Dudaklarım alamadığım nefesi alabilme umuduyla aralandığında gözlerim kararıyordu. Sanki biri içimden bir şey çekiyordu, bu ruhum olmalıydı. Uyuşma parmak uçlarımdan ayaklarımın altına ulaştığında Ege'nin bakışlarındaki hayal kırıklığı bir anlama ulaştı.

"E... Ege."

Aralanan dudaklarım yok olan algım ve hafızamdan bile sağ çıkabilecek tek ismi düşürdü dilimden.

"Sen," Sakinleşmeyi umarak ama asla başaramayarak arka arkaya derin nefesler aldı. "Sen bana ne yaptığının farkında mısın?"

Sesi eski bir zamandan çıkıp gelmiş gibi asılı kalmıştı üç adımlık bir çağ uzaklığımızda. Sesi hesap sormuyordu. Sesi bir yakarış taşıyordu. Ben... Ben Ege'ye bir şey mi yapmıştım? Gözlerindeki hayal kırıklığı benim yüzümden miydi? Ben sadece işleri yoluna koymayı çalışmıştım. Babasını kurtarmak için evi, babamın ofisini, şirketini, odasını didik didik etmem ile aynıydı bu da. Değil miydi?

Ege bana neden bir çağ uzaklıktan bakıyordu. Yaklaşsaydı...

Boynunda belirginleşen damar, artık kendini tutamayacağını bildiğim noktaya ulaştığını gösteriyordu. Derin bir nefes daha aldığında gözlerini kapattı. Kirpikleri örtülüyken de bir çağ uzaktaydı.

"Sen benim hayatımın içine sıçan adamın parasıyla mı kurtardın bu barı?" Gözleri etrafta gezdiğinde ensesindeki eli havalanıp boşlukta savrulmuştu.

Kaşlarını havaya dikti. Nerede duracağını bilemiyor gibi gözleri bir kere daha turladı barın içini.

"Bu barı." dedi, fırtına tonunda.

Sol elinin arkasında duran, masalardan birini alıp yana doğru savurduğunda yerimde sıçradım. Dudaklarım korkuyla, kepenk indiren zihnimden açıkta kalan bir kelime bulmayı umarak aralandı. Fırlattığı masa gürültüyle yere çarpmış ve kırılan birkaç parça tahta sahneye doğru sıçramıştı. Ege başka bir masayı arkasındaki masaların arasına savurup boş mekanın içinde gürültü ve toza dönüştürdüğünde yapabildiğim tek şey giderek artan titrememi bastırmak için tırnaklarımı bacaklarımın derisine geçirmeye devam etmekti.

Artık bütünüyle siyahtı bedeni, güneş tonundan geriye parıltı bile kalmamıştı.

Mekanın ortasındaki kargaşaya baktığımda Ege'nin bakışları üzerimdeydi. Barı mı parçalara ayırmak istiyordu yoksa beni mi, emin değildim. Bana yaklaşmayacak kadar kontrolünü elinde tutuyordu hala, masalar ise bedenim kadar şanslı değillerdi. Sağlam kalan birkaç masayı daha etrafa savurduğunda artık sınırı geçtiğimizi görebiliyordum.

Bar tezgahının üzerindeki tepsiyi sertçe çektiğinde içinde dizili duran bardaklar yere savruldu. Kırıklar etrafa saçıldığında artık söyleyecek bir şey bulmam gerektiğini biliyordum. Bilmek, kelimelerimi geri getirmiyordu.

"Ege." Korkuyla kısılan sesim bedenim gibi titrediğinde kasılan bedeni bana dönmek yerine tezgahın üzerindeki diğer bardaklara ve şişelere uzandı.

"Neyim ben senin gözünde?" diye bağırdı, yere saçılan kırıklardan sağlam kalan tek şişeyi elinde tutarak bana döndüğünde. "Acınası, aciz biri mi?"

Acınası... Aciz... Ege?

"Değilsin." dedim, olmadığını anlatmak için sıralamak istediğim cümleler benden kaçmıştı.

"Bir kere bile bana saygı duymamış o adamın... Babamı hileyle saf dışı bırakıp kendi gücüne güç katan adamın... Ailemi bir sığıntı gibi başka bir ülkeye kaçmak zorunda bırakan adamın... Abimin içindeki kötüyü körükleyen adamın... Parasıyla..."

İLKYAZWhere stories live. Discover now