"Yaaaaaaa," dedi Melissa ellerini çenesinin altında bağlarken. "Bir de kızardı. Nesin sen özel üretim falan mı?"

"Nora," dedi hızla bana dönerken. "Sevgilisi yok değil mi?"

Bana doğru eğilip sesini kısık tutmuştu ama şu an herkesin içindeydi ve duyuluyordu.

"Yok." dedi, barın arkasına geçen Sıla.

Ekin'in başı hızla ona döndüğünde meydan okuyan gözlerini Ekin'e dikti. "Ama bekleme listesi var. Adını yazdırırsan senin için de bir randevu ayarlar. Kış sezonu malum, bir ayrıcalık yapabilir mi bir bakar."

"Asistanı mı?" diye sordu Melissa tüm ciddiyetiyle.

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıp başımı iki yana salladım.

"Ben sizi tanıştırmadım," dedim Melissa'yı kolundan tutup yanıma çekerken. "Melissa, Londra'dan arkadaşım. Mert." dedim, kek kutusundan başını kaldırmayı başarabilmiş  mavi gözlü bir kedi gibi bakan Mert'e doğru dönerken. Mert gülümsedi. "Ekin'i tanıyorsun. Sıla..." dedim, bakışlarım kendisine kahve hazırlayan bedene döndüğünde. "Ha şu huysuz olan?"

Ekin biraz önceki saldırıdan sağlam yara almamış olsa buna gülerdi ama onun yerine ben güldüm. Sıla ise gözlerini kısıp Melissa'ya öldürücü bakışlar atmaya başlamıştı bile. "Bu da Tunç."

"Ay onu bilmiyorum." dedi Melissa heyecanla.

"Ege'nin arkadaşı..." diye açıkladım.

"Ege." diye bağırdı heyecanla. "Yakışıklı prens nerede, göreceğim onu göreceğim." Bir yandan yerinde zıplayıp bir yandan etrafa bakıyordu.

"Bağırma, uyuyor." dedim.

Hareketleri durduğunda dudaklarını birbirine çarparak nefes verdi. "Ne zaman uyanır? Bakacağım senin aklını başından aldığı kadar var mı?"

"Melissa." dedim, uyarı bakışlarımı yüzünden ayırmadan.

"Nora..." dedi, tepkime inanamıyormuş gibi. "Senin üzerinde neon ışıklarla Ege'ye aşık, yazıyor. Kime rol yapıyoruz?"

"Kendimize." dedim kulağına doğru, "Sessiz ol."

"Uyansın o da artık..." dedi Tunç. "Dün gece de kapalıydık, bu gece bar çalışmalı."

Doğru söylüyordu. Her şey risk altındayken bir de çalışmamak olamazdı. Henüz uyuyalı iki saat olmuştu ama Ege'nin onay vermesi lazımdı. En azından ne yapılması gerektiğini söylemeliydi.

"O zaman..." dedim Tunç'a dönerek. "Ben sorayım bir yapılması gerekenleri, o biraz daha uyusun sonra biz yapalım."

"Hiç kıyamaz..." dedi Melissa hemen yanımdan. Kalçamla hafifçe ona vurduğumda omuz silkti.

Tunç bu korumacılığıma anlam veremese de beni başıyla onayladığında Melissa'yı serseri bir mayın olduğunu bile bile yanlarında bırakmak zorunda kalarak merdivenlerin olduğu kısma ilerledim. Yukarı kata çıktığımda, Ege siyah nevresimlerin arasında yüz üstü yatıyordu. Başı diğer tarafa dönük olduğundan kısa saçları ve açıkta kalan çıplak sırtı karşıladı beni. Topuklularımı olduğum yerde çıkartıp yavaş adımlarla yatağa ulaştım.

Yatakta yavaşça dizlerimin üstüne oturduğumda üzerine doğru eğilip hafif aralık dudaklarının yastığa yaptığı baskıya baktım. Ellerimi başına doğru uzatıp yavaşça saçlarını okşadım. Yorulmuştu, günlerce uyusa giderilmeyecek bir yorgunluktu bu. Ona doğru yavaşça eğilip ellerimi başından çekmeden dudaklarımı şakağına bastırdım. Başını biraz daha yastığa bastırdığında dudaklarından minik bir mırıltı döküldü. Başparmağım saçlarının dibini okşamaya devam ederken dudaklarım şakağından birkaç saniye durdum. Ona bu kadar yakın olmak, onu yeniden öpebilmek döndüğümde bulmayı umduğum bir şey değildi. Gün doğmuştu, aramıza girmesi beklenen her şey ise kapıdaydı. Biliyordum hiçbir sorunu çözmemiştik. Çözmeye yaklaşmamıştık bile... Yine de tam şu anda onu öpmeme engel olacak hiçbir güç yoktu. Onu öpmek, ona dokunmak, sıcaklığında kaybolmak benim için temel ihtiyaçtı.

İLKYAZWhere stories live. Discover now