42. BÖLÜM: İLK ADIM...

627 136 36
                                    

                               Azat, hararetle içine attığı tüm lavları dışa vururken bir anda avlusunda bulunduğu caminin minaresinden ezan sesi yükselmeye başladı. Ezan başlar başlamaz susan Azat, bir an için dönüp suratına baktı hocasının. Gözleri kapalıydı Yavuz Bey'in. Yerdeki, cami duvarının hemen dibine monte edilmiş projektörden gelen yeşil ışık Yavuz Bey'in yüzündeki çizgilere farklı manalar katıyordu. Yavuz Bey'i hiç bu kadar dingin görmemişti daha önce. Yüzüne vuran yeşil hüzmelerle kulaklarından giren ezan sesi beyninde buluşup kalbine oluk oluk huzur akıtıyordu sanki. Yavuz Bey, alem değiştiriyor gibiydi. Tüm dünyalık sıkıntıları arkasından bırakıp aslolana yöneliyordu adeta. Ruhu cesedinden kurtulup feraha ve felaha eriyordu sanki. Azat, hocasının bu halini görünce kendisini bayağılaşmış gibi hissetti.


                      Ezanı beraber huzur içinde dinlediler. Musikisiyle mayışan bedenlerini, içeriğinin etkisiyle camiye götürdüler. Tek sıra halindeki safta beraber namaza durup sabah namazını eda ettiler. Azat, namazdan sonra camiden çıkıp hocasının çıkmasını bekledi. Tüm cemaat dağılmasına rağmen hocası çıkmadı içerden. Biraz daha bekledi Azat. Sonra yüzüne belirgin bir gülümseme belirdi. Anladı... Uzaklaştı oradan.


                     Azat, okula dönerken hocasıyla yaşadığı diyaloğu tekrar tekrar dinledi kafasının içinde. Ne demek istemişti hocası. Duyduklarına beyni anlam veremese de kalbi hayran kalmıştı. Ne demek istemişti hocası? Hakikaten çocuklar gözleriyle her şeyi anlatıyorlardı da kendisi mi anlamayı beceremiyordu. Konuşmalara o kadar dalmıştı ki okula vardığında çabuk varmasına şaşırdı. Gözlerinden uyku akıyordu ama güneşin doğmasına dakikalar kalmıştı. Derslerin başlamasına bir saatten az kaldığını düşününce uyumaktan vaz geçti. Arabasından inip çocukların fidan diktiği tarlaya doğru kısa bir yürüyüş yaptı. Tarlanın yanına gelince fidanlara dalıp gitti.


                                   İlk geldiği günleri hatırladı. Çocukların o heyecanlı hareketlerini, fidanları dikişlerini seyretti tekrar. Bunları hayal ederken yüzündeki gülümseme dertlerini bir an için unuttuğunu gösteriyordu. Sonra çocuklara yardım eden, kendisini öğrencilerine adamış Zeynep öğretmen geldi gözlerinin önüne. Sonra onun kalbini kırışını... Ve daha sonra olanları... Yavaş yavaş o ana doğru ilerliyor, ilerledikçe de kısa süreliğine ayrıldığı sıkıntısı tekrar geri dönüyordu. Hayal etme iradesi çığırından çıkmış, iradesi dışında onu üzen her şeyi hiç atlamadan sırasıyla Azat'ın gözlerine seriyordu. Biraz düşündükten sonra dikkatini fidanlara verdi. Sabahın soğuğuyla içi biraz ürperdi. Uykusu tamamen kaçmıştı. Fidanlar toplu olarak çok güzel görünüyorlardı. Hepsi dimdik ayakta bekliyorlardı. Azat, onları diken çocukları düşününce, ''küçücük çocuklar bile fidanlarını ayakta tutabiliyorken sen tutamadın. Yazıklar olsun sana.'' diye sitem etti kendine. Ne kadar kendine kızsa da bir tarafı hala erimeye devam ediyordu. Kapıldığı girdap ne kadar çabalasa da her seferin de daha çok dibe çekiyordu.


                           Onun nöbetinde, o pansiyonda kalıyorken küçük bir çocuk ölmüştü. Kendi kendini suçlaması yetmiyormuş gibi bir de diğer insanlar suçluyordu onu. Ne olursa olsun buraya gelmemeliydi. Eski görevinde devam edecek, en kötü ihtimal nerden geldiği belli olmayan serseri bir kurşunla hayata veda edecekti. Bu durum bile onun için şuankinden daha beter olamazdı.


                                  Gün tamamen aydınlandı ve her zamankinden çok başka başladı okul. Eskisine göre mevcut, bir kişi eksikti ama kimse yokmuş gibi sessizdi. Öğrenciler, yaşlarının çok üstünde olgunca davranıyor, hepsinin yüzünden düşen hüzün her yeri paramparça ediyordu. Öğretmenler, başları önlerinde kendilerince acılarını yaşıyorlardı. Birkaç kişinin nahoş bakışları dışında kimse Azat'a bakmıyordu bile. Okul, denizin ortasında yakıtı bitmiş bir gemi gibi sessizce sallanıyordu. Hüzün dalgalarına göğüs germeye çalışsa da duvarlarına çarpan matem daha da güçlenerek geri dönüyordu. O gün dersler bir türlü bitmek bilmedi. Zil bile kendince yas tutuyordu. Küsmüştü sanki hayata. Teneffüste, Hatice'nin yokluğu belli olmasın diye çalmıyordu sanki. ''O ölmüşken siz neden teneffüse çıkasınız ki!'' diyordu adeta. Uzun süren dersler, nihayet bitmiş, akşam töreni için tüm okul hazır kıta bekliyordu. O kadar kalabalık olmasına rağmen kimseden en küçük bir ses çıkmıyordu. Sabırsız geçen birkaç dakikadan sonra müdür çıktı okulun kapısından. Asık suratı, öğrencilere ayna görevi yapıyordu. Müdür, bakışlarını kalabalığın bir ucundan diğerine doğru birkaç kez gezdirdi. Muhtemelen konuşmaya nerden başlayacağını kurguluyordu. Kendine göre bir girizgah kurgulayıp konuşmaya başladı.

BANA ANNEMİ GETİR (TAMAMLANDI) KİTAP OLDUWhere stories live. Discover now