"Yoruldun mu?" diye sordu, odaklı tavrımdan bunu çıkartmış olacak ki.

Başımı salladım. "Teşekkür ederim." dedim. Tam olarak ne için teşekkür ettiğimden pek emin değildim. Mert drone almak için biriktirdiği parayı -ki bu yaklaşık 50 Bin ediyordu- Sıla da kendine ait bir atölye açmak için biriktirdiği parayı bar için vermişti. Ekin'in ve benim verdiğimiz para önemli değildi, biz bir amaç uğruna harcayacağımız miktardan feragat etmemiştik. Sıla ve Mert ise farklıydı... Çisil bile ailesinden bir miktar isteyebileceğini söylemişti ama bunu kabul edemezdik. Her ne kadar artık o da içimizden biri olsa da ailesi ile arasının nasıl olduğunu öğrendikten sonra onlardan kendi ihtiyaçları dışında para alması hoş olmazdı.

"Ege benim de arkadaşım."

"Biliyorum, onun için söylemedim, sadece... Sıla." dedim, gözlerinin içine daha net bakarak. Orada yeniden kendime ait bir yer görüyordum. Sıla Aslan tarafından seviliyorsanız, hayat biraz daha kolay oluyordu. Sevgisi iyileştiriciydi.

"Her şey düzelecek değil mi?" Bunu sesinden duymak istiyordum. Bana kopkoyu gözlerini odaklayarak baksın, cılız gülüşü dudağının sol kenarında belirsin ve 'halledeceğiz' desin istiyordum.

"Nora..." dedi, öne doğru bir adım atıp göz kontağımızı güçlendirdiğinde. "Her şey güzel olacak."

Nefesimi dışa vererek gülümsedim. "Her şey mi?"

Burnunu kırıştırıp gözlerini kıstı. "Sana söz veriyorum, her şey, son derece güzel olacak."

Sol elimi havaya kaldırıp işaret ve orta parmağımı birbirlerine çaprazladım. "Söz verdin."

"Söz sarı cadı, söz."

Sıla Aslan söz vermişti, her şey son derece güzel olmak zorundaydı. Evren bile onun güzel, koyu, büyük kahverengi gözlerine karşı koyamazdı.

"İşte dünyamı güzelleştiren kadınlar." dedi, omzumun arkasından gelen ses.

Sabah, öğlen, akşamüstü, akşam, gece fark etmeksizin neşemi bulduracak olan ses.

Dünyanın en şanlı insanı bendim. Mükemmel arkadaşlara sahiptim.

"Saat kaç oldu Ekin!" dedim sahte bir kızgınlıkla. "Bütün işi bize yıktın, sana bu gece içki yok."

Ekin kaşlarını birbirine yaklaştırıp yüzüme en masum halinde baktı.

"Affedin majesteleri, cezam neyse çekerim."

Sıla minik bir gülüş kaçırdığında gözlerimi kısıp ona döndüm. "Bunun tarafında mısın?"

Sıla ellerini teslim olurcasına iki yana açıp başını sağa sola salladı.

"Asla." dedi gülüşünün taşmaya çalıştığı sesiyle.

Gözümü kısıp ikisini ayrı ayrı süzdüm. Mutlulardı. Bunu onları hiç tanımayan insanlar dahi anlardı, birbirlerine gözleri parlamadan bakamıyorlardı. Elleri, dudakları, gözleri birbirlerine koşuyordu. Birçok dilde iki farklı anlama geliyor olsalar da mutlulardı. Aşk, uyum aramazdı. Aşk, uyumsuzluk da aramazdı aslında. İnsan birçok sebeple, aşık olabilirdi. Barın arka kapısından içeri giren Ege'ye döndü bakışlarım. Kalp, kendi uçurumunu kendi buluyordu. Herkesin düştüğü yer farklıydı...

Ege bira fıçısını tezgahın arka kısmına taşıdığında Ekin'i çekip sarılan Sıla'ya döndüm.

"Gerçekten onun tarafında değilmişsin."

Ekin Sıla'nın belinin iki yandan kavrayıp başını omzuna gömdüğünde gülüşüm.

"Baksana şuna..." dedi Sıla, Ekin'in ensesindeki saçlara parmaklarını geçirirken. "Nasıl kıyayım?"

İLKYAZWhere stories live. Discover now