''Söyle! Ya değilse Allah şahidim hemen şimdi gidip sorarım Evra'ya.''

''ONA SAHİP OLDUM BEN!''

Muazzam bir sessizlik. Yüreklerimizin atışını duyabilirdik belki de... Bir cesaret. Evet Nigar kadar olmasa da ufak bir güç huzmesi kanımı hızlandırmış ve bakışlarımı yukarı kaldırmam için bana cesaret bahşetmişti. Hemde ne cesaret! Öyle bir cesaret ki gözlerim daha onu ilk bulduğu anda, yüzüne eşi benzeri olmayan bir tokadın inmesine tanık olmuştu! Sesi kulaklarımda şaklamıştı. 

Dumura uğramıştım. Bedenim sarsılıyordu fakat açıkçası nedenini bende bilmiyordum. Bir ay sonra daha ilk defa yüzünü gördüğümden mi? Yoksa 'bu halde' gördüğümden mi? Nigar'ın insanın içini sızlatan bir hıçkırıp kopararak olduğu yere çöküp ağlaması mı? Hicran'ın sanki tokadı yiyen oymuş gibi donup kalmasına ardından parmaklarını o güzelim saçlarına geçirip ablası gibi çökmesi mi? Ömer'in ne edeceğini bilmez bir halde eski yerine oturup yüzünü avuçlarının arasına alıp kendini bu dünyadan koparması mı? Kadının avucunu dudaklarına bastırıp şaşkınlıkla sahneyi izlemesi mi? Ya da tüm bunlar bir yana, böylesi bir hengamenin benim için kopmasına mıydı, bilmiyordum işte. 

Nigar gücünü kaybetmiş bir halde ağır kelimeler söyleniyordu.

''Allah belanı versin Bedirhan! Allah bin türlü belanı versin!''

''...''

''Kahrolasın Bedirhan... beter olasın...'' Hıçkırıklarının arasında zorla nefes alıyordu. O ise başı önde ayakta dikilmiş sadece dinliyordu.

''Dilinden düşürmüyordun... yanıp tutuşuyordun... ah Bedirhan... Ah Bedirhan!''

Perde kapandı. Sahne son bulmuştu. Artık gitmem gerekiyordu fakat bir kenara çökmüş hareket edemez olmuştum. Derken çok ama çok anlık bir hareketle çevirdiği başı benim olduğum hizaya kaydı. Gözleri sonunda buldu beni.

Bakmak. Ama görememek.

Bir iki adımda yanıma varmasına karşın soluk soluğaydı. ''Evra ne işin var senin burada!?''

''...''

''Yürüyemedin mi noldu?''

''...'' Nefesini yüzüme sıkıntıyla savurup ''Gel bakalım.'' diye söylendi. Kucağına bir çocuk taşır gibi aldı ve hızlı adımlarla odaya götürdü. 

Kış vakitlerinin o kendine has güzelliğiydi beni karşılayan: Sıcacık yatağınızı bir süre için terk edip döndüğünüzde içinizi ürperten o serinlik...

Yatak benim değildi. Ben bendim ama benim değildim. Ama bu soğukluk, bu soğukluk...

Parmakları yüzümde narin narin dolandı. Sesi deminkinin aksine yumuşak hatta sevecen bir hal almıştı. ''Duydun değil mi konuştuklarımızı?''

''...''

''Ben...'' dedi ama devamını getiremedi. Yüzünü sertçe sıvazlayıp burnundan soludu. Gözlerini sanki bir şey varmış gibi karşısında duran duvara dikmişti.

''Uzun bir zaman sonra ilk defa baktın yüzüme.''

''...''

''Ne güzel baktın öyle...'' Yerinden doğrulup kapıdan aşağıya seslendi. ''Hicran su getir!''

Susadığımı anlamış olmalıydı. Çok geçmeden genç kız eli ayağı titreye titreye kapının eşiğine kadar geldi ama içeri girmedi. Boynunu öyle bir bükmüştü ki yüzünü göremiyordum. Bardağı aldı, ardından kapıyı kapatıp tekrar eski yerine geçti. İçim nasıl yanmışsa nefes almadan diktim suyu. 

Dağlar DumanWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu