28. Bölüm (PART 1)

3.5K 129 51
                                    

"Olacaksa bir dert, bir sıkıntı, o da ölümden olsun..."
Tarancı hepimizin burukluğunu böyle sessizce dile getiriyordu bana kalırsa. Ve sanki Orhan Veli "Ölüm Allah'ın emri, ayrılık olmasaydı..." diyerek bu dizeye destek çıkıyordu. Birbirinden bağımsız bu iki şairin böylesi bi anda kafamda yer etmesi oldukça ironikti doğrusu...
—————————
Şenlik bitmişti. İnsanlar onca gümbürtünün arındandan yavaş yavaş evlerine dağılıyorlardı. Bense kar kış demeden Daye Umran'ın eşiğinde ellerimi birbirine kenetlemiş sadece onu izliyordum. Kendimi avını kaçırmak istemeyen vahşi bi hayvan gibi hissetmiş olmamda bir mahzur yoktu, ne de olsa insanlık sınırımı henüz aşabilmiş değildim.

Soluğum gözlerimin önünde duman olup akarken Ömer, o ve bir kaç delikanlı yavaştan ayaklandılar. Sema aralarında Hicran'ın da olduğu bir kaç kadınla Ömer'in evine götürüleli yarım saat  falan olmuştu, o gittiğinden beri burada öylece bekliyordum. Soğuktan kan dolaşımım yavaşlamıştı, gel gelelim onların hemen bir kaç adım arkamda olan eve doğru yürümeleri nabzımı yeniden hareketlendirmişti. Bedirhan içtiği onca rakıya rağmen hala dimdik yürümeye çalışıyordu. Ömer fazla içmemiş olsa gerek normal görünüyordu. Etraflarını saran delikanlılar ise birbirlerinin koluna girmiş garip bir şekilde kahkahalar atıyorlardı. Çok geçmeden birden kalabalıklaştılar ve Ömer'in sırtını şakadan da olsa yumruklamaya başladılar. "Haydi Bismillah!" "Beline kuvvet ağam!" diye çığırırlarken Ömer'le göz göze geldik. Bana öyle bir bakışı vardı ki "Ne yaptığımı ben de bilmiyorum." der gibiydi. Bedirhan ise pis pis sırıtıyor, soğuğa aldırmadan ceketsiz ve bağrı açık bir şekilde yalpalaya yalpalaya yürümeye devam ediyordu. Tam yanımdan geçip gidecekti ki öne atılıp kolunu sıkıca kavradım. "Sen benimle geliyorsun." dedim sadece onun duyabileceği bir sesle. Kolunu bırakmadan peşisıram Xalti'nin evine doğru yürüdük. İçeri girer girmez kendini sedire atıp ellerini başının arkasına koyarak oturdu.

"Beni bu kadar çok özleyeceğini tahmin etmemiştim..." dedi boğuk bir sesle. Cevap vermeyerek zar zor bulduğum ve etrafını bile anca aydınlatan bir gaz lambasını yakıp duvarda yerine astım. Onu gölgeler içinde görmek rahatsız edici olsa da zifiri karanlıkta kalmaktan iyidi.

Evin her daim yanan sobası sayesinde içerisi hamam gibi sıcacıktı, kaskatı kesilmiş vücudum gevşemem için yalvarıyordu resmen, çenem kitlenmişti sanki, ayazın bedenimi ne hale getirdiğini yeni fark ediyordum. Ama sonunda dişlerimin arasından zar zor da olsa bir iki kelime çıkmıştı.

"Neden... neden yaptın?" Nefesim hala düzensizdi, elim ayağım zangır zangır titriyordu ve ben ayakta sabit bir şekilde durabilmek için ciddi bir çaba sarf etmek zorundaydım.

"Neyi?"

"Sema... bunu ona neden yaptın?"

"Arkadaşın yanında, yalnız kalmayacaksın işte artık. Daha ne?"

"Dalga mı geçiyorsun sen benimle Bedirhan!" Sesim çatallaşmasına rağmen evi inletmişti. "Bi insanın hayatını mahvetmek bu kadar kolay değil mi senin için? Ne yaptığının farkında mısın sen!?"

"Evra, kes bağırmayı, kafamı-" gözyaşlarımı elimin tersiyle sili öfkeyle haykırmaya devam ettim. Gözüm kararmıştı bir kere, ne yaptığımı da ne dediğimi de bilmiyordum o an. "Ne zannediyorsun kendini? Gücün yettiğine diş gösteren zavallı bi insan olduğunu görmüyor musun yoksa ha? Ne kadar aşşağılık ve sefil bir yaratık olduğunu..."

"..."

"Mahvettiğin onca hayat yetmedi mi sana? Ömer, Hicran, Benal, Nigar, oğulların, ben, Murat... şimdi de sıra Sema'ya mı geldi? Değer verdiğim her insana hayatı neden zehir ediyorsun?" Benim delirmişçesine haykırmama karşın o gayet sakin bir şekilde oturup baygın bakışlarla baştan aşağıya süzüyordu beni. Onun böylesine sessizliğe gömülmesi iyice çileden çıkmama neden olmuştu. Nasıl, hangi cesaretle bilmiyorum ama aramızdaki mesafeyi iki adımda kapatıp yüzüne olabildiğince sert bir tokat indirip "Cevap ver bana!" diye avaz avaz bağırdım. "Neden yaptın bunu!?"

Dağlar DumanWhere stories live. Discover now