilde karşıma çıkmaya devam ediyordu. Sanki aramızda hala kapanmamış hesaplar vardı, bana ulaşmaya çalışıyordu.

"Birinin öldürmede duyduğu heyecanı hayal etmek daha da mı zor, artık bunu kendin de yaptığına göre?"

Cevap veremedim. Bunun yerine dudaklarımı birbirine bastırarak başımı salladım. Gözlerini kaçırarak etrafa baktığında sanki bir şeyden heyecan duymuş gibi bir halin vardı. Masadan ayrılarak bana yaklaştığında, "Kollar, kolları neden açıkta bırakmış. Ellerini tutmak için mi?" diye sordun birden, çiftçinin olayına geri dönmüştük. "Bedenlerinden ayrılan canları hissetmek için mi?"

Yaptığı çıkarımlara başımı iki yana salladım. Katilimizin çok daha farklı bir düşünce yapısı vardı. "Kurbanlarını düz bir sıra halinde gömmekle uğraşan biri için bu fazla olağan dışı. Adam fazla pratik biri."

"Onları besliyormuş."

"Onları hayatta tutuyordu. Onları damardan besliyordu." Duraksadım, bakışlarım yerdeki kırmızı desenli halıda dolanırken bir an için neden kırmızıya bu kadar taktığını düşündüm. "Ama 'Çiftçi' mahsulünün ölmesine izin veriyor. Bir tanesi hariç ama. O kişi de hastane yolunda öldü ayrıca onlar mahsul değildiler. Gübreydiler. Cesetler mantarlarla kaplıydı."

Trompe L'oeil // sekaiWhere stories live. Discover now