Steve Rogers

2.9K 144 54
                                    

.

insanlar birer birer ayrılırken konuşmanın verdiği yorgunlukla çeneni ovuşturdun.
yanına doğru sana gülümseyerek gelen arkadaşın elinde tuttuğu su şişesini sana uzattı.
elinden şişeyi aldığın gibi kafana diktin. o, şuan bulunduğun iş yerindeki en samimi arkadaşındı. tedirgince sana bakarken uzun bir konuşma yapıcağını sezmiştin. derin bir nefes alarak gözlerini yumdu ve yüksek bir sesle konuşmaya başladı.

- şey.... benim bu gece bir randevum var. aslında ben istememiştim ama bir şekilde olaylar öyle gelişti ve reddedemedim görsen çok yakışıklı ve ona söz verdim ama bir yandan da bu gece nöbet sırası bende ve ne yapıcağımı bilmiyorum sen de en iyi arkadaşımsın ve belki dedimki eğer yorgun değilsen bu gece benim yerime nöbete kalırmısın?

dediklerine kısaca gülüp kafa salladın. her zaman olan heyecanlı haliyle sana sarıldı.

- çok teşekkür ederim ve mutlaka telafi edicem... mutlaka!

diyerek uzaklaştı. elinde tuttuğu çantayı da sana vermeyi unutmamıştı. gülerek çantayı açtın.
bir müzede görevliydin. genel olarak turlarda müzeyi gezdirip eserlerin tarihlerini ve savaşları anlatıyordun.
bu günki tüm turlar bitmişti. müze ise kapanmak üzereydi. arkadaşın burda güvenlik görevliysiydi.
sık sık gece nöbetlerine kalırdı.
anlaşılan bu gece, nöbette sen kalıcaktın?

yaka kartını takıp müzeyi gezmeye başladın.
müzenin kapanmasına dair yapılan ikinci anonstan sonra tuvaletleri de kontrol ettin.
sanırım herkes çıkmıştı?
elinde tuttuğun el fenerini sallarken bir adam gördün. oflayarak yönünü ona çevirirken uzun boylu ve yapılı olduğunu seçebiliyordun.

yüzünü kapayan şapkası ve gece olmasına rağmen taktığı güneş gözlükleriyle yüzünü tam göremiyordun.
sadece önünde durduğu 'savaş kahramanları' bölümündeki kaptan amerika heykeline buruk bir bakış atıyordu.

- afedersiniz bayım ama müzemiz kapandı. lütfen zorluk çıkarmayın ve çıkışa yönelin.

adam yüzündeki tebessümle sana döndü. yeni çıkmaya başlamış sakallarını fark ettin.
adamın önceden her gün sakalını kestiğini anlamıştın. çünkü öyle insanların derisinden çıkan sakallar daha karmaşık bir görüntü yaratırdı.
adamın asker olduğu düşüncesine kapıldın.

- üzgünüm.. ama gidecek bir yerim yok.

- iyide ben ne yapabilirim? ve müzeden daha iyi kalınıcak yerler de var. bir otele gitmenizi tavsiye ederim.

adam anladığını belirtircesine yavaşça kafasını salladı.

- peki o deseydi?

eliyle kaptan amerika heykelini gösterdi. kısa bir an ne diyeceğini tarttın.

- o bir kahraman. rasgele birinin kapısını çalsada hayatları pahasına onu saklarlar.
tabi eğer ıron-man ile bozuşmasının sonrasından bahsediyorsan?

gülerek kafasını eğdi. o.. sana çok tanıdık geliyordu?
hafızanı yokladın ama onu çıkaramadın.

- acaba adınız nedir?

adam kısa bir an düşündü ve kafasını iki yana salladı.

- steven.

o an kafanda bir şimşek çaktı. bu kaptan amerikaydı! namı diğer
Steve Rogers.
etrafına göz gezdirdin. hiç kimse yoktu. ona yaklaşıp kısık sesle konuştun.

- kim olduğunuzu anladım yüzbaşı.

steve sana şaşkınca bakarken ne yapıcağını bilemiyor gibiydi.
iç savaştan sonra halk düşmanı kategorisine girmişti.
Bu yüzden aranıyordu. kaçak hayatı yaşadığını biliyordun. senin onu tanıman da hiç iyi değildi.

- neden bahsettiğinizi bilmiyorum.

gitmek için hareket ettiğinde onu kolundan tuttun.

- merak etmeyin. sizi asla ihbar etmem. hem.. nereye gidiceksiniz ki?
gecenin bu saatinde.

- sen ne yapabilirsin ki?

- rasgele kapımı çaldığınızı düşünün.

ona gülümserken o da sana gülümsedi. çaktırmasanda onun hayranıydın. savaşa olan tutkun onun yaptıklarıyla birleşince hayranı olmamak elde değildi.

içerdeki görevli odana gittiniz. arkadaşın bu açıdan şanlıydı. kendine ait bir odası vardı.

- açmısın?

kafasını iki yana salladı. sen kalkıp kahve makinasının önüne geçtin.
bu aleti çalıştırmayı bilmiyordun.
sende boşverip çay yaptın.
sanırım buralarda pek içilmiyordu.
oysaki arkadaşınla siz sık sık içerdiniz.
bir bardak da steve e hazırlayıp önünüzdeki sehpaya koydun.

iki kişilik deri koltukta oturmuş suskunca duruyordunuz.
steve uzanıp çayından bir yudım aldı.

- bu gerçekten lezzetliymiş. teşekkür ederim.

- önemli değil. biz hep içeriz.

içini yiyip kemiren soruyu sonunda sordun.

- bay rogers arkadaşınızı kurtarmak için hydra üstüne tek başına daldığınız doğru mu?

tepkisini görmemek için gözlerini kapatmıştın. duyduğun kısa kahkahadan sonra gözlerini açtın.
ilk defa onu gülerken görüyordun.. yani gerçek anlamda.

- birincisi.. bana steve de. ikincisi bu doğru ama sadece bucky için değil diğerlerini kurtarmak içinde gitmiştim.

heyecanla kafa sallarken bir diğer sorunu sordun.

- peki.. size serum verilmeden önce nasıl biriydiniz? bucky nin bir asker olduğunu biliyorum ama.. siz?

kafasını biraz aşağı eğdi. kenetlediği ellerine bakıyordu.

- sıska. bir çok kez asker olmak için başvurmuştum ama herbirinde reddedildim. fazla.. sıskaymışım.

gülümseyerek onun bitirdiği lafını devam ettirdin.

- ama bu her ne kadar bir engel gibi gözüksede içinizdeki yürek çok güçlüydü. serumun sizde işe yaramasının en büyük nedeni de buydu. siz vatanınıza hizmet etmek için can atıyordunuz. Ve sonundada bir çok canı kurtardınız.

gözlerini seninkilerle buluşturunca utanmıştın. o da sana inci dişleriyle gülümsedi.
...
konuşmanız uzarken oldukça uykun gelmişti. arkana yaslanıp sana anılarını anlatan steve kafa salladın.
o da yorulmuş olmalı ki o da arkasını yasladı. ikiniz bakışırken yavaşça gözlerin kapandı..
uykunun derinliklerine inerken uzunca bir süre seni izledi steve.

o da oldukça yorgundu. kafan arkaya doğru düşerken seni yumuşakça omzundan tutup kendisine yasladı.
sen otomatikmen kafanı onun omzuna yaslarken o da hafif bir tebessümle başını kafana yasladı ve gözlerini kapattı...








pek yüzbaşı hayranı değilim. o yüzden sık bölüm yazmak aklıma gelmiyor. gerçi ona sıskayken aşıktım ama kas yapınca vazgeçtim. neyse..
SEN DE ALÇAK GÖNÜLLÜ BİR MÜKEMMELSİN ROGERS!















.

Marvel ile hayallerin zirvesi!Where stories live. Discover now