10. BÖLÜM: BEYAZ ÖRTÜ

2K 449 33
                                    

           Yine yapmıştı yapacağını. Herkesi kontrol altına almış, etkilemiş, kafalardaki soru işaretlerini gidermiş ve herkesi motive etmişti. Her şeyi anlamıştı Aker. Anlamıştı ama bankta neden oturacaktı anlam verememişti. Acaba dinlemediği anlarda kendisiyle alakalı bir şey söylemiş miydi hocası diye düşündü. Bu sefer kendisi hocasının odasına gitti. Kapıyı çalıp kafasını içeri uzattı. Hocası telefonda görüşüyordu. Bakışlarıyla Aker'e gir işareti yaptı. En yakın koltuğa oturan Aker, dışardaki manzarayı izlemeye başladı. Telefon görüşmesi biten Yavuz Bey, Aker'e bir bakış fırlatıp laf atmaya başladı.''

'' Sende ne göz var efendi. Buradan o kadar uzaktaki kızları nasıl görebiliyorsun?''

'' Efendim?''

''Seni dinliyorum.''

''Şey efendim. Bankta oturmamı emrettiniz. Anladığım kadarıyla elimde ciddi bir silah da olmayacak. Büyük bir araç gelirse ne yapabilirim ki?''

''Bu sadece bir tedbir. Vatandaş gibi giyin ve kalabalığa karış. O noktanın görüş açısı geniş. Her şeyin yolunda gittiğinden emin olmak istiyorum sadece.''

'' Anladım efendim. İnşallah bir şey olmayacak.''

''İnşallah inşallah. Yarın erkenden Antalya'da olun. Uçak otobüs istemiyorum. Giriş çıkışlar kayıtsız olmalı. Özel araçla gel. ''

'' Emredersiniz.''

           İzin isteyip dışarı çıktı Aker. Olay potansiyeli büyük ama kendisine düşen görev küçüktü. En azından merakını gidermiş, rahatlamıştı. Tek yapması gereken karın doyurma operasyonunu tamamlayıp erkenden uyumaktı. Sabah da erkenden kalkıp agresif aracına binip yola koyulmaktı. Hilmi dayıya uzun zamandır uğramıyordu. Kokoreç de burnunda tütüyordu. Kokusunun burnuna geldiğini hissetti. Dejavu yaşıyordu sanki. Olduğu anı sanki daha önce birçok kez yaşamıştı. Hava kararmak üzereydi. Akşam gelirken beraberinde ayazı da getirmişti. Karanlıkla beraber daha da güçlenmiş gibiydi soğuk. Paltosunun yakasını yukarı kaldırdı. Artan soğukla beraber dışardaki insanlar azalmış, sadece iş dönüşünde olan memurlar ve ekmek parasının peşinde olan seyyar satıcılar. Etrafı süzerek yürümeyi çok severdi Aker. Sevmekten ziyade işi icabı alışkanlık haline getirmişti. Eğitim sırasında sık sık hocasıyla çıkar, etrafı izlerlerdi. Gözlemeyi, tespit yapmayı ondan öğrenmişti. O derslerden sonra alışkanlık olarak kaldı üzerinde. Sahile indi. Acil durum sinyali gelmeden önceki fasla kaldığı yerden devam ediyordu. Denizin kokusunu içine çekiyor, çektikçe memleketine olan aşkını iliklerine kadar hissediyordu. Önüne düşen iri bir kar tanesi dikkatini çekti. Kafasını kaldırdı havaya. Sabrı tükenmiş kar taneleri izin alır almaz hasretle iniyordu sanki yeryüzüne. Gökyüzü cömertçe bırakıyordu beyaz elmaslarını. O kadar iri ve sık yağıyordu ki görüş alanı son derece daralmaya başladı. Gözlerini kısarak yürümeye devam etti. Yürürken bir anda çarpılır gibi oldu. Beyninin içinde olur olmaz görüntüler belirdi. Gözlerini sıkıca kapattı. Şakaklarından geçen damarlara elektrik vermişlerdi sanki. Sendeledi. Kontrolünden çıkmış bilinçaltı, arsızca resimler indiriyordu beynine. Öne doğru eğildi. ''Bir kadınla bir çocuk kardan adam yapmış etrafında koşuyorlardı''. Neyse ki çok kısa sürdü gördüğü hayal. Neydi şimdi bu. Birileri bu görüntüleri zoraki beynine yüklüyor, zoraki izletiyordu sanki. Kafasını iki elinin arasına aldı. Hızlı hızlı nefes alıyordu. Aynı gelişi gibi gidişi de ani oldu o anlamsız görüntülerin. Çok olmuştu bu zamansız hayaller. Hadlerini fazlasıyla aşmışlardı. Hocasına sormuştu bir keresinde. '' Olur öyle şeyler. Beynimizin bazen bize yaptığı küçük oyunlar bunlar. Ehemmiyet verme.'' demişti hocası. Kıymet vermiyordu da kafasını karıştırmıyor da değildi. Geceleri rüyasına gündüzleri beynine giren bu davetsiz misafir kimdi? Hep aynı silüette gördüğü kadın ne istiyordu kendisinden. Nefes alışverişleri normale döndü. Eğilmişti, doğruldu. Ellerini paltosunun ceplerine sokup devam etti yürümeye. Etrafı izlemeyi bırakmış, başını önüne eğmişti. Adım atarken yerin yumuşadığını hissetti. Yere bakınca karın tutmaya başladığını gördü. Başını tekrar kaldırdı. Kış iyiden iyiye bağrına basmıştı yeryüzünü. Kalın bir battaniye gibi serilmişti yere beyaz örtü. Sanki soğuktan üşüyen yeryüzüne acımıştı da üstüne örtülüp ısıtmaya çalışıyordu. Ne belediyenin yol kenarına ektiği çimlerden eser kalmıştı ne de ağaçların dallarında bir yaprak parçası. Öyle kurumuş bir odun gibi duruyorlardı ağaçlar. Ölmüşlerdi sanki.

BANA ANNEMİ GETİR (TAMAMLANDI) KİTAP OLDUNơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ