12. BÖLÜM: ZİRVE BAŞLIYOR

1.6K 405 27
                                    

                 Bacakları ferini yitirmiş, görevlerinden istifa etmiş gibiydiler. Her adım attığında canından can gidiyordu sanki. Karşısında bir kadın, dizleri üstüne çökmüş kendisine el açmıştı. Belli ki kendisine doğru gitmesini istiyordu. Belki en az kadın kadar o da istiyordu. Ama adım atarken inanılmaz bir güçlük çekiyordu. Sanki bir şey onu sıkıca tutmuş gitmesine izin vermiyordu. Bütün bunlara rağmen var gücüyle ileri doğru adım atıyor, o kadına ulaşmaya çalışıyordu. Bulundukları yer, küçük bir bahçeyi andıran sevimli bir yerdi. Ne bulundukları yere ne de havada ki karartıya dikkatini veriyordu çocuk. Tek amacı vardı. O da kendisini bu kadar heyecanlandıran karşısındaki kadına ulaşmaktı. Her ne kadar imkansıza yakın gibi gelse de bir türlü ilerlemekten vazgeçmiyor, canı pahasına adımlarını atıyordu. Her zaman ki kadar yaklaşmıştı ki havadaki iç ısıtan ışık birden yok oldu. Birden kapalı bir mekana çevreledi onları. Soğuk dört duvarın arasında, ıslak bir zemin üzerinde yine aynı pozisyonda buldu kendini. Karşısındaki kadının yüzündeki hasret, yerini korku dolu bakışlara bıraktı. Kendisi için değil de başka bir şeyin telaşıydı bu. Kadının arkasındaki karanlık ilerlemeye başlar başlamaz kadını için alınca galeyana geldi çocuk. Var gücüyle haykırmaya başlayınca karanlık kendisine doğru geldi. Yaklaştı, yaklaştı ve içine aldı çocuğu.

                 Birden gözlerini açtı Aker. Uyumadan önceki pozisyonu değişmemişti. Kan ter içinde kalmıştı. Ensesine doğru akan ter damlaları yastığını bile ıslatmıştı. Her seferinde aynı rüyayı görmesine rağmen elinde olmadan etkileniyordu. Yatağın içinde doğruldu. Ellerini yüzüne götürüp suratını kapattı. İleri doğru eğilerek kendine gelmeye çalıştı. Ellerini saçlarında geriye doğru gezdirip yataktan ayrıldı. Üstündekileri çıkarıp çantasının içinden havlusunu duş jelini ve traş takımını çıkardı. Banyoya girip ılık suyun altına girdi. Rüyasındaki kadını sürekli görmesine bir türlü anlam veremiyordu. Bu kadın, hafızasında bu kadar yer ettiğine göre kendisi için önemli biri olmalıydı. Ama isim veremiyordu. Duygularını karşılayacak tek kelime anneydi. Ama hocasına sormuştu. Kendisini doğururken öldüğünü bebeklikten beri yetiştirme yurdunda kaldığını 12 yaşında da teşkilata katıldığını söylemişti hocası. Doğarken ölen bir kadını hatırlaması tabi ki olanaksızdı. İyi de peki kimdi bu kadın? Ne zaman, nasıl yerleşmişti belleğine? Her seferinde hafızasını zorluyor, eğitim yıllarına kadar, küçüklük yıllarına kadar geri gidiyordu ama yine de bu kadını bulamıyordu. Çok gergindi. Bir elini kaldırıp duvara yasladı. Yukardan gelen su iki omurga kemiğinin arasından kuyruk sokumuna ilerlerken gevşemeye başladı. Bu zamansız gidip gelmeler iyice sıklaşmaya başlamıştı. Görevi açısından sakıncalı bir durumdu. Tıbbi bir desteğin faydalı olabileceğini düşündü. Sonra vazgeçti. Bu durumlarda en iyi ilaç iş düşünmekti. Saatin kaç olabileceğini düşündü. Düzensiz uyku uyumaktan dengesi bozulmuştu. Suyun sıcaklığını azaltıp kendisine gelmeye çalıştı. Soğuk suyun altında sabit bir şekilde duruyordu. Ertesi günü düşündü. 

                            Olabilecek ihtimalleri teker teker alından geçirdi. Kendisine anlatılan tüm planı gözden geçiriyordu. Eksik, kusur yoktu. Kendisine düşen iş çok basitti. Belki bugüne kadar çıktığı en kolay işi bu olacaktı. Tüm dünyanın en büyük istihbarat birimleri orda olacaktı. Kendisine ne iş düşebilirdi ki. Tek yapması gereken, olay yerinde her hangi bir vatandaş gibi davranıp dikkat çekmeden etrafı gözlemlemekti. Hocasının diğer birimlerden sakladığı elemanlarından biriydi. Plana göre o kadar yakın da bir ajan bulunmayacaktı. Liderler, ajan kaynayan gergin bir ortam istemiyordu. Zaten planda görünen birçok Türk ajanının birçoğu ya bürokrat ya da iş adamı gibi tanıtılacaktı. O banka oturup olumsuz bir gelişme halinde müdahale etmekti yapması gereken. Bunları düşünürken kendisini daha iyi hissetmeye başladı. Suyu kapatıp duştan çıktı. Havluyu beline dolayıp sinek kaydı sakal traşı oldu. İşini bitirip yan odaya geçti. Masanın üstüne koyduğu yeni saatini alıp saate baktı. Sabahın beşine geliyordu. Bu kadar uyuyabildiğine çok şaşırdı. Artık uyumaya zamanı da yoktu, ihtiyacı da. Beraberinde getirdiği kitabını çantasından çıkarıp yatağına uzandı tekrar yaklaşık bir buçuk saat hareketsiz kitabını okudu. Son yurt dışı görevinde aldığı ''Yeşeren Mektuplar'' adlı kitabında nedense kendisini buluyordu. Annesiz kalmış bir çocuğun, annesine yazdığı mektupların anlatıldığı duygu dolu bir romandı okuduğu. Çok zamanı olmamasına rağmen en küçük fırsatlarda bile kaldığı yerden okumaya devam ediyordu. Belki de en acısı kendi hayatıydı. Annesiyle konuşmak şöyle dursun mektup yazma şansı bile hiç olmamıştı. Saat sekize yaklaşınca odaya girerken elbise dolabına astığı takım elbiseyi kılıfıyla birlikte yatağın üstüne serdi. Üstündekileri çıkarıp takım elbiseyi giymeye başladı. Her ne kadar kendisini böyle görenler gözlerini alamasa da o oldu olası nefret etti takımdan. Kaslı gövdesini saran beyaz gömlekten sonra geniş omuzlarına bıraktığı siyah ceketle mankenlerden farksız duruyordu. Her ne kadar sevmese de aynanın karşısında kendisini görünce içine garip bir özgüven dolardı. O da yakıştığının farkındaydı ama o yine de spor giyinmeyi seviyordu. Bu işin tek sevmediği tarafı buydu. Hele o kravat mecburiyeti yok mu deli oluyordu. Bir tarzın en önemli sembolü en anlamsız parçası nasıl olabiliyordu, bir türlü anlayamıyordu. Sıra kravat takmaya gelince söylenmeye başladı. Siyah takım, beyaz gömlek, siyah kravat... Vaz geçilmez kombiniydi. Tam olarak hazır olduğunda saat sekiz olmuştu. Hemen otelden ayrılıp zirvenin yapılacağı bölgeye doğru yürümeye başladı. Nereye baksa görevliler görüyordu. Sanki otele girdikten sonra oteli yerinden söküp başka bir yere götürmüşlerdi. bir gün öncesinde otele girerken etraftaki sessizlik yok olmuş, ölü hayat yeniden dirilmişti. Yediden yetmişe herkes heyecanlı, herkes gergindi. Başkanlığını hocasının yürüteceği Güvenlik Tedbirleri Operasyon Merkezi(GTMO) binasına gitmeyi planlıyordu. Yaklaştıkça kalabalık sayısı artıyor daha çok görevli dikkatini çekiyordu. Bariyerler kurulmuş, bütün birimler yerlerini çoktan almış, her şey planlandığı gibi yerli yerindeydi. Etrafta bir panayır havası olsa da tansiyonlar bayağı yüksekti. Kendi ülkesinde kendisini yabancı gibi hissediyordu. Tuhaf markalı arabalar, garip giyimli insanlar, sabit mimikli suratlar, güneş gözlüklü mahkeme duvarları... Her taraf yabancı istihbarat birimlerinin özel ajanlarıyla doluydu. Arada bir de olsa gözüne Türk görevli çarptığında neredeyse mutlu oluyordu. Yabancı ajanların g.d.o'lu vücutlarına bakınca Türk ajanlar pek çelimsiz duruyordu. Ama taşıdıkları koca yürekler yetiyordu işte. Aker, böyle düşünüyor, düşündükçe göğsü kabarıyordu. Zaten diğer ülkelerden gelen koruma bozmaları da hormonlu gibiydiler. Hepsi çok uzun ve çok iriydiler. Taktıkları siyah güneş gözlükleri ve altındaki anlamsız sert ifadelerle dikkat çekiyorlardı sadece. Türk ajanları onlar gibi değil, daha sıcak bakışlı ama daha telaşlıydılar. Nasıl olmasınlar sonuçta bu organizasyon onların evinde oluyordu. Aker, GTMO binasına girip komuta merkezine çıktı. Hocası İstanbul'daki enerjisinden bir şey kaybetmemiş, sürekli etrafa emirler yağdırıyordu. Arkasındaki duvara asılmış dev bir ekrana yanındaki onlarca küçük ekran eşlik ediyordu. Her taraftan gelen telsiz sesleri havada neşeli bir curcuna doğuruyordu. Zirvenin yapılacağı binanın bulunduğu noktanın 500 metre uzağındaki her noktayı kaydeden kamera görüntüleri, anında bu ekranlara aktarılıyor, her nokta özenle inceleniyordu. Kuş uçsa, bu görüntülere yakalanmama olasılığı yoktu. Kör noktaları sıfıra indirilmiş, tüm kilit noktalar kontrol altına alınmıştı. Yavuz bey, burada tüm olaya hakim bir şekilde her şeyi yönetebilecek bir konumdaydı. Yaklaşacak her aracın içini görebilecek kızılötesi, ısıya duyarlı termal kameralar da çalışır vaziyetteydi. En küçük silah veya patlayıcı mahiyetteki her şey buradan okunup olaya direk müdahale edilmesi sağlanacaktı. Yavuz beyin, Aker'in geldiğinden haberi yoktu ki kendisine bir şey demedi. Sessizce hocasının arkasında durup ekranlara bakıyordu. Kendisi için koyulacak belediye bankını aradı ekranlarda. Otobüs durağının hemen yanında olması dikkatini çekti. Yerini bulduktan sonra genel olarak göz gezdirdi. Girişler, çıkışlar yol güzergahları... Hocası kendisini fark etmiş olacak ki her zaman ki alaycı tonda bir konuşma duydu.

BANA ANNEMİ GETİR (TAMAMLANDI) KİTAP OLDUWhere stories live. Discover now