"Arkadaşımızsın, Nora. Ege'nin de, benim de. Ekin'in zaten..." Ona çevirdiğimde bakışlarımı bana gülümsüyordu.

İçten, gerçek bir gülümsemeydi bu. Ölecek miydim?

"Hepimiz bir şeyler kaybettik. Zor bir yıldı ama geçti. Geçmeye devam ediyor."

"Sen kimsin ve Sıla'ya ne yaptın?"

Önüne gelen saçlarını omzundan arkaya atarken bakışlarını sahaya çevirdi.

"Bazen," dedi ciddileşen ifadesi ile. "Hayat da seni itiyor."

"Senin Ekin'e yaptığın gibi mi?"

Başını usulca salladı. "Benim Ekin'e yaptığım gibi..."

"Bu Melissa konusu, seni neden bu kadar sarstı?"

Kaşları çatıldığında omuzları gerildi. Sahayı ve bizi aydınlatan beyaz sokak ışıklarının altında oturmuş cevapsız sorular hakkında konuşuyorduk. Sıla da en az benim kadar sıkışıp kalmıştı.

"Yani demek istediğim," dedim. "Ekin'in yanında onunla flört eden bir kızı ilk kez görmüyorsun."

"Şimdiye alışmış olmam gerekiyordu değil mi?" Burnundan nefes vererek alayla güldü. "Aslında alıştım. Beni sarsan ya da iten, bu değil."

Sessizce devam etmesini bekledim.

"Bana yetmeyeceğini düşünüyor ama nasıl oluyorsa diğer herkes için yeterli. Bir tek benim için..."

Derin bir nefes alıp sustu.

Haklıydı. Diğer taraftan bakıldığında ise Ekin de haklıydı. Yok olup gitmesinden korkuyordu. Şimdi Sıla'yı tutmak için uzanırsa ve tutamazsa diye korkuyordu. O zaman her şey yok olmuş olacaktı, her şey silinmiş.

Yerimden kalktım, çöpleri toplayıp ilerideki çöp tenekesine attım. Kurabiyenin kutusunu kapatıp Sıla'ya uzattığımda siyah sırt çantasının için sıkıştırdı. "Gel hadi," dedim elimi uzatıp. Elimi tutup yerinden kalktı.

Paslı tel kapıyı ayağımla ittiğimde sahanın içine girdim, Sıla hemen arkamdan ilerliyordu.

Ekin ellerini diz kapaklarına yaslamış derin derin nefes alıyordu. Ege ise hala elindeki top ile savaşıyordu. Kafasındaki sesleri susturamamışa benziyordu.

"Ben doğru mu görüyorum, Ege seni pes mi ettirdi?"

Ekin derin derin soluklanırken duruşunu dikleştirdi. "Delirmiş bu," dedi kesik kesik. "Nefesim kalmadı."

Sıla sırt çantasından çıkarttığı suluğu Ekin'e uzattığında önce bir kısmını başına döktü ardından suyu nefessiz kalmayı yeniden göze alarak yarıladıktan sonra şişeyi bana uzattı. "Ver şuna da içsin biraz, çok su kaybetti."

"Savaş bölgesi orası," dedim Ekin'e doğru eğilip sessizce.

"Nora..." dedi aynı şekilde sessizce. "Sen o cephede çok savaş kazandın, bir kurşun ile devrilmezsin."

"Topla tüfekle saldıracak..." dedim, uzanıp elindeki suluğu alırken. "Bari siz kaçın, canınızı kurtarın."

Ege'ye doğru ilerleyip birkaç adım arkasında durduğumda hala potadan basket topunu ardı ardına geçiriyordu. Üzerindeki siyah tişört sırılsıklam olmuştu. Saçları terden parlıyordu, eşofmanı toz içindeydi ve üstünden çıkartıp fırlattığı kapüşonlusu tellerin üstünde sallanıyordu. Öfkesini uzun süre içinde tutmuştu ve artık dayanamıyordu. Artık bir şeyler yıkması gerekiyordu.

Bir şeyleri değil, onu yıkan şeyleri yıkması gerekiyordu.

"Ege," dedim yumuşak bir sesle. "Su iç biraz."

İLKYAZWhere stories live. Discover now