×1×

924 45 2
                                    

Lockwin Köyü - Galler1985

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Lockwin Köyü - Galler
1985

"Herr?" dedi yaşlı adam, korku ve itaat karışımı koyu bir Alman aksanı ile. Griye kaçan siyahımsı uzun saçları boynunda at kuyruğu şeklinde toplanmıştı. Yaşlı gözleri kocaman açık duruyor, kamburunun üzerindeki tüyleri usul usul dikleşiyordu. "Burası mı?" diye ekledi, bakışları karşısındaki köy evi ile yanında duran efendisi arasında gidip gelirken.

"Evet." dedi, efendisi. Birkaç ay önce aldığı küçük köy evini şüphesiz zevkle izliyordu. Etraf karanlıktı; sokaktaki herkes uyuyor, kimse tek bir çıt bile çıkarmıyordu. "Mükemmel değil mi?" diye sordu, hizmetindeki yaşlı adama.

Yaşlı uşak efendisinin sorusu üzerine bakışlarını yeniden eve çevirdi. Mükemmel mi, diye geçirdi içinden. Das Herrenhaus von Reinrassig'e kıyasla burası çöp yığınından başka bir şey değildi. Ev son derece küçük, bakımsız ve yaşlı uşağın deyimi ile efendisine layık olmaktan oldukça uzaktı.

"Herr Victor burada yaşamak istediğinden emin mi-" Fakat sözünü bitirmeden efendisinin gözlerindeki kızgın bakışlarla karşılaşınca susmak zorunda kaldı. "Evet, ja, ja..." dedi, lafını toparlamaya çalışarak. "Mükemmel bir ev, harika hatta!"

"Ne düşündüğünü biliyoru, Alric." Efendi yeniden köy evine baktı. Evin kirli tuğla duvarlarını inceliyor, elden geçmesi gereken uzun çalılara ve kırık pencerelere bakıyordu. "Herrenhaus çok daha güzel, neden orada yaşamıyorum, diye merak ediyorsun."

"Ben sadece efendim için en iyisini isteyen bir ihtiyarım. Böylesine kutu gibi bir evde size nasıl hizmet edebileceğimi bilmiyorum."

"O sorun değil. Etmeyeceksin."

Yaşlı adamın damarlı gözleri fal taşı gibi açıldı. "Ama efendim..." dedi kekeleyerek. Efendisine bağlılık yemini etmiş bir uşağın terk edildiğini öğrenmesi kadar kötü bir şey olabilir miydi? Özellikle de bu uşak, efendisine kan bağı ile bağlıysa. Hem de kelimenin her anlamıyla... "Sizi gücendirecek bir şey mi yaptım?" Çatlak dudaklarını yaladı. "Yaptım ise yüce affınıza sığınmaktan başka bir arzum yok-"

"Sakin ol, ihtiyar." Victor alaycı bir tonla güldü. "Terk edilmedin. Sadece bana bu evde hizmet etmeyeceksin."

Uşak anlamıyordu. "Bu evde mi?"

"Sen Herrenhaus'a geri dön. Orada bekle. Bir gün oraya geri döneceğim fakat bu evde tek yaşayacağım."

"Peki ya gömleklerinizi kim ütüleyecek, çayınızı kim hazırlayacak?!" yaşlı olan ısrarcıydı fakat korkusu tüm ısrarlarından daha ağır basabilirdi. Sıradaki sorusunu sormadan önce efendisine yaklaşıp fısıldadı. "Bu evde altın tozu yok efendim, nasıl tek başınıza yetiştireceksiniz? Tamamen savunmasız kalırsınız!"

Efendi, ellerini en kaliteli kumaştan olan pantolonunun cebine soktu ve sırtını dikleştirdi. "Ütü yapmayı ve su kaynatmayı biliyorum Alric. Diğer meseleye gelince ise, onu da kendim halledebilirim."

"Ama-"

Adam elini havaya kaldırıp susturdu yanındakini. "Hemen yola çık ve malikaneye git." Ardından paltosunun iç cebindeki saatini çıkarıp avcunun içine aldı. "Bu gece burada kalmam gerekiyor."

Uşak anlam veremiyordu. "Yoksa?" dedi sesini alçaltarak. "Kadının dediği kehanete inanmıyorsunuz, değil mi?" Köy evinin hemen yanındaki eve çevirdi gözlerini. "Onun için mi buradasınız?"

"Yüz yılları aşkın hayatım boyunca öğrendiğim bir şey varsa, o da kadınların sözüne inanmam gerektiğidir Alric. Özellikle de kehanette bulunanlara."

"Fakat kehanet!" dedi Alric, damarlarındaki Alman kanından dolayı sinirine hâkim olamadan. "Kehanet doğru ise en sonunda olacak şeye de mi inanıyorsunuz?"

"Onun için buradayım. Sonunun doğru olup olmadığını anlamak için."

Uşak ne derse desin efendisinin düşüncesini değiştiremeyeceğini biliyordu. Victor Reinrassig'in aklındakileri değiştirmek herkesin yapabileceği bir şey değildi. Her ne kadar bu fikri son derece aptalca bulsa bile...

O nedenle, yola koyulmak için ceketinin düğmelerini ilikledi ve şapkasını başına taktı. "Dikkatli olun, efendim." dedi gitmek için arkasını dönmeden hemen önce. Ardından başıyla yan evi gösterdi. "Kalbinizi kaptırmamaya çalışın. Kadınlar göründüklerinden daha korkutucu olabiliyorlar."

Victor güldü ve hizmetindeki yaşlı adamın arkasını dönüp homurdana homurdana sisli yolda kaybolmasını izledi. Önüne döndü, yeni evine girmeden önce son kez saatine baktı. Her an başlayabilirdi. Cadının dediğine göre saat tam 03:56'da başlayacaktı. Altın kaplamalı cep saatinin ekranındaki saniyelerin teker teker geçmesini bekledi. Bekledi, bekledi ve bekledi.

Ve çizgiler tam yerlerine oturdukları an, yan evden bir çığlık sesi yükseldi.

Beklediği an buydu. Yan evdeki kadının doğumu başlamıştı. Birkaç dakika içinde evin lambaları açıldı ve bir kadın ile bir erkek evlerinden koşarak çıkıp arabalarına atladılar.

Victor ise onları yeni evinin kırık penceresinden izliyordu. Ertesi sabahın da sonrasındaki gün, güneş acele etmeden doğarken araba yeniden evin bahçesine park etti ve aile yeni doğmuş kızlarını evlerine getirdiler. Victor için geri sayım başlamıştı. İçinden on sekiz yıl kaldı, diye geçirdi. Sabırlı bir adamdı.

Sonuçta yüzyıllardır bekliyordu, on sekiz yıl neydi ki?

Şeytanın BahçesiWhere stories live. Discover now