Sarsılarak duvara yaslandım ve Gizem'in yıkılışını izledim. Gözyaşları yoğun ve acı doluydu. Buna karşıt kalbim alev alev yanıyordu. Gardım düşüyordu ve bunu isteyen kendim idim. Peki o kadar aşağılamayı nasıl kaldırırdım? Ben bu kadar gurursuz muydum? İşte bunu bende bilmiyordum. Gözyaşlarımı umursamadan hızla odadan çıktım ve merdivenlere doğru koşar adım yürüdüm. Gözyaşlarım şiddetlenirken biran önce evden ayrılmak istiyordum.

Merdivenlerden hızla aşağı indim ve insanların şaşkın bakışlarını umursamadan kendimi dışarıya attım. Vücudum nefes için yalvarırken zorlukla kaldırama çöktüm. Bir çıkmaza girmiştim ve ne yazık ki olmayan yolumu kaybetmiştim. 

Tolgay tarafından kapana kısılmıştım. Gizem beni yarı yolda bırakmıştı. Bunların yanında annem ve babama defalarca yalan söylemiştim. Şu bir aylık kısa dönemde hayatım tepeden tırnağa karışmıştı. Birkaç damla gözümden düşse de anında kendimi toparladım ve göz altımda biriken yaşları sildim. Bu kadar insanın içinde ağlamamalıydım. Hele beni üzün ve yarı yolda bırakan insanlar için. 

"İyi misin?"

Tolgay yanıma oturmuştu. Uzun bacaklarını uzatırken benden cevap bekler gibi bir hali vardı. İşin tuhaf yanı ses tonu alay barındırmıyordu. 

"Umurunda mı?"

Yerdeki taşı aldı ve karşı tarafa fırlattı. Taş çimlerin arasından kaybolmuştu. Tolgay ise sessizce yanımda oturuyordu. Şuana kadar çoktan bana laf atmalıydı veya bulaşmalıydı. Kesinlikle dengesizin tekiydi. Ne yapacağını kestirmek mümkün değildi. 

"Umurumda ki şuan yanında oturuyorum. Söyle bana, kim üzdü seni?" 

Ses tonu sakin ve huzur vericiydi. Sanki o acımasız insan gitmiş ve yerine bambaşka birisi gelmişti. Buna inanmak istemiyordum. Canımı acıtan insan şuan yanımda oturamazdı. Bu imkansızdı. 

Birkaç araba caddeden hızla geçip gitti. Buna takiben bakışlarımı Tolgay'dan tarafa çevirdim ve onun kusursuz suratını incelemeye başladım. Köşeli çenesi, çekik gözleri, biçimli kaşları, düzgün burnu ve kusursuz dudaklarıyla birçok kızın hayalini süslüyordu. Başka zamanda tanışsaydık şans verebileceğim nadir insanlardandı fakat bu ihtimal artık tarihe karışmıştı. 

"Dalga geçmeyi bırak Tolgay, senle uğraşacak havada değilim." 

İnce uzun parmaklarını saçlarının arasından geçirdi. Saçlarını ellemek istesem de bu dürtüyü anında bastırdım. Saçma salak düşüncelere yer veremezdim. Hele bu Tolgay ile alakalıysa. 

"Sevgilin olarak bunu bilmeye hakkım var Bal kafa." 

Bu kendini ne sanıyordu? Bu ilişkiye ciddi anlamlar yüklüyor olamazdı. Alt tarafı bir haftalık  ilişkiydi ve benim için oldukça değersizdi. 

"Sahte sevgililerime özel hayatımı anlatmıyorum. Kusura bakma Tolgay." 

Ses tonumdaki bariz alayı fark etmemesi olanaksızdı. Tolgay akıllı ve zeki birisiydi. Hemde hiç ummadığım kadar. 

"Anlatman konusunda ısrarcıyım, sabrım her an taşabilir ve inan bunu hiç istemezsin." 

Bakışlarımı gözlerine sabitledim. Dişlerim birbirine kenetlenmiş durumdaydı. Gizem olayının üstüne Tolgay'ın bu kadar ısrarcı olması sinirlerimi alt üst etmişti. Önemsiyor gibi davranması ise ölmek için bir sebepti adeta.

"Ne yapacaksın? Anneme mi söyleyeceksin? Yoksa geçenlerdeki gibi kaba kuvvet mi uygulayacaksın? Seni tutmayım ben, ne yapacaksın yap çünkü sana karşı koymak gibi bir düşüncem yok." Sözlerimi sonlandırırken nefes nefese kalmıştım. Artık ne olacağı umurumda değil. Bir ay önceki hayatıma tamamen uzaktım ve bunun tek sorumlusu Tolgay'dı. 

"Seni incitmeyeceğim, sadece ne olduğunu anlat yeter."

"Buna kendin bile inanmıyorsun." 

Kafamı iki yana sallayarak yerimden kalktım. Daha fazla burada durmak istemiyordum. Yeterince vakit kaybetmiştim. Bir dakikamı bile harcamak istemiyordum artık. 

"Nereye gidiyorsun?"

Arkamı döndüm ve olağan gücümle bağırdım. "Sanane!"

Bu bağırma ile boğazım ağrısa da bunu göz ardı ettim. Bana karışılmasına müsaade edemezdim artık. Çünkü tahammül kotam fazlasıyla dolmuştu. 

Tolgay hızlı adımlarla önüme geldi ve sıkıca kolumdan tuttu. Ağzımdan ufak bir inilti çıksa da kendimi frenledim. Acıyı yoğun olarak hissetsem de bu zevki ona vermeyecektim. 

"İçeri gir bal kafa, canını acıtmak istemiyorum." 

Kolumu hızla çektim ve elinden kurtardım. Sinirden bütün vücudum uyuşmuştu. Yanaklarım alev alev yanıyordu adeta. Buna ilaveten hıncımı çıkarmaya ihtiyacım vardı. Buda Tolgay'dan başkası olamazdı. 

"Zaten canımı acıtıyorsun Tolgay, seni ilk gördüğüm andan beri hayatım boktan gidiyor. Bir de karşıma geçmiş canını acıtmak istemiyorum diyorsun. Söylesene bana, canımı daha ne kadar yakabilirsin?"

Tolgay hınçla saçlarını çekiştirdi ve dolgun dudaklarını ısırdı. Kendini zor tuttuğu aşikardı. Yerdeki taşa sinirle vurdu ve taş çimlerin arasında kayboldu. Sanki bu hareketleri ile kendinle savaşıyor gibiydi. 

Sözlerimi sürdürdüm ve içimdeki öfkeyi adeta kustum. "Yetmez mi yaptıkların? En yakın arkadaşımı kaybettim. Bununla yetinmeyip aileme defalarca yalan söyledim. Ben kendim olmaktan vazgeçtim. Hayallerimi yıktın benim. Şu kısacık zamanda hayatımı yakıp küle çevirdin. Beni mahvettin Tolgay Parçak." Gözyaşlarım sel olmuş akıyordu. Bununla beraber bütün acılarım vücudumu sarıp sarmalamıştı. 

Tolgay aramızdaki mesafeyi azalttı. Elleri yumruk olmuş iki yanında sallanıyordu. Biçimli çenesi kasılmıştı. Alnındaki damar ise  her an patlayabilirdi. 

Vücudum ise kaskatı olmuş, ondan gelecek bir saldırıyı bekliyordu. Tolgay hiç beklemediğim bir şey yaptı ve aramızdaki mesafeyi kapattı. 

 Uzun parmakları yanaklarımı sarmaladı ve Tolgay hızla dudaklarıma yapıştı. 

***

İyi geceler :)

Sizi yeterince beklettim biliyorum. Bende bilgisayarımın başına geçtim ve hızlıca bölümü tamamladım. Umarım bölümü beğenirsiniz. Çünkü benim oldukça içime sindi. 

Gidişat hakkındaki düşüncelerinizi lütfen belirtiniz. 

Son olarak, lütfen vote vermeden bölümü kapatmayalım :) Görüşmek üzere..

P.H

ZindanWhere stories live. Discover now